Edmond – David Mamet

 

EDMOND

Yazan : David Mamet  Çeviren: Adnan Çevik

Edmond’un dünya prömiyeri 4 Haziran 1982 tarihinde Goodman Tiyatrosu’nda Chicago’da yapılmıştır. Dünya prömiyerinde aşağıdaki oyuncular rol almıştır:

Poul Butler                   Vaiz, Mahkum

Rick Cluchey               Yönetici, Dağıtıcı, Müşteri, Polis, Gardiyan

Joyce Hazard               Bar Kızı, Fahişe

Laura Innes                  Kız, Glenna

Bruce Jarchow Adam, Otelci, Arkadaki Adam, Papaz

Linda Kimbrough         Edmond’un Karısı

Marge Kotlisky            Falcı, Mama, Metrodaki Kadın

Ernest Perry, Jr.           Ortak, Pezevenk

Jose Santana                Hileci, Gardiyan

Colin Stinton                Edmond

Jack Wallace               Barmen, İzleyici, Rehinci, Sorgu Polisi

Oyunu Gregory Mosher yönetmiş, dekorunu Bill Bartelt, ışık düzenini Kevin Rigdon, giysi tasarımını Marsha Kowal, hareketli sahne düzenini David Wooley yapmıştır. Tom Biscotto, ve Anne Clarke ise sahne amirliği görevini üstlenmiştir.

Oyunun New York’da ilk sahnelenmesi Provincetown Playhouse’da 27 Ekim 1982 tarihinde gerçekleşmiştir. Bu temsillerde Ortak ve Pezevenk rollerini Lionel Mark canlandırmıştır.

 

SAHNE 1: FALCI

SAHNE 2: EV

SAHNE 3: BAR

SAHNE 4: ALLEGRO

SAHNE 5: RÖNTGEN GÖSTERİSİ

SAHNE 6: SOKAKTA, BUL KAROYU AL PARAYI

SAHNE 7: EL İLANI

SAHNE 8: RANDEVU EVİ

SAHNE 9: RANDEVU EVİNİN ÜST KATI

SAHNE 10: BUL KAROYU AL PARAYI

SAHNE 11: OTEL

SAHNE 12: REHİNCİ

SAHNE 13: METRO

SAHNE 14: SOKAKTA, RÖNTGEN GÖSTERİSİNİN YAKININDA

SAHNE 15: KAFE

SAHNE 16: GLENNA’NIN DAİRESİNDE

SAHNE 17: KİLİSE

SAHNE 18: SORGULAMA

SAHNE 19: HAPİSHANE

SAHNE 20: YENİ HÜCRE

SAHNE 21: PAPAZ

SAHNE 22: HÜCREDE YALNIZ

SAHNE 23: HAPİSHANE HÜCRESİNDE

 

KİŞİLER

FALCI

EDMOND, 35 yaşında bir adam.

KARISI

BARDAKİ ADAM

BAR KIZI

BARMEN

YÖNETİCİ

GÖSTERİ KIZI

HİLECİ

İZLEYİCİ

ORTAKLAR

DAĞITICI

MAMA

FAHİŞE

OTELCİ

REHİNCİ

ARKADAKİ ADAM

METRODAKİ KADIN

PEZEVENK

GLANNA, Garson

VAİZ

POLİS

SORGU POLİSİ

MAHKUM

PAPAZ

GARDİYAN

MEKAN

New York Şehri

SAHNE 1

FALCI

EDMOND ve FALCI masada karşılıklı otururlar.

FALCI:            Eğer her şey önceden belirlenmişse, kesinlikle bu belirtiler kendilerini açığa vururlar. Geçmişe baktığımız zaman –geçmişe bakınca- yapabildiklerimizden başka bir şey yapmadığımızı görürüz.

(Sessizlik.)

O zaman, kesinlikle bir takım işaretler olmalı. Eğer onları okuyabilirsek. “Tek gördüğüm yapamadıklarım… beslenme biçimim neden oldu. Veya yıldızlar… yediklerimi yememi sağladı… veya genlerim ya da kontrol edemediğim başka bir güç bütün yaptıklarımı yapmaya zorladı beni…” deriz. Ve bizi zorlayan bu güçler, tabii ki, bir şekilde işaret bırakmalıdır: Beslenme biçimimiz, genlerimiz veya yıldızlarımız.

(Sessizlik.)

Ve işaretler vardır. (Sessizlik.)

Gördüklerimiz (gerçekte olduklarının ötesinde) ne olduğunu yansılar.

(Sessizlik.)

Üşüyor musun?

EDMOND:      Hayır. (Sessizlik.)

FALCI:            Pencereyi kapatayım mı?

EDMOND:      Hayır, teşekkür ederim.

FALCI:            Bana elini ver.

(EDMOND söyleneni yapar.)

Ait olduğun yerde değilsin. Belki de gerçekte hiç birimiz değiliz, fakat senin durumun diğerlerine göre daha gerçek. Hepimiz özel olduğumuza inanırız. Senin için bu doğru. Beni dinle. (FALCI kadın ışıklar kararırken konuşmaya devam eder.) İçinde yaşadığımız dünya parçalanıyor. Bakıyorsun ve algıladıklarının gerçek olup olmadığını merak ediyorsun. Yaşadığın yerin neresi olduğu hakkında emin değilsin. Ne boyutta etkinsin ve etkilisin…

SAHNE 2

EVDE

EDMOND ve KARISI oturma odasındadırlar. Bir süre sessizlik.

KARISI:          Kızımız lambayı kırdı. (Sessizlik.)

EDMOND:      Hangi lambayı?

KARISI:          Antika olanı.

EDMOND:      Benim odamdakini mi?

KARISI:          Evet. (Sessizlik.)

EDMOND:      Yaa.

KARISI:          O lamba 220 dolardan fazla eder.

EDMOND:      (Sessizlik.) Belki tamir ettirebiliriz.

KARISI:          Asla tamir ettiremeyeceğiz, sanırım asıl mesele de bu… bence bu nedenle kırdı.

EDMOND:      Evet, pekala- Ben gidiyorum.

(Sessizlik. Ayağa kalkar ve odayı terk etmek üzere yürür.)

KARISI:          Bana birkaç sigara getirir misin…

EDMOND:      Geri dönmeyeceğim.

KARISI:          Ne?

EDMOND:      Geri dönmüyorum.(Sessizlik.)

KARISI:          Ne demek istiyorsun?

EDMOND:      Gidiyorum, ve geri dönmeyeceğim. (Sessizlik.)

KARISI:          Hiç mi geri dönmeyeceksin?

EDMOND:      Hayır.

KARISI:          Neden ama? (Sessizlik.)

EDMOND:      Böylesi bir hayat yaşamak istemiyorum.

KARISI:          Ne demek bu şimdi?

EDMOND:      Demek ki bu hayatı sürdüremem.

KARISI:          “Bu hayatı sürdüremezsin.” Bu nedenle beni terk ediyorsun.

EDMOND:      Evet.

KARISI:          Ah. Ah. Ah. Peki ya ben ne olacağım? Beni artık sevmiyor musun?

EDMOND:      Hayır.

KARISI:          Sevmiyorsun.

EDMOND:      Evet.

KARISI:          Neden ama?

EDMOND:      Bilmiyorum.

KARISI:          Ne zaman fark ettin bunu?

EDMOND:      Uzun zaman önce.

KARISI:          Öyle mi?

EDMOND:      Evet.

KARISI:          Ne kadar uzun zaman önce?

EDMOND:      Yıllar önce.

KARISI:          Yıllardır beni sevmediğinin farkındaydın.

EDMOND:      Evet. (Sessizlik.)

KARISI:          Of. (Sessizlik.) Peki o zaman beni neden şimdi terk etmeye karar verdin?

EDMOND:      Yetti artık.

KARISI:          Tamam. Fakat neden şimdi?

EDMOND:      (Sessizlik.) Çünkü artık ruhun veya bedenin ilgimi çekmiyor. (Sessizlik.)

KARISI:          Bir süredir bunun farkında değil miydin?

EDMOND:      Sen ne düşünüyorsun?

KARISI:          Sanırım farkındaydın.

EDMOND:      Evet, farkındaydım.

KARISI:          Peki beni o zaman neden terk etmedin? Neden o zaman terk etmedin, bok herif!!! Yıllarca burada benimle birlikte yaşadın?… (Sessizlik.) Ha? Seni salak… Bana da. Salak…. yıllar boyunca sürekli benim hakkımdaki yargıların yetti.

EDMOND:      … Seni asla yargılamadım….

KARISI:          ….. sonunda “Seni terk ediyorum” dedin.

EDMOND:      Evet.

KARISI:          Git, o zaman…

EDMOND:      Seni arayacağım.

KARISI:          Lütfen. Konuşuruz. Evi ne yapacağımızı? Ortadan ikiye mi böleceğimizi? Git. Defol buradan. Git.

EDMOND:      Seni aldattığımı düşünüyorsun.

KARISI:          Hayır, öyle düşünmüyorum. Güle güle. Teşekkürler. Güle güle. (Sessizlik.) Güle güle. (Sessizlik.) Defol git buradan. Ve asla geri dönme. Beni duyuyor musun?

(KARISI kapıyı çarparak çıkar.)

 

SAHNE 3

BAR

EDMOND barda oturur. ADAM da yanında oturmaktadır. Bir süre konuşmadan otururlar.

ADAM:           ….. Kimin tuzu kuru biliyor musun?….

EDMOND:      Kimin?

ADAM:           Zencilerin. (Sessizlik.) Bazen zenci olmak istiyorum.

EDMOND:      Ben de istiyorum bazen.

ADAM:           Bir dükkanı soysam. Onları suçlayamam. Vallahi. Nedenini söyleyeyim: Yaptıklarımızdır bizi biz yapan.

EDMOND:      Mm.

ADAM:           Kuzey ırkı bir cinstir, güney ırkı bir başka cins. Ve yapmak istedikleri tek şey ağaçların arasına oturup fil izlemek. Şu kadar bile suçlamıyorum onları. Çünkü üstümüzde çok fazla baskı var.

EDMOND:      Evet.

ADAM:           Ve bu şaka değil, masal değil, sadece çok fazla.

EDMOND:      Öyle. Kesinlikle öyle.

ADAM:           İnsan kaçmak zorunda.

EDMOND:      Ne demek istedin?

ADAM:           Yani insan kendinden uzaklaşmalı.

EDMOND:      …. doğru….

MAN:              … çünkü baskı çok fazla.

EDMOND:      Sen ne yapıyorsun?

ADAM:           Nasıl yani?

EDMOND:      Kendinden kaçmak için ne yapıyorsun?

ADAM:           Ne mi yapıyorum?

EDMOND:      Evet.

ADAM:           Neler yapılıyor? Herkes ne yapıyor?… (Sessizlik.) Amcık…. Bilemiyorum. Amcık…. Güç… Para…. hım ….. macera … (Sessizlik.) Bunlar sanırım… Hım, kendini yok etme… hepsi bu işte… öyle değil mi?

EDMOND:      Evet.

ADAM:           …. hım, din… sanırım sadece, hım, rahatlama, hım, onaylama. (Sesszilik.) Kaçmalısın, rahat nefes alacak bir şeyler bulmalısın, hayat çok kısa.

EDMOND:      Karım ve ben uyumsuzuz.

ADAM:           Çok üzücü. (Sessizlik.) Nedeni?

EDMOND:      Çekici gelmiyor bana.

ADAM:           Hım.

EDMOND:      Sıkıcı bir konu. Ama aklımdan çıkmıyor.

ADAM:           Anlıyorum.

EDMOND:      Öyle mi?

ADAM:           Evet. (Sessizlik.)

EDMOND:      Teşekkür ederim.

ADAM:           İnan bana, mesele değil. Hepimizin ihtiyacı var, ve nerede bulacağımızı bir türlü bilmiyoruz. Bunun anlamını biliyorum ve anlıyorum.

EDMOND:…. hissediyorum….

ADAM:           Biliyorum. Tıpkı yumurtalıkların sökülmüş gibi.

EDMOND:      Evet. Çok, çok uzun zaman önce.

ADAM:           Hım, hım.

EDMOND:      Erkek değilim sanki.

ADAM:           Neye ihtiyacın var biliyor musun?

EDMOND:      Hayır.

ADAM:           Şöyle bir uzan, rahatla.

EDMOND:      Evet, bunu biliyorum.

ADAM:           Zencilerin bu nedenle tuzu kurudur.

EDMOND:      Hangi nedenle?

ADAM:           Söyleyeyim: Sorumluluklarını hiçbir zaman kabul etmezler. (Sessizlik.) Allegro’yu dene.

EDMOND:      O da ne?

ADAM:           Bar, 47. caddede.

EDMOND:      Teşekkür ederim.

(ADAM yerinden kalkar, içkilerin parasını öder.)

ADAM:           Bunlar benden. Seni dileyen biri olduğunu unutmamanı istiyorum. (Sessizlik.) Sen de bir gün beni dinle.

(ADAM çıkar.)

 

SAHNE 4

ALLEGRO

EDMOND bir süre tek başına oturur. Bir BAR KIZI yanına gelir.

BAR KIZI:      Bir içki ısmarlar mısın?

EDMOND:      Tabii. (Sessizlik.) Kendimi senin insafına bırakıyorum…. Böyle bir yere ilk gelişim. Bundan yararlanılmasını istemem.

BAR KIZI:      Bir içki ısmarla, sonra arkaya gidelim.

EDMOND:      Ne yapmaya?

BAR KIZI:      Ne istersen.

(EDMOND eğilir ve BAR KIZI’nın kulağına fısıldar.)

BAR KIZI:      On dolar.

EDMOND:      Anlaştık.

BAR KIZI:      Bir içki ısmarla.

EDMOND:      İçkiden komisyon alıyor musun?

BAR KIZI:      Evet.

(Kız içkileri getiren BARMEN’e işaret eder.)

EDMOND:      Aldığın komisyon ne kadar?

BAR KIZI:      Yüzde elli.

BARMEN:      (İçkileri getirir.) 20 papel.

EDMOND:      (Ayağa kalkar.) Çok fazla.

BARMEN:      Ne?

EDMOND:      Çok para. Teşekkür ederim.

BAR KIZI:      On!

EDMOND:      Sana beş vereceğim. Ona on verdiğim zaman alacağın beşi sana vereceğim. Fakat ona on vermeyeceğim.

BAR KIZI:      Ama bana içki ısmarlamalısın.

EDMOND:      Üzgünüm ama hayır.

BAR KIZI:      Tamam. (Sessizlik.) Bana on ver.

EDMOND:      İlk başta vereceğim onun yanında mı?

BAR KIZI:      Evet. Yirmi vereceksin.

EDMOND:      Sana yirmi vermeliyim.

BAR KIZI:      Evet.

EDMOND:      Sana.

BAR KIZI:      Evet.

EDMOND:      Ve sen de ona beş vereceksin.

BAR KIZI:      Tabii, beşini ona vermek zorundayım.

EDMOND:      Hayır.

BAR KIZI:      İçki için.

EDMOND:      Hayır. İçki için para vermeyeceksin. Çay…

BAR KIZI:      Çay değil.

EDMOND:      Çay değil mi? (İçer.) Eğer çay değilse, ne peki?… Ben burada sadece seninle olmak için geldim, bütün bunları neden yaşamak zorundayım?…

YÖNETİCİ:    Kabul et veya defol git. (Sessizlik.) Etrafta dolanıp durma. Çıkacaksan çık, kalacaksan kal… (Sessizlik.) Tamam mı?

(YÖNETİCİ EDMOND’u dışarıya çıkarır.)

 

SAHNE 5

RÖNTGEN GÖSTERİSİ

Sahne kapıları kapalı kabinlerle çevrelenmiştir. Pullarla süslenmiş dansçı giysili KIZ EDMOND’u fark eder ve onu kapısını açtığı bir kabine doğru yönlendirir.

KIZ:                Yedi. Yediye gir.

(EDMOND yedinci kabine doğru yürür.)

Hayır. Altı! Altı demek istedim. Altıya gir.

(EDMOND altıncı kabine girer. KIZ kabinlerin arkasında kaybolur ve altıncı kabinin müşteri ile dansçıyı ayıran camının arkasında görülür.)

Tabancanı çıkar! (Sessizlik.) Tabancanı çıkar! (Sessizlik.) Haydi ama. Tabancanı çıkar.

EDMOND:      Ben polis değilim.

KIZ:                Polis olmadığını biliyorum. Tabancanı çıkar. Seni mutlu edeceğim.

EDMOND:      Bu camı nasıl açabiliriz?

KIZ:                Cam açılmaz.

EDMOND:      Peki o zaman beni nasıl mutlu edeceksin?

KIZ:                Gel buraya.

(EDMOND yaklaşır, KIZ fısıldar.)

On papel ver. (Sessizlik.) On papel ver. (Sessizlik.) Şu şeyin içinden uzat.

(KIZ camın üzerindeki küçük havalandırma deliğini gösterir. Sessizlik.)

EDMOND:      (Cüzdanını kontrol ederek.) On papelim yok.

KIZ:                Tamam…. pekala…. evet. Tamam. Yirmi ver.

EDMOND:      Üstünü verecek misin?

KIZ:                Tabii. Sen ver bana yirmiyi. Ver haydi. Güzel. Şimdi aletini çıkar.

EDMOND:      Paranın üstünü alabilir miyim?

KIZ:                Bak. Bırak onluk ben de kalsın.

EDMOND:      Onluğumu ver. (Sessizlik.) Haydi, ver onluğumu.

KIZ:                Bırak ben de kalsın.

EDMOND:      Onluğumu geri ver ve ben de sana işi bitirince bahşiş vereyim.

(Sessizlik. KIZ’a parayı verir.)

Teşekkürler.

KIZ:                Tamam. Aletini çıkar.

EDMOND:      (Camı kastederek.) Bu şey nasıl açılır.

KIZ:                Açılmaz.

EDMOND:      Açılmaz mı?

KIZ:                Evet.

EDMOND:      O zaman ne halt etmeye verdim sana on papeli?

KIZ:                            Bak: Bana dokunabilirsin. Parmaklarını buradan içeri sokarak bana dokunabilirsin.

EDMOND:      Ben sana dokunmak istemiyorum… Senin bana dokunmanı istiyorum…

KIZ:                            Yapamam. (Sessizlik.) Yaparım ama yapamam. Burada polisler olabilir. Ciddiyim. (Sessizlik.) Bak: Parmaklarını buraya sok… haydi (Sessizlik.) Haydi.

(EDMOND pantolonunun fermuarını çeker ve kabinden çıkar.)

Sen kendini kandırıyorsun….

 

SAHNE 6

SOKAKTA. BUL KAROYU AL PARAYI

HİLEKAR, iki ORTAK ve SEYİRCİ

HİLEKAR:      Kırmızıyı seçtin kazandın, ve yirmi oldu kırk. Basın paraları. Siyah kaybeder,               kırmızı kazanır… Kırmızıyı kim bulacak? Kim gördü kırmızıyı? Kim?

SEYİRCİ:        (EDMOND’a) Oradaki arkadaş adamın ortağı.

EDMOND:      Kim?

SEYİRCİ:        (İşaret eder.) Nasıl kazanılacağını öğrenmek ister misin?

EDMOND:      Nasıl kazanılır?

SEYİRCİ:        Sadece hangi kartın kırmızı olduğunu tahmin edeceksin.

EDMOND:      ….Ya, ya…

SEYİRCİ         :… ve diğerine basacaksın parayı….

HİLEKAR:      Kim buldu kırmızıyı?

SEYİRCİ:        Onların hepsi ortak, hepsi de oyunun parçası.

HİLEKAR       Kim yakaladı? Beş bastın on aldın.

ORTAK:         (Gözetleyerek.) Aynasızlar…. aynasızlar…. aynasızlar…. koşmayın… koşmayın…

(Herkes kaçışır, EDMOND caddeden aşağı yürür.)

 

SAHNE 7

EL İLANI

EDMOND caddeden aşağı yürür. Bir adam el ilanı dağıtır.

DAĞITICI:      Bir bakın…. alın bir… İşte aradığınız burada…. alın…. Sana bir şey veriyorum… alsana.

(EDMOND el ilanını alır.)

Pekala: Aradığın bu muydu değil miydi?

EDMOND:      (El ilanını okur.) Doğru mu bu?

DAĞITICI:      Olmasaydı sana verir miydim?

(EDMOND el ilanını okuyarak kaybolur. DAĞITICI kandırmacasına devam eder.)

Bir göz atın…

 

SAHNE 8

RANDEVU EVİ

EDMOND elinde ilan ile görünür. MAMA ile konuşmaya başlar.

MAMA:          Merhaba.

EDMOND:      Merhaba.

MAMA:          Daha önce geldi mi buraya?

EDMOND:      Hayır.

MAMA:          Nasıl buldun burayı peki? (EDMOND el ilanını gösterir.) Şehir dışından mısın?

EDMOND:      Evet. Burada ne yapıyorsunuz?

MAMA:          Burası bir sağlık kulübü.

EDMOND      … onu biliyorum.

MAMA:          Ve ücretler saatlik. (Sessizlik.)

EDMOND:      Öyle mi?

MAMA:          İlk saat için altmış sekiz dolar, sauna, sınırsız içki ve duş… (Sessizlik.) Sen ve masör odaya girdiğiniz zaman saat çalışmaya başlar.

EDMOND:      Tamamdır.

MAMA:          Odada olanlar tabii ikinizin arasında.

EDMOND:      Anlıyorum.

MAMA:          Anladın mı?

EDMOND:      Evet.

MAMA:          …. Veya, yüz elli dolara iki saat. Eğer iki hanım istersen o zaman saati iki yüz dolar. (Sessizlik.) Aranızda yaptınız anlaşmalar sizi ilgilendirir.

EDMOND:      Güzel. (Sessizlik.)

MAMA:          Ne istiyorsun?

EDMOND:      Bir saat.

MAMA:          Şimdi ödeyeceksin. Ne şekilde ödemek istersin?

EDMOND:      Ne şekillerde ödeyebilirim?

MAMA:          Nakit veya kredi kartı. Faturada “Atlantik Kayak ve Tenis” yazar.

EDMOND:      Nakit vereceğim.

 

SAHNE 9

RANDEVU EVİNİN ÜST KATI

EDMOND ve FAHİŞE odadırlar.

FAHİŞE:         Nasılsın?

EDMOND:      Harika. Daha önce hiç bu kadar rahatlamamıştım.

FAHİŞE:         Öyle mi?

(FAHİŞE EDMOND’un boynunu ovmaya başlar.)

EDMOND:      Evet. Çok iyi geldi. (Sessizlik.)

FAHİŞE:         Vücudun güzel.

EDMOND:      Teşekkür ederim.

FAHİŞE:         Spor yapıyor musun? (Sessizlik.)

EDMOND:      Koşarım.

FAHİŞE:         Hım. (Sessizlik.)

EDMOND:      Ve lisedeyken futbol oynadım.

FAHİŞE:         Formunu korumayı bilmişsin.

EDMOND:      Teşekkür ederim.

FAHİŞE:         (Sessizlik.) Ne yapacağız?

EDMOND:      Seninle ilişkiye girmek istiyorum.

FAHİŞE:         Ne kadar hoş. Bunu ben de istiyorum.

EDMOND:      Gerçekten mi istiyorsun?

FAHİŞE:         Evet.

EDMOND:      Bu ne kadara olacak peki?

FAHİŞE:         Normal düzüşme için yüz elli dolar.

EDMOND:      Çok fazla.

FAHİŞE:         Sana indirim bile yaptım.

EDMOND:      …olmaz….

FAHİŞE:         …çünkü bu senin ilk ziyaretin…..

EDMOND:      Olmaz. Kapıdaki altmış sekizle birlikte, çok fazla.

FAHİŞE:         … biliyorum, biliyorum, ancak hepsini ben almıyorum. Onlarla paylaşıyorum. Evet. Onlar bana değil ben onlara ödüyorum.

EDMOND:      Çok fazla. (Sessizlik. FAHİŞE iç çeker.)

FAHİŞE:         Ne kadar paran var?

EDMOND:      Hepsi için yüz dolarım var.

FAHİŞE:         Bütün her şey için bir yüzlük.

EDMOND:      Yani şimdi yanımda otuz kaldı.

FAHİŞE:         Haaayıır, tatlım, o paraya hiçbir şey vermem.

EDMOND:      Şey, ne kadar istiyorsun?

FAHİŞE:         (İç çeker.) Pekala, normal ilişki için yüz yirmi.

EDMOND:      O kadar veremem.

FAHİŞE:         O zaman üzgünüm. Harika olacaktı.

EDMOND:      Seksen vereyim.

FAHİŞE:         Olmaz.

EDMOND:      Yüz.

FAHİŞE:         Anlaştık, ama biliyorsun sadece ilk ziyaretin olduğu için.

EDMOND:      Biliyorum.

FAHİŞE:         … çünkü parayı kırışıyoruz, anladın mı?

EDMOND:      Anladım.

FAHİŞE:         Tamam. Yüz dolar.

EDMOND:      Teşekkür ederim. Bunu beğendim. Prezervatif tatmamda bir sakınca var mı?…

FAHİŞE:         Önemi yok. (Sessizlik.)

EDMOND:      Prezervatif var mı?…

FAHİŞE:         Var. (Sessizlik.) Şimdi ödemek ister misin?

EDMOND:      Evet, tabii.

(Cüzdanını çıkarır, kredi kartı uzatır.)

FAHİŞE:         Nakit ödemelisin, tatlım.

EDMOND:      Kapıda kredi kartıyla ödeye ….

FAHİŞE:         … O kapıdaydı… Bana nakit ödenek zorundasın….

EDMOND:      O kadar param olduğunu sanmıyorum… (Cüzdanına bakar.)

FAHİŞE:         Ne kadar var?

EDMOND:      Hıh, sadece altmış.

FAHİŞE:         Tanrım, üzgünüm, canım, ama yapamam…

EDMOND:      Hey, bekle, bekle, bekle, bekle, belki biz yapabil… bekle

FAHİŞE:         Neden para bulup gelmiyorsun…

EDMOND:      Nereden bulayım ki?

FAHİŞE:         Bir restorana git ve paraya çevir, saat dörde kadar buradayım….

EDMOND:      Yapacağım, yapacağım…. hım, hım… evet. Teşekkürler.

FAHİŞE:         Önemi yok.

(EDMOND randevu evinden çıkar.)

 

SAHNE 10

Bul Karoyu, Al Parayı

EDMOND yeni bir kart oyununa başlayan adamların yanından geçer.

HİLEKAR:      Oynamayan kazanamaz (EDMOND’a) Sen, dostum…

EDMOND:      Ben mi?

HİLEKAR:      Tekrar deneyecek misin?

EDMOND:      Tekrar?…

HİLEKAR:      Kız arkadaşınla birlikte elli papelimi aldığını hatırlıyorum.

EDMOND:      … Ne zamandı bu?

HİLEKAR:      On dördüncü caddede… Bir kere daha deneyecek misin?

EDMOND:      Ha…

HİLEKAR:      … Şu ellilikle oyna… elli sana yüz kazandırır, ne kadar hızlı olduğunu gördük… kırmızı kazanır, siyah kaybeder…. Karo nerede? Karoyu bul kazan…. Karo nerede?.. Elli bas, yüz kazan… Evet: Kim buldu karoyu?

ORTAK:         Ben biliyorum.

HİLEKAR:      Ne kadar? Bas parayı. Ne kadar?

ORTAK:         Elli dolar basıyorum.

HİLEKAR:      Tamam koy.

(ORTAK denileni yapar. HİLEKAR kartları çevirir.)

ORTAK:         İşte burada!

HİLEKAR:      Adamım, bugün senden daha hızlıyım. Karoyu kim gördü? Sadece iki kart kaldı. Karoyu bul, kim biliyor karoyu?

EDMOND:      Ben.

HİLEKAR:      Ah, olamaz, benden hızlısın.

EDMOND:      … Elli dolar…

HİLEKAR:      Tamamdır, tamamdır. Bas parayı. (Sessizlik.)

EDMOND:      Kazanırsam verecek misin parayı?

HİLEKAR:      Vereceğim. Eğer kazanırsan. Fakat önce kazanmalısın…

EDMOND:      Bütün yapacağım karoyu göstermek.

HİLEKAR:      Bütün yapacağın bu.

EDMOND:      Elli papel basıyorum.

HİLEKAR:      Emin misin?

EDMOND:      Eminim.

HİLEKAR:      Bas o zaman. (EDMOND söylenileni yapar.) Hangisini istiyorsun?

EDMOND:      Şunu!

HİLEKAR:      (Parayı alır.) Üzgünüm, adamım. Bu sefer kaybettin- biz kazandık. Bir sefer daha. Bul karoyu, al parayı… bir ellilik daha bas…

EDMOND:      Şu kağıtlara bir bakayım.

HİLEKAR:      Kağıtlar tamamdır, sadece sen yavaşsın.

EDMOND:      Kağıtları görmek istiyorum.

HİLEKAR:      Kağıtlarda hile hurda yok adamım, kaybettin.

EDMOND:      Şu kağıtlara bakamam izin ver.

HİLEKAR:      Sıçtığımın kağıtlarını göstermiyorum, burada oyun oynuyoruz….

ORTAK:         …Kaybettin, kabul et.

EDMOND:      Ver şu kağıtları, ahbap.

HİLEKAR:      Kağıtları mı görmek istiyorsun? Kağıtları mı istiyorsun?… Al işte kağıtlar…

(HİLEKAR EDMOND’un yüzüne yumuk atar. HİLEKAR ve ORTAK EDMOND’u bir süre döverler. EDMOND yere düşer.)

 

SAHNE 11

OTEL

EDMOND harap bir şekilde OTELCİ’nin yanına gelir.

EDMOND:      Bir oda istiyorum.

OTELCİ:         Yirmi iki dolar. (Sessizlik.)

EDMOND:      Cüzdanımı kaybettim.

OTELCİ:         Polise git.

EDMOND:      Amerikan Ekspresi arayabilirsin.

OTELCİ:         Polise git. (Sessizlik.) Beni ilgilendirmez.

EDMOND:      Kredi kartı hattını arayabilirsin. Sigortam var.

OTELCİ:         Kendin ara. Orada karşıda.

EDMOND:      Param yok.

OTELCİ:         Eminim beleş aramadır.

EDMOND:      Bu telefonlar bozuk para ile çalışır.

OTELCİ:         (Sessizlik.) Bilmem, emin değilim.

EDMOND:      Bozuk para ile çalışıp çalışmadığını adın gibi biliyorsun. Çevir sesi almak için…Tanrı aşkına bozuk para gerektiğini biliyorsun. Böylesi bir dünyada mı yaşamak istiyorsun? Bu dünyada mı yaşamak istiyorsun? Yaralıyım, kör müsün? Aynısını ben sana yapsaydım kabul eder miydin? (Sessizlik.) Sadece bir soru soracağım. Telefon için bozuk gerekli mi?

OTELCİ:         Hayır. Bozuk para gerekmez. Şimdi, ya telefon et, yada çık git.

 

SAHNE 12

REHİNCİ

REHİNCİ vitrindeki eşyaları inceleyen müşteri ile ilgilenmektedir.

MÜŞTERİ:      Bu ne kadar eder? Nedir bu? On dört karat mı yoksa on beş mi?

MÜŞTERİ:      On dört.

MÜŞTERİ:      Ya? Bakayım. Kaç para?

REHİNCİ:       Altı yüz seksen beş.

MÜŞTERİ:      Neden ama? Ne kadar eski bu? Eski mi?

REHİNCİ:       İçindeki altının ne kadar olduğunu biliyor musun? Hisset sadece hisset.

MÜŞTERİ:      Damgası var mı?

REHİNCİ:       Orada. Büyüteç ister misin?

MÜŞTERİ:      Hayır. Görebiliyorum.

(EDMOND dükkana girer ve iki adamın yanında durur.)

REHİNCİ:       (EDMOND’a) Ne vardı?

EDMOND:      Rehin bırakmak istiyorum?

REHİNCİ:       Arkadaki adamla görüşün.

MÜŞTERİ:      Buna benzer başka neyiniz var?

REHİNCİ:       Bilemiyorum başka neler var. Şöyle bir bakın.

MÜŞTERİ:      (Camekandaki bir başka eşyayı işaret eder.) Şuna bir bakayım.

EDMOND:      (Arka taraftaki ADAM’ın yanına gider) Rehin bırakmak istiyorum.

ADAM:           Nedir?

EDMOND:      Yüzüğüm.

(Elini kaldırır.)

ADAM:           Çıkartın.

EDMOND:      Çıkartması çok zor.

ADAM:           Islatın.

(EDMOND denileni yapar.)

MÜŞTERİ:      Bu ne kadar?

REHİNCİ:       iki yüz yirmi.

EDMOND:      (Mutlulukla.) Çıkarttım.

(EDMOND yüzüğü ADAM’a uzatır.)

ADAM:           Ne yapacaksın bunu? Rehine mi bırakmak istiyorsun?

EDMOND:      Evet. Sistem nasıl çalışır?

ADAM:           Yapmak istediğin bu mu?

EDMND:         Evet. Başka seçenek var mı?

ADAM:           … Ne yapabilirsin, değerini öğrenmek…

EDMOND:      …Hım…

ADAM:           …Veya satmak….

EDOND:         ….Hım….

ADAM:           …. veya rehin bırakmak istersin…

EDMOND:      Anlıyorum.

ADAM:           Tamam mı?

EDMOND:      Değerini öğrenmek ne kadar?

ADAM:           Beş dolar.

MÜŞTERİ:      Şu arkadakine bakmak istiyorum.

EDMOND:      Rehin bırakırsam ne kadar vereceksiniz?

ADAM:           Ne kadar istiyorsun?

EDMOND:      Ne kadar eder?

ADAM:           Rehin bırakırsan alacağın ortalama… Sistemi biliyor musun?

MÜŞTERİ:      Evet. Şuna bakayım….

EDMOND:      Hayır.

ADAM:           Değerinin dörtte birini alacaksın.

EDMOND:      Hım.

ADAM:           Ortalama. Bir yıl. Yüzde on iki ödersin. Yıl sonunda ödediğin yüzde on ikim ile birlikte rehin düşer. Bugün için. Aldığın para tutarı kadar.

EDMOND:      Benim rehinim ne kadar?

ADAM:           Yani, ne olduğuna bağlı bu.

EDMOND:      Nasıl yani?

ADAM:           Ne ise o. Anladın mı?

EDMOND:      Hayır.

ADAM:           Tutar ne kadarsa rehinin o kadardır.

EDMOND:      Aldığım para tutarı.

ADAM:           Doğru.

EDMOND:      Anladım.

REHİNCİ:       Pekala. Ne bakmıştınız, yüzük?

MÜŞTERİ:      Yok. Bugün değil. Bir başka sefere. Şu bıçağa bakayım bir.

EDMOND:      Ederi nedir?

ADAM:           Pazarlıksız, yüz yirmi papel.

MÜŞTERİ:      Çok güzel.

EDMOND:      Kabul.

ADAM:           Güzel. Şimdi dönerim. Yüzüğü ver bana.

(EDMOND söylenileni yapar. EDMOND diğer pazarlığı izlemeye başlar.)

MÜŞTERİ:      (Bıçağı havaya kaldırır.) Bunun için ne istiyorsun?

REHİNCİ:       Yirmi üç papel. Haydi yirmi diyelim.

MÜŞTERİ:      (Kendi kendine.) Yirmi papel…

EDMOND:      Neden bu kadar pahalı?

REHİNCİ:       Neden bu kadar pahalı mı?

MÜŞTERİ:      Hayır. Almayacağım. (Bıçağı geri verir ve çıkar.) Başka sefere.

REHİNCİ:       Oldu.

EDMOND:      Bu bıçak neden bu kadar pahalı?

REHİNCİ:       Bu bir hayatı idame bıçağı. G.I. yapımı. İkinci Dünya Savaşı. Bu nedenle.

EDMOND:      Hayatı idame bıçağı.

REHİNCİ:       Doğru.

EDMOND:      İyi bir bıçak mı?

REHİNCİ:       Görüp göreceğin en iyi bıçak.

(REHİNCİ bıçağı yerine koyarken bir anda) İster misin?

EDMOND:      Bir düşüneyim bakalım.

 

SAHNE 13

METRO

EDMOND metro istasyonundadır. Yanında şapkalı yaşlı bir kadın beklemektedir.

EDMOND:      (Sessizlik.) Annemin de buna benzer bir şapkası var. (Sessizlik.) Annemin de buna benzer bir şapkası var. (Sessizlik.) Ben… Ben laf oldun diye söylemiyorum. Yıllardır giyiyor. Ben küçük bir çocukken almıştı.

(KADIN uzaklaşmaya başlar. EDMOND onu yakalar.)

KADIN:          (EDMOND’dan kurtularak.) İzin verin…

EDMOND:      … Sen kendini ne sanıyorsun?… Seninle konuşuyorum. .. Neyim ben? Taş mı? … “Bacak aranı yalamak istiyorum” mu dedim? Sadece “Annemin de aynı şapkadan var.” dedim. Seni kaltak. Neyim ben? Köpek mi? Yüzünü doğramak istiyorum. Kahrolası yüzünü parçalamak istiyorum.

KADIN:          … BİRİ BANA YARDIM ETSİN…

EDMOND:      Kim olduğumu bile bilmiyorsun… (KADIN kaçar.) Bu şehirdeki herkes aklını kaçırmış…. canın cehenneme, canın cehenneme, topunuzun canı cehenneme, canı cehenneme hepinizin… Bütün hayatım boyunca çalıştım.

 

SAHNE 14

CADDEDE, RÖNTGEN GÖSTERİSİNİN YAKININDA

PEZEVENK:   Ne arıyorsun?

EDMOND:      Ne?

PEZEVENK:   Ne arıyorsun?

EDMOND:      Hiçbir tanrının belasını aramıyorum.

PEZEVENK:   Beyaz mı arıyorsun, çok yakında.

EDMOND:      Beyaz da ne?

PEZEVENK:   İşte beyaz bu, aradığın.

EDMOND:      Teşekkürler, hayır. Beyaz aramıyorum.

PEZEVENK:   Sen bir şey arıyorsun, ve sanırım ne aradığını biliyorum.

EDMOND:      Biliyor musun?

PEZEVENK:   Gel benimle, aradığını bulacaksın.

EDMOND:      Ne arıyorum?

PEZEVENK:   Biliyorum. Seni biraz hareketlendirelim, dostum. Vuruşacak bir piliç bulalım sana. (Sessizlik.) Biliyorum. Bu benim işim.

EDMOND:      Ne diyorsun?

PEZEVENK:   Diyorum ki sana bir yavru bulalım.

EDMOND:      Bana bir kadın bulacağını mı söylüyorsun.

PEZEVENK:   İşte bu benim işim, arkadaşım.

EDMOND:      Kaç para?

PEZEVENK:   Şey, ne kadar olsun istiyorsun?

EDMOND:      Temiz birini istiyorum.

PEZEVENK:   Tamamdır.

EDMOND:      Oral istiyorum.

PEZEVNK:     Tamamdır.

EDMOND:      Kaç para?

PEZEVENK:   Otuz papel.

EDMOND:      Çok fazla.

PEZEVENK:   Ne kadar verirsin?

EDMOND:      On beş dolar diyelim.

PEZEVENK:   Yirmi beş.

EDMOND:      Olmaz. Yirmi.

PEZEVENK:   Anlaştık.

EDMOND:      Tamam mı?

PEZEVENK:   Bastır yirmiliği.

EDMOND:      Kızı gördüğümde vereceğim.

PEZEVENK:   Hey, parayı alıp gitmeyeceğim adamım, gel benimle. Kızı görelim.

EDMOND:      Güzel, o zaman veririm.

PEZEVENK:   Şimdi vereceksin, anladın mı? Ha? (Sessizlik.) Anlaşma böyle. (Sessizlik.) Anladın mı? Eğer aynasız değilsen. (Sessizlik.) Eğer parayı vermezsen o zaman bu bir tuzak. (Sessizlik.) Anladın mı?

EDMOND:      Anladım. Ben polis değilim.

PEZEVENK:   Pekala. Ne dediğimi anladın mı?

EDMOND:      Üzgünüm.

PEZEVENK:   Tamamdır. (EDMOND cüzdanını çıkarır. Parayı verir.) Gel benimle. Konuşuyormuş gibi yürüyeceğiz.

EDMOND:      Kız temiz değil mi?

PEZEVENK:   Temiz. Seni anlıyorum, adamım.

(Sessizlik. Yürürler.)

Demek istediğini anlıyorum. (Sessizlik.) İnan bana.

EDMOND:      Bu işten başkaları da para alıyor mu?

PEZEVENK:   Yani, bilirsin, adamım, birkaç kişi… Polisten korunarak işini bitiriyorsun, bu adam burada… doktor, faturalar, bilirsin işte.

EDMOND:      Kız ne kadar alıyor?

PEZEVENK:   Yüzde altmış.

EDMOND:      Hım.

PEZEVENK:   Hah, işte. (Yukarıda bir yeri işaret eder.) Orada.

(Birlikte gösterilen yere doğru yürürler. PEZEVENK bir bıçak çıkarır ve EDMOND’un boynuna dayar.)

Şimdi sökül bütün paranı seni ahmak! Haydi!

EDMOND:      Tamam.

PEZEVENK:   Hepsini. Arkanı dönme…. dönme…. yalnızca elime ver.

EDMOND:      Tamam.

PEZEVENK:   …Ve gıkını bile çıkartma…

EDMOND:      Söylediğin her şeyi yapacağım…

PEZEVENK:   Bütün paranı ver şimdi.

(EDMOND geri döner, PEZEVENK’in yüzüne yumruk atar.)

EDMOND:      SENİ OROSPU ÇOCUĞU ZENCİ.

PEZEVENK:   Dur…

EDMOND:      Seni bok herif…. seni homo…

(PEZEVENK’e bir kere daha yumruk atar. PEZEVENK bıçağının üstüne düşer.)

PEZEVENK:   Ben…

EDMOND:      Seni lanet olası, seni onun bunun çocuğu.

PEZEVENK:   Ben…

EDMOND:      “Beni yukarı götür?…”

PEZEVENK:   Ah, tanrım.(PEZEVENK kaldırıma düşer ve EDMOND onu tekmeler.)

EDMOND:      Baş belası, zenci,. Salak herif… seni bok… bok herif… (Sessizlik.) Düzülmüş zenci. (Sessizlik.) Benimle dalga geçme, serseri.

(EDMOND üzerine tükürür.)

Umarım ölürsün.

(Sessizlik.)

Benimle dalga geçme, serseri…

(Sessizlik. EDMOND üstüne tükürür.)

 

SAHNE 15

KAFE

EDMOND kafede oturmuştur. Garson kız GLENNA’ya seslenir.

EDMOND:      Bir fincan kahve istiyorum. Hayır, bira., en sert bira. İrlanda viskisi.

GLENNA:       İrlanda viskisi.

EDMOND:      Evet. Duble. Ha.

GLENNA:       Kanın kaynıyor bugün.

EDMOND:      Köküne kadar haklısın öyle, ve nedenini öğrenmek ister misin? Çünkü yaşıyorum. Sen veya ben yaşadığımız hayatta ne kadar canlıyız biliyor musun? Hiç. Yılda iki dakika. Bak, baksana, biz koruma altındayız.

GLENNA:       Kim?

EDMOND:      Sen ve ben. Beyaz insanlar. Hepimiz. Hepimiz. Bizler mahkumuz. Beyaz ırk mahkum. Neden biliyor musun?… Otur…

GLENNA:       Yapamam, çalışıyorum.

EDMOND:      Ve neden biliyor musun- yapmak istediğin hiçbir şeyi yapamazsın, oturamazsın çünkü “çalışıyorsun”, oturmamanın asıl nedeni oturmak istememen, çünkü yasalara uymak onları sorgulamak ve kendi hayatını yaşamaktan daha kolay. Hepimiz. Hepimiz. Kendimizin dışında gelişen bir yaşamın ürünüyüz. Ve bir sis içinde yaşıyoruz. Bir rüyada yaşıyoruz. Hayatımız taş bir okul binası ve biz ölüyüz.

(Sessizlik.)

Kaç yaşındasın?

GLENNA:       Yirmi sekiz.

EDMOND:      Otuz dört yıldır bir sisin içinde yaşıyorum. Hayatımın çoğunda yaşamak zorundaydım. Gitti. Gitti. Harcadım. Çünkü bilmiyordum. Ve cevabı öğrenmek ister misin? Yaşamak. (Sessizlik.) Bu gece senin evine gelmek istiyorum.

GLENNA:       Niçin?

EDMOND:      Niçin acaba? Seninle düzüşmek istiyorum. (Sessizlik.) Bu kadar basit. Adın ne?

GLENNA:       Glenna. (Sessizlik.) Seninki ne?

EDMOND:      Edmond

 

SAHNE 16

GLENNA’NIN DAİRESİ

EDMOND ve GLENNA yarı giyinik bir şekilde yayılmış oturmaktadırlar. EDMOND hayatı idame bıçağını GELANNA’ya gösterir.

EDMOND:      Şunu görüyor musun?

GLENNA:       Evet.

EDMOND:      Anasını sattığımın zencisi üstüme geldiği zaman yapacağım en uygun şey nedir. Üstüne gelir, “Bütün paranı sökül.” Otuz dört yıldır ter içinde kalıp, onlar az kazanıyor, ve iş bulamıyorlar, benden daha iriler… adam öldürürler, hayattan beklentileri yok, anlıyorsun ya, aklına gelen her şeyi yapabilirler… Ha? Yapacaklarım işte bunlar. Anasını sattığım boğazımı keserken karman karışık bir düşünce biçimiyle altına etmek…ha? Çünkü bana nefret etmek öğretildi. Sana bir şey diyeyim. Herif benimle konuşunca şoka girdim (Belki aklımı kaçırdım…) şok oldum ve ben de onunla konuştum. “Kaldır kıçını, serseri… dövüş istiyorsun, tamam gel dövüşeceğim, kalbini söküp alacağım, eh, beni harcayamazsın…”

GLENNA:       Evet.

EDMOND:      Ha? “Beni harcayamazsın, damarlarımda savaşçı kanı var, benim de, lanet olası kara marsık, serseri…” Kan boynundan aklamaya başladı…

GLENNA:       (Bıçağa bakarak.) Bununla mı?

EDMOND:      Götüne bile bahse girebilirsin…

GLENNA:       Öldürdün mü onu?

EDMOND:      Öldürdüm mü?

GLENNA:       Evet.

EDMOND:      Bana ne. (Sessizlik.)

GLENNA:       Muhteşem.

EDMOND:      Ve ona karşı konuşmaya başladım an, tamam, çünkü bıçaktan daha önemli bir şey vardı onun konuştuğum zaman, O LANET HERİFİ ANLAMAK DURUMUNDA DEĞİLDİM… bıraktım o beni anlasın… Onu öldürmek istedim.(Sessizlik.) O an otuz yılın ön yargısı su üstüne çıktı. (Sessizlik.) Otuz yıl. Bütün o hım hım hım bütün temiz kadınlar…

GLENNA:       …ıh….

EDMOND:      …..Ih?……lambayı kırmış olabilir. NE YANİ? Anlıyor musun? İlk defa tanrıya karşı geldim, ilk defa fark ettim: ONLARDA İNSAN.

GLENNA:       (Sessizlik.) Kimden nefret ediyorum biliyor musun?

EDMOND:      Kimden?

GLENNA:       Yumuşaklardan.

EDMOND:      Evet. Ben de onlardan nefret ederim. Nedenini biliyor musun?

GLENNA:       Neden?

EDMOND:      Ağza alıp emerler. (Sessizlik.) Bu köküne kadar doğru.

GLENNA:       Nefret ediyorum çünkü kadınları sevmiyorlar.

EDMOND:      Kadınlardan nefret ederler.

EDMOND:      Bunu söylemek seni rahatlattı, değil mi?

GLENNA:       Evet.

EDMOND:      Söyle o zaman. Söyle. Seni bütünlüyorsa. Daima söyle. Daima kendin için söyle.

GLENNA:       Zor.

EDMOND:      Evet.

GLENNA:       Bazen zor.

EDMOND:      Kahretsin haklısın. Zor. Ve zor olmasının mantıklı bir nedeni var.

GLENNA:       Nedir?

EDMOND:      Söylersek ayağa kalkarız. Söylersen kendimiz oluruz. Glenna: (Sessizlik.) Bu dünya boktan. (Sessizlik.) Bok dolu. (Sessizlik.)… Kanunsuz… Geçmiş yok…. Yalnızca şimdi var… ve eğer tanrı varsa güçsüzleri sevsin, Gleanna. (Sessizlik.) fakat o güçlülere saygı duyuyor. (Sessizlik.) Ve eğer sen insansan korkmalısın. (Sessizlik.) Korkmalısın. Senden üstün olana saygı duymalısın.

GLENNA:       İşte bu yüzden tiyatroyu seviyorum… (Sessizlik.) Çünkü saygı duyman gereken tek şey sensin….

EDMOND:      Ne demek istiyorsun?

GLENNA:       Sahnedeyken.

EDMOND:      Evet.

GLENNA:       Duygularına.

EDMOND:      Kesinlikle, kesinlikle, doğru…

GLENNA:       Ve, ve, ve bir başkası olmamak.

EDMOND:      Neden duymalısın ki?

GLENNA:       …Bu nedenle, bu işi yaptığım için gurur duyuyorum…

EDMOND:      …Seni suçlayamam….

GLENNA:       …çünkü büyük amaçların….

EDMOND:      ….bahse girerim işini iyi yapıyorsun…

GLENNA:       …onlar…

EDMOND:      …sınırsız…

GLENNA:       hiçbir şey yok…

EDMOND:      …. Evet. Anlıyorum.

GLENNA:       ….seni sınırlayacak ruhundan başka.

EDMOND:      (Sessizlik.) Benim bir şey yap.

GLENNA:       ….Ha….

EDMOND      Bir parça oyna. Benim için oynar mısın?

GLENNA:       Şimdi?

EDMOND:      Evet.

GLENNA:       Burada otururken?…

EDMOND:      Evet. (Sessizlik.)

GLENNA:       Gerçekten oynamamı istiyor musun?

EDMOND:      İstediğimi sen de biliyorsun. Beni otururken gördün, ve istediğimi anladın. Harikaydı. Çünkü ikimizde istedik. Oynamanı istiyorum. (Sessizlik.)

GLENNA:       Ne oynamamı istersin?

EDMOND:      Ne olursa. Hangi oyunlarda oynadın?

GLENNA:       Şey, sadece birkaç sahne çalıştım.

EDMOND:      Sadece birkaç sahne mi çalıştın.

GLENNA:       “Sadece” demek yanlış olur. Oyunun özü olan sahneler.

EDMOND:      Hım, hım. (Sessizlik.) Hangi oyunlarda oynadın?

GLENNA:       Kolejdeyken Juliet oynamıştım.

EDMOND:      Shakespeare mi?

GLENNA:       Evet, Shakespeare. Ne sandın?

EDMOND:      Şey, yani, adı Juliet olan bir sürü oyun var.

GLENNA:       Var mı?

EDMOND:      Var.

GLENNA:       Sanmam.

EDMOND:      Ya, var işte. – hayır, hayır, hayır. Bu kadar dar görüşlü olma… Ve sakın takım giyiyorum, kravat takıyorum diye benim bir sersem olduğumu.

GLENNA:       Aklımın ucundan bile geçmedi.

EDMOND:      Çünkü geceyi tamamladık. Benimle tanıştığından beri hiçbir değişiklik olmadı. Unut bunu. Demek istediğim, oyuncu olduğunu söylüyorsun….

GLENNA:       Oyuncuyum…

EDMOND:      Evet. Ben de senin söylediğini söyledim. Sonra hangi oyunlarda oynadın dedim. Hepsi bu.

GLENNA:       Oynadığım oyunlar akranlarım arasında sahnelendi.

EDMOND:      Ne demek bu şimdi?

GLENNA:       Sınıfta.

EMMOND:     Sınıfta?

GLENNA:       Sınıfta veya müsamerelerde.

EDMOND:      Hayır, hayır ticari bir ekiple.

GLENNA:       Hayır, kesinlikle, hayır.

EDMOND:      O zaman sen bir oyuncu değilsin. Yüzleş bununla. Doğrusunu bul. Her ikimiz. Ben sana yalan söylemiyorum, sen de söyleme. Ve kendine de söyleme. Yüzleş. Güzel bir kadınsın. Önünde dünyalar var. Benim de. Yapacak şeyler var. Keşfedecek şeyler. Demek istediğim, şimdi başla, bu gece başla. Benimle. Benimle ol. Kendin ol.

GLENNA:       Ben kendimim.

EDMOND:      Tamamen doğru. Bu gece seni gördüğümde sevdiğimde buydu. Sevdiğim. Bu kelimeyi kullandım. (Sessizlik.) Bu kelimeyi kullandım. Bir kadını sevdim. Orada duruyor. Çalışan bir kadın. Yaptıkları bana hayat verdi. Birkaç dakikalığına bana şaka yaptı. Bu… bu…bu… tanrı seni değişmekten korusun. Söyle. Garsonum de. (Sessizlik.) Söyle.

EDMOND:      Söylersem bunun anlamı ne olacak?

GLENNA:       Benimle söyle. (Sessizlik.)

EDMOND:      Neyi?

EDMOND:      “Ben garsonum.”

GLENNA:       Gitsen iyi olacak.

EDMOND:      Gitmemi istiyorsan giderim. Benimle söyle. Kim olduğunu söyle. Ve ben de kim olduğunu söyleyeceğim.

GLENNA:       …Kimsin sen…

EDMOND:      Bir sonuca vardım. Şimdi: Hayatını benimle değiştirmeni istiyorum. Hemen şimdi, olabileceğimiz her şey olabiliriz. Nedir bilmiyorum, sen de bilmiyorsun. Benimle söyle. Hemen şimdi. Söyle.

GLENNA:       Söylediklerini anlamıyorum.

EDMOND      Oh, tanrım, evet, anlıyorsun. Benimle söyle. (GLENNA küçük bir ilaç şişesi alır.) O nedir?

GLENNA:       Hap.

EDMOND:      Niçin? İçme onları.

GLENNA:       Panik atak başlayacak, hissediyorum.

EDMOND:      (Vurarak elindeki hapları düşürür.) İçme onları. Yaşa onu, benimle birlikte yaşa.

GLENNA:       Beni ürkütüyorsun.

EDMOND:      Hayır. Ürküttüğüm zamanı bilirim. İnan bana.

GLENNA:       Defol. (Sessizlik.)

EDMOND:      Glenna. (Sessizlik.)

GLENNA:       Defol! DEFOL, DEFOL! GİT BAŞIMDAN!!! NE YAPTIM BEN, HAYATIMI SANA REHİN Mİ ETTİM? BENİ DÜZMENE İZİN VERDİM. DEFOL.

EDMOND:      Dinle. Delilik nedir biliyor musun?

GLENNA:       Defol dedim. (Telefona gider. Bir yeri arar.)

EDMOND:      Ben de yalnızım. Ne demek olduğunu da biliyorum. İnan bana. Delilik nedir biliyor musun?

GLENNA:       (Telefonda.) Susie?

EDMOND:      Kendine düşkünlük.

GLENNA:       Suse, buraya gelebilir misin?

EDMOND:      Kapatır mısın şu şeyi? Ne kadar sıklıkla oluyor bu?

(EDMOND telefona vurur ve düşürür. GLENNA korkuyla siner.)

GLENNA:       Ah kahretsin.

EDMOND:      Gülünç olma. Seninle konuşuyorum.

GLENNA:       Bana zarar verme. Hayır, hayır. Bunu kaldıramam.

EDMOND:      Gülün….

GLENNA:       Ben… Hayır. İmdat! İmdat!

EDMOND:      …. sen….

GLENNA:       … İMDAT!

EDMOND:      … aklını mı kaçırdın? Tanrı aşkına, ne halt etmeye çalışıyorsun?

GLENNA:       İMDAT!

EDMOND:      Komşuları mı uyandırmak istiyorsun?

GLENNA:       BİRİ BANA YERDIM ETSİN?…

EDMOND:      Kes sesini, kes sesini!

GLENNA:       Biri seni başımdan alsın! Sen şeytansın! Kim olduğunu biliyorum. Ne yapmamı istediğini biliyorum. Git başımdan seni lanetliyorum, beni öldüremeyeceksin, git başımdan ben iyi biriyim.

EDMOND:      Kırılası çeneni kapacak mısın? Orospu. Fahişe.

(GLENNA’yı bıçaklar.)

Aklını mı kaçırdın? Aklını mı kaçırdın, seni kahrolası sersem?…Aptal orospu… Orospu… bak ne yaptın. (Sessizlik.) Bak kan nasıl akıyor yaptıklarından sonra.

 

SAHNE 17

KİLİSE

VAİZ’in konuşması EDMOND’un dikkatini çeker. Kilisenin önüne gelir ve kapının dışında konuşmayı dinler.

VAİZ:                          “Ah, hayır, ben değilim!” dersin, “Ah, hayır ben değilim. Tanrım, elini uzattığın ben değilim. Ben değilim sonsuz inayetini sunduğun. Koruyabileceğin ben değilim…” Sorarım sana sen değilsen kimdir? Kimse değil o sensin. Büyük bir günahkar olduğunu söylemiyor musun? O bunu biliyor. Günahlarının ne kadar büyük olduğunu bilmediğini söylüyorsun. İnan bana, kardeşim, o biliyor. Ve üstüne üstük ruhunun gizli derinliklerinde itiraf ettiğin inançsızlığını onun bilmediğini söylüyorsun. İnanın bana kardeşlerim, o bunu da biliyor. Onun inayetinin senin gibi kirli birine kadar ulaşmayacağını bütün herkese diyorum ki senden başka kime ulaşacak onun inayeti? Sen yalnız olana. Kutsanmışlara değil. İsa’nın kutsanmışlar için mi öldüğünü düşünüyorsun? İsa cennetlikler için mi öldü? Bu onu ilahlaştırmadı, kardeşlerim, ilahların melekler için kendini kurban etmesine gerek yoktur. İlahlar kendilerini İNSANLAR için kurban ederler. Beni duyuyor musun? Senin için… Senin kadar kirli biri daha yok, ancak o senin için öldü. Özellikle senin için. Hayatımın üstüne, ailemin mezarları üstüne ve onun sunduğu sonsuz mutluluğa olan inancım üzerine yemin ederim ki SENİN İÇİN ÖLDÜ VE SEN KURTULDUN. Tanrıya şükredin, kardeşlerim. Tanrıya şükredin ve varlığına şahitlik edin. Kardeşlerim, kim buraya gelecek ve onun varlığına benimle birlikte inanacak? (Sessizlik.)

(Metrodaki kadın EDMOND’un yanından geçer ve yüzüne bakar.)

EDMOND:      (Yüksek sesle.) Ben şahitlik edeceğim.

VAİZ:              Kimdir o?

EDMOND:      Ben şahitlik edeceğim?

VAİZ:              Yüze tanrım, bu adama buraya gelmesi için güç ver!

(EDMOND kiliseye girmek üzere hareketlenir.)

KADIN:          (Bağırarak.) İşte adam bu! Birisi polis çağırsın! Bu o adam işte!

VAİZ:                          .. Buraya gelip ruhunu açacak olan kimdir? Tanrıya şükürler olsun, kardeşlerim. Gel buraya.

KADIN:          İşte bu o adam. Durdurun onu!

(EDMOND durur ve geri döner. Merakla KADIN’ın yüzüne bakar, sonra kiliseye doru yürür.)

POLİS:            Bir dakika, bayım.

EDMOND:      Ben… ben… ben… ben… kiliseye gidiyorum.

VAİZ:              Yüce İsa, bırak bu adamı içeri girsin.

KADIN:          Bu adam bana metroda tecavüz etmeye kalkıştı. Bıçağı var…

EDMOND:      … bir yanlış anlaşıma var…

KADIN:          Bana metroda tecavüz etmeye kalktı.

EDMOND:      …Hata ediyorsunuz, ben kiliseye gidiyorum…

POLİS:            Mesele nedir?

EDMOND:      Mesele falan yok, ben kiliseye gidiyordum.

KADIN:          Bu adam dün bana metroda tecavüz etmeye kalktı.

EDMOND:      Açıkçası bu kadın delirmiş.

VAİZ:              İçeri kimse gelmiyor mu?

EDMOND:      Ben… ben… ben… kiliseye gitmeliyim.

POLİS:            Kimliğinizi görmemde bir sakınca var mı?

EDMOND:      Lütfen, memur bey, zamanım yok. Ben… ben… zaman kaybediyorum… Cüzdanım yanımda değil. Adım Gregory Brok, yirmi ikinci cadde 428 numarada kendi evimde oturuyorum. Ben…. kiliseye gitmek zorundayım.

POLİS:            Bana her hangi bir kimlik gösteremez misiniz?

EDMOND:      Söyledim size, yanımda değiller.

POLİS:            Benimle gelmek sorundasınız.

EDMOND:      Ben… lütfen… Evet. Bir dakika sonra. Şimdi… değil, ben vaize gitmeliyim…

POLİS:            Yürü bakalım.

EDMOND:      Lütfen. Bırakın gideyim. Ve sonra sizinle gelirim. Yemin ederim geleceğim. Hayatım üstüne yemin ederim. Hata yapıyorsunuz. Uzun zamandır bu kiliseye gelirim. Gitmeliyim ve konuşmalıyım.

POLİS:            Bak. (Tartışmayı sona erdiren bir tarzda EDMOND’u tutar. Bir şey hisseder. Elini çeker.) Bu nedir?

EDMOND:      Hiçbir şey. (POLİS bıçağı çeker çıkarır.) Bıçak. Korunmak için.

(POLİS EDMOND’u yere yatırır ve ellerini kelepçeler.)

 

SAHNE 18

SORGULAMA

EDMOND ve SORGU POLİSİ karakoldadır.

POLİS:            Bu bıçak ne işe yarıyor?

EDMOND:      Korunmak için.

POLİS:            Kimden?

EDMOND:      Herkesten.

POLİS:            Bunun suç olduğunu bilmiyor musun?

EDMOND:      Hayır.

POLİS:            Suç.

EDMOND:      (Sessizlik.) Özür dilerim.

POLİS:            Kadınla konuşma biçimin saldırı şeklinde yorumlanır.

EDMOND:      O kadınla asla konuşmadım.

POLİS:            Senin geçen akşam metroda karşılaştığı adam olduğundan emin.

EDMOND:      Kesinlikle hata yapıyor.

POLİS:            Davacı olursa seni mahkemeye sevk edeceğim.

EDMOND:      Onunla konuştuğum için mi?

POLİS:            Onunla konuştuğunu itiraf mı ediyorsun?

EDMOND:      (Sessizlik.) Bir soru sormak istiyorum. (Sessizlik.)

POLİS:            Sor bakalım.

EDMOND:      Hiçbir köpeği tekmelediniz mi? (Sessizlik.) Yani, yaptığım buydu işte. Erkek erkeğe. Yaptığım buydu. Ona minik, zararsız birkaç laf ettim, kahrolası bir orospu gibi cevap verdi.

POLİS:            Onu götürmeye çalıştın mı?

EDMOND:      Neden onu götürmeye çalışayım?

POLİS:            Çekici gelmişti.

EDMOND:      Çekici gelmemişti.

POLİS:            Homo musun?

EDMOND:      Bunun işinizle ne alakası var?

POLİS:            Değil misin?

EDMOND:      Değilim.

POLİS:            Evli misin?

EDMOND:      Evet. Aslında, karıma geri dönecektim.

POLİS:            Karına geri mi dönecektin?

EDMOND:      Eve, karıma gidecektim.

POLİS:            Karıma geri dönecektim dedin, ne demek istedin?

EDMOND:      Karımı terk ettim, tamam mı?

POLİS:            Karını terk ettin.

EDMOND:      Evet.

POLİS:            Neden?

EDMOND:      Sıkılmıştım. Senin başına hiç gelmedi mi?

POLİS:            Ve neden polis memuruna yalan söyledin?

EDMOND:      Hangi polis memuruna?

POLİS:            Seni buraya getirene. Verdiğin adreste Gregory Brock diye biri oturmuyor. Polise gerçek adını söylemedin.

EDMOND:      Utanmıştım.

POLİS:            Neden?

EDMOND:      Cüzdanım yanımda değildi.

POLİS:            Neden?

EDMOND:      Evde unuttum.

POLİS:            Peki bu seni neden utandırdı?

EDMOND:      Bilmem. Uykusuzum. Sadece eve gitmek istiyorum. Düşünemiyorum… bak. Adım Edmond Burke, altmış dokuzuncu cadde 485 numarada yaşıyorum. Stearns ve Harrington’da çalışıyorum. Karımla aramızda küçük bir anlaşmazlık oldu. Şehir merkezine gittim. Dersimi aldım. İnan bana. Sadece eve gitmek istiyorum. Ne yaparsam yapayım doğru yapacağım. (Sessizlik.) Tamam mı? (Sessizlik.) Olur böyle şeyler ve sonu tatlıya bağlanır. Polis beni durdurduğunda kiliseye gitmek üzereydim. İyi değilim. İçimdekini söylemek gerekirse kafam bulanık., fakat, fakat… Dersimi aldım ve eve gitmeye hazırım.

POLİS:            Şu kızı neden öldürdün?

EDMOND:      Hangi kızı?

POLİS:            Öldürdüğün kızı.

 

SAHNE 19

HAPİSHANE

KARISI EDMOND’u ziyaret etmektedir. Bir süre karşılıklı konuşmadan otururlar.

EDMOND:      Durumlar nasıl?

KARISI:          Güzel. (Sessizlik.)

EDMOND:      Ben de iyiyim.

KARISI:          İyi. (Sessizlik.)

EDMOND:      Bana deli olduğumu falan söyleyecek misin?

KARISI:          Şu kızı hem de kendi dairesinde öldürdün mü?

EDMOND:      Evet, fakat sana söylemek istediğim bir şey var…. Yapmak istemedim. Komik bir şey duymak ister misin? …(Ama sakın gülme.) Sanırım çok fazla kahve içmiştim. (Sessizlik.) Bir şey daha söyleyeceğim: Sanırım dünyada çok fazla insan yaşıyor. Ve sanırım bu yüzden birbirimizi öldürüyoruz. (Sessizlik.) Ben… ben… seni terk ettiğim için bana çok kızdın galiba. (Sessizlik.) Galiba beni, hım, (hatta sanırım düşünmelisin) bırakmamayı düşünmüyorsun. Bunu anlayabilirim. (Sessizlik.) İşler böyle gidince, terk etmeyecek kadınların veya erkeklerin olduğu evlilikler vardır mutlaka. (Sessizlik.) Ancak bizimki bu türe girmiyor. (Sessizlik.) Bir yere kadar olmasını istediğinden eminim. Ben de istemiştim. Bir yere kadar. (Sessizlik.) Bir çok defa… bir birimize daha yakın olmayı istedim. Bunu şimdi söyleyebiliyorum. İnsanın bir yakını öldüğü zaman böyle duygulara kapılır. Umutsuzca istediklerini asla bana söylemedin. Söyleseydin her şey çok daha kolay olacaktı. (Sessizlik.) Fakat asla söylemedin.

KARISI:          Evrakı aldın mı?

EDMOND:      Evet.

KARISI:          Güzel.

EDMOND:      Ha, evet, aldım.

KARISI:          Bir ihtiyacın var mı?

EDMOND:      Hayır. Düşündüğüm bir şey bile yok.

(KARISI ayağa kalkar, eşyalarını toplar.)

Şimdi, daha dikkatli ol.

 

SAHNE 20

YENİ HÜCRE

EDMOND yeni hücresine konur. Hücre arkadaşı iri bir zenci MAHKUM dur. EDMOND bir süre yeni ranzasında bir süre sessizce oturur.

EDMOND:      Biliyor musun, biliyor musun, biliyor musun, biliyor musun, endişe ve korkuyu ayırt edemiyoruz. Ne demek istediğimi anladın mı? Korkmak demek istemiyorum. Yani, “korku” demek istiyorum. Ben, endişelenmek demek istemiyorum. (Sessizlik.) Biz… bir şeyden korktuğumuz zaman onu sanırım onu arzuluyoruz. (Sessizlik.) Ölüm. Veya “hızsızlar.” (Sessizlik.) Öyle değil mi? Gelmelerini istiyoruz. Her korkuda bir istek gizlidir. Öyle değil mi? (Uzun sessizlik.) İşin buraya kadar geleceğini biliyordum. (Sessizlik. Kendi kendine.) Her korkuda bir istek gizlidir. Sanırım burayı seveceğim.

MAHKUM:     Öyle mi?

EDMOND:      Evet, öyle. Neden biliyor musun? Çok sıradan. Bu yüzden işte. Hep beyazların hapsedilmesi gerektiğini düşünmüşümdür. Biliyorum siyahları atıyoruz hapse. Fakat hapiste olan bizler olmalıyız. Neden biliyor musun?

MAHKUM:     Neden?

EDMOND:      Siyahlarla birlikte olmak için. (Sessizlik.) Senin için de oldukça basit bir düşünüş biçimi değil mi?

MAHKUM:     Hayır.

EDMOND:      Çünkü bizler yalnızız. (Sessizlik.) Fakat tek bildiğim…. (Sessizlik.) Tek bildiğim bu korku, bu hissettiğimiz kahrolası korkunun bir isteği gizlemesi. Zira buraya geldiğimden beri korku falan kalmadı. Korkmuyorum. Hayatımda ilk defa. (Sessizlik.) Bütün hayatım boyunca buraya geldiğimden beri hissettiğim kadar korkusuz olduğumu hatırlamıyorum. Bence kuşlara benziyoruz. İnsanlar kuşlara benziyorlar. Ne zaman deprem olacağını hissediyoruz. Kuşlar bilir. Üç gün önce giderler. Ruhlarındaki bir şey onları uyarır.

MAHKUM:     Kuşlar deprem olacağı zaman giderler mi?

EDMOND:      Evet. Ve sanırım, içimizde biz de hissederiz bir olacağını

MAHKUM:     …. hım, hım….

EDMOND:      …. bir musibetin. Ancak biz kaçamayız. Korkarız. Her zaman. Bildiklerimize güvenemeyiz. Bu kuşatma. (Sessizlik.) Sanırım hissediyoruz. Bir şeyler “Çık git buradan” diyor. (Sessizlik.) Beyazlar bunu hisseder. Sen de hissediyor musun? (Sessizlik.) Şey. Fakat buraya geldiğimden beri hissetmiyorum. (Sessizlik.) Hissetmiyorum buraya geldiğimden beri. Galiba yerimi buldum. Böylece, böylece, böylece güvendeyim. Komik değil mi?

MAHKUM:     Değil.

EDMOND:      Komik olmadığını mı düşünüyorsun?

MAHKUM:     Evet.

EDMOND:      Teşekkür ederim.

MAHKUM:     Bir şey değil.

EDMOND:      Hah. (Sessizlik.)

MAHKUM:     Sigara?

EDMOND:      Hayır. Sağ ol. Şimdi almayayım.

MAHKUM:     Peki.

EDMOND:      Belki sonra.

MAHKUM:     Tabii. Neden biliyor musun?

EDMOND:      Neden?

MAHKUM:     Bu durumda sanırım benle idare etmen gerekecek.

EDMOND:      Ben, evet, ne demek istedin?

MAHKUM:     Gel yaslan bana.

EDMOND:      Dediklerinden hiçbir şey anlamadım.

MAHKUM:     Haydi gel. Aletimi ağzına al. (Sessizlik.) Bu yapmak istiyordun değil mi?

EDMOND:      Hayır.

MAHKUM:     Yani, bir şekilde yapacaksın.

EDMOND:      Dalga geçme.

MAHKUM:     Çok ciddiyim.

EDMOND:      Yapabileceğimi sanmıyorum.

MAHKUM:     Yani, ya deneyeceksin yada öleceksin. Tartışmayı bırakalım artık. (Sessizlik.) Bir kere daha söylemem.

EDMOND:      Bağırırım.

MAHKUM:     Bağırdın, ve bana karşı geldin. Öldün sen. Baksana bana, aptala benziyor muyum?

EDMOND:      Ben… ben… ben… ben… ben… yapamam, bunu yapamam, ben… ben…

MAHKUM:     Kahrolası bir herif yapamaz. Haydi başka, canikom.

(MAHKUM EDMOND’a defalarca sertçe vurur.)

Haydi şimdi, Jim. Çok rahatlayacaksın.

 

SAHNE 21

PAPAZ

EDMOND ve hapishane PAPAZI karşılıklı oturturlar.

PAPAZ:           Konuşmak zorunda değilsin.

EDMOND:      Konuşmak istemiyorum. (Sessizlik.)

PAPAZ:           Hapishane hayatına alışıyor musun?

EDMOND:      Başıma ne geldi biliyor musun?

PAPAZ:           Hayır.

EDMOND:      Sapık ilişkiye zorlandım.

PAPAZ:           Yönetime bildirdin mi?

EDMOND:      Evet.

PAPAZ:           Ne cevap verdiler?

EDMOND:      “Olur böyle şeyler.” (Sessizlik.)

PAPAZ:           Bunun başına gelmesine çok üzüldüm. (Sessizlik.)

EDMOND:      Sağ ol.

PAPAZ:           (Sessizlik.) Yalnız mısın?

EDMOND:      Evet. (Sessizlik.) Evet. (Sessizlik.) Çok yalnızım.

PAPAZ:           Hişşşt…

EDMOND:      Bomboş.

PAPAZ:           İnanmaya hazırsın belki de.

EDMOND:      Palavra, saçmalık. Dini palavra bu.

PAPAZ:           Ya?

EDMOND:      Evet.

PAPAZ:           İnanmaya hazır değil misin? İmkansız mı?

EDMOND:      Evet. Evet. Neyin imkansız neyin değil olduğunu bilmiyorum.

PAPAZ:           Hiçbir şey imkansız değildir.

EDMOND:      Ah, hiçbir şey imkansız değildir. Bu söylediğin sadece tanrı için geçerli değil mi?

PAPAZ:           Evet.

EDMOND:      Şey, o zaman, sen bok çuvalısın. Anlıyor musun? Eğer tanrının yapamayacağı hiçbir şey yoksa, neden buradan çıkmama ve özgür olmama izin vermiyor. Neden yepyeni bir başlangıç yaratmıyor? Mükemmel bir ülkede parlak bir yaşam. Ve hava. İnsanların bir birine karşı nazik olduğu, işsizliğin olmadığı, sevgiyle büyüdüğümüz ve sürekli arzuladığımız güvenli bir dünya neden yaratmıyor? (Sessizlik.) Neden yapmıyor bunu? Neden? Söylesene bunları ona. (Sessizlik.) Seni palavracı, eğer hiçbir şey imkansız değilse… bütün bunlar çok kolay yapılır herhalde…. Değil: “Bırak gideyim” veya “Bir tanrı varsa gecenin üstüne güneşin doğması sağlasın.” Durma. Lütfen. Lütfen. Lütfen. Sana yalvarıyorum. Eğer akıllı biriysen. Söyle bunları yapsın. (Sessizlik.) Lütfen. (Sessizlik.) Lütfen. Ayaklarına kapanıyorum.

PAPAZ:           Kızı öldürdüğüne pişman mısın? (Sessizlik.) Edmond.

EDMOND:      Evet. (Sessizlik.)

PAPAZ:           Kızı öldürdüğüne pişman mısın?

EDMOND:      Bütün her şeyden pişmanım.

PAPAZ:           Yani kızı öldürdüğün için pişman mısın?

EDMOND:      Evet. (Sessizlik.) Evet, pişmanım. (Sessizlik.) Evet.

PAPAZ:           Neden öldürdün onu?

EDMOND:      Ben… (Sessizlik.) Ben… (Sessizlik.) Olmadı…. ben…. (Sessizlik.) Ben… (Sessizlik.) Olmadı… (Sessizlik.) Düşünmedim… (Sessizlik.) Ben… (Sessizlik. PAPAZ EDMOND’un kalmasına yardım eder ve onu kapıya götürür.)

 

SAHNE 22

HÜCREDE YALNIZ

EDMOND hücrede tek başına yazmaktadır.

EDMOND:      Sevgili Bayan Brown. Beni hatırlamazsınız. Belki de hatırlarsınız. Öklit diye bilinen Eddie Burke’yi hatırladınız mı? Hatırlamışsınızdır belki. Debbie’yi konsere götürmüştüm. Onun gözünde hiçbir zaman çekici biri olmadım, ve belki de nasıl olduğunu bilmeme rağmen sanırım benimle gelmesi için zorlanmıştı. Yazarken benimle istemeden konsere geldiğini düşünmek acı veriyor ve isteksizce geldiğini düşünmek bile yeterince önemli bir neden. (Sessizlik.) Öte yandan bu böylesi bir acı çekmenin doğru olduğuna da emin değilim. (Sessizlik.) Hoş bir kızdı. Beni hatırlarsanız eminim ona nasıl tutulduğumu hatırlarsınız.

(GARDİYAN hücreye girer.)

GARDİYAN:  Ziyaretçin var.

EDMOND:      Hasta olduğumu söyleyin, lütfen.

(GARDİYAN çıkar. EDMOND ayağa kalkar. Gerinir. Pencereye gider. Dışarı bakar. Kendi kendine.)

Ne gün!

(Masaya geri döner. Oturur. Kağıdı alır.)

 

23. SAHNE

HAPİSHANE HÜCRESİNDE

EDMOND ve MAHKUM kendi ranzalarına uzanmıştır.

EDMOND:      Hayatının yönlendireni kontrol edemezsin.

MAHKUM:     Köküne kadar haklısın.

EDMOND:      Hayatımızı şekillendiren kaderdir.

MAHKUM:     …. hım hım….

EDMOND:      Kaba biçimini verebiliriz.

MAHKUM:     Kahrolası bizler bunu yaparız.

EDMOND:      Ve bu doğru.

MAHKUM:     Biz de doğru olduğunu biliyoruz.

EDMOND:      … Ve insanlar bunun kalıtımsal olduğunu veya bunun, fakat, fakat başka bir şey olmalı.

MAHKUM:     Sence nedir?

EDMOND:      Bence bunun ötesinde bir şey.

MAHKUM:     Hım hım….

EDMOND:      Bildiğimiz şeylerin ötesinde. (Sessizlik.) Belki de sadece rüyada ne olduğunu görüyoruz. (Sessizlik.) Sen ne diyorsun? (Sessizlik.)

MAHKUM:     Bilmem.

EDMOND:      Bileceğimizi sanmıyorum. Eğer bilseydik, ölürdük.

MAHKUM:     Tanrı olurduk.

EDMOND:      Tanrı olurduk. Bu kesinlikle doğru.

MAHKUM:     Veya, veya dahi.

EDMOND:      Hayır, dahilerin bile ne olduğunu bileceklerini sanmam.

MAHKUM:     Hayır, büyük dahiler (Sessizlik.) veya filozoflar.

EDMOND:      Dahiler bile ne olduğumuzu anlayamazlar.

MAHKUM:     Böyle mü düşünüyorsun…. düşün ki…. (Sessizlik.)

EDMOND:      Bizler kavrayamıyoruz.

MAHKUM:     Yani, bir şeyler oluyor. Bunu söyleyebilirim. Bir yerlerde aptalın biri neler olduğunu biliyor.

EDMOND:      Öyle mi?

MAHKUM:     Tabii öyle. İşe yaramaz enayinin biri. Bir yerlerde. Ozarks da? (Sessizlik.) Kahretsin, evet. Herifin biri. (Sessizlik.) Bilinmeyen bir aptal, bütün gün dolaşıp duruyor…

(Sessizlik.)

EDMOND:      Ya?

MAHKUM:     Ya. Belki de o değildir… fakat biri vardır. (Sessizlik.) İçeri atılmış biri, fikir üretmek için bol vakti var…. (Sessizlik.) Veya başka bir kahrolası… bilemiyorum, yeni doğmuş veledin biri. (Sessizlik.)

EDMOND:      Yeni doğmuş veledin biri….

MAHKUM:     Evet. Anlıyorsun ya, önyargısı olmayan bir velet….

EDMOND:      Evet.

MAHKUM:     Bütün her şeyi…

EDMOND:      …. bu doğru işte…

MAHKUM:     Ha?

EDMOND:      Evet.

MAHKUM:     O….

EDMOND:      Belki anılardır…

MAHKUM:     Söylediğim de bu. O çocuğun sadece….

EDMOND:      Olabilir.

MAHKUM:     Veya….

EDMOND:      ….veya bir….

MAHKUM:     ….bir….

EDMOND:      …. bilgi…..

MAHKUM:     …bir…..

EDMOND:      …içgüdü…

MAHKUM:     Evet.

EDMOND:      Tam olarak “içgüdü” demek istemedim. Bir şey… bir şey…

MAHKUM:     Veya bir hayvan….

EDMOND:      Neden olmasın?

MAHKUM:     Sürekli gelsin diye belediğimiz uzaylılar belki de buradalar.

EDMOND:      … Burada olabilirler….

MAHKUM:     … Onlar belki de hayvanlardır…

EDMOND:      Evet.

MAHKUM:     Buradan ayrılmışlardı…

EDMOND:      Fi tarihinde.

MAHKUM:     Uzun zaman önce…

EDMOND:      ..ve burada üretim yapıyorlar…

MAHKUM:     Veya hayvan olan biziz…

EDMOND:      ….belki de biziz…

MAHKUM:     Anlıyorsun ya, onlar nasıl da, üstün kendi…

EDMOND:      …Evet.

MAHKUM:     Kendi dünyalarında…

EDMOND:      Fakat buraya geldiklerinde.

MAHKUM:     Biz de köpek diyoruz onlara, veya hayvan, ve hor görüyoruz…

EDMOND:      … Evet…

MAHKUM:     Korkumuzdan onları aşağılıyoruz. Fakat… ne diyorsun?

EDMOND:      …. Gerçek olma olasılığı oldukça yüksek…

MAHKUM:     …Fakat gerçek dünyalarında…

EDMOND:      ….Hım, hım…

MAHKUM:     … üstün olan onlar…

EDMOND:      Sanırım bu çok…

MAHKUM:     Bizim yapımız ise sadece kendimizi rezil etmek.

EDMOND:      Sadece rezil…

MAHKUM:     Çünkü onlara saygı göstermiyoruz.

EDMOND:      (Sessizlik.) Belki de hayvan olan biziz.

MAHKUM:     Yani, dediğim de bu zaten.

EDMOND:      Belki de burada bizi izliyorlar. Bu nedenle buradalar. Veya gözlem yapıyorlar. Belki de burada cezalandırılıyoruz. (Sessizlik.) Cehennem var mı sence?

MAHKUM:     Bilmem. (Sessizlik.)

EDMOND:      Cehennemde miyiz acaba?

MAHKUM:     Bilmiyorum, dostum. (Sessizlik.)

EDMOND:      Öldükten sonra bir yere gidecek miyiz?

MAHKUM:     Bilmiyorum, dostum. Gideceğimi düşünmek hoşuma gidiyor.

EDMOND:      Benim de.

MAHKUM:     Kesinle hoşlanıyorum bundan. (Sessizlik.)

EDMOND:      Belki de orası cennettir.

MAHKUM:     (Sessizlik.) Bilmiyorum.

EDMOND:      Ben de bilmiyorum, fakat belki de cennettir.

MAHKUM:     Öyle olması hoşuma gider.

EDMOND:      Benim de. (Sessizlik.) İyi geceler. (Sessizlik.)

MAHKUM:     İyi geceler.

(EDMOND ayağa kalkar, yukarı ranzaya çıkar ve MAHKUM’a iyi geceler öpücüğü verir. Sonra kendi yatağına geri döner ve uzanır.)

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir