İvanov- Anton Çehov
İVANOV
Dram – 4 Perde
KİŞİLER
NİKOLAY ALEKSEYEVİÇ İVANOV (Kolya Nicolas, Nikolaşa) İlçe Köylü İşleri Kurulu sürekli üyesi.
ANNA PETROVNA (Anya, Anyuta) İvanov’un karısı, kızlık adı Sarra Abramson.
MATYEV SEMYONOVİÇ ŞABYELSKİ Kont. İvanov’un dayısı.
PAVEL KİRİLLİÇ LEBEDEV (Paşa) Belediye Başkanı.
ZİNAİDA SAVİŞNA (Ziyuziyuşka) Lebedev’in karısı.
SAŞA (Aleksandra Pavlovna, Şura, Suroçka, Saneçka) Lebedevler’in kızı, 20 yaşında.
YEVGENİY KONSTANTİNOVİÇ LİVOV Genç belediye doktoru.
MARFA YEGOROVNA BABAKİNA (Marfuşa) Büyük çiftlik sahibesi genç bir dul, zengin bir tüccar kızı.
DİMİTRİ NİKİTİÇ KOSİH Tüketim vergisi memuru.
MİHAİL MİHAİLOVİÇ BORKİN (Mişa Michel) İvanov’un uzaktan akrabası, İvanov yurtluğunun (malikâne) yöneticisi.
AVDOTYA NAZAROVNA Belirli işi olmayan yaşlı bir kadın.
YEGORUŞKA Lebedevler’in sığıntısı.
BİRİNCİ KONUK
İKİNCİ KONUK
ÜÇÜNCÜ KONUK Hepsi erkek
DÖRDÜNCÜ KONUK
PİYOTR İvanov’un uşağı.
GAVRİLA Lebedevler’in uşağı.
Erkek ve kadın KONUKLAR, UŞAKLAR.
Olay Orta Rusya’nın taşra ilçelerinden birinde geçer.
BİRİNCİ PERDE
İvanov yurtluğunun bahçesi. Solda evin teraslı ön yüzeyi. Pencerelerden biri açıktır. Terasın karşısındaki geniş, yarım daire biçimindeki alandan bahçenin daha uzak yerlerine ortadan ve sağdan ağaçlı yollar uzanıyor. Sağda bahçe sıraları ve masaları. Masalardan birinde bir lamba yanmaktadır. Hava kararmakta. Perde açılırken evden bir piyano-viyolonsel ikilisi işitilir..
I
İVANOV, BORKİN
(İvanov masalardan birinde kitap okumaktadır. Bahçenin derinliklerinde, büyük çizmeleri ve tüfeğiyle Borkin görülür. Çakırkeyiftir. İvanov’u görünce ayaklarının ucuna basarak yaklaşır. Tam yanına vardığında tüfeğiyle yüzüne nişan alır.)
İVANOV (Borkin’i görerek irkilir ve sıçrar) : Mişa! Bu da nesi! Tanrım! Korkuttunuz beni.. Sinirlerim yeterince bozuk zaten, bir de siz bu budalaca şakalarınızla… (Oturur) Korkuttu, seviniyor…
BORKİN (kahkahayla): Peki, peki… Özür dilerim, özür dilerim.., (Yanına oturur) Bir daha yapmam, bir daha yapmam… (Kasketini çıkarır) Ne kadar sıcak, inanır mısınız ruhum, üç saatten daha az bir zamanda 17 kilometre yürüdüm… Bittim… Bakınız kalbime, nasıl da çarpıyor…
İVANOV (okumasını sürdürerek): Peki, peki, sonra bakarım…
BORKİN: Yo, şimdi bakın. (İvanov’un elini tutup göğsüne yapıştırır) Duyuyor musunuz? Tık – tık – tık – tık – tık – tık! Demek kalb hastalığı var bende. Her an ansızın ölebilirim. Söyleyin, üzülür müsünüz ben ölürsem?
İVANOV: Okuyorum şimdi, sonra…
BORKİN: Hayır, hayır, gerçekten üzülür müsünüz eğer ansızın ölüverirsem? Nikolay Alekseyeviç, üzülür müsünüz ben ölür sem?
İVANOV: Canımı sıkıyorsunuz!
BORKİN: Canım söylesenize, üzülür müsünüz?
İVANOV: Evet, üzülüyorum, çünkü votka kokuyorsunuz. Mişa, iğrenç bir şey bu.
BORKİN (güler): Kokuyor muyum gerçekten? Şaşılacak şey… Bununla birlikte, hiç de şaşılacak şey değil. Plesniki’de savcıyla karşılaştım. Doğrusunu söylemek gerekirse, sekiz kadeh yuvarladık onunla. Aslına bakarsan, içki zararlı bir şey. Söyler misiniz, zararlı mı gerçekten? Ha? Zararlı mı?
İVANOV: Artık bu kadarına dayanılmaz… Mişa, davranışlarınızın hakaret sınırına vardığını anlamalısınız.
BORKİN: Peki, peki… Özür dilerim, özür dilerim!.. Oturup durun burda kendi kendinize, Tanrı selamet versin! (Kalkıp yürür) Amma da tuhaf insanlar canım, ağzını açıp bir söz edemiyorsun. (Döner) Ha! Az kalsın unutuyordum… Lütfen 82 ruble verir misiniz!..
İVANOV: Ne 82 rublesi?
BORKİN: Yarın işçilere ödeyeceğimiz 82 ruble.
İVANOV: Yok bende.
BORKİN: Pek çok teşekkürler! (Öykünür) “Yok bende”… İşçilerin ücretini ödememiz gerekmiyor mu acaba? Ha, gerekmiyor mu?
İVANOV: Bilmem… Param yok bugün. Ay başına, maaş alıncaya kadar bekleyin.
BORKİN: Gelin de konuşun böyle adamlarla! İşçiler ay başında değil, yarın gelecekler paralarını almaya!
İVANOV: Peki ne yapayım yani, ne yapayım öyleyse? Canımı sıkıyorsunuz, öldürüyorsunuz beni… Nedir bu iğrenç yapışma huyunuz, okuduğum, yazdığım, ya da…
BORKİN : Soruyorum size: İşçilerin ücretlerini ödemek zorunda mıyız, değil miyiz? Eee, daha ne söyleyeyim yani! (Elini sallar.) Büyük çiftlik sahibine bak! Şeytan canını alsın böyle büyük çiftlik sahiplerinin… Örnek çiftçilik… Binlerce dönüm toprak; cepte beş para yok… Yarın troykayı satayım da görün! Evet efendim!.. Yulafı daha biçilmeden satmıştım, yarın çavdarı da satayım da görün! (Sahneyi adımlar) İşi uzatacağımı mı sanıyorsunuz? Ha? Öyle mi sanıyorsunuz? Hayır efendim, yanlış kapı çaldınız…
II
ÖNCEKİLER, ŞABYELSKİ (sahne arkasında) ve ANNA PETROVNA
ŞABYELSKİ (pencereden sesi duyulur) : Hiç kimse viyolonselle eşlik edemez size… Kulağınız bir turna balığı dolması kadar bile duyarlı değil, tuş vuruşlarınız felaket!
ANNA PETROVNA (açık pencereden görünür) : Kimdi az önce burada konuşan? Mişa, siz misiniz? Niçin tepinip duruyorsunuz öyle?
BORKİN : Pek sayın Nicolas’ınızla bir çift ciddi söz etmeye kalkışsaydınız, siz de böyle tepinirdiniz.
ANNA PETROVNA : Mişa, kroket çimenliğine biraz kuru ot getirmelerini söyler misiniz?
BORKİN (elini sallar) : Lütfen rahat bırakın beni.
ANNA PETROVNA: Bu nasıl ses tonu böyle… Bu ses tonu size hiç yakışmıyor. Eğer kadınlar sizi sevsin istiyorsanız, hiçbir zaman öfkelenmeyin onların yanında, kurum satmayın… (Kocasına) Nikolay, haydi kuru otların üstünde takla atalım!..
İVANOV: Anyuta, açık pencere önünde böyle durman zararlı sana. İçeri gir lütfen… (Bağırır) Dayı, kapa pencereyi. (Pencere kapanır.)
III
İVANOV, BORKİN
BORKİN : İki gün sonra Lebedev’e faizleri ödemek zorunda olduğunuzu da unutmayın.
İVANOV: Unutmadım. Lebedev’e gidip biraz daha beklemesini isteyeceğim. (Saate bakar.)
BORKİN : Ne zaman gideceksiniz?
İVANOV: Biraz sonra,
BORKİN (canlı) : Dur hele, dur hele… Bugün Şuroçka’nın doğum günü değil mi yahu? Ah-ah-ah… unuttu gittiydim… ne kafa, ne kafa!.. (Sıçrar.) Gitmeli, gitmeli. (Şarkı söyler). Gitmeli… Gidip bir yıkanmalı, kâğıt çiğnemeli bu mendebur kokuyu defetmek için, üç damla da nişadır ruhu içince yaşasın yeni bir gün… Nikolay Alekseyeviç, canımın içi, ruhumun meleği, şu durmadan sinirlenmeleriniz, yakınmalarınız olmasa kim bilir ne işlerin üstesinden gelirdik ikimiz! Sizin için her şeye hazırım ben… İster misiniz Marfuşa Babakina’yla evleneyim sizin için? Drahomanın yarısı sizin… Yo, yo, hepsini alın, hepsini…
İVANOV: Bırak saçmalamayı.
BORKİN: Hayır, ciddi söylüyorum! İster misiniz evleneyim Marfuşa’yla? Drahomanın yarısı sizin, yarısı benim… Fakat, ne yararı var size bunları söylemenin? Anlayacak mısınız sanki? (Öykünür.) “Bırak saçmalamayı” İyi bir insansınız, akıllısınız, fakat yetenek yok sizde, anlıyor musunuz, iş yapabilme yeteneği yok sizde. İşe öyle girişmeli ki, şeytanın bile gözü yılsın. Oysa, bir psikopatsınız siz, mızmızsınız. Eğer normal bir insan olsaydınız bir yıl içinde milyon kazanmanız işten bile değildi. İşte örnek: Eğer şu anda elimde iki bin üç yüz ruble olsaydı, iki hafta sonra yirmi bin yapardım onu. İnanmıyorsunuz şimdi buna değil mi? Size saçma geliyor şimdi bu, öyle mi? Hayır, hiç de saçma değil. Verin iki bin üç yüz rubleyi, bir hafta sonra yirmi bin olarak alın benden. Biliyor musunuz ki Ovsyanov tam bizim topraklarımızın karşısına düşen, nehrin öte yakasındaki topraklarını iki bin üç yüz rubleye satışa çıkardı… Şimdi bu toprakları biz satın alırsak her iki kıyıyı da eli-
mize geçirmiş olacağız. Her iki kıyı bizim olunca da, an lıyorsunuz değil mi, nehri setlerle kapamak hakkını elde edeceğiz. Nasıl mı? Değirmen kurarak. Nehre set yapmak istediğimizi bildirir bildirmez nehrin aşağılarında yaşayanlar basacaklar yaygarayı. İşte o zaman: “Kommen Sie hierher”, eğer istemiyorsanız bu su bentlerini, sökülün paraları baylar. Anlıyor musunuz? Zarev fabrikasından beş bin, Korolkov’dan üç bin, manastırdan beş bin…
İVANOV: Mişa, bütün bunlar dalavere… Eğer benimle bozuşmak istemiyorsanız düşünceleriniz kendinizde kalsın.
BORKİN (oturur): Kuşkusuz!.. Biliyordum zaten!.. Hem kendiniz bir şey yapmazsınız, hem de benim elimi kolumu bağlarsınız.
IV
ÖNCEKİLER, ŞABYELSKİ, LİVOV
ŞABYELSKİ (Livov’la evden çıkarken): Doktorlarla avukatlar birbirlerinin tıpkısıdır. Aralarında sadece bir tek fark var: Avukatlar soyarlar, doktorlarsa hem soyar, hem de öldürürler… Sözüm sizlere değil. (Bir kerevete oturur) Şarlatanlar, sömürücüler… Belki cennet bahçelerinde bu kurala aykırı bir durumla karşılaşabilirsiniz… fakat, bütün ömrüm boyunca doktordu, ilaçtı derken aşağı yukarı yirmi bin ruble tükettim, bana diplomalı bir dolandırıcı gibi görünmeyen bir tek doktorla karşılaşmadım…
BORKİN (İvanov’a) : Evet, hem kendiniz bir şey yapmazsınız, hem de benim elimi kolumu bağlarsınız. Zaten beş parasız oluşumuzun nedeni bu değil mi…
ŞABYELSKİ: Sözüm sizlere değil… Dedim ya, belki cennet bahçelerinde bu kurala aykırı bir durumla karşılaşabilirsiniz… İstisnalar kuralı bozmaz… Bununla birlikte… (Esner..)
İVANOV (kitabı kapayarak): Evet, sizi dinliyorum doktor?
LİVOV (pencereye göz atarak): Sabahleyin söylediğim gibi. Bir an önce Kırım’a gitmesi gerek (Sahnede gezinir.)
ŞABYELSKİ (bir kahkaha patlatır) : Kırım’a gitmesi gerekmiş!..
Mişa, neden senle ikimiz doktorluk yapmıyoruz? Ne kadar kolay bir iş… Herhangi bir Madam Angot’un ya da Ophelia’nın gıcığı tutar tutmaz, sarıl kaleme kâğıda, yaz bilim kurallarına göre; önce genç bir doktor, sonra bir Kırım gezisi, Kırım’a varınca da yakışıklı bir kılavuz Tatar…
İVANOV (Kont’a) : Ah neler saçmalıyorsun can sıkıcı adam! (Livov’a) Çok para gerekli Kırım’a gidebilmek için. Diyelim ki parayı bulduk, fakat karım kesin olarak çıkmak istemiyor bu geziye.
LİVOV: İstemiyor, evet.
(Sessizlik)
BORKİN: Doktor; Kırım’a gitmesi gerekecek kadar hasta mı gerçekten?
LİVOV (pencereye göz atar): Evet, verem…
BORKİN : Hımm!.. çok kötü… Çoktandır yüzünden seziyordum zaten…
LİVOV: Fakat, daha yavaş konuşun… Sesiniz evden duyulabilir…
(Sessizlik)
BORKİN (içini çeker) : İşte hayat… İnsan hayatı tıpkı tarlada açan bir çiçeğe benzer: Bir katır gelip yiyiverir onu, çiçek sizlere ömür…
ŞABYELSKİ : Her şey, boş, boş, boş! (Esner.) Boş ve dalavere!..
BORKİN: Bense baylar, para kazanmanın yollarını öğretiyordum Nikolay Alekseyeviç’e. Olağanüstü bir tasarı sundum ona, fakat tohumumuz her zaman olduğu gibi yine kıraç toprağa düştü tabii. Sokamıyorsun ki kafasına… Şu durumuna bakın bir: melankoli, keder, tasa, karasevda, hüzün…
ŞABYELSKİ (kalkar, gerinir) : Sen bir dâhisin, herkese bir yaşama yolu öğretiyor, yön gösteriyorsun, ne olur bana da bir akıl versen. Bilgili adam, akıl ver bana, bir çıkar yol göster…
BORKİN (kalkar): Gidip bir banyo alayım… Baylar, hoşça kalın.. (Kont’a) Sizin için yirmi tane çıkar yol var… Eğer sizin yerinizde olsaydım, bir hafta içinde yirmi binim olurdu. (Yürüyüp gider.)
ŞABYELSKİ (Borkin’in arkasından gider) : Nasıl, hangi yolla? hadi, öğretsene!
BORKİN: Öğretecek ne var bunda, çok kolay… (Döner.) Nikolay
Alekseyeviç, bana bir ruble verin!
(İvanov sesini çıkarmadan parayı verir.)
BORKİN: “Merci!” (Kont’a) Oynayacak daha öyle kozlarımız var ki..
ŞABYELSKİ (arkasından giderek) : Hadi, söylesene, hangi kozlar?
BORKİN: Eğer sizin yerinizde olsaydım, bir hafta, içinde otuz binim olurdu. Belki daha da çok. (Borkin ve Kont çıkarlar.)
V
İVANOV, LİVOV
İVANOV (kısa bir sessizlikten sonra): Gereksiz insanlar, gereksiz sözler, bir yığın budalaca soruya karşılık vermek zorunluluğu… Doktor yordu beni bütün bunlar, hasta etti. öyle sinirli, öyle çabuk parlayan, öyle sert, öyle ıvır zıvırla uğraşan biri olup çıktım ki, tanıyamıyorum, kulaklarımda uğultular… Bir yer bulamıyorum başımı dinleyecek. Şöyle rahat nefes alabileceğim bir yer yok…
LİVOV: Nikolay Alekseyeviç, sizinle ciddi olarak konuşmamız gerekiyor.
İVANOV: Buyurun, sizi dinliyorum.
LİVOV: Anna Petrovna’yla ilgili olacak bu. (Oturur.) Kırım’a gitmek istemediği doğru, ama eğer siz de onunla birlikte gitseydiniz değiştirirdi bu düşüncesini.
İVANOV (kısa bir süre düşünür) : Çok para gerekli. Sonra uzun bir süre için izin vermezler bana. Zaten bu yılın iznini kullandım.
LİVOV: Peki, diyelim ki bunda haklısınız. Fakat veremin en etkili ilacı, bilirsiniz, tam bir gönül rahatlığıdır. Oysa karınızın bir dakika bile rahatı yok. Davranışlarınızda onu her an kaygılandıran bir şey ver. Biraz heyecanlıyım, özür dilerim, fakat dosdoğru konuşmak istiyorum; davranışlarınız öldürüyor onu. (Sessizlik) Hakkınızda daha iyi şeyler düşünebilmeyi isterdim Nikolay Alekseyeviç!
İVANOV : Yerden göğe kadar haklısınız bütün bunlarda. Kor-
kunç suçlu olmalıyım. Fakat, düşüncelerim karmakarışık, bir tembellik ruhumu zincire vurdu, kendimi anlamaya gücüm yetmiyor. İnsanları da anlayamaz oldum, kendimi de… (Pencereye göz atar) Sözlerimiz duyulabilir, gezinelim. (Kalkarlar.) Size ta en başından anlatmak isterdim her şeyi, fakat öyle uzun, öyle karışık bir hikâye ki bu, dostum, sabaha kadar bitmez. (Yürürler.) Anyuta eşsiz, olağanüstü bir kadındır. Benim için dinini değiştirdi, babasını annesini bıraktı, varlıklı bir yaşamı tepti, eğer daha çok, daha büyük özveriler isteseydim onlarda da bulunurdu gözünü kırpmadan. Bense olağanüstü hiçbir şey yapmadım, bir tek kurban vermedim. Evet, gerçekten de uzun bir hikâye bu… Fakat işin özü şurada, sevgili doktor… (Duraksar.) Kısaca söylemek gerekirse, ona tutkundum evlendiğimizde, bu sevginin ömrümüz boyunca süreceğine yemin etmiştim… Fakat… beş yıl geçti, o beni bugün de seviyor; bense… (Ellerini çaresizlikle açar) İşte, kısa bir süre sonra öleceğini söylüyorsunuz, bense ne aşk duyuyorum ne acıma, yalnız bir boşluk, bir yorgunluk. Korkunç bir durumda olmalıyım. Ne oluyor bana, bunu ben de bilmiyorum. (Ağaçlı yolda uzaklaşırlar.)
VI
ŞABYELSKİ, sonra ANNA PETROVNA
ŞABYELSKİ (kahkahalarla girer) : Kör olayım bir dolandırıcı değil bu, bir düşünür, bir virtüöz. Bu adamın anıtı dikilmeli. Çağımızın bütün çürük yanlarını kendinde toplamış. Hem avukat, hem doktor, hem tüccar, hem memur. (Terasın alt basamağına oturur.) Hem de hiç bir yüksek okuldan diploması yok. İşte buna şaşılır… Bir de kültür edinse, bilim öğrenimi filan yapsaymış, kim bilir nasıl dâhi bir alçak olup çıkacakmış… Bir hafta içinde yirmi binim olurmuş… Kozlu bey, yani kontluk unvanı elimdeymiş daha.. (Kahkahayla) “Her genç kız drahomasıyla birlikte varabilir size, eğer isterseniz.”
(Anna Petrovna pencereyi açıp aşağı bakar.)
ŞABYELSKİ: “İster misiniz Marfuşa’yı sizin için isteyeyim?” “Qui est ce que c’est” Marfuşa? Ah, sanırım Balabalkina olacak bu… Balabalkina*… şu çamaşırcı karılara benzeyen.
ANNA PETROVNA: Kont, siz misiniz?
ŞABYELSKİ: Ne istiyorsunuz?
(Anna Petrovna güler.)
ŞABYELSKİ (Yahudi ağzıyla) : Niçin gülüyorsunuz?
ANNA PETROVNA: Aklıma sizin söylediğiniz bir yakıştırma geldi de. Öğle yemeğinde söylemiştiniz, anımsıyor musunuz? Bir kere hastalanan attan, tövbekar olan ka… nasıldı, nasıldı?
ŞABYELSKİ : Hıristiyan olan çıfıttan, tövbekar olan kavattan, bir kere hastalanan attan hayır gelmez.
ANNA PETROVNA (güler) : Küçük bir cinası bile kötülüksüz söyleyemiyorsunuz. Kötü bir insansınız siz. (Ciddi) Kont, şaka etmiyorum, çok kötü bir insansınız siz. Can sıkıcı, korkunç bir şey sizinle birlikte yaşamak. Durmadan sızlanıyorsunuz, durmadan homurdanıyorsunuz, size kalırsa herkes alçak, namussuz. Kont, içtenlikle söyleyin, herhangi birisi hakkında iyi şeyler söylediğiniz oldu mu hiç?
ŞABYELSKİ: Bu da nesi? Sınava mı girdik yoksa?
ANNA PETROVNA: Sizinle beş yıldır aynı çatı altındayız, ama bir kere bile insanlar üzerine soğukkanlılıkla, sağduyuyla konuştuğunuzu duymadım; dikensiz, alaysız bir söz ettiğinizi işitmedim. Ne kötülük etti bu insanlar size? Kendinizi herkesten daha mı iyi sanıyorsunuz yani?
ŞABYELSKİ: Hiç de öyle sanmıyorum. Ben de namussuzun, rezilin biriyim herkes gibi. “Mauvais ton”, bırakılmış bir bunak. Sövüyorum kendime. “Kimsin sen? Nesin sen?” diye soruyorum. Bir zamanlar varlıklı, başıma buyruktum, mutluydum da az çok. Ya şimdi… sığıntının, asalağın, sorumsuz soytarının biri. İnsanlara öfkelendiğim, onlara aşağılık olduklarını söylediğim zaman gülüveriyorlar; eğer ben de gülersem, kederli kederli bakıp başlarını sallıyor, moruk çıldırdı diyorlar. Aslında çoğu zaman ne sözlerimin farkındalar ne de varlığımın.
* Kont, Babakina adıyla alay ediyor. (Çev.)
ANNA PETROVNA (sessizce) : İşte yine çığlık atıyor.
ŞABYELSKİ: Kim çığlık atıyor?
ANNA PETROVNA : Baykuş. Her akşam çığlık atıyor böyle.
ŞABYELSKİ: Varsın atsın. Şu yaşadığımızdan daha kötüsü var mı sanki. (Gerinir.) Eh, sevgili Sarra, piyangodan bir yüzbin ya da iki yüz bin vursaydı, gösterirdim İstakozların nerede kışladığını! O zaman ne yapacağımı görürdünüz. Bu merhamet çukurundan çıkar, bir daha da kıyamete kadar adımımı atmazdım buraya.
ANNA PETROVNA : Piyangodan para vursaydı ne yapardınız sahi?
ŞABYELSKİ (biraz düşündükten sonra) : İlkin doğru Moskova’ya, Çingene korosunu dinlemeye giderdim. Sonra… Sonra da Paris’e atardım kapağı. Kendime bir kat tutar, düzenli olarak Rus kilisesine giderdim.
ANNA PETROVNA: Peki, sonra?
ŞABYELSKİ: Sonra da günler boyunca karımın mezarı başında oturur, düşünceye dalardım. Geberinceye kadar da kalkmazdım ordan. Biliyor musunuz, karım Paris’te gömülü…
(Sessizlik)
ANNA PETROVNA: Ne kadar korkunç bir can sıkıntısı. Var mısınız bir şeyler çalmaya?
ŞABYELSKİ: Peki, notaları hazırlayın.
VII
ŞABYELSKİ, İVANOV, LİVOV
İVANOV (ağaçlıklı yolda Livov’la görünürler) : Siz, sevgili dostum, geçen yıl bitirdiniz okulunuzu; gençsiniz daha, dinçsiniz. Bense otuz beş yaşındayım. Size öğüt verebilirim. Bir Yahudi’yle, bir psikopatla, ya da mavi çoraplının biriyle evleneyim demeyin sakın; sıradan, renksiz birini seçin en iyisi. Yaşamanız basmakalıp, bir örnek olsun. Fon ne kadar renksiz, ne kadar tekdüze olursa o kadar iyi. Dostum, bin kişiye karşı koymaya kalkmayın tek başınıza, yel değirmenleriyle dövüşe girişmeyin, başınızla duvarlara tos vurma-
yın… Tanrı her türlü örnek çiftçilikten, olağanüstü okullardan, ateşli söylevlerden korusun sizi. Kabuğunuza çekilip kendi küçük işinizle uğraşın. Bence insana yaraşır, en onurlu, en sağlıklı iş bu. Benimse nasıl yorucu bir hayatım var! Ah, nasıl yorucu bir hayatım var!.. Bir yığın yanlış davranış, bir yığın haksızlık, bir yığın anlamsızlık!.. (Kontu görerek sinirlenir.) Dayı, her zaman göz önünde dolaşıp durursun, insanların baş başa bir çift söz etmelerine izin vermezsin!
ŞABYELSKİ (ağlamaklı): Allah kahretsin beni, dünyada bana göre yer yok! (Dönüp eve girer.)
VIII
İVANOV, LİVOV
İVANOV (Kont’un arkasından bağırır) : Özür dilerim, özür dilerim! (Livov’a) Şimdi, niçin kırdım onu? Yok, yok, sinirlerim tümüyle laçka olmuş benim. Bir şeyler yapmalı, bir şeyler yapmalı…
LİVOV (heyecanlı): Nikolay Alekseyeviç, dinledim sizi… Özür dilerim, dosdoğru, düpedüz konuşacağım. Bırakın söylediklerinizi, daha sesinizde, sesinizin tonunda öyle umursamaz bir bencillik, öyle soğuk bir katı yüreklilik var ki… Şaşıyor insan… Size yakın olan bir insan sırf size yakın olduğu için yok olup gidiyor, günleri sayılacak kadar az, ve siz… hâlâ sevmeyebiliyorsunuz onu, hâlâ dolaşabiliyor, öğütler verebiliyor, çalım satabiliyorsunuz… Bende güzel konuşabilme yeteneği yok, gücüm yetmez buna, fakat, fakat… sizden hiç, ama hiç hoşlanmıyorum…
İVANOV: Olabilir, olabilir… Kuşkusuz, dışardan biri olarak daha iyi görebiliyorsunuz her şeyi… Beni anlamış olmanız olağandır… Herhalde çok, çok suçluyum… (Kulak kabartır.) Sanırım atları getirdiler… Gidip giyinmeliyim… (Eve doğru yürür, duraklar.) Doktor, beni sevmiyorsunuz, açıkça da söyleyebiliyorsunuz bunu. Bu sizin şerefli bir insan olduğunuzu gösterir. (Eve girer.)
IX
LİVOV
LİVOV (yalnız) : Allah kahretsin beni; işte yine en elverişli durumu kaçırdım, yine gerektiği gibi konuşamadım… Bu adamla konuşurken soğukkanlı olamıyorum! Ağzımı açıp bir söz edeyim derken (Eliyle göğsünü gösterir) göğsüm sıkışmaya başlıyor, altüst oluyorum, dilim damağım kuruyor. Bütün varlığımla nefret ediyorum bu Tartuffe’ten, bu soylu dolandırıcıdan… Yine binip arabaya gidecek… Bahtsız karısının bütün dileği ise onunla birlikte olmak. Onunla birlikte olmak yaşama gücünü artırıyor kadıncağızın. Hiç olmazsa bir tek akşamı birlikte geçirmeleri için yalvarıyor… Fakat elinden gelmiyor beyefendinin bu… Evi dar ve boğucuymuş; bakın hele. Eğer bir gece bile evde kalsaymış, alnına kurşunu sıkıp öldürebilirmiş kendini. Zavallı… herhangi yeni bir alçaklığa girişebilmesi için geniş alanlar gerekli ona… Ama, biliyorum ben neden her akşam bu Lebedevler’e gidiyorsun! Biliyorum!
X
İVANOV (şapkalı, paltolu); ŞABYELSKİ, ANNA PETROVNA.
ŞABYELSKİ (İvanov ve Anna Petrovna’yla birlikte evden çıkarken) : Nicolas, insanlık dışı bir şey bu yaptığın!.. Kendin her akşam binip arabaya gidiyorsun, bizse yapayalnız kalıyoruz burada. Can sıkıntısından saat sekizde yatağa girer oldum. Yaşamak değil, rezalet bu! Peki neden sen gidebilirmişsin de biz gidemezmişiz? Ha, neden?
ANNA PETROVNA: Kont, bırak onu; bırak gitsin…
İVANOV (karısına) : Fakat sen nereye gidebilirsin bu hasta halinle? Hastasın, güneş battıktan sonra dışarı çıkamazsın… İşte, doktor burada, sor… Anyuta, çocuk değilsin, düşünme
lisin… (Kont’a) Peki, sen ne diye gelmek istiyorsun oraya?
ŞABYELSKİ : Burada kalmayayım da ister cehennemin dibine gideyim, ister timsahın midesine! Sıkılıyorum! Cansıkıntısı alıklaştırdı beni! Herkesin kafasını şişiren biri olup çıktım. Sen Sarra’nın canı sıkılmasın diye beni evde bırakıyorsun ama, ben iyice canına okudum kadıncağızın, yiyip bitirdim zavallıyı!
ANNA PETROVNA: Bırakın onu Kont, bırakın gitsin. Mademki orada neşelenebiliyor…
İVANOV: Anya, bu tavır neden, bu ses tonu neden? Oraya eğlenmek için gitmediğimi biliyorsun! Bonolar üzerine konuşmalıyım..
ANYA PETROVNA: Anlayamıyorum, ne diye açıklama gereğini duyuyorsun? Git! Seni tutan mı var?
İVANOV: Baylar, niçin yiyip duruyoruz birbirimizi?.. Ne gereği var bunun!..
ŞABYELSKİ (ağlamaklı) : Nicolas, sevgili yavrum, beni de götür ne olur! Oradaki namussuzlarla ahmakları görüp belki biraz açılırım! Biliyorsun, Paskalyadan beri dışarı çıkmadım…
İVANOV (sinirli) : Peki, peki, gel! Ah, nasıl kafamı şişiriyorsunuz!
ŞABYELSKİ: Geleyim mi! Oh, merci, merci… (Sevinçle İvanov’un koluna girer, onu kıyıya çeker) Senin hasır şapkayı giyebilir miyim?
İVANOV: Peki, ama çabuk, lütfen!
(Kont koşup eve girer.)
XI
İVANOV, ANNA PETROVNA
İVANOV: Nasıl yorup bitirdiniz beni! Fakat neler söylüyorum ben! Anya, konuşmalarımın seni yaraladığını biliyorum. Eskiden böyle davranmazdım. Neyse, hoşça kal, saat bire doğru dönerim.
ANNA PETROVNA: Kolya, sevgilim, gitme!
İVANOV (coşkun) : Sevgili kızım, canım, mutsuz çocuğum, yal-
varırım, akşamları dışarı çıkmamı engelleme. Biliyorum, haksızlık bu, ama izin ver bu haksızlığı yapmama! Ev beni öldürüyor! Güneş batar batmaz bir keder ruhumu ezmeye başlıyor. Korkunç bir keder! Nedenini sorma bunun. Ben de bilmiyorum. Yemin ederim ki bilmiyorum. Lebedevler’e gidiyorum, aynı keder orada da bütün ağırlığıyla ruhuma çörekleniyor? Dönüyorum, aynı.. Ümitsizlik bu; tam bir ümitsizlik!..
ANNA PETROVNA: Kolya… kalsaydın eğer, yine eskisi gibi dertleşirdik. Akşam yemeğini birlikte yer, okurduk… İhtiyarla bir şeyler çalardık senin için. (Kucaklar) Gitme!.. (Sessizlik) Anlayamıyorum seni. Bir yıldır böyle sürüp gidiyor bu. Neden değiştin Kolya?
İVANOV: Bilmiyorum, bilmiyorum…
ANNA PETROVNA: Akşamları birlikte çıkmamızı niçin istemiyorsun?
İVANOV: Peki, niçin seninle olmak istemediğimi öğrenmek istiyorsun, söyleyeyim, peki. Bunu söylemek katı yüreklilik olacak, ama yine de daha iyi; söyleyeyim… Keder ruhumu ezmeye başladığı zaman içimde sana karşı bir soğukluk uyanıyor, seni sevmez oluyorum. İşte o zaman kaçıyorum senden. Kısaca, kendimi dışarı atmalıyım; işte bu!
ANNA PETROVNA: Keder mi dedin? Anlıyorum… anlıyorum… Biliyor musun, Kolya, eskisi gibi şarkı söylemeyi, gülmeyi, öfkelenmeyi denesen… Gitme, gülelim birlikte, likör içelim, bir dakika içinde kederin geçer… İster misin, sana şarkı söyleyeyim? Ya da, eskisi gibi, gidip çalışma odanda karanlıkta oturalım, bana kederini anlat… Gözlerin ne kadar acılı!.. Onlara bakıp ağlayayım, o zaman her şey daha kolay gelir ikimize… (Güler, ağlar) Ha, olmaz mı? Nasıldı o şarkı? “Çiçekler her bahar yenileniyor, ama mutluluk geri gelmez bir daha…” Ha? Peki, git, git…
İVANOV: Anya, benim için dua et! (Yürür, duraklar, düşünür.) Hayır, elimde değil, hayır! (Gider.)
ANNA PETROVNA: Git… (Oturur.)
XII
ANNA PETROVNA, LİVOV
LİVOV (girer) : Anna Petrovna, saat altıyı çalar çalmaz hemen odanıza çıkmak, sabaha kadar da orada kalmak zorundasınız. Bunu bir kural sayın kendiniz için. Akşam havasındaki nem sağlığınıza çok zararlı..
ANNA PETROVNA: Başüstüne…
LİVOV: Bu da nesi? Ben ciddi konuşuyorum.
ANNA PETROVNA : Bense ciddi olmak istemiyorum. (Öksürür.)
LİVOV: İşte, öksürüyorsunuz…
XIII
ÖNCEKİLER, ŞABYELSKİ
ŞABYELSKİ (şapkalı, paltolu, evden çıkar): Nikolay nerede? Atlar hazır mı? (Koşup Anna Petrovna’nın elini öper.) İyi geceler meleğim! (Yüzünü buruşturur.) “Gevalt!” * (Yahudi ağzıyla) Bağışlayın beni, lütfen! (Hızla çıkar.)
XIV
ANNA PETROVNA, LİVOV
(Sessizlik, uzakta bir akordeon sesi.)
ANNA PETROVNA: Ne korkunç bir can sıkıntısı!.. İşte arabacılar ve ahçılar eğleniyorlar, bense… bense böyle bir köşeye fırlatılmış… Yevgeniy Konstantinoviç, niçin dolanıp duruyorsunuz? Gelin, oturun!..
LİVOV: İçimden oturmak gelmiyor.
(Sessizlik)
ANNA PETROVNA: Mutfakta “Sığırcık Kuşu”nu çalıyorlar. (Söyler) “Sığırcık, sığırcık, nereden? Kırdan, votka içmeden.” (Sessizlik) Babanız, anneniz sağ mı doktor?
* Yidiş dilinde bir ünlem: “Vay canına!” (Çev.)
LİVOV: Annem sağ.
ANNA PETROVNA : Annenizi özlüyor musunuz?
LİVOV : Zamanım yok.
ANNA PETROVNA (güler) : “Çiçekler her bahar yenileniyor, ama mutluluk geri gelmez bir daha.” Kimdi bunu söyleyen? Tanrım, kimdi? Sanırım, Nikolay’dı yine. (Kulak kabartır) Baykuş çığlık atıyor.
LİVOV: Varsın atsın!
ANNA PETROVNA: Alın yazısının beni aldattığını düşünmeye başlıyorum artık, doktor. Birçok kişi, benden hiç de daha iyi olmayan pek çok kişi mutlu olabiliyor, ve bu mutluluğu elde etmek için de hiçbir karşılık ödemiyorlar. Bense en küçük parçasına kadar her şeyin karşılığını ödedim, kesin olarak her şeyin!.. Hem de nasıl pahalı! Benden niçin böyle korkunç ücretler alındı? Dostum, bana çok sevecen, çok incelikle davranıyorsunuz, gerçeği yüzüme karşı söylemekten kaçınıyorsunuz, fakat nasıl korkunç bir hastalığın pençesinde olduğumu bilmediğimi mi sanıyorsunuz!.. Neyse, bunlardan söz etmek can sıkıcı… (Yahudi ağzıyla) Bağışlayın beni, lütfen! Gülünç fıkralar bilir misiniz?
LİVOV: Hayır, bilmem.
ANNA PETROVNA: Ama Nikolay bilir. Artık insanların adaletsizliğine şaşmaya başlıyorum: Niçin aşkın karşılığı aldanış, gerçeğin karşılığı yalan oluyor? Söyleyin, daha ne zamana kadar benden nefret edecekler annemle babam? Buradan elli kilometre uzakta yaşıyorlar ama, gece gündüz, uyurken bile onların nefretini duyuyorum üzerimde. Peki Nikolay’ın kederine ne dersiniz? Akşamları bir keder ruhunu ezmeye başladığında benden soğuyormuş. Bunu anlıyorum, bir şey söylemiyorum, ama ya büsbütün soğursa benden!.. Yok yok; olmaz bu, ama, ya bir de olursa? Hayır, hayır böyle bir şeyi düşünmek bile gereksiz. (Şarkı söyler) “Sığırcık, sığırcık, nereden?” (Titrer.) Nasıl korkunç şeyler geliyor aklıma!.. Doktor, bir aile içinde değilsiniz siz, bunların çoğunu anlayamazsınız.
LİVOV: Şaştığınızı söylüyorsunuz… (Yanına oturur.) Asıl ben… ben şaşıyorum size! Sizin gibi akıllı, onurlu, nerdeyse kutsal denebilecek bir kadın böyle küstahça aldatılmaya, bu baykuş yuvasına sürüklenmeye nasıl izin verdi, açıklayın
bana, anlatın! Sizinle bu soğuk, bu katı yürekli adam arasında… Neyse, kocanızı bırakalım şimdilik! Sizinle bu boş, bu bayağı çevre arasında ne gibi bir ortak özellik bulunabilir? Aman Tanrım! Bu mızmız, paslı, kafadan kontak Kont, bu üçkâğıtçı, dolandırıcılar dolandırıcısı, iğrenç tavırlı Mişa… Açıklayın bana, ne işiniz var sizin burada? Nasıl düştünüz buraya?
ANNA PETROVNA (güler) : Bir zamanlar o da tam böyle konuşurdu işte… Tam böyle… Fakat onun gözleri sizinkilerden daha büyüktür. Ateşli ateşli konuşmaya başladığında kor gibi parlarlardı… Konuşun, konuşun!..
LİVOV (kalkar, elini sallar) : Ne konuşayım? Lütfen odanıza gidin…
ANNA PETROVNA : Nikolay için ağzınıza geleni söylüyorsunuz. Onu nasıl böyle yakından tanıyabilirsiniz? Bir insan altı ay içinde tanınabilir mi? Doktor, o olağanüstü bir insandır, onunla iki üç yıl önce tanışmadığınıza yanıyorum. Bunalıma düştü şimdi, ne konuşuyor, ne de bir şey yapıyor. Ama eskiden… ne kadar büyüleyici bir insandı!.. İlk bakışta vurulmuştum. (Güler.) Bir tek bakışı kafese girmeme yetmişti! “Gidelim” der demez çürümüş yaprakları makasla budar gibi her şeyi koparıp attım, ve gittik… (Sessizlik) Ama durum değişti artık. Şimdi başka kadınlarla eğlenmek için Lebedevler’e gidiyor, bense… bahçede oturup baykuşun çığlıklarını dinliyorum!.. (Bekçinin vuruşları duyulur.) Doktor, kardeşiniz var mı?
LİVOV: Hayır.
(Anna Petrovna hüngür hüngür ağlar.)
LİVOV: Bu da nesi? Ne oluyorsunuz?
ANNA PETROVNA (kalkar) : Doktor, dayanamayacağım; oraya gidiyorum.
LİVOV: Nereye?
ANNA PETROVNA: Onun olduğu yere… Gideceğim… Arabayı hazırlamalarını söyleyin. (Koşarak eve girer.)
LİVOV: Yoo, bu koşullarda doktorluk yapılamaz! On para ödememeleri bir yana, insanı allak bullak ediyorlar! Hayır, bu durumda doktorluk yapılamaz! Yeter!.. (Yürüyüp eve girer.)
PERDE
İKİNCİ PERDE
Lebedevler’in salonu. Karşıda bahçeye açılan bir kapı. Sağda ve solda kapılar. Antika değerli ev eşyası: Avize, şamdanlar, tablolar… Hepsi tozdan korunmak amacıyla örtülüdür.
I
ZİNAİDA SAVİŞNA, KOSİH, AVDOTYA NAZAROVNA, YEGORUŞKA, GAVRİLA, HİZMETÇİ KIZ, KONUK YAŞLI KADINLAR, GENÇ KIZLAR, sonra BABAKİNA
(Zinaida Savişna divanda oturmaktadır. İki yanındaki koltuklarda yaşlı konuklar, sandalyelerde gençler. Arkada, bahçeye açılan kapının yakınında iskambil oynanıyor. Oyuncular arasında Kosih, Avdotya Nazarovna, Yegoruşka. Gavrila sağdaki kapıda durmaktadır. Hizmetçi kız tepsiyle şekerleme dağıtıyor. Konuklardan bazıları bahçeyle sağdaki kapı arasında dolaşmaktalar. Sağdaki kapıdan Babakina girer. Zinaida Savişna’ya doğru yürür.)
ZİNAİDA SAVİŞNA (sevinçle): Marfa Yegorovna, ruhum…
BABAKİNA: Nasılsınız Zinaida Savişna? Kızınızın doğum günü-
nü kutlamakla şeref duyduğumu bildiririm!.. (Öpüşürler.) Tanrı daha nice nice yıllar…
ZİNAİDA SAVİŞNA : Teşekkür ederim, ruhum, öyle sevinçliyim ki… Ya siz nasılsınız?
BABAKİNA: Çok teşekkür ederim. (Divana, Zinaida Savişna’nın yanına oturur.) Genç adamlar merhaba!
(Konuklar Babakina’yı selamlarlar.)
BİRİNCİ KONUK (güler) : “Genç adamlar”… Peki siz genç değil misiniz?
BABAKİNA (içini çeker) : Biz kim, gençlik kim..
BİRİNCİ KONUK (saygılı bir gülümsemeyle) : İnsaf edin… Adınız dul sizin… Yoksa nice kızlara taş çıkartırsınız.
(Gavrila, Babakina’ya çay getirir.)
ZİNAİDA SAVİŞNA (Gavrila’ya) : İnsan sadece çay getirir mi? Reçel filan da getirseydin ya. Bektaşiüzümü…
BABAKİNA: İstemez, istemez, çok teşekkür ederim.
(Sessizlik)
BİRİNCİ KONUK: Marfa Yegorovna, Muşkino yoluyla mı geldiniz?
BABAKİNA : Hayır, Zaymifçe’den. Orası daha iyi.
BİRİNCİ KONUK: Evet, hakkınız var.
KOSİH: İki maça.
YEGORUŞKA: Pas..
AVDOTYA NAZAROVNA: Pas.
İKİNCİ KONUK : Pas..
BABAKİNA: Ruhum, Zinaida Savişna, borsada fiyatlar fırlamış yine. İşitilmiş şey değil; birinci keşide tahvilleri iki yüze çıkmış, ikinciler de yuvarlak hesap iki yüz elli… Hiçbir zaman bu kadar yükselmemişti.
ZİNAİDA SAVİŞNA (içini çeker) : Eh, elinde çok olan yaşadı…
BABAKİNA: Öyle demeyin ruhum, değerleri büyük olmakla birlikte, sermayeyi onlara yatırmak pek de yararlı değil. Sigortasına bile gücünüz yetmiyor.
ZİNAİDA SAVİŞNA: Öyİe olmasına öyle ama, ne de olsa ümit ediyorsun iki gözüm… (İçini çeker.) Tanrı kullarını düşünür.
ÜÇÜNCÜ KONUK: Eğer bana soracak olursanız, Leydiler, zamanımızda sermaye sahibi olmak bence pek zararlı bir şey. Yüzde senetleri pek az pay veriyor, parayı işletmeye yatırmaksa çok tehlikeli. Bana kalırsa, Leydiler, zamanımızda ser
maye sahibi olan kişinin durumu şu kişiden daha kritiktir, o kişi ki…
BABAKİNA (içini çeker) : Pek doğru!
(Birinci Konuk, esner.)
BABAKİNA : Acaba bayanların yanında esnenir mi?
BİRİNCİ KONUK: Pardon, birdenbire oldu.
(Zinaida Savişna kalkar, sağdaki kapıdan çıkar, sürekli sessizlik.)
II
ZİNAİDA SAVİŞNA DIŞINDAKİLER
YEGORUŞKA: İki karo.
AVDOTYA NAZAROVNA .: Pas.
İKİNCİ KONUK: Pas.
KOSİH: Pas.
BABAKİNA (kendi kendine): İnsan can sıkıntısından ölebilir.
III
ÖNCEKİLER, ZİNAİDA SAVİŞNA, LEBEDEV
ZİNAİDA SAVİŞNA (sağdaki kapıdan Lebedev’le birlikte sahneye girerken, sessizce): Ne diye mıhlanıp kaldın oraya? Sen ne “Prima donna”sın sen!
LEBEDEV (esner): Ne ağır suçlarım varmış Tanrım! (Babakina’ yı görerek) Anacığım, kaymağa bak! Lokum!.. (Babakina’yı selamlar.) Canımın içi nasıllar?
BABAKİNA : Çok teşekkür ederim, iyiyim.
LEBEDEV: Oh oh, çok şükür!.. (Koltuğa oturur.) Pek güzel, pek güzel… Gavrila!
(Gavrila bir kadeh votka, bir bardak su getirir, Lebedev önce votkayı, sonra suyu içer.)
BİRİNCİ KONUK: Sağlığınıza!..
LEBEDEV: Ne sağlığı!.. Gebermediğimize şükür. (Karısına) Ziyuziyuşka, bizim küçük nerelerde?
KOSİH (ağlamaklı) : Peki söyler misiniz, biz neden bir el bile alamadık? (Sıçrayıp kalkar.) Şeytan canımı alsın, neden ütüldük biz?
AVDOTYA NAZAROVNA (sıçrayıp kalkar; sertçe): Söyleyeceğim şimdi neden ütüldüğümüzü; madem oyun oynamayı bilmiyorsun, oynamaya kalkma azizim. Ne hakkın var eşinin kâğıdını kesmeye. İşte turşuluk bey elinde kaldı!.. (İkisi de masadan içeri doğru koşarlar.)
KOSİH (ağlamaklı) : Bakın, baylar… Elimde karodan, bey, papaz, kız, bacak ve aşağı sekiz kâğıt, maçanın beyi, bir de anlıyorsunuz ya, bir de küçük kupacık var. O ise, Tanrı iyiliğini versin, şleme bile gidemedi! Ben sansatu açıyorum…
AVDOTYA NAZAROVNA (keserek): Bendim sansatu açan! Sen iki sansatu dedin…
KOSİH: Şaşılacak şey!.. Dinleyin, Tanrı aşkına… sizde… bende… (Lebedev’e) siz yargıç olun Pavel Kirilliç… elimde karodan; bey, papaz, kız, bacak ve aşağı sekiz kâğıt..
LEBEDEV (kulaklarını tıkar) : Sus, Tanrı aşkına, sus…
AVDOTYA NAZAROVNA (bağırır) : Sansatu diyen bendim!
KOSİH (azgın) : Bir daha bu ihtiyar alabalıkla oyun masasına oturursam alçağım! (Hızla bahçeye çıkar.)
(ikinci konuk da onun arkasından çıkar, masada Yegoruska kalır.)
AVDOTYA NAZAROVNA: Of!.. Kan beynime sıçradı… “İhtiyar alabalık!..” Sensin ihtiyar alabalık!..
BABAKİNA: Pek öfkelisiniz büyükanne…
AVDOTYA NAZAROVNA (Babakina’yı görür; ellerini çırpar) : Ah güzelim… ah canım!.. O burada oturuyor da, ben, koca kör, görmüyorum… İkigözüm… (Babakina’nın omzunu öper, yanına oturur) Ne kadar sevindim. Dur hele, bir bakayım sana beyaz kuğum. Tu-tu-tu-tu… Kem gözler kör olsun…
LEBEDEV: Amma da döktürdün ha… Bu lafları sıralayacağına, ona bir koca bulsan daha iyi edersin…
AVDOTYA NAZAROVNA: Bulacağım da! Onu ve Saneçka’yı evlendirmeden tabuta girmek yok!.. (İçini çeker) Gelgelelim,
güvey nerede hani? Şu güveylere bakın, tüylerini teleklerini kısmış, ıslak horozlar gibi oturup duruyorlar!..
ÜÇÜNCÜ KONUK: Çok başarısız bir benzetme. Bana sorarsanız, Leydiler, günümüzdeki genç adamlar evlenmekten kaçınıyorlarsa bunun nedeni toplumsal koşullardır…
LEBEDEV: Peki, peki! Felsefeyi bırak! Hoşuma gitmiyor!…
IV
ÖNCEKİLER, SAŞA.
SAŞA (girer, babasına doğru yürür) : Dışarda eşsiz bir hava var, sizse, baylar, bu boğucu sıcakta oturuyorsunuz.
ZİNAİDA SAVİŞNA: Saşenka, Marfa Yegorovna’yı görmüyor musun?
SAŞA: Özür dilerim. (Babakina’ya gider, selamlar.)
BABAKİNA : Çok kibirli oldun. Saneçka, çok kibirli oldun. Hiç olmazsa ayda yılda bir kere uğrar insan. (Öper.) Kutlarım, ikigözüm.
SAŞA: Teşekkür ederim. (Babasının yanına oturur.)
LEBEDEV: Hakkınız var Avdotya Nazarovna, güvey bulmak çok zorlaştı zamanımızda. Güvey Şurda dursun, işe yarar sağdıç bile bulunmuyor. Kötülemek gibi olmasın ama, şimdiki gençlik bana hani ateşte çok durmuş yemek gibi biraz ekşimsi geliyor… Ne dansetmekten anlıyorlar, ne iki çift söz etmekten, ne de adam gibi içmekten…
AVDOTYA NAZAROVNA : Yok canım, içmede pek ustadırlar, yeter ki içecek şey bulsunlar…
LEBEDEV: İş içki içmede değil ki, atlar da içer ona kalırsa… Ama adam gibi içmeli içince!.. Bizim gençliğimizde bir genç adam akşama kadar dersleriyle uğraşır, akşam olunca da karşısına ilk çıkan gazinoya dalıp sabaha kadar topaç gibi dönerdi. İş içki içmede değil, hem içip hem dansetmede, hem de kızları eğlendirmede...(Boynuna bir fiske atar.) Dilimiz iyice dolanana kadar saçma sapan konuştuğumuz, felsefe yaptığımız olurdu… Ya şimdikiler?.. (Elini sallar) Hiç aklım ermiyor doğrusu… Ne TanRI’ya mum oluyorlar, ne şeytana
ocak demiri… Koca kasabada işe yarar bir tek adam vardı, o da evlendi. (İçini çeker.) Hem de, galiba oynatmak üzere…
BABAKİNA : Kim bu?
LEBEDEV: Nikolaşa İvanov.
BABAKİNA: Evet, gerçekten de iyi bir adam ama (yüzünü buruşturur) bahtsız!..
ZİNAİDA SAVİŞNA: Nasıl bahtsız olmasın ikigözüm!. (İçini çeker.) Zavallı, öyle kötü yanıldı ki!.. Çıfıtı alırken kızın annesiyle babasından hazineler gelecek sanıyordu, oysa tam tersi oldu… Kız din değiştirince annesiyle babası bizim kızımız yok deyip çıktılar, ilençlediler… Böylece bir kapik bile alamadı. Şimdi çıfıtla evlendiğine yanıyor ama, iş işten geçmiş ola…
SAŞA : Anne, bu söylediklerin gerçek değil.
BABAKİNA (ateşli): Niye gerçek olmasınmış Şuroçka? Sanki herkes bilmiyor mu? Eğer bir çıkarı olmasaydı, evlenir miydi çıfıtla? Rus kızlarının köküne kıran mı girmişti?.. Yanıldı, ikigözüm, yanıldı… (Canlı) Tanrım, ne kötü bahtı varmış kadının!.. Tam bir komedi. Adam ne yapıyor biliyor musunuz? Şurda burda dolaşıp eve dönüyor, doğruca kadının üstüne saldırıyor, “Babanla annen beni aldattılar, defol evimden!” diye bas bas bağırıyormuş. Fakat nereye gitsin zavallı? Babası anası kabul etmez, hizmetçilik yapayım dese çalışmayı beceremez… Eğer Kont araya girmese ölüp gidecek kadın…
AVDOTYA NAZAROVNA: Bu da bir şey mi, bazen daha da kötüsünü yapıyormuş. Kadını bodruma kapatıp “Ye ulan şu sarımsakları falan filanın kızı” diyormuş. Kadın çatlayıncaya kadar sarımsak yiyormuş..
(Gülüşmeler)
SAŞA: Baba, fakat yalan bütün bunlar!
LEBEDEV: Ne yapalım yalansa, bırak, saçmalayıp keyiflensinler. (Bağırır) Gavrila!..
(Gavrila votka ve su getirir.)
ZİNAİDA SAVİŞNA: İşte bu yüzden işleri altüst oldu zavallı adamın… Eğer Borkin olmasa, çıfıtla birlikte aç kalırlar. (İçini çeker.) İkigözüm, biz de az mı acı çektik onun yüzünden? Tanrı tanıktır çektiklerimize! İnanır mısınız şekerim, üç yıldır on bin ruble borcunu ödemiyor!
BABAKİNA (dehşet içinde) : On bin ruble!..
ZİNAİDA SAVİŞNA: Ya… İşte bu benim sevgili Paşenka, verelim diye buyurdu. Kime borç verilip kime verilmeyeceğini bilmez ki… Ana para şurda dursun, onu Tanrı’ya havale ettik, hiç olmazsa faizleri zamanında ödese ya!. Nerdeee!..
SAŞA (kızgınlıkla) : Anne, bininci keredir aynı şeyleri söylüyorsunuz!..
ZİNAİDA SAVİŞNA: Peki, sana ne oluyor? Ne diye koruyup duruyorsun onu?
SAŞA (kalkar) : Size hiçbir zaman kötülüğü dokunmamış bir adam hakkında nasıl söyleyebiliyorsunuz bütün bunları? Peki, ne yaptı bu adam size?
ÜÇÜNCÜ KONUK: Aleksandra Pavlovna, iki sözcük söylememe izin veriniz! Nikolay Alekseyeviç’e her zaman saygı duydum, kendim için şeref sayarım bunu! Fakat, “entre nous”, bana biraz serüvenci gibi görünüyor.
SAŞA: Size öyle görünüyorsa kutlarım.
ÜÇÜNCÜ KONUK: Kanıt olarak şu olayı göstereceğim sizlere: Nikolay Alekseyeviç’in “ateşe”si, ya da denebilirse “Çiçeronu” olan Borkin anlatmıştı: İki yıl önceki hayvan hastalığı salgını sırasında bu Nikolay Alekseyeviç bir inek sürüsü satın alıp sigortalatmış.
ZİNAİDA SAVİŞNA: Evet, evet! Ben de duymuştum böyle bir olay, bana da anlatmışlardı.
ÜÇÜNCÜ KONUK: Hayvanları sigortalattıktan sonra ne yapmış biliyor musunuz? Hepsine veba bulaştırıp sigortadan parayı almış.
SAŞA: Ah, saçma bütün bunlar! Saçma! Hiç kimse hayvan filan satın alıp hastalık bulaştırmadı! Borkin uydurdu bütün bunları, her yerde anlatarak da övündü. İvanov öğrenince de, iki hafta boyunca özür dilemek zorunda kaldı ondan. Zaten İvanov’un bütün suçu bu Borkin’i kovamayacak kadar yufka yürekli, güçsüz oluşu, bir de insanlara çok fazla güvenişi. Varını yoğunu azar azar çalıp yağmaladılar. Onun cömertliği yüzünden her isteyen zengin oldu.
LEBEDEV: Şura, yeter!
SAŞA: Niçin, niçin böyle saçma sapan konuşuyorlar? Ah, can sıkıcı bütün bunlar, can sıkıcı! İvanov, İvanov, İvanov — konuşacak başka bir şey yok mu? (Kapıya yürür, döner.)
Baylar, sabrınıza gerçekten şaşıyorum! Böyle oturup durmaktan hiç mi sıkılmıyorsunuz? Can sıkıntısından neredeyse hava pelteleşti! Kımıldasanıza, bir şeyler söyleyip genç kızları eğlendirsenize! Eğer İvanov’dan başka konuşacak bir şeyiniz yoksa, dansedin bari, gülün, şarkı söyleyin, ne bileyim, bir şeyler yapın işte…
LEBEDEV (güler) : Payla kızım, adamakıllı payla şunları!
SAŞA: Bakın, dinleyin: Eğer dans etmek, şarkı söylemek istemiyorsanız, eğer bunlar size sıkıcı geliyorsa, o zaman rica ederim hiç olmazsa ömrünüzde bir kere, alay için, gücünüzü toplayın da keskin, parlak bir şey söyleyin! Varsın küstahlık, hatta bayağılık olsun bu, ama eğlendirici yeni bir şey gibi görünsün! Ya da ansızın, küçük, ancak sezilebilen, fakat birazcık kahramanlığa benzeyen öyle bir davranışta bulunun ki, kızlar size bakıp ömürlerinde bir kere “Ah” desinler!.. Madem hoşa gitmek istiyorsunuz, öyleyse neden bu yönde bir çaba göstermiyorsunuz? Ah, baylar! Hepiniz zavallısınız, zavallısınız, zavallısınız!.. Size bir göz atan sinekler ölür, lambalar tütmeye başlar!.. Bin kere söyledim, yine söylüyorum işte: Hepiniz zavallısınız, zavallısınız, zavallısınız!..
V
ÖNCEKİLER, İVANOV, ŞABYELSKİ
ŞABYELSKİ (İvanov’la birlikte sağ kapıdan girerken): Kimmiş bakayım o söylevci? Şuroçka, siz misiniz? (Kahkaha atar, kızın elini sıkar) Kutlarım meleğim! İnşallah uzun ömürlü olur, öldükten sonra da ikinci kere dünyaya gelmezsiniz…
ZİNAİDA SAVİŞNA (sevinçle) : Nikolay Alekseyeviç! Kont!
LEBEDEV: Vay! Kimi görüyorum… Kont! (Karşılar.)
ŞABYELSKİ (Zinaida Savişna ve Babakina’yı görür, ellerini onlara doğru uzatır) : Bir divanda iki banka yan yana!.. Bakması bile zevk!.. (Zinaida Savişna’yı selamlar) Merhabalar Ziyuziyuşka!.. (Babakina’ya) Merhabalar, tontoncuğum!..
ZİNAİDA SAVİŞNA: Ne sevindim! Ne sevindim! Kont, bizim
için öyle az rastlanır bir konuksunuz ki! (Bağırır) Gavrila, çay! (Kalkar, sağdaki kapıdan çıkar, hemen döner, kaygılı bir tavır takınmıştır.)
(Saşa önceki yerine oturur. İvanov herkesle sessizce selamlaşır.)
LEBEDEV (Şabyelski’ye): Nasıl düştün azizim? Hangi rüzgâr buralara attı seni? İşte sürpriz diye buna derler! (Şabyelski’yi öper.) Kont, haydut! Eski dost böyle mi davranır! (Şabyelski’yi elinden tutar, öne doğru yürütür) Ne diye gelmiyorsun bize? Dargın mıyız, bir şey mi var?
ŞABYELSKİ: Değnekten ata mı binip geleyim? Bende at yok. Sarra’nın canı sıkılmasın, onu eğlendireyim diye Nikolay da yanına almıyor. At gönder, geleyim…
LEBEDEV (elini sallar) : Daha neler!.. Ziyuziyuşka atlarını vermektense çatlamayı yeğler. Canım, iki gözüm, sen benim en yakınımsın! Moruklardan bir sen, bir de ben kaldık işte… Ben sende eski günlerimin acılarını, yıkılıp giden gençliğimi seviyorum… Şaka bir yana, neredeyse ağlayacağım.. (Kont’u öper.)
ŞABYELSKİ: Dur, dur! Şarap mahzeni gibi kokuyorsun…
LEBEDEV: Ruhum, dostlarımdan uzakta ne kadar sıkıldığımı düşünebiliyor musun? Kederden nerdeyse kendimi asacağım… (Yavaş) Ziyuziyuşka’nın tefeciliği bütün akıllı uslu adamları kaçırdı, işte gördüğün gibi yalnız bu yamyamlar kaldı… bütün bu Dudkinler.. Mudkinler… Neyse, çayını iç. (Gavrila, Kont’a çay getirir.)
ZİNAİDA SAVİŞNA (kaygılı, Gavrila’ya) : Şu yaptığın işe bak! Reçel de getirseydin ya… Bektaşiüzümü filan…
ŞABYELSKİ (kahkahayla, İvanov’a): Nasıl, dememiş miydim? (Lebedev’e) Ziyuziyuşka’nın gelir gelmez bizi bektaşiüzümü reçeliyle ağırlayacağına bahse girmiştim onunla…
ZİNAİDA SAVİŞNA: Kont, her zaman da alay edersiniz böyle… (Oturur.)
LEBEDEV: Yirmi fıçı bektaşiüzümü reçeli kaynatmışlar, nereye harcayacaksın?
ŞABYELSKİ (masanın yakınında bir yere oturur) : Ziyuziyuşka, demek hâlâ biriktiriyorsunuz ha? Nasıl, milyoncuğu buldu mu?
ZİNAİDA SAVİŞNA (içini çeker) : Evet, dışardan bakınca biz-
den zengini yok. Oysa, biz kim para kim? Yalnız bir adı var işte…
ŞABYELSKİ: Hadi, hadi!.. Biliyoruz… biliyoruz… Sizin ne kapalı kutu olduğunuzu biliyoruz… (Lebedev’e) Paşa, elini vicdanına koyup söyle, milyoner oldunuz mu?
LEBEDEV: Bilmem. Bunu Ziyuziyuşka’ya sor…
ŞABYELSKİ (Babakina’ya): Tombul tontoncuğum da yakında milyoner olacak! Günden güne değil, saatten saate tombullaşıp güzelleşiyor! Demek ki paracıkların haddi hesabı yok!..
BABAKİNA: Çok teşekkür ederim Kont. Fakat alaydan hoşlanmam.
ŞABYELSKİ: Sevgili bankacığım, siz buna alay mı diyorsunuz? Bu, bir ruhun haykırışı, duyguların baskısıyla dudakların harekete geçişidir!.. Sizi ve Ziyuziyuşka’yı sonsuz seviyorum… (Neşeyle.) Coşku!… Şevk… Sizlere bakarken heyecanlanmamak elimden gelmiyor…
ZİNAİDA SAVİŞNA: Eskiden nasıldıysanız şimdi de öylesiniz. (Yegoruşka’ya) Yegoruşka, mumları söndürsene! Oynamadığınıza göre, niçin boşu boşuna yansınlar?
(Yegoruşka irkilir, mumları söndürür, yerine oturur.)
ZİNAİDA SAVİŞNA (İvanov’a) : Karınız nasıllar Nikolay Alekseyeviç?
İVANOV: Çok kötü. Doktor bugün kesinlikle söyledi verem olduğunu…
ZİNAİDA SAVİŞNA: Öyle mi?.. Vah vah!.. (İçini çeker.) Hepimiz öyle de severiz ki kendisini…
ŞABYELSKİ: Saçma, saçma, saçma!.. Verem merem değil, sadece doktor dalaveresi ve şarlatanlığı.. Lokman Hekim sık sık eve gelmeyi pek istediğinden bu verem hikâyesini uydurdu. Neyse ki koca kıskanç değil… (İvanov’da bir sabırsızlık davranışı) Sarra’nınsa ne bir tek sözüne, ne de bir tek davranışına inanırım. Yaşadığım süre içinde doktorlara, avukatlara ve kadınlara hiçbir zaman inanmadım. Saçma, saçma, şarlatanlık ve dalavere!…
LEBEDEV (Şabyelski’ye): Matvey, şaşılacak bir herifsin! Bir insansevmezlik pozu takındın, sonra da mal bulmuş mağribi gibi sarıldın bu poza. İnsan olmasına herkes gibi bir insansın ya, konuşmanı duyanlar ya sonsuz nezleye yakalandığını ya da gırtlağında bir kurbağa bulunduğunu sanacaklar!..
ŞABYELSKİ: İstiyorsun ki dolandıncılarla, alçaklarla sarmaş dolaş olup öpüşeyim, öyle mi?
LEBEDEV: Kimmiş bu dolandırıcılar, alçaklar?..
ŞABYELSKİ: Elbette sözüm buradakilere değil, fakat…
LEBEDEV: Al sana bir fakat… Dostum, bütün bunlar numara!..
ŞABYELSKİ: Numara mı? İyi, demek ki herhangi bir dünya görüşün yok senin.
LEBEDEV: “Dünya görüşü” mü dedin? Oturuyorum ve her an gebermeyi bekliyorum, işte benim dünya görüşüm… Kardeş, dünya görüşleri üzerine kafa yormaya zamanımız yok bizim. İşte böyle… (Bağırır) Gavrila!
ŞABYELSKİ: Gavrila, Gavrila diye bağıra bağıra şimdiden yeterince gavrilalaşmışsın… Bak, burnun domatese dönmüş!
LEBEDEV (içer) : Boşver ruhum, yeniden evlenecek değilim ya…
ZİNAİDA SAVİŞNA: Doktor Livov çoktandır uğramıyor. Bizi büsbütün unuttu.
SAŞA: Hiç hoşuma gitmiyor o adam. Ayaklı şeref. Olağanüstü şerefliliğini belli etmeden ne bir bardak su isteyebilir, ne de bir sigara tüttürebilir.. Sanki alnında “Ben şerefli bir insanım” sözleri yazılı. Canımı sıkıyor.
ŞABYELSKİ: Dar kafalı, sığ bir hekim. (Öykünür) “Şerefli emek yolu!” Her adım başında papağan gibi bunu söyleyip duruyor. Kendini gerçekten de ikinci Dobrolyubov* sanıyor. Kim papağan gibi ötmüyorsa, o bir alçaktır. Şaşılacak derinlikte görüşler… Ona kalırsa, durumu iyi olan, insanca yaşayabilen bir köylü ancak bir alçak ve bir toprak ağasıdır. Eğer ben kadife ceket giyiyorsam, beni uşağım giydiriyorsa, ben bir alçak ve derebeyiyim. Öyle şerefli, öyle şerefli bir adam ki, neredeyse şereften çatlayacak. Ödüm kopuyor… Her an ödev duygusuyla harekete geçerek suratımı yumruklayabilir, ya da alçak diye bağırabilir yüzüme…
İVANOV: Beni pek çok üzüyor ama, yine de hoşlanıyorum ondan. Pek çok içten yanları var.
ŞABYELSKİ: Sevsinler içtenliğini! Dün akşam yaklaşıp, dosdoğru yüzüme, “Kont, sizden hiç hoşlanmıyorum,” demez mi! Pek çok teşekkürler!.. Üstelik aklına o anda gelen bir şey de
* Genç yaşta ölen ünlü bir 19. yüzyıl Rus edebiyat eleştirmeni, devrimci demokrat düşünür. (Çev.)
değil bu, sinirlilikle bir anda söyleniveren bir şey de değil. Tasarlayarak yapıyor, sesi titriyor, gözleri alev alev parlıyor, dizleri ve dirsekleri sapır sapır şapırdıyor… Şeytan alsın böyle taş kafalı içtenliği! Onun hoşuna gitmeyişime, iğrenç biri oluşuma peki, bir şey dediğim yok… Bunları ben de biliyorum… fakat yüzüme söyleyivermek de nesi? Ne olursa olsun, yaşlı bir adamım ben, saçları ağarmış bir adamım… Boş, katı yürekli bir içtenlik!
LEBEDEV: Hadi, hadi, hadi!.. Sen de gençtin. Anlaman gerekir.
ŞABYELSKİ: Evet, bir zamanlar genç ve ahmaktım ben de! Çatski * rolünü oynuyor, alçakların ve dolandırıcıların suratlarındaki maskeleri indiriyordum. Fakat ömrüm boyunca hiçbir zaman, hırsıza “sen hırsızsın” demedim, kendini asmışın evinde ipten söz etmedim. Ben terbiyeliydim. Fakat şu bizim genç hekim yok mu, eğer yüksek ilkeler ve insanlık ülküleri adına, herkesin ortasında, suratımı yumruklama fırsatı geçirseydi eline, sevinçten kendini göğün yedinci katında hissederdi…
LEBEDEV: Gençler hep böyle azgın olur. Benim Hegelci bir amcam vardı… Şimdi burada olduğu gibi bazen evi konuklarla doldurur, içer, sonra da sandalyenin üstüne çıktığı gibi başlardı: “Sizler, karacahillersiniz! Sizler gericisiniz! Yeni yaşamın şafağı!..” Vs. vs. vs… Artık, azarlar da azarlardı…
SAŞA: Peki, konuklar ne yapardı?
L-EBEDEV: Hiç… Dinleyip içerlerdi. Bir keresinde onu düelloya çağırdım! Öz amcamı… Her şey Bacon yüzünden patlak vermişti… İyice anımsamıyorum ya, aklımda kaldığına göre, ben şimdi Matyev’in oturduğu yerde oturuyordum, amcamsa, rahmetli Gerasim Niliç’le birlikte işte şurada, aşağı yukarı Nikolas’ın bulunduğu yerde duruyordu… İşte azizim, bu Gerasim Niliç dedi ki…
(Borkin girer.)
* Griboyedov’un Akıllılığın Belası adlı ünlü oyununun kahramanı. (Çev.)
VI
ÖNCEKİLER, BORKİN
(Şık giyimli, elinde bir paket, sıçrayarak ve bir şarkı mırıldanarak sağdaki kapıdan girer. Hoşgeldin uğultusu.)
GENÇ KIZLAR: Mihail Mihayloviç!
LEBEDEV: Mişel Mişeliç! Ta kendisi!
ŞABYELSKİ: Topluluğun gözbebeği!
BORKİN: İşte ben de geldim! (Saşa’ya koşar) Soylu Sinyorina, sizin gibi olağanüstü bir çiçeğin doğumu nedeniyle bütün evreni kutlamaya cesaret ediyorum… Coşkunluğumun bir belgesi olarak, kendi ellerimle yaptığım şu donanma fişeklerini ve patlangaçları sunmak cüretinde bulunuyorum. (Paketi verir) Sizin güzelliğiniz karanlık evrene nasıl ışık saçıyorsa, bunlar da geceyi tıpkı öyle aydınlatacaklar. (Teatral bir biçimde eğilir.)
SAŞA: Teşekkür ederim.
LEBEDEV (kahkahayla, İvanov’a): Niçin kovmuyorsun bu Yehuda’yı?
BORKİN: (Lebedev’e): Pavel Kirilliç’e saygılar! (İvanov’a) Patrona da… (Şarkı söyler) “Şu bizim Nicolas, la, la, la…” (Herkesi dolaşır) Değerli Zinaida Savişna’ya da, tanrısal Marfa Yegorovna’ya da, çok saygı değer Avdotya Nazarovna’ya da… Sayın Kont’a da…
ŞABYELSKİ (kahkahayla): Topluluğun gözbebeği… Girer girmez değiştirdi havayı, seziyor musunuz?
BORKİN: Of, yoruldum… Sanırım herkesle selamlaştık. Baylar, ne var ne yok? Yeni bir şeylerin kokusunu almıyor musunuz? (Canlı, Zinaida Savişna’ya) Ah, bakınız… (Gavrila’ya) Gavrila, bana bektaşiüzümü, reçelsiz bir çay getir! (Zinaida Savişna’ya)… Gelirken dere boyunda sizin söğüt fundalığından ağaç kabukları koparan köylüler gördüm. Söğüt fundalığını niçin kiraya vermiyorsunuz?
LEBEDEV (İvanov’a) : Niçin kovmuyorsun bu Yehuda’yı?
ZİNAİDA SAVİŞNA (ürkmüş): Evet, çok doğru… Hiç de aklıma gelmemişti…
BORKİN (kollarıyla beden eğitimi hareketleri yapar) : Hareketsiz duramam… Anacığım, aklınıza ilgi çekici bir oyun gelmiyor mu? Marfa Yegorovna, çok canlıyım… Çok canlıyım… (Şarkı söyler) “İşte yeniden senin karşında…”
ZİNAİDA SAVİŞNA : Bir oyun düzenlesenize, herkes sıkıntıdan patlıyor.
BORKİN: Baylar, nedir bu bitkinliğiniz? Ağır ceza kurulu üyeleri gibi kurulmuşsunuz!.. Haydi, bir şeyler oynayalım! Ne istersiniz? Fıkra anlatma, elimsende, dans, donanma fişeği?
GENÇ KIZLAR (el çırparlar) : Donanma fişeği, donanma fişeği (Bahçeye koşarlar.)
SAŞA (İvanov’a): Niçin böyle solgunsunuz bugün?..
İVANOV: Başım ağrıyor Şuroçka, sıkılıyorum da.
SAŞA: Haydi konuk odasına gidelim. (Sağdaki kapıdan çıkarlar.)
(Zinaida Savişna ve Lebedev dışında herkes bahçeye çıkar.)
VII
ZİNAİDA SAVİŞNA, LEBEDEV
ZİNAİDA SAVİŞNA: Genç adam diye buna derim işte, bir dakika içinde herkesi neşelendirdi. (Büyük lambayı kısar.) Onlar bahçedeyken mumlar boşuna yanmasın. (Mumları söndürür.)
LEBEDEV (Zinaida Savişna’nın arkasından gider) : Ziyuziyuşka, konuklara yiyecek bir şeyler verseydin…
ZİNAİDA SAVİŞNA: Ne kadar da çok mum var… Paralı olduğumuzu düşünmeleri boşuna değil. (Söndürür.)
LEBEDEV (arkasından): Ziyuziyuşka, konuklara yiyecek bir şeyler verseydin… Gençlerin karınları acıkmıştır… Zavallılar… Ziyuziyuşka…
ZİNAİDA SAVİŞNA: Kont bardağını bitirmeden bırakmış. Şeker boşu boşuna harcandı. (Soldaki kapıdan çıkar.)
LEBEDEV: Tuuu!.. (Bahçeye çıkar.)
VIII
İVANOV, SAŞA
SAŞA (İvanov’la sağdaki kapıdan girerken) : Herkes bahçeye çıkmış.
İVANOV: İşte böyle Şuroçka. Bir zamanlar çok çalışır, çok düşünürdüm, ama yorgunluk duymazdım. Şimdiyse ne yaptığım bir iş var, ne de üzerinde kafa yorduğum bir sorun, ama vücudum ve ruhum o kadar yorgun ki… Vicdanım gece gündüz sızlıyor, derinden derine suçlu olduğumu sezinliyorum, ama suçum nedir, bilmiyorum bunu. Üstelik bir de karımın hastalığı, parasızlık, tükenmek bilmez hırgür, dedikodular, Borkin budalası… Evimden öyle bıktım ki artık, işkenceden daha beter geliyor orada yaşamak. Şuroçka, içtenlikle söylüyorum; beni seven bir kadınla birlikte yaşamak bile dayanılmaz bir şey olup çıktı. Sözümona eğlenmek için geldim ya, işte burada da sıkılıyorum, eve dönmek istiyorum. İzin verin, sessizce çıkıp gideyim.
SAŞA: Sizi anlıyorum Nikolay Alekseyeviç. Sizin mutsuzluğunuz böyle yalnız oluşunuzdan geliyor. Sizi seven, anlayan biriyle birlikte olmalıydınız. Sizi sadece aşk kurtarabilir.
İVANOV: Şuroçka, daha neler! Ben, kart horoz, yeni bir aşk serüvenine gireceğim öyle mi? Bir bu eksikti! Tanrı korusun! Bak, akıllı kızım, sorun aşk filan değil. Bütün içtenliğimle söylüyorum sana: Her şeye, her şeye dayanabilirim; tasaya, ruh düşkünlüğüne, iflasa, karımı yitirmeye, yalnızlığa; fakat kendi kendimle alay edişime dayanamıyorum. Benim gibi sağlığı yerinde, güçlü bir adamın, Hamlet’e, Manfred’e ya da ne bileyim, gereksiz kişilerden herhangi birine benzediğini düşünmek utançtan öldürüyor beni. Hamlet’e benzetilmekten hoşlanacak zavallılar çıkabilir belki, ama benim için yüzkarası bu. Onurum kırılıyor, utançtan eziliyorum, acı çekiyorum.
SAŞA (gözyaşları içinde) : Nikolay Alekseyeviç, Amerika’ya kaçalım mı?
İVANOV: Benim kapıya kadar yürümeye gücüm yok, siz Amerika’dan söz ediyorsunuz. (Bahçeye açılan kapıya doğru yü-
rürler) Şuroçka, sizin burada yaşamanız gerçekten de çok güç. Çevrenizdeki insanlara bakınca korkuyorum doğrusu. Kiminle evlenebilirsiniz ki? Buradan geçecek bir üsteğmenin, ya da bir üniversitelinin sizi kapıp götürmesini beklemek… Tek ümit bu.
(Zinaida Savişna soldaki kapıdan elinde bir reçel kavanozuyla çıkar.)
IX
İVANOV, ZİNAİDA SAVİŞNA
İVANOV (duraklar) : Özür dilerim Şuroçka, annenizle bir şey görüşmek istiyorum, size yetişirim.
(Saşa bahçeye çıkar.)
İVANOV: Sizden bir şey dileyeceğim Zinaida Savişna…
ZİNAİDA SAVİŞNA : Buyurun Nikolay Alekseyeviç?
İVANOV (duralar) : Sorun, anlıyorsunuz ya, şu ki… öbür gün benim borç senetlerinin ödeme süresi gelmiş oluyor. Eğer bu süreyi ertelerseniz, ya da faizi artırırsanız, minnettar olacağım. Şu sıralar hiç param yok…
ZİNAİDA SAVİŞNA (ürkmüş) : Fakat, olur mu böyle şey Nikolay Alekseyeviç? Sözleşmeye uyar mı bu? Ne olur, sözünü etmeyin böyle şeylerin, zavallı bir kadını üzmeyin…
İVANOV: Özür dilerim, özür dilerim… (Bahçeye çıkar.)
ZİNAİDA SAVİŞNA: Anacığım, yüreğim ağzıma, geldi!.. Bütün vücudum titriyor… (Sağdaki kapıdan çıkar.)
X
KOSİH
KOSİH (sol kapıdan girerek sahne boyunca yürür) : Elimde karodan bey, papaz, kız, bacak ve aşağı sekiz kâğıt, maça beyi, bir de, bir tanecik de kupa var. O ise, Tanrı iyiliğini versin, şleme bile gidemedi!..
(Sağ kapıdan çıkar.)
XI
AVDOTYA NAZAROVNA, BİRİNCİ KONUK
AVDOTYA NAZAROVNA (Birinci Konukla birlikte bahçeden gelirler): Öyle bir paralardım ki şu cimri karının suratını… Şaka mı canım, saat beşten beri buradayım, bayatlamış bir parça ringa balığı bile çıkarmadı!.. Eve bak!.. Aileye bak!..
BİRİNCİ KONUK: Canım o kadar sıkılıyor ki, koşup şu duvara başımla toslayabilirim! Amma da insanlar!.. Can sıkıntısından ve açlıktan nerdeyse kurt gibi uluyup karşıma çıkanı kemirmeye başlayacağım…
AVDOTYA NAZAROVNA: Öyle bir paralardım ki şu cimri karının suratını…
BİRİNCİ KONUK: Azıcık kafayı çekip tüyeceğim! Senin bulacağın nişanlıyı mişanlıyı da istemem! Eğer öğle yemeğinden bu yana bir kadehçik bile yuvarlamadıysa, şeytanın bile aklına aşk gelmez..
AVDOTYA NAZAROVNA: Gidip arayalım, ha?
BİRİNCİ KONUK: Şşş!.. Yavaş! Yemek salonunun büfesinde bir Hollanda cini var sanıyorum. Yegoruşka’yı enselemeli. Şşşş…
(Soldaki kapıdan çıkarlar.)
XII
ANNA PETROVNA, LİVOV
(Sağdaki kapıdan girerler.)
ANNA PETROVNA: Yok canım, sevinecekler bizi görünce. Kimseler yokmuş. Öyleyse bahçede olacaklar.
LİVOV: Peki, neden beni bu akbabalara getirdiğinizi söyler misiniz? Burada size ve bana yer yok! Şerefli insanlar buradaki havayı soluyamaz..
ANNA PETROVNA : Bakın, bay Şerefli! Bir bayana yol arkadaşlığı eden bir erkeğin boyuna kendi şerefliliğinden söz edip durması doğru bir şey değil! Belki bu da bir şerefliliktir ama, en azından can sıkıcıdır… Erdemlerinizden hiçbir za-
man söz etmeyin bayanlara. Bırakın onlar anlasınlar bunu. Nikolay sizin yaşınızdayken bayan topluluklarında yalnız şarkı söyler, fıkra anlatırdı; ama yine de onun nasıl erdemli bir adam olduğunu herkes bilirdi.
LİVOV: Ah, hiç söz etmeyin bana Nikolay’ınızdan. Onun ne adam olduğunu pek iyi biliyorum ben.
ANNA PETROVNA : Çok iyi bir insansınız siz, ama bir şey bildiğiniz yok. Haydi, bahçeye çıkalım. O, hiçbir zaman şöyle konuşmazdı: “Ben şerefliyim! Bu hava beni sıkıyor! Akbabalar! Baykuş yuvası! Timsahlar!” Yabani hayvanlarla alıp vereceği bir şey yoktu onun. Öfkelendiği zamanlarsa yalnız şu sözleri işitebilirdiniz: “Ah, bu gün ne kadar insafsızım!” ya da “Anyuta, bu adam çok üzüyor beni!” O böyleydi işte. Ya siz…
(Çıkarlar.)
XIII
AVDOTYA NAZAROVNA, BİRİNCİ KONUK
BİRİNCİ KONUK (soldaki kapıdan girerken) : Yemek salonunda da yok, kilerde bir yerlerde olmalı! Yegoruşka’yı ele geçirebilseydik… Konuk salonundan geçelim.
AVDOTYA NAZAROVNA : Öyle bir paraladım ki suratını!..
(Sağ kapıdan çıkarlar.)
XIV
BABAKİNA, BORKİN, ŞABYELSKİ
(Babakina ve Borkin gülerek bahçeden koşup gelirler. Onların arkasından kısa adımlarla, ellerini ovuşturarak ve gülerek Şabyelski girer.)
BABAKİNA : Ne kadar can sıkıcı! (Kahkahayla) Ne kadar can sıkıcı! Baston yutmuş gibi dolaşıp, baston yutmuş gibi oturuyorlar! Sıkıntıdan kemiklerim dondu. (Sıçrar.) Canlanmalı!..
(Borkin, Babakina’yı belinden, tutar, yanağından öper.)
ŞABYELSKİ (kahkahayla güler, parmaklarını şıkırdatır) : Canı cehenneme! İnceldiği yerden kopsun…
BABAKİNA: Çekin elinizi, çekin, utanmaz adam! Şu Kont da Tanrı bilir ne düşünüyor yine! Bırakın beni, çekin elinizi!..
BORKİN: Ruhumun meleği, yüreğimin şir pençesi… (Öper.) Bana iki bin üç yüz ruble borç versenize!..
BABAKİNA: Ha-ha-hayır… Her şeye evet… fakat paraya gelince… çok teşekkür ederim… Hayır, hayır, hayır!.. Ah, fakat ellerinizi çekin!..
ŞABYELSKİ (kısa adımlarla çevrede dolaşır) : Tontoncuğum… Kimselerde olmayan başka bir tadı var…
BORKİN: Yeter! Artık işimizden söz edelim. Hemen meseleye giriyorum, tüccarca: Soruma dosdoğru, kaçamaksız karşılık verin. Evet ya da hayır. Dinleyin (Kont’u gösterir) Ona para gerekli, yılda en az üç bin ruble.. Size de koca. Kontes olmak ister misiniz?
ŞABYELSKİ (kahkahayla) : Arsızlığın bu kadarına pes!
BORKİN: Kontes olmak ister misiniz? Evet ya da hayır…
BABAKİNA (heyecanlı) : Fakat, doğrusunu söylemek gerekirse, oldu bittiye getiriyorsunuz Mişa… Böyle şeyler birdenbire yapılmaz ki canım… Eğer Kont istiyorsa, bunu kendisi de yapabilirdi… ne bileyim… böyle birdenbire… ansızın…
BORKİN: Durun, durun, işi karıştırmayın! Tüccarca… Evet mi, hayır mı?..
ŞABYELSKİ (gülerek ellerini ovuşturur): Gerçekten de, yapmalı mı bu alçaklığı? Ha? Tontoncuk… (Babakina’nın yanağını öper.) Tatlı… Badem…
BABAKİNA: Durun, durun, elim ayağım dolaştı… Gidin! Hayır, gitmeyin!..
BORKİN: Çabuk olun! Evet mi, hayır mı?.. Zamanımız yok…
BABAKİNA: Biliyor musunuz ne diyeceğim; bir iki günlüğüne bana gelsenize Kont… Bizim oradaki eğlenceler buradakilere benzemez… Hemen yarın gelin… (Borkin’e) Hayır, hayır, şaka ediyorsunuz!..
BORKİN (ciddi): Şakanın sırası mı şimdi!
BABAKİNA: Durun, durun… Ah, fenalaşıyorum! Çok fenayım!.. Kontes… Fenalık geliyor… Bayılıyorum…
(Borkin ve Kont gülerek Babakina’nın koluna girer-
ler, yanaklarından öperek hep birlikte sağdaki kapıdan çıkarlar.)
XV
İVANOV, SAŞA
(İvanov ve Saşa koşarak bahçeden gelirler.)
İVANOV (umutsuz, başını ellerinin arasına alır) : Olamaz! Hayır, hayır! Şuroçka!.. Ah, hayır!..
SAŞA (coşkun) : Sizi çılgın gibi seviyorum. Hayatımın siz olmadan hiçbir anlamı yok! Sizin dışınızda mutluluktan ve sevinçten söz edilemez! Siz benim her şeyimsiniz!..
İVANOV: Niçin? Niçin? Tanrım, hiçbir şey anlamıyorum… Şuroçka, olamaz bu!..
SAŞA: Çocukluğumdan beri benim tek sevinç kaynağımdınız. O zamanlar beğeniyordum sizi, şimdi de âşığım… Nikolay Alekseyeviç… Değil dünyanın öbür ucuna, isterseniz mezara bile gidebilirim sizinle… Fakat haydi artık, boğuluyorum…
İVANOV (mutluluk gülüşleri): Ne oluyor? Yeniden yaşamaya mı başlıyorum? Ha, Şuroçka?.. Mutluluğum!.. (Saşa’yı kendine çeker.) Gençliğim, tazeliğim!..
XVI
ÖNCEKİLER, ANNA PETROVNA
(Anna Petrovna bahçe kapısından girer, kocasıyla Saşa’yı görünce donakalır.)
İVANOV : Yeniden yaşamaya mı başlıyorum yoksa? Yeniden insanlığa mı dönüyorum?
(Öpüşürler. Sonra Anna Petrovna’yı görürler.)
İVANOV (dehşet içinde): Sarra!
PERDE
ÜÇÜNCÜ PERDE
İvanov’un çalışma odası. Yazı masasının üzerinde düzensiz olarak kâğıtlar, kitaplar, resmi zarflar, biblolar, tabancalar; kâğıtların yakınında lamba, su dolu bir sürahi, bir tabak ringa balığı, ekmek parçaları ve salatalıklar. Duvarlarda yöresel haritalar, tablolar, tüfekler, tabancalar, oraklar, kamçılar, vb. Öğle zamanı.
I
ŞABYELSKİ, LEBEDEV, BORKİN, PİYOTR
(Şabyelski ve Lebedev yazı masasının iki yanında oturmaktalar. Borkin sahne ortasındaki bir sandalyede ata biner gibi oturmaktadır. Piyotr kapıda.)
LEBEDEV: Fransızlar’ın savaş politikası açık ve belirli… Adamlar ne istediklerini biliyorlar. Sosisçilerin barsaklarını deşmek onlara yetecek. Almanya’da ise havalar çok başka. Fransızlar’ın dışında daha birçok dertleri var.
ŞABYELSKİ: Saçma! Bence Almanlar da ödlek Fransızlar da… Yalnızca nanik yapıyorlar birbirlerine. İnan ki iş nanikle kalacak. Savaş mavaş olmayacak..
BORKİN: Zaten, savaşmanın hiç gereği yok bana sorarsanız. Nedir bütün bu silahlanmalar, ulusal savunma bütçeleri filan? Ben olsam ne yapardım biliyor musunuz? Ülkedeki bütün köpeklere kuduz mikrobu aşılar, sonra da hepsini düşman ülkesine salıverirdim. Bütün düşmanlar bir aya kalmaz kudururlardı…
LEBEDEV (güler) : Kafa küçük ama, düşünceler okyanusta balık gibi kaynıyor.
ŞABYELSKİ: Virtüöz!
LEBEDEV: Tanrı iyiliğini versin, adamı güldürüyorsun Mişel Mişeliç. (Ciddileşir.) Baylar, votkanın sözünü eden yok! “Repetatur.” (ÜÇ kadeh doldurur.) Sağlığınıza!.. (İçerler, meze alırlar.) Azizim, şu ringa balığının üstüne meze yok.
ŞABYELSKİ: Haydi canım, salatalık daha iyidir… Bilginler dünya kurulalı beri kafa patlatıyorlarmış ama, meze olarak tuzlu salatalıktan iyisini bulamıyorlarmış. (Piyotr’a) Piyotr, haydi biraz daha salatalık getir, mutfaktakilere de söyle, dört tane soğanlı börek kızartsınlar. Börekler iyice kızarsın. ha…
(Piyotr çıkar.)
II
PİYOTR DIŞINDAKİLER
LEBEDEV: Votka havyarla da iyi gidiyor… Ama yolunu yöntemini bilmeli… Dört tane kara havyarla iki baş yeşil soğanı zeytinyağında karıştıracaksın… Üstüne de limonu sıktın mı, yeme de yanında yat… Kokusu bile adamın başını döndürür.
BORKİN : Votkayla, kızarmış sazan balığı da iyi gidiyor. Fakat kızartmasını bilmeli. Önce temizleyeceksin, sonra dövülmüş peksimete bulayacaksın, sonra da kuruyuncaya kadar öyle kızartacaksın ki dişlerde kıtırdasın: kıtır.. kıtır.. kıtır..
ŞABLEYSKİ: Dün Babakina’da enfes bir beyaz mantar vardı.
LEBEDEV: Nefis!
ŞABYELSKİ: Fakat özel bir yöntemle hazırlanmış. Soğan, defne yaprağı, ve her çeşit baharat… Düşünebiliyor musunuz…
Tencerenin kapağını açtığınızda bir buhar, bir koku… İnsan heyecanlanıyor…
LEBEDEV: Öyleyse, “Repetatur!” (İçerler.) Sağlığınıza!.. (Saate bakar.) Nikolay’ı daha fazla bekleyemeyeceğim anlaşılıyor. Gitme zamanı geldi. Biz evde mantar yüzü görmedik daha, sen Babakina’da mantar yiyorsun. Söyler misin, ne şeytanlık var aklında, ne diye böyle sık sık gidiyorsun Marfutka’ya?
ŞABYELSKİ (başıyla Borkin’i gösterir) : İşte bu, beni Marfutka’yla evlendirmek istiyor.
LEBEDEV: Ne? Peki, sen kaç yaşındasın?
ŞABYELSKİ: Altmış iki.
LEBEDEV: Tam çağın. Marfutka da tam sana göre bir eş.
BORKİN: İş Marfutka’da değil, Marfutka’nın sterlinglerinde..
LEBEDEV : Demek ki Marfutka’dan para koparacaksınız, öyle mi? Öyleyse çıkmaz ayın son çarşambasında kavağa çıkacak olan balığı da elde etmek istersiniz, değil mi?
BORKİN: El oğlu evlenip ceplerini doldurduğunda görürsünüz çıkmaz ayın son çarşambasında kavağa çıkacak olan balığı. O zaman dudaklarınızı yalarsınız…
ŞABYELSKİ : İşte, gördüğün gibi iş bu kadar ciddi. Dediklerini yaparsam dünya evine gireceğime bu büyük adam kesin olarak inanıyor…
BORKİN: Ne demek istiyorsunuz? Yoksa siz kesin olarak inanmıyor musunuz?
ŞABYELSKİ: Oğlum, sen aklını mı oynattın? Nasıl kesin olarak inanılır böyle bir şeye? Hadi canım…
BORKİN: Pek çok teşekkürler… Pek çok teşekkürler!.. Yani benimle alay mı ediyorsunuz siz? Bir evleneceğim, bir evlenmeyeceğim, şeytan bilir hangisi!.. Ben şeref sözü veriyorum ve siz evlenmiyorsunuz, öyle mi?..
ŞABYELSKİ (omuz silker) : Adam ciddi.. Şaşılacak şey!..
BORKİN (öfkelenir): Öyleyse ne diye telaşa verdiniz şerefli bir kadını? Zavallı, Konteslik sevdasıyla aklını oynattı, gözüne uyku girmez oldu, yemekten içmekten kesildi… İş buraya vardıktan sonra ciddiyetten ayrılmak şerefli bir insana yakışmaz!..
ŞABYELSKİ (parmaklarını çıtlatır) : Yahu, gerçekten de, evlenmeli mi? Yapmalı mı bu alçaklığı? Ha? Yapacağım! Şeref sözü… Varsın her şey iyice rezilleşsin!..
(Livov girer.)
III
ÖNCEKİLER, LİVOV
LEBEDEV : Lokman Hekime naçiz saygılar… (Elini Livov’a uzatır, şarkı söyler) “Doktor, anacığım, kurtarın beni; ölüm korkusundan nerdeyse öleceğim.”
LİVOV: Nikolay Alekseyeviç gelmedi mi daha?
LEBEDEV: Evet, gelmedi daha. Ben de onu bekliyorum bir saattir.
(Livov sabırsızlıkla sahneyi adımlar.)
LEBEDEV: Dostum, Anna Petrovna’nın sağlığı nasıl, ha?
LİVOV: Berbat.
LEBEDEV (içini çeker) : Saygılarımı sunmak üzere yanına gidebilir miyim acaba?
LİVOV: Hayır, lütfen. Uyuyor.
(Sessizlik)
LEBEDEV: Ne kadar cana yakın, ne kadar tatlı bir insan… (İçini çeker.) Şuroçka’nın doğum günü eğlentisinde düşüp bayıldığı zaman yüzüne bakmıştım da daha o zaman anlamıştım zavallının yaşayacak pek az günü kaldığını. O gün neden bayılmıştı acaba, anlayamıyorum? Gürültüye koştuğumda kadıncağız solgun bir yüzle döşemede yatıyordu. Nikolay hemen onun yanı başına diz çökmüştü. Şuroçka da gözyaşları içindeydi. Olaydan sonra ben de, Şuroçka da bir hafta kendimizi toparlayamadık…
ŞABYELSKİ (Livov’a) : Söyler misiniz pek sayın bilim dervişi, genç doktorların göğüs hastalığına tutulmuş bayanlara yaptıkları özel ziyaretlerin yararlı olduğunu acaba hangi bilgin keşfetti? Doğrusu, büyük bir buluş! Acaba Allopathy’ye mi giriyor bu, yoksa homoeopathy’ye mi?
(Livov önce yanıtlamak ister, fakat bir horgörü davranışıyla yetinip, çıkar.)
IV
LİVOV DIŞINDAKİLER
ŞABYELSKİ: Ne kahredici bir bakıştı!..
LEBEDEV : Ne diye tutmuyorsun dilini? Niçin kırdın çocuğu?
ŞABYELSKİ (sinirli): O da niçin yalan söylüyor? Veremmiş… ümit yokmuş.. ölecekmiş.. Yalan söylüyor! Ben de dayanamıyorum!
LEBEDEV: Peki, yalan söylediğini nereden çıkarıyorsun?
ŞABYELSKİ (kalkıp yürür) : Sapasağlam bir insanın durup dururken ansızın ölebileceğini düşünmek istemiyorum. Bırakalım bu konuşmayı.
V
ÖNCEKİLER, KOSİH
KOSİH (soluk soluğa girer) : Evde mi Nikolay Alekseyeviç? Merhabalar! (Hızla herkesin elini sıkar) Ha, evde mi?
BORKİN: Evde değil.
KOSİH (oturur ve yine fırlayıp kalkar) : Öyleyse, hoşça kalın (Bir kadeh votka içer, hızla bir şeyler atıştırır) Gitmeliyim… İşler… Bittim. Güçlükle ayakta duruyorum…
LEBEDEV: Hangi rüzgâr attı seni? Nerden?
KOSİH: Barabanovlar’daydım. Bütün gece vint oynadık, az önce bitti. Son meteliğime kadar ütüldüm!.. Şu Barabanov tıpkı bir arabacı gibi oynuyor! (Ağlamaklı) Bakın şimdi; kupayı hep elimde tutuyorum… (Borkin’e döner, Borkin uzaklaşır.) O karoyu geliyor, ben yeniden kupayı, o karoyu… ve oyunu alamıyorum…… (Lebedev’e) Dört sinek oynuyoruz. Beyle kız bende. Altılı da elimde. Maçanın beyi, onlusu, üçlüsü…
LEBEDEV: İsa aşkına beni bırak!
KOSİH (Kont’a) : Anlıyorsunuz ya, sinekten bey, kız, altılı, maçadan bey, onlu, üçlü…
ŞABYELSKİ (Kosih’i iter) : Hayır, dinlemek istemiyorum!
KOSİH: Ve şanssızlığa bakın; maça beyi ilk elde kesiliyor…
ŞABYELSKİ (masadan bir tabanca alır): Rahat bırakın beni, yoksa ateş ederim!..
KOSİH (elini sallar): Allah allah… Konuşacak kimse yok mu yahu? Avusturalya’da mı yaşıyoruz canım… Ne birlik var, ne de ortak bir ilgi. Herkes kendi başına yaşıyor… Neyse, gitmeliyim, zamanıdır. (Kasketini alır.) Zaman çok değerli!.. (Lebedev’in elini sıkar.) Pas!
(Gülmeler)
(Kosih çıkarken kapıda Avdotya Nazarovna’yla çarpışır.)
VI
ÖNCEKİLER, AVDOTYA NAZAROVNA
AVDOTYA NAZAROVNA (bir çığlık atar) : Gözün kör olsun! Yuvarlanıyordum az daha!
HEPSİ BİRDEN: Avdotya Nazarovna!..
AVDOTYA NAZAROVNA : Ben ev ev dolaşıp onları arıyorum, onlar da burada oturmuş kafayı tütsülüyorlar. Nasılsınız şahinlerim? Afiyet olsun! (El sıkışır.)
LEBEDEV: Hayrola?
AVDOTYA NAZAROVNA : Hayırdır anacığım, hayırdır!.. (Kont’a) Kont’um, sizinle ilgili. (Selamlar.) Sizi selamlamak ve sağlığınızı sormakla görevliyim. Eğer bu akşam da gelmezseniz bebeciğimin gözleri ağlamaktan kör olacakmış. Onu bir kıyıcığa çek, kulacığına fısılda bunları dedi. Ama ne diye gizli kapaklı söyleyecek mişim sanki? Yabancı mı var aramızda? Herkes bizden. Sonra, tavuk hırsızlığı yapmıyoruz ki cancağızım, iki tarafın da gönlü olan bir aşk evliliğinden söz ediyoruz… Ben, koca günahkâr, hiç de içmem bu mereti ya, bu mutlu olayın şerefine içeceğim…
LEBEDEV: Ben de içeceğim. (Doldurur.) Hiç eskimiyorsun ihtiyar sığırcık kuşu. Benim bildiğim, otuz yıllık kocakarısın…
AVDOTYA NAZAROVNA: Doğrusunu söylemek gerekirse, ben
de şaşırdım yılların sayısını… İki koca kefenledim, üçüncüye de varırdım varmasına ya, drahomasız almıyorlar… Sekiz çocuğum vardı… (Kadehi kaldırır). İyi başladık, inşallah başladığımız gibi de bitiririz! Örnek karı koca olurlar, biz de onlara bakıp seviniriz. Öğüt veririz, mutluluk dileriz. (İçer.) Amma da sertmiş ha..
ŞABYELSKİ (kahkahalarla, Lebedev’e) : İşin tuhafı, anlıyor musun, sanıyorlar ki ben… Şaşılacak şey! (Kalkar.) Yapmalı mı bu alçaklığı yoksa? İnadına… Ha? Sürtsün burnunu ihtiyar köpek! Paşa, ne dersin? Ha?
LEBEDEV: Boşuna saçmalıyorsun Kont. Bizim işimiz artık ölümümüzü beklemeye kaldı kardeş. Marfutka’nın da, sterlinglerinin de çoktan zamanı geçti.
ŞABYELSKİ: Hayır, hayır, yapacağım bu alçaklığı! Şerefim hakkı için yapacağım bu alçaklığı!
(İvanov ve Livov girerler.)
VII
ÖNCEKİLER, İVANOV, LİVOV
LİVOV: Bana sadece beş dakika ayırmanızı rica ediyorum..
LEBEDEV: Nikolaşa! (İvanov’u karşılar, öper.) Nasılsın, sevgili dostum? Bir saattir seni bekliyorum.
AVDOTYA NAZAROVNA (selamlar) : Merhaba iki gözüm.
İVANOV (kızgın) : Çalışma odamı meyhaneye çevirmişsiniz yine!.. Bunu yapmamanızı bin kere rica ettim. (Masaya yaklaşır) İşte, kâğıtlara votka dökülmüş… ekmek kırıntıları… salatalıklar… Allah kahretsin!
LEBEDEV: Özür dilerim, Nikolaşa, özür dilerim… Bağışla… Seninle, sevgili dostum, çok önemli bir iş hakkında konuşmalıyım.
BORKİN: Ben de.
LİVOV: Nikolay Alekseyeviç, konuşabilir miyiz?
İVANOV (Lebedev’i gösterir): Önce onunla konuşalım, sizinle daha sonra konuşuruz… (Lebedev’e) Evet?
LEBEDEV: Baylar, konuşmamız özeldir, özür dilerim…
(Kont ve Avdotya Nazarovna birlikte çıkarlar, sonra Borkin, en sonra Livov çıkar.)
VIII
İVANOV, LEBEDEV
İVANOV: Paşa, sen istediğin kadar içebilirsin, hastalığın bu senin, fakat rica ederim dayıma içirme. Önceleri hiç içmezdi. İçki dokunuyor ona.
LEBEDEV (ürkek): Bilmiyordum anacığım, bilmiyordum… Aklıma bile gelmemişti…
İVANOV: Tanrı korusun, bu koca bebek ölürse, benim için kötü olacak, sizin için değil… Evet, ne istiyorsun?
(Sessizlik)
LEBEDEV: Görüyor musun, sevgili dostum… Utancımdan nasıl başlayacağımı bilemiyorum… Utanıyorum Nikolaşa, yüzüm kızarıyor, dilim dolaşıyor… fakat, ikigözüm, düşün ki ben bir emir kuluyum, kölenin, paçavranın biriyim… Bağışla beni…
İVANOV: Fakat, mesele nedir?
LEBEDEV: Karım gönderdi beni… Gözünü seveyim öde şunun faizlerini! İnanır mısın, başımın etini yiyor! Tanrı aşkına kurtar beni!..
İVANOV: Paşa, biliyorsun ki şu sıralar hiç param yok.
LEBEDEV: Biliyorum, biliyorum, bilmez olur muyum? Fakat ben ne yapabilirim ikigözüm? Beklemek istemiyor. Düşün ki, eğer senetleri protesto edip haciz koydurursa ben ve Şuroçka nasıl bakabiliriz senin yüzüne…
İVANOV: Paşa, ben de utanıyorum, yerin dibine geçiyorum… fakat… nereden para bulayım? Söyle, nereden? Tek çare, sonbaharı beklemek. O zaman buğdayları satınca elime para geçecek.
LEBEDEV (bağırır) : Beklemek istemiyor!
(Sessizlik)
İVANOV: Senin durumunun ne kadar kötü olduğunu anlamıyor değilim, fakat benimki daha da berbat. (Yürür, düşünür) Hiçbir kurtuluş çaresi gelmiyor aklıma… Satacak hiçbir şeyim yok…
LEBEDEV: Bir kere de Milbah’a uğrayıp sorsaydın; biliyorsun, sana,on altı bin ruble borcu var..
(İvanov elini umutsuzca sallar.)
LEBEDEV: Bak ne diyeceğim… Biliyorum, kızacaksın… fakat… kırma ihtiyar bir sarhoşu. Dostça bak yüzüme… bir dosta bakar gibi bak!.. Biz ikimiz de üniversitedeniz… Liberaliz… Ortak ilgilerimiz, ortak dertlerimiz var. İkimiz de Moskova Üniversitesi’nde okuduk… Alma Mater… (Cüzdanını çıkarır.) İşte, hiç kimsenin varlıklarını bilmediği paracıklarım burada yatıyor… Borç olarak kabul et… (Paraları çıkarıp masaya koyar.) Onuru monuru bırak şimdi, dostça bak yüzüme… Eğer ben senin yerinde olsaydım, alırdım bunları, şerefim hakkı için… (Sessizlik) İşte hepsi masada. Bin yüz ruble. Bugün ona uğrayıp kendin ver. De ki: “Buyurun paranızı sayın geveze Zinaida Savişna, kursağınızda kalsın!..” Fakat benden borç aldığını belli etmeyesin!.. Tanrı korusun!.. Yoksa Bayan Bektaşiüzümü canıma okur… (İvanov’a göz atar.) Peki, peki, kızma! (Paraları hızla masadan alır, kendi cebine koyar.) Kızma! Şakaydı… İsa aşkına bağışla beni! (Sessizlik) Çok mu kızdın?
(İvanov elini sallar.)
LEBEDEV: İşte böyle… (İçini çeker.) Senin acılı günlerin de bunlar. Kardeş, insan semavere benzer; her zaman serin serin raflarda durmaz, bazen de içine kömür koyarlar… İşe yaramadı bu benzetme, daha iyisini uydurmak da benim elimden gelmez… (İçini çeker.) Acı çekmek ruha dayanıklılık verir. Ben senin için kaygılanmıyorum. Nikolaşa, biliyorum, sen bu yıkımdan kurtulacaksın, her şey düzelecek, fakat kardeş, şu dedikoduculara çok canım sıkılıyor, onların söylediklerini duyunca kendimi hakarete uğramış sayıyorum… Gözünü seveyim, söyler misin nereden çıkıyor bu laflar? Eğer kasabada senin için söylenen laflara bakarsak, savcının ziyareti yakındır… Çünkü hem katilin, hem kan içicinin, hem de azılı soyguncunun birisin…
İVANOV: Bütün bu konuştuklarımız boş şeyler, başım ağrıyor benim.
LEBEDEV: Zaten her şey bu kadar çok düşünmen yüzünden böyle oldu.
İVANOV: Hiçbir şey düşündüğüm yok.
LEBEDEV: Nikolaşa, boşver her şeye, bize gel. Şuroçka senin dostluğundan hoşlanıyor, seni anlıyor, değerini biliyor. Niko-
laşa, o dürüst, iyi bir kızdır. Ne anasına, ne de babasına çekmiş. Kardeş, bazen bakıyorum da inanasım gelmiyor; benim gibi koca burunlu bir ayyaşta böyle bir hazine bulunsun ha, şaşılacak şey!.. Gel bize, onunla akıllı uslu şeyler üstüne söz et, eğlenirsin. O sağlam, içten bir insandır…
İVANOV: Paşa, iki gözüm, yalnız bırak beni.
LEBEDEV: Anlıyorum, anlıyorum… (Aceleyle saatine bakar.) Anlıyorum.. (İvanov’u öper.) Hoşça kal. Okulun açılış törenine yetişeceğim daha. (Kapıya yürür, duraklar.) Akıllı kızcığım… Dün onunla şu dedikodular üzerine konuşuyorduk… (Güler) Birdenbire, sanki bir özdeyiş söyler gibi, ne dedi biliyor musun; “Baba, ateş böceklerinin geceyi aydınlatmaları, gece kuşları kendilerini daha kolay görüp yesinler diyedir. İyi insanlar da dedikodulara ve kötü söylentilere yem olmak için parlarlar…” Nasıl? Harika, değil mi? George Sand!..
İVANOV: Paşa! (Lebedev’i durdurur.) Ne oluyor bana?
LEBEDEV: Doğrusunu söylemek gerekirse, ben de bunu sormak istiyordum sana, ama çekmiyordum. Sana ne olduğunu bilmiyorum kardeş! Bir yandan senin karşı karşıya kaldığın mutsuzlukları düşünürken, öte yandan senin ne yenilmez bir adam olduğun aklıma geliyor. Başka bir neden olmalı Nikolaşa, başka bir neden olmalı ikigözüm… Fakat nedir o, bir türlü anlayamıyorum!..
İVANOV: Bende anlayamıyorum. Bana öyle geliyor ki… fakat, hayır! (Sessizlik) Ne söylemek istiyordum biliyor musun: Semyon adında bir işçim vardı, tanırsın. Bir keresinde harman zamanı ne kadar güçlü olduğunu gösterip kızlara övünmek istedi, sırtına iki çuval çavdarı birden yüklendi. Ve çatladı. Az sonra da öldü. Bana öyle geliyor ki, ben de çatladım. Lise, üniversite, iş adamlığı, okullar, tasarılar… İnançlarım kimseninkilere benzemezdi, herkesten başka türlü evlendim. İkide bir öfkeleniyor, gözünü kırpmadan tehlikeye atılıyor, paramı sağa sola savuruyordum. Bunları sen de biliyorsun. Bütün kasabanın, en mutlu, en acı çeken adamı bendim. İşte bütün bu saydıklarım Paşa, benim çavdar çuvallarım oldular… Yüklendim ve belim kırıldı. Yirmisindeyken hepimiz kahramanızdır, ne olursa olsun gözümüzü kırpmadan her işe atılırız, otuzunda ise yorulur, hiçbir işe
yaramaz oluruz. Nasıl, nasıl açıklayabilirsin bu yorgunluğu sen? Fakat, git Paşa, Tanrı aşkına git, başını ağrıttım.
LEBEDEV (canlı) : Ne düşünüyorum biliyor musun; seni bu duruma çevren düşürdü!
İVANOV: Ahmakça ve eski bir görüş bu. Paşa, git!
LEBEDEV: Gerçekten de ahmakça, ahmakça olduğunu ben de anlıyorum şimdi. Gidiyorum… (Çıkar.)
IX
İVANOV
İVANOV (yalnız) : Kötü, zavallı, değersiz bir adamım ben. Bana ancak Paşa gibi zavallı, ayyaş, bitik biri, sevgi, saygı duyabilir. Tanrım, nasıl hor görüyorum kendimi! Nasıl derin bir tiksinti duyuyorum kendi sesimden, kendi adımlarımdan, kendi ellerimden, giysilerimden, düşüncelerimden. Fakat, ne kadar gülünç, ne kadar onur kırıcı! Daha bir yıl öncesine kadar sağlıklı, güçlü, dinç, çalışkan ve ateşli bir adamdım; İşte bu ellerimle çalışıyordum. Konuşmalarım en bilgisiz kişileri bile etkileyebiliyordu. Acı karşısında ağlayabiliyor, kötülüğe karşı öfkeyle başkaldırabiliyordum. Esinlenmek nedir biliyordum. Çalışma masasının arkasında iki şafak boyunca, ruhu şiirlerle eğlendirerek oturulan sessiz gecelerin çekiciliğini ve güzelliğini biliyordum. İnançlarım vardı. Öz anamın gözlerine bakar gibi bakabiliyordum gelecek günlere… Ama şimdi, oh, Tanrım! Yoruldum, inançlarım yok oldu. Günlerimi, gecelerimi aylak aylak geçiriyorum. Beynim, ayaklarım, ellerim, kendi başlarına çalışır oldular. Evim barkım yıkılıyor, ormanın balta vuruşları altında çatırdıyor. (Ağlar.) Toprağım öksüz çocuklar gibi bakıyor yüzüme. Beklediğim, üzüldüğüm hiçbir şey yok, ruhum gelecek karşısında dehşetle titriyor… Ya Sarra? Onu sonuna kadar seveceğime yemin etmiş, zavallıya mutluluktan söz etmiş, gözleri önüne düşünde bile göremeyeceği bir gelecek sermiştim. İnandı bana. Bütün bu beş yıl boyunca kurbanlarının ağırlığı altında onun nasıl sararıp solduğunu, vicdanıy-
la yaptığı savaş sonunda nasıl hasta düştüğünü gördüm. Fakat Tanrı tanıktır ki ne sitem etti, ne de yan baktı bir kerecik olsun!.. Ben… bense soğudum ondan… Nasıl? Neden? Niçin? Anlayamıyorum. İşte acı çekiyor, günleri sayılı, bense aşağılık bir korkak gibi onun solgun yüzünden, çökük göğsünden, yalvaran gözlerinden kaçıyorum… Utanılacak şey, utanılacak şey!.. (Sessizlik) Saşa’ya, kızcağıza, dokunuyor benim mutsuzluğum. Bana, neredeyse bir moruğa, aşktan söz ediyor, ve ben bir anda kendimden geçip her şeyi unutuyorum, sanki büyülenmiş gibi bağırıyorum: “Yeni bir hayat! Mutluluk.” Fakat aradan bir gün geçer geçmez bu yeni hayata, bu mutluluğa, cinlere inandığım kadar inanmaya başlıyorum. Ne oluyor bana? Bu güçsüzlüğüm nereden geliyor? Sinirlerime ne oldu? Zavallı hasta karım azıcık iğneli bir söz söylemesin, hizmetçi canımı sıkmaya görsün, ya da tüfeğim ateş almasın; nasıl da, nasıl da kötü, aykırı bir adam olup çıkıveriyorum! En iyisi, alnıma bir kurşun sıkıp…
X
İVANOV, LİVOV
LİVOV (girer) : Sizinle görüşmem gerekiyor Nikolay Aalekseyeviç!
İVANOV: Doktor, böyle her gün görüşeceksek, bu, insan gücünü aşan bir şey olur.
LİVOV: Beni dinlemek zorundasınız.
İVANOV: Sizi her gün dinliyorum, şu ana kadar da anlamış değilim: Ne yapmamı istiyorsunuz?
LİVOV: Oysa ben açık seçik konuşuyorum; ancak yürek taşımayan biri benim sözlerimi anlayamaz…
İVANOV: Karım ölümün eşiğinde bulunuyor, bunu biliyorum! Ona karşı bağışlanamaz ölçüde suçluyum, bunu da biliyorum! Siz şerefli bir adamsınız, bunu da biliyorum! Başka ne istiyorsunuz?
LİVOV: Beni, insanların katı yürekliliği öfkelendiriyor… Bir ka-
dın ölüyor burada. Bu kadının annesi ve babası var ve bu kadın seviyor onları, son bir kere görmek istiyor; onlar da biliyorlar bunu, kızlarının ölmek üzere olduğunu, kendilerini son bir kere görmek istediğini biliyorlar, fakat —iğrenç katı yüreklilik!— dinsel inançlarının ne kadar sarsılmaz olduğunu gösterip, şaşırtmak istiyorlar herkesi, kızlarını hâlâ lanetliyorlar! Uğruna baba ocağını ve dinsel inancını kurban ettiği adam olan sizse hiç gizlemeden ve apaçık amaçlarla her gün şu Lebedevler’e koşuyorsunuz!
İVANOV: Ah, iki haftadır gitmedim oraya.
LİVOV (dinlemeyerek): Sizin gibi insanlarla dosdoğru, açıkça konuşmak gerekir! İsterseniz dinlemeyin. Ben her şeyi gerçek adlarıyla adlandırmaktan çekinmem… Yeni başarılar elde etmek için karınızın ölümü gerekli size.. Peki, diyelim ki bu böyle, fakat, bekleyemez miydiniz? Onu doğal ölümüne bıraksaydınız da uygunsuz davranışlarınızla her gün her gün öldürmeseydiniz, acaba drahomalarıyla birlikte kaçar mıydı sizden bayan Lebedev? Siz, olağanüstü Tartuffe, bugünkü başarınızı iki yıl sonra da elde edebilir, kızın başını döndürüp drahomasına konabilirdiniz… Niçin acele ediyorsunuz? Karınızın hemen şimdi ölmesi niçin bu kadar gerekli size?
İVANOV: Sözlerinizle bana acı veriyorsunuz… Doktor, bir insanın sonsuz sabırlı olabileceğini sanıyorsanız, kötü bir hekim olduğunuzu söyleyebilirim. Hakaretlerinizi yanıtlamamak için güçlükle tutabiliyorum kendimi.
LİVOV: Yeter! Beni budala yerine koyamazsınız! İndirin yüzünüzdeki maskeyi!
İVANOV : Akıllı adam, düşünün biraz. Size kalırsa beni anlamaktan daha kolay bir şey yok, öyle mi? Anna’yla büyük bir drahoma elde edebilmek için evlendim… Drahomayı vermediler, ben de onu öldürmeye çalışıp yeniden evlenmek istiyorum… Ha? Tıpkı böyle düşünüyorsunuz değil mi? Ne kadar kolay ve anlaşılır… İnsan işte bu kadar kolay ve anlaşılır bir makine… Öyle mi? Hayır doktor! İnsanların ilk bakışta ya da bir iki dış belirtiye bakarak birbirleri üzerine yargı vermelerini sağlayacak kadar çok sayıda çark, vida ve supap yok hiçbirimizde… Ben sizi anlayamam, siz beni anlayamazsınız, bazen kendi kendimizi de anlayamayız. Çok
iyi bir doktor olup, yine de insanları anlamayabilirsiniz. Kabul edin bunu, kendinize bu kadar güvenmeyin.
LİVOV: Yani siz o kadar karanlık ve karışıksınız, ben de o kadar beyinsizim ki, namuslulukla namussuzluğu birbirinden ayıramıyorum, öyle mi?
İVANOV: Öyle sanıyorum ki sizinle hiçbir zaman anlaşamayacağız… Son olarak soruyorum, rica ederim, kısaca karşılık verin; Ne yapmamı istiyorsunuz? Ne elde etmeye çalışıyorsunuz? (Sinirli.) Kiminle konuşmak şerefine eriyorum: Beni suçlayan savcıyla mı, yoksa karımın doktoruyla mı?
LİVOV: Ben bir doktorum; bir doktor olarak da karınıza karşı davranışlarınızı değiştirmenizi istiyorum… Davranışlarınız Anna Petrovna’yı öldürüyor!
İVANOV: Peki ne yapayım yani? Ne yapayım? Eğer beni kendimden daha iyi anladığınızı düşünüyorsanız, açık seçik söyleyin; ne yapayım?
LİVOV: Hiç olmazsa işlerinizi daha gizli kapaklı yürütün!
İVANOV: Tanrım! Acaba kendinizi anlayabiliyor musunuz siz? (Su içer.) Bırakın beni. Bin kere suçluyum, bunların hesabını vermeye de hazırım, fakat bana her gün işkence etmeniz için sizi hiç kimse görevlendirmedi…
LİVOV: Fakat sizi de hiç kimse, benim gerçek bildiğim şeylere hakaret edesiniz diye görevlendirmedi! Ruhuma acı verdiniz, zehirlediniz onu. Bu kasabaya gelmeden önce dünyada aptalların, delilerin, saplantılı insanların bulunabileceğini, kabul edebiliyordum; fakat istençlerini bilerek ve tasarlayarak kötülüğe yönelten insanların bulunabileceğini sanmıyordum… İnsanlara saygı duyuyordum, seviyordum onları… Fakat ne zaman ki sizi gördüm…
İVANOV: Çok dinledim bunları!
LİVOV: Öyle mi? (İçeri giren Saşa’yı görür. Saşa binici giysileriyledir.) Ümit ederim ki, birbirimizi şimdi çok daha iyi anlıyoruz! (Omuzlarını silker ve çıkar.)
XI
İVANOV, SAŞA
İVANOV (irkilir) : Şura! Sen?..
SAŞA: Merhaba. Beklemiyordun değil mi? Niçin çoktandır uğramıyorsun?
İVANOV: Şura, gelmemen gerekirdi, sakınmalıydın! Karım için çok kötü olabilir bu.
SAŞA: Beni görmeyecek ki. Arka yoldan geldim. Hemen gideceğim. Çok kaygılıyım, nasılsın? Niçin gelmiyorsun?
İVANOV: Karım yeterince hakarete uğradı zaten, neredeyse ölüyor, sen çıkıp buraya geliyorsun. Şura, aşırı bir vurdumduymazlık bu, insanlığa aykırı bir şey!
SAŞA: Peki ne yapabilirdim? İki haftadır gelmiyorsun, mektuplarıma karşılık vermedin. Üzüntü içindeyim. Bana öyle geldi ki dayanılmaz acılar çekiyorsun, hastasın, öldün! Bir tek gece olsun rahat uyuyamadım. Hemen gideceğim… Hiç olmazsa söyle, iyi misin?
İVANOV: Hayır. Eziyet ediyorum kendime. İnsanlar bana acı veriyorlar. Dayanma gücüm kalmadı! Ve sen buradasın! Ne kadar kötü, ne kadar olağandışı bir şey bu! Şura, ne kadar suçluyum, ne kadar suçluyum!..
SAŞA: Böyle korkunç, acıklı sözcüklerle konuşmayı ne kadar da seviyorsun! Demek suçlusun? Peki söyler misin: Niçin?
İVANOV: Bilmiyorum… Bilmiyorum…
SAŞA: Olmaz böyle şey, eğer suçluysan suçunun ne olduğunu bilmen gerekir. Yoksa sahte para mı bastın, ha?
İVANOV: Şakanın sırası değil!
SAŞA: Suçlusun, çünkü karını artık sevmiyorsun, öyle mi? Olabilir. Fakat insan kendi duyguları üstünde egemen değil ki, sen ondan soğumayı istemedin ki… Suçlusun, çünkü ben sana seni sevdiğimi söylerken karın sözlerimi duydu, öyle mi? Ama sen onun bunları duymasını istemedin ki…
İVANOV: (keser) Vs.. vs.. vs… Sevdin, soğudun, duyguların üstünde egemen değilsin. Basmakalıp söz bütün bunlar, gereksiz bir yığın cümle. Bunlarla yardım edemezsin bana.
SAŞA: Seninle konuşmak çok yorucu bir şey. (Tabloya bakar) Köpek ne güzel çizilmiş. Acaba bakarak mı yapmışlar?
İVANOV: Evet, bakarak. Bizim bu aşk hikâyemiz de basmakalıp, gereksiz bir şey. Adam ruhunu ve kişiliğini yitiriyor, tam o sırada ortaya çıkan dinç ve güçlü kadın ona yardım elini uzatıyor. Bu pek güzel bir şey, ama sadece romanlarda görülen bir şey… Oysa hayatta…
SAŞA: Hayatta da görülür böyle şeyler.
İVANOV: Hayatı pek ince bir şey gibi düşündüğün anlaşılıyor.
İniltilerim saygılı bir korku uyandırıyor sende, benim kişiliğimde ikinci bir Hamlet ele geçirdiğini sanıyorsun. Oysa ben bir piskopatım, ve bu sadece gülünç! Kırıtmalarıma katıla katıla gülmek gerekirken sen yardım eli uzatıyorsun! Kurtarmak ve bir zafer kazanmak! Ah, bugün ne kadar da kötüyüm kendime karşı! Bu gerginlik mutlaka bir şeyle boşalacak… Ya bir şey kıracağım, ya da…
SAŞA: Evet, evet, mutlaka gerekli bu. Bir şey kır, parçala, ya da bağır. Aptallık edip buraya geldiğim için azarla beni. Tepin! (Sessizlik) Haydi başla!..
İVANOV: Gülünç!
SAŞA : Güzel! Gerçekten de gülümsüyoruz! Haydi, bir iyilik et, yeniden gülümse!
İVANOV (güler) : Beni kurtarmaya giriştiğin zaman yüzün saf bir anlatıma bürünüyor, gözbebeklerin sanki bir kuyrukluyıldıza bakıyormuşsun gibi büyüyor. Saf bir erkek bir ahmak demektir. Oysa siz kadınlar öylesine saflaşabiliyorsunuz ki, ahmaklık şurda dursun, tatlılaşıp, sıcaklaşıyorsunuz. İşin şaşılacak yanı; sağlıklı, güçlü, neşeli erkekler hiç ilginizi çekmiyor da, kim başaşağı yuvarlanıyorsa onun boynuna sarılıyorsunuz. Acaba güçlü bir adamın kadını olmak, göz yaşartıcı bir zavallının hastabakıcısı olmaktan daha mı kötü?
SAŞA: Evet, daha kötü.
İVANOV: Fakat, niçin? (Kahkahayla güler) İyi ki Darwin bilmiyordu bunu, yoksa hemen açıklardı nedenini. İnsan soyunu bozuyorsunuz siz. Sizin bu sevecenliğiniz yüzünden kısa bir süre sonra dünya mızmızlar ve psikopatlarla dolmaya başlayacak.
SAŞA : Erkeklerin anlayamayacağı pek çok şey var. Zavallı bir başarısız, başarılı bir adamdan daha kolay girebilir bir genç kızın yüreğine. Çünkü her genç kızın yüreğinde gerçek bir aşk duygusu yatar. Anlıyor musun; gerçek bir aşk! Erkeklerin başlıca sorunu işleridir, aşk üçüncü derecede bir şeydir onlar için. Kadınla konuşmak, onunla bahçede dolaşmak, hoşça bir zaman geçirmek ve onun mezarında ağlamak… İşte bir erkeğin aşktan anladığı. Oysa aşk, biz kadınlar için, hayatın kendisidir. Bir kadın, “seni seviyorum” diyorsa, bu, “senin tasalarını gidermek istiyorum, seninle dünyanın öbür ucuna nasıl gidebileceğimizi tasarlıyorum, eğer sen cehen-
neme gideceksen ben de seninle cehenneme geleceğim” demektir. Sözgelimi, bütün bir gece senin notlarını temize çekmek, ya da kimse uyandırmasın diye sabaha kadar sana gözcülük etmek, seninle yüzlerce kilometre yürümek büyük mutluluk olurdu benim için. Üç yıl önce, harman zamanıydı; güneşten yanmış, yorgun ve toz içinde bize geldiğini, içecek bir şey istediğini anımsıyorum. Getirdiğim şeyi içmiş, sonra da vurulmuş gibi uyuyup kalmıştın divanda. Yarım gün uyudun orada, ve ben bütün bu süre boyunca sana gözcülük ettim. Ne kadar hoşlanmıştım bundan! Aşk kendisi için harcanan emek oranınca güzeldir, yani, anlıyor musun, o kadar güçlü duyulur…
İVANOV: Gerçek aşk… Hımm!.. Bence, aşırı bir bağlılık bu; genç kız felsefesi. Fakat kim bilir, belki de böyle olması gerekir… (Omuzlarını silker) Şeytan bilir! (Neşeli) Şura, şerefim hakkı için, gerçekte iyi bir adamım ben!.. Felsefeden her zaman hoşlanırdım, fakat hiç bir zaman şöyle konuşmazdım: “Kadınlarımız bozuldu”, ya da: “Kadınlık yanlış bir yola girdi”. Ben, sadece teşekkür doluydum, o kadar! Kızım benim, tatlım, ne kadar eğlendiricisin! Bense nasıl gülünç bir hayvanım! Lazar rolü oynuyor, dindar halkın kafasını karıştırıyorum. (Güler) Böö!.. (Ansızın uzaklaşır.) Fakat git, Saşa! Kendimizi unuttuk…
SAŞA: Evet, gitmeliyim. Senin şerefli doktor yüksek görev duygularıyla harekete geçip Anna Petrovna’ya, burada olduğumu yetiştirmeseydi bari. Bak, dinle beni: Şimdi dosdoğru karının yanma git ve başucuna otur. Otur… otur… Eğer bir yıl oturman gerekecekse bir yıl otur. Eğer on yıl oturman gerekecekse on yıl otur. Görevini yerine getir. Seni bağışlaması için dil dök ona, ayaklarına kapan, ağla. Mutlaka böyle yapmalısın. En önemlisi de, işlerinin peşini bırakma.
İVANOV: İşte yine o duygu! Sanki tıka basa zehirli mantar yemişim!..
SAŞA: Tanrı seni korusun! İstersen beni hiç düşünme! Eğer on beş günde bir iki satır karalarsan, ona da teşekkürler. Ben sana yazacağım…
(Borkin kapıdan bakar.)
XII
ÖNCEKİLER, BORKİN
BORKİN: Nikolay Alekseyeviç, girebilir miyim? (Saşa’yı görür).
Özür dilerim, burada olduğunuzu bilmiyordum… (Girer.)
Bonjur! (Eğilip selamlar.)
SAŞA (bozulmuş) : Merhaba.
BORKİN: Toplamışsınız… güzelleşmişsiniz…
SAŞA (İvanov’a) : Peki, ben gidiyorum. Hoşça kalın Nikolay Alekseyeviç. (Çıkar.)
XIII
İVANOV, BORKİN
BORKİN: Eşsiz bir görüntü! Biz nesire geldik, karşımıza şiir çıktı!.. (Şarkı söyler.) “Sen ışığa uçan küçük bir kuş gibi göründün bana…”
(İvanov son derece öfkeli, sahnede yürür.)
BORKİN (oturur) : Fakat azizim, bu kızda başkalarında olmayan bir şey var! Ha, ne dersiniz? Şöyle, fantasmagorik bir şey… (İçini çeker) Aslında, kasabanın en paralı gelinlik kızı ama, annesi olacak cimrinin yüzünden kimsenin gözü kesmiyor. Gerçi kadının ölümünden sonra her şey Şuroçka’ya kalacak ama, kadın ölmedikçe ona ancak bir on bin, biraz da eski kap kacak verir, üstelik bir de minnettarlık bekler. (Ceplerini karıştırır.) “De los majoros”um vardı biraz, siz de ister misiniz? (Sigara tabakasını uzatır) Pek güzel şeyler… İçimleri pek hoş.
İVANOV (öfkeden boğulur gibidir. Borkin’e yaklaşır) : Şu dakikadan sonra evimde görmek istemiyorum sizi! Defolun!
(Borkin ayağa fırlar, sigara düşer)
İVANOV: Defol! Hemen şimdi!
BORKİN: Nicolas, ne demek oluyor bu? Niçin kızıyorsunuz?
İVANOV : Niçin mi? Peki nereden aldınız bu sigaraları bakayım? İhtiyarı her gün nereye ve niçin götürdüğünüzü bilmiyor muyum sanıyorsunuz?
BORKİN (omuzlarını silker) : Size ne bundan?
İVANOV: Siz bir alçaksınız! Aşağılık tasarılarınızı bütün kasabaya yayarak herkesin gözünde şerefsiz bir insan durumuna
düşürdünüz beni! Sizinle hiçbir ortak yanımız yok ve rica ederim, şu dakika çıkıp gidin evimden! (Hızla yürür.)
BORKİN : Bunları sinirlilikle söylediğinizi bildiğim için size darılmıyorum. İstediğiniz kadar hakaret edebilirsiniz… (Sigarayı yerden alır) Fakat, bu melankoliyi bırakmanızın zamanı geldi artık. Lise öğrencisi değilsiniz…
İVANOV (titreyerek) : Siz hâlâ burada mısınız? Siz benimle alay mı ediyorsunuz!..
(Anna Petrovna girer.)
BORKİN : İşte Anna Petrovna da geldi… Ben gideyim bari. (Çıkar.)
XIV
İVANOV, ANNA PETROVNA
(İvanov masanın yakınında duraklar, başını eğerek durur.)
ANNA PETROVNA (kısa bir susuştan sonra) : Niçin buraya geldi o kız? (Susar) Soruyorum sana: Niçin buraya geldi o kız?
İVANOV: Sorma Anyuta… (Sessizlik) Çok suçluyum. Nasıl cezalandırırsan cezalandır, bir şey demem, fakat… sorma… Gücüm yok konuşmaya.
ANNA PETROVNA (sert) : Niçin buraya geldi o kız? (Sessizlik) İşte sen busun! Seni çok iyi anlıyorum şimdi. Senin nasıl bir adam olduğunu çok iyi görebiliyorum şimdi. Şerefsiz adam! Düşük yaratık!.. Anımsıyor musun, gelip beni sevdiğin yalanını söylediğin günü!.. Bir çocuk gibi kandım bu yalana; annemi, babamı, dinsel inancımı, her şeyimi, her şeyimi bırakıp seninle geldim… Her zaman yalan söylüyordun bana; gerçek üzerine, geleceğimiz üzerine, şerefli tasarıların üzerine her zaman, her zaman yalanlar söylüyordun bana… Söylediğin her söze inanıyordum…
İVANOV: Anyuta, sana hiçbir zaman yalan söylemedim…
ANNA PETROVNA: Beş yıl birlikte yaşadım seninle, bu beş yıl içinde üzüntü çektim, hastalandım, fakat seni hep sevdim… Putumdun benim:.. Peki, ne elde ettim buna karşılık? Bütün bu beş yıl boyunca en iğrenç şekilde aldattın beni…
İVANOV: Anyuta, gerçek olmayan şeyler söyleme. Hata işlediğim doğru, kabul ediyorum bunu, fakat bir kere bile olsun
yalan söylemedim sana… Bu konuda hiçbir şekilde suçlayamazsın beni…
ANNA PETROVNA: Her şeyi apaçık görebiliyorum şimdi… Benimle evlenirken babamın ve annemin beni bağışlayacaklarını, para vereceklerini sanıyordun… Düşündüğün buydu…
İVANOV: Tanrım! Anyuta, niçin sabrımı sınayıp duruyorsun…
(Ağlar.)
ANNA PETROVNA: Sus! Umduğun parayı elde edemeyince de yeni bir dolap çevirdin… Şimdi her şeyi çok iyi anlıyorum, apaçık görüyorum. (Ağlar.) Beni hiçbir zaman sevmedin, hiçbir zaman sevmedin, hiçbir zaman!..
İVANOV: Sarra, doğru değil bu!.. Ne istersen söyle, fakat yalancılıkla suçlama beni…
ANNA PETROVNA: Şerefsiz adam! Düşük yaratık!.. Lebedev’e borçlusun, sırf bu borçtan yakayı kurtarabilmek için kızın başını döndürmek istiyorsun, beni aldattığın gibi onu da aldatmak istiyorsun! Yalan mı?..
İVANOV (Boğulur gibi) : Tanrı aşkına sus! Kendimi tutamıyorum… Öfkeden boğuluyorum… Seni… seni incitebilirim…
ANNA PETROVNA: Sen her zaman herkesi iğrenç biçimde aldattın, yalnız beni değil!.. Yaptığın bütün şerefsizce işleri Borkin’e yüklüyordun. Onların kime ait olduğunu anlıyorum şimdi…
İVANOV: Sarra, sus, git burdan, yoksa ağzımdan kötü bir şey çıkacak! Korkunç, kötü bir şey söylememek için kendimi güçlükle tutabiliyorum… (Bağırır) Kes sesini, çıfıt!..
ANNA PETROVNA: Kesmeyeceğim… Çok aldattın beni susayım diye..
İVANOV: Susmayacaksın öyle mi? (Kendisiyle savaşır) Tanrı aşkına…
ANNA PETROVNA: Şimdi git Lebedev’i aldat…
İVANOV: Peki, öğren öyleyse… sen, sen, çok kısa bir süre sonra öleceksin… Doktor söyledi, çok kısa bir süre sonra öleceksin…
ANNA PETROVNA (oturur, sönük bir sesle) : Ne zaman söyledi?
(Sessizlik)
İVANOV (başını avuçları içine alır): Tanrım, ne kadar, suçluyum! (Hüngür hüngür ağlar.)
PERDE
DÖRDÜNCÜ PERDE
Bir yıl sonra
Lebedev’lerin evinde bir konuk odası. Karşıda konuk odasını salondan ayıran bir kemer. Sağda ve solda kapılar. Bronz, antik bir yontu. Aile portreleri. Piyano, üstünde keman, yanda viyolonsel. Odanın her yanında, bir şenlik olduğunu belirten süslemeler. Fraklı erkekler ve tuvaletli kadınlar olayların akışı süresince salonda dolaşırlar.
I
LİVOV
LİVOV (girer, saatine bakar) : Beş olmuş. Kilisedeki törenin birazdan başlaması gerekir… Sonra da nikâh töreni. İşte gerçeğin ve erdemin zaferi! Sarra’yı soyamadığı için işkence ederek öldürdü, sonra da yenisini buldu. Soyup soğana çevirinceye kadar bunun da yüzüne gülecek, sonra da haydi Sarra’nın yanına!.. Herkesin bildiği aşağılık hikâye… (Sessizlik) Mutluluk içinde bir ömür sürerek yaşlanacak, esenlik içinde ölecek. Yoo, izin vermeyeceğim buna, senin ne mal olduğunu koyacağım ortaya! İğrenç maskeni yüzünden
indirerek senin hangi cins kuşlardan olduğunu herkese gösterdiğim zaman şimdi yedinci katında gezindiğin o mutluluk göğünden baş aşağı öyle bir çukura düşeceksin ki, şeytanlar bile çıkaramayacak seni oradan!.. Ben şerefli bir adamım. Haklıyı korumak, körlerin gözünü açmak benim görevimdir. Bu görevi yerine getirdikten sonra hemen yarın bu iğrenç kasabadan çıkıp gideceğim. (Düşünceye dalar) Fakat nasıl bir yol izlemeli? Lebedevler’e her şeyi anlatarak bir çözüm bulmaya çalışmak boş bir çabadan öteye gitmez. Yoksa düelloya mı çağırmalı? Skandal mı çıkarmalı? Tanrım, sanki bir çocukmuşum gibi heyecanlanıyorum, düşünebilme yeteneğim tümden yok oluyor. Ne yapmalı? Yoksa düelloya mı çağırmalı?
II
LİVOV, KOSİH
KOSİH (girer, Livov’a neşeyle): Dün sinekten küçük bir şleme gittim, büyük şlem yakaladım. Fakat şu Barabanov olacak; herif yok mu, her şeyi berbat etti yine! Oynuyoruz: Ben sansatu açıyorum. O pas geçiyor. İki sansatu diyorum. Yine pas geçiyor. İki karo.. üç sinek oynuyorum… ve düşünebiliyor musunuz, ben şleme gidiyorum, o elindeki ası göstermiyor. Eğer o alçak herif elindeki ası göstermiş olsaydı sansatudan büyük şleme gidebilirdim.
LİVOV: Özür dilerim, iskambil oynamayı bilmediğim için coşkunluğunuzu paylaşamıyorum. Kilisedeki kutsal tören çabuk biter değil mi?
KOSİH: Öyle olması gerekir. Şimdi Ziyuziyuşka’yı ayıltmaya çalışıyorlar. Vereceği drahomanın acısından mersin balığı gibi böğürüyor.
LİVOV: Peki, kızı için üzüntü duymuyor mu?
KOSİH: Ne kızı yahu, drahomaya üzülüyor! Kendini hakarete uğramış sayıyor. Çünkü adam kızla evlenince borçlarını ödemeyecek. Damadının borç senetlerini protesto da edemezsin…
III
ÖNCEKİLER, BABAKİNA
BABAKİNA (İki dirhem bir çekirdek, Livov ile Kosih’in yanından kurumla geçer. Kosih kahkahasını elleriyle ancak bastırabilir. Babakina bakar) : Aptal!
(Kosih parmağıyla Babakina’nın beline dokunur, kahkahalarla güler.)
BABAKİNA: Köylü! (Çıkar.)
IV
LİVOV, KOSİH
KOSİH (kahkahalarla gülerek) : Karı tümden çıldırdı! Bu konteslik hikâyesinden önce öteki karılar gibi bir karıydı, şimdi yanına yaklaşılmıyor (Öykünür) “Köylü!”
LİVOV (heyecanlanarak) : İvanov hakkındaki düşüncelerinizi içtenlikle söyler misiniz bana?
KOSİH: İvanov mu? Beş para etmez! Bir arabacı gibi iskambil oynar. Geçen yılbaşı sıralarında başımdan şöyle bir olay geçti: Oyuna oturduk; ben, Kont, Borkin ve o. Ben kâğıt dağıtıyorum…
LİVOV (keser): İvanov iyi bir insan mıdır?
KOSİH: İvanov mu? On parmağında on hüneri bulunan bir alçaktır!.. Üçkâğıtçının, at cambazının biridir! O ve Kont; al birini vur birine. İş kokusu almakta burunlarının üstüne yoktur. Yahudi hikâyesinde baltayı taşa vurdu, şimdi de çaktırmadan Ziyuziyuşka’nın sandıklarına yaklaşıyor. Eğer bir yıl içinde Ziyuziyuşka topu atmazsa üç kere gâvur olayım. Var mısınız iddiaya? O Ziyuziyuşka’yı, Kont da Babakina’yı batıracak. Doktor, çok solgunsunuz bugün, betiniz benziniz atmış..
LİVOV: önemli bir şey değil. Dün içkiyi fazla kaçırmış olmalıyım.
V
ÖNCEKİLER, LEBEDEV, SAŞA
LEBEDEV (Saşa’yla girer) : Burada konuşalım. (Livov ve Kosih’e) Yamyamlar, salona kızların yanına gitsenize! Özel bir konuşma yapacağız burada.
KOSİH (Saşa’nın yanından geçerken heyecanla parmağını şıkırdatır) : Harika! Kız koz!
LEBEDEV: Yürü, mağara adamı, yürü!
(Livov ve Kosih çıkarlar.)
VI
LEBEDEV, SAŞA
LEBEDEV: Otur Şuroçka, hah şöyle… (Otururlar, arkaya göz atarlar.) Kulağını bana ver, kesmeden dinle. Sorun şu: Şimdi sana söyleyeceğim şeyleri annenin elçisi olarak söylüyorum. Anlıyor musun? Ben kendim uydurmuyorum, annenin bana verdiği buyrukları sana iletiyorum…
SAŞA: Baba, kısa kes.
LEBEDEV: Sana drahoma olarak on beş bin gümüş ruble verilecek. İşte… şimdiden söyleyeyim! Dur, sus, sözümü kesme! Bu, evdeki hesap, şimdi gelelim çarşıya: Nikolay’ın annene dokuz bin ruble borçlu olduğu göz önünde tutularak bu dokuz bin ruble drahomadan çıkarılacak… Evet, bundan başka…
SAŞA: Ne diye anlatıyorsun bunları bana?
LEBEDEV: Annen böyle buyurdu!
SAŞA: Beni rahat bırakın! Eğer bana ve kendinize birazcık saygı duymuş olsaydınız böyle bir konuşmaya girişmezdiniz. Sizin drahomanızı mırahomanızı isteyen yok! Sizden böyle bir şey istemedim ve istemeyeceğim!
LEBEDEV: Peki böyle birdenbire niçin çullandın bana kızım? Gogol’un oyunundaki fareler önce koklaşmış, ondan sonra
kirişi kırmışlardı. Oysa sen, başına buyruk hanım kız, koklaşmadan saldırıya geçtin!
SAŞA: Beni rahat bırakın. Bu metelik hesaplarınızla kulağıma hakaret etmeyin!
LEBEDEV (parlar) : Tuuu! Öyle yapacaksınız ki bir gün ya kendimi bıçaklayacağım, ya da başka birini boğazlayacağım! Öteki, gece gündüz böğürür, kafa ütüler, zırlar, kapik sayar; bu da, bu akıllı, bu insancıl, bu başına buyruk hanım kız da babasını anlayamaz! Kulağına hakaret ediyormuşum! Fakat buraya, senin kulağına hakaret etmeye gelmeden önce beni orada (Kapıyı gösterir) parça parça doğradılar, giyotinlediler, ne haber! Anlayamazmış! Delirttiniz beni be, şaşkına çevirdiniz! (Kapıya doğru yürür, duraklar.) Hoşlanmıyorum, hoşuma gitmiyor bütün bunlar!..
SAŞA: Hoşuna gitmeyen nedir?
LEBEDEV: Hoşuma gitmiyor bütün bunlar! Bütün bu olanlar!
SAŞA: Baba, ne demek istiyorsun, nedir hoşuna gitmeyen?
LEBEDEV: Şimdi karşına oturup bir bir anlatacağım hepsini. Bütün bu olanlar hoşuma gitmiyor ve şu senin düğününe bakmak bile istemiyorum. (Saşa’ya yanaşır, tatlılıkla) Şuroçka, bağışla beni; belki de çok akıllıca, pek şereflice, yüksek ülkülere pek uygun bir düğün bu. Fakat kötü bir şey var bu düğünde, kötü bir şey var, kötü bir şey var! Bu düğün öteki düğünlere benzemiyor. Sen gençsin, taze, temiz, cam gibi güzel bir kızsın. O ise yıpranmış, aşınmış bir dul! Tanrı iyiliğini versin, onun da ne yaptığına aklım ermiyor ya! (Kızını öper.) Şuroçka, sevgili kızım, bağışla beni. Hakkınızda pek çok şey konuşuluyor. Sarra daha henüz ölmüşken seninle evlenmeye kalkışmasından söz ediliyor… (Canlı) Bunağın biriyim ben. Evde kalmış kızlar gibi mızmışlaştım. Bana kulak asma sen, kendinden başka kimseye kulak asma.
SAŞA: Baba, ben de seziyorum kötü bir şey olduğunu bu düğünde… Böyle olmamalıydı bu, böyle olmamalıydı. Bilsen, nasıl dayanılmaz bir acı içindeyim! Dayanılmaz bir şey! Korkunç! Olanı biteni kavrayamaz oldum. Baba, babacığım, güç ver bana… Tanrı aşkına, yardım et bana, yol göster…
LEBEDEV: Kızım, neler söylüyorsun?..
SAŞA : Her şeyi hiçbir zaman bu kadar korkunç hissetmemiş-
tim..(Arkaya göz atar.) Bana öyle geliyor ki onu anlayamıyorum ben, hiçbir zaman da anlayamıyacağım. Nişanlandığımızdan bu yana bir kerecik olsun gülümsemedi bana, bir kerecik olsun gözlerime dosdoğru bakmadı. Sonsuz sızlanmalar, yakınmalar, belirsiz bir suça imalar, titremeler… Yoruldum. Bazen, onu gerektiği kadar güçlü sevemediğimi düşünüyorum. Bize geldiğinde ya da benimle konuşmaya başladığında sıkıntı duyar oldum. Babacığım, ne demek oluyor bütün bunlar? Korkunç!
LEBEDEV: Sevgili yavrum, biricik çocuğum, yaşlı babanı dinle, bırak onu…
SAŞA (İrkilir) : Neler söylüyorsun! Neler söylüyorsun!
LEBEDEV: Gerçeği söylüyorum Şuroçka. Skandal olacakmış, bütün kasabada herkes aklına geleni söyleyecekmiş, varsın olsun! Kendini bütün hayatın boyunca berbat etmek daha mı iyi?
SAŞA : Böyle konuşma baba, böyle konuşma! Duymak bile istemem bu sözleri! Olumsuz düşüncelerle savaşmak gerekir. O çok iyi, fakat mutsuz ve anlaşılmamış bir adam. Ben seveceğim onu, anlayacağım, yeniden dirilteceğim. Ödevim bu benim. Karar verildi buna!
LEBEDEV:: Ödev mödev değil bu, psikopati.
SAŞA: Yeter. Sana kendi kendimeyken bile düşünmekten kaçındığım şeyleri anlattım. Kimseye söyleme bunları. Unutalım.
LEBEDEV : Hiçbir şey anlayamıyorum. Ya ben yaşlılıktan bunadım, ya da sizler çok akıllı oldunuz. Fakat, isterseniz kesin beni, ama hiçbir şey anlamıyorum ben bu işlerden, hiçbir şey anlamıyorum.
VII
ÖNCEKİLER, ŞABYELSKİ
ŞABYELSKİ (girerken) : Şeytan herkesin canını alsın, bu arada benimkini de! Şaşılacak şey!
LEBEDEV: Ne oluyorsun yine?
ŞABYELSKİ: Hayır, çok ciddiyim… Öyle bir alçaklık yapayım ki, yalnız kendim değil herkes şaşıp kalsın. Yapacağım da… Şerefim hakkı için! Borkin’e, bugün beni damat olarak sunmasını söyledim. (Güler) Herkes alçak, ben de alçak olacağım!
LEBEDEV: Sen artık zırvalamaya başladın! Dinle, Matvey, bu gidişle tımarhaneye yollayacaklar seni. Neler söylüyorsun!
ŞABYELSKİ : Postane, pastane veya tımarhane! Ne fark eder? İyilik ederler eğer şu anda beni tımarhaneye yollarlarsa. İyilik ederler. Herkes alçak, küçük, değersiz ve yeteneksiz. Ben de iğrenç bir varlığım. Sözlerimin bir tekine bile inanmıyorum…
LEBEDEV: Kardeş, ne diyeceğim biliyor musun; bir dinamit al, ateşle, insanlara fırlat. Ya da daha iyisi, şapkanı kaptığın gibi doğru evine yollan. Azizim, burada düğün yapılıyor. Herkes eğleniyor. Sense tıpkı karga gibi: gak-gak-gak. Evet, en doğrusu çekip gitmen.
(Şabyelski piyanoya eğilir, hüngür hüngür ağlar.)
LEBEDEV: İkigözüm!.. Matyev!.. Kont!.. Ne oluyorsun? Matyuşa, meleğim, sevgili dostum… İncittim mi seni? Ne olur bağışla beni, bağışla bu ihtiyar köpeği… Bağışla bu ayyaşı.. Su iç…
ŞABYELSKİ: İstemez. (Başını kaldırır.}
LEBEDEV: Peki, niçin ağlıyorsun İkigözüm?
ŞABYELSKİ: Bir şey yok… şey…
LEBEDEV: Matyuşa, yalan söyleme… Niçin ağlıyorsun? Ha?
ŞABYELSKİ: Şu piyanoyu görünce aklıma bizim küçük Yahudicik geldi de…
LEBEDEV: Eh, tam da aklına gelecek zamandı!.. Tanrı ondan rahmetini esirgemesin, toprağı bol olsun, ama zamanı değil şimdi onu düşünmenin…
ŞABYELSKİ: Birlikte çalardık… Olağanüstü, eşsiz kadın…
(Sağa hüngür hüngür ağlar.)
LEBEDEV: Şimdi de sen mi?.. Tanrı aşkına sus! Tanrım, ikisi birden böğürüyor… bense… ben… Gidin bari buradan, konuklar görecek!
ŞABYELSKİ: Paşa, güneşin parlaklığı mezarda yatana bile hoş gelir, eğer ümit varsa yaşlılığa bile dayanılır. Fakat, hiçbir ümidim yok benim, hiçbir ümidim yok.
LEBEDEV: Durumun gerçekten de kötü… Ne çoluk çocuğun, ne paran, ne de işin var. Ama, başa gelen çekilir! (Saşa’ya) Fakat, sen niçin ağlıyorsun?
ŞABYELSKİ: Paşa, para ver bana. Öteki dünyada ödeşiriz. Paris’e gidip karımın mezarını göreyim. Servetinin yarısını başkalarına dağıtmış bir adamım ben, biliyorsun, bunun için istemeye hakkım var şimdi. Zaten dostumdan istiyorum…
LEBEDEV (şaşkın) : İki gözüm, bende metelik yok! Fakat… Peki… peki! Yani söz vermiyorum… Fakat… anlıyor musun… Pekâlâ, pekâlâ! (Kendi kendine) Canımı çıkardılar!..
VIII
ÖNCEKİLER, BABAKİNA
BABAKİNA (girer) : Nerede benim kavalyem? Kont, nasıl cüret edebiliyorsunuz beni yalnız bırakmaya! Oo, kötü adam! (Yelpazesiyle Kont’un eline vurur.)
ŞABYELSKİ (tiksintiyle) : Rahat bırakın beni! Sizden iğreniyorum!
BABAKİNA (şaşakalmış) : Ne?.. Ha?..
ŞABYELSKİ: Defolun!
BABAKİNA (koltuğa yığılır) : Ah!.. (Ağlar.)
IX
ÖNCEKİLER, ZİNAİDA SAVİŞNA
ZİNAİDA SAVİŞNA (ağlayarak girer): Birisi geliyor… Sağdıç olmalı… Kiliseye gitme zamanı geldi… (Hüngür hüngür ağlar.)
SAŞA (yalvarırcasına) : Anne!
LEBEDEV: İşte herkes böğürmeye başladı! Kuartet! Ne diye havayı nemlendiriyorsunuz canım! Matyev! Marfa Yegorovna!.. Madem susmuyorsunuz, öyleyse ben de… ben de ağlıyorum işte… (Ağlar) Tanrım!
ZİNAİDA SAVİŞNA : Senin annene ihtiyacın yok, onun rızasını almadın, ama ne yapalım… hayır dualarım seninle olsun… (Fraklı ve eldivenli, İvanov girer.)
X
ÖNCEKİLER, İVANOV
LEBEDEV : Bir bu eksikti! Bu da nesi?..
SAŞA : Niçin buraya geldin?
İVANOV: Baylar, özür dilerim, Saşa’yla yalnız konuşmam gerekiyor.
LEBEDEV: Nikâhtan önce gelinin evine gelinmez! Kurallara aykırı bir şey bu! Şimdi sen kilisede olmalıydın!
İVANOV: Paşa, rica ederim…
(Lebedev omuzlarını silker. Zinaida Savişna, Lebedev, Kont ve Babakina çıkarlar)
XI
SAŞA, İVANOV
SAŞA (sert) : Nedir?
İVANOV: Kötü bir duygu eziyor beni, fakat yine de soğukkanlılıkla konuşmalıyım. Dinle Saşa: Bugün nikâh töreni için giyindim, kuşandım, aynaya göz attım ve şakaklarımdaki akları gördüm… Şura, olmaz bu iş! Daha zaman varken keselim bu anlamsız komediyi… Sen genç, taze, geleceği olan bir insansın. Oysa ben…
SAŞA: Bunlar hep eski hikâye, dinlemekten de bıktım artık! Kiliseye git, bekletme oradakileri.
İVANOV: Kiliseye değil, doğru eve gideceğim ben, sen de nikâhtan vazgeçildiğini bildireceksin, bir şeyler söyle artık. Aklımızı başımıza toplamanın zamanıdır. Ben Hamlet’i oynadım, sen de yüce ruhlu genç kızı. Ama artık yeter.
SAŞA (şiddetle) : Ne biçim konuşma bu! Dinlemek istemiyorum!
İVANOV: Fakat ben konuşmak istiyorum ve konuşacağım.
SAŞA: Niçin geldin buraya? Yakınmaların gülünçleşiyor. Alay konusu olacak bir hal alıyor.
İVANOV: Yok, artık yakınmıyorum. Alay konusu mu dedin? Evet, alay ediyorum kendimle. Eğer bin kere daha güçlü bir biçimde alaya alabilseydim kendimi, bütün dünyayı kahkahalarla üstüme güldürebilseydim, hiç kuşkun olmasın, yapardım bunu da. Aynada yüzüme bir göz attım, vicdanım-
da sanki bir bomba patladı! Kendimle alay ettim, utançtan az daha aklımı oynatıyordum. (Güler) Melankoli! Soylu tasa! Anlaşılmaz acı! Bir oturup şiir yazmadığım kaldı. Sızlanmalar, Lazar rolü oynamalar, kendi can sıkıntılarımla herkesi tasalandırmalar, hayır, hayır, hayır! Güneşin parladığını ve bir karıncanın bile kendinden hoşnut olarak yükünü taşıdığını göre göre; yaşama gücünü bir daha ele geçirmemek üzere yitirdiğini, paslandığını ve hayatını tükettiğini, bir ruh güçsüzlüğüne kapılıp gırtlağına kadar iğrenç bir melankoliye gömüldüğünü kavramak — hayır, hayır, hayır! Bazılarının seni bir şarlatan saydıklarını, bazılarının sana acıdıklarını, bazılarının sana yardım eli uzattıklarını ve en kötüsü, bazılarının sende yeni bir peygamber görerek iç çekmelerine saygıyla kulak verdiklerini ve onlara hemen yeni bir din bildirmeni beklediklerini görmek… Hayır! Tanrıya şükür, gururumu ve vicdanımı yitirmedim daha! Buraya gelirken alay ediyordum kendi kendimle, kuşların ve ağaçların da benimle alay ettiklerini sanıyordum…
SAŞA: Artık kötülük bile değil bu, basbayağı delilik!
İVANOV: Öyle mi sanıyorsun? Hayır, deli değilim. Şimdi her şeyi gerçek durumlarıyla görebiliyorum, düşüncelerim senin vicdanın kadar duru. Birbirimizi seviyoruz, fakat evlenemeyiz. Ben delirebilir, istediğim kadar kederli düşüncelere kadar gömülebilirim, fakat başkalarının hayatını yıkma hakkım yok! Yakınmalarım ve mızmızlıklarımla karımın son yılını zehirledim. Sen daha nişanlımken gülmeyi unuttun, beş yıl birden yaşlandın. Hayatta her şeyi açık seçik anlayabilen baban benim yüzümden insanları anlayamaz oldu. Gittiğim her yere can sıkıntısı, neşesizlik, hoşnutsuzluk taşıyorum. Dur, kesme! Böyle dizginsiz konuştuğum için özür dilerim, fakat kötü bir duygu eziyor beni, elimden gelmiyor başka türlü konuşmak. Ömrüm boyunca hiçbir zaman yalan söylememiş, hayata iftira etmemiştim. Fakat böyle mızmız biri olunca kendim de sezmeden hayatı karalamaya, kaderden yakınmaya, acınmaya başladım. Bu yaşama iğrentisi beni dinleyenlere de bulaşıyor, onlar da hayattan soğuyorlar. Şu durumuma bir bak! Yaşamakla sanki doğaya lütufta bulunuyorum. Şeytan canımı alsın benim!
SAŞA: Dur… Söylediklerinden anladığıma göre, demek ki mız
mızlıktan, sızlanmaktan bıktın, artık yeni bir hayata başlamanın zamanı geldi!.. Bu çok güzel bir şey!..
İVANOV: Ben hiç de güzel bir şey göremiyorum burada! Hangi yeni hayat? Geri dönülmez biçimde mahvolmuş bir adamım ben! Artık sen de bunu anlamalısın. Yeni bir hayat!
SAŞA: Nikolay, kendine gel! Nereden biliyorsun mahvolduğunu? Nedir bu yaptığın? Hayır, artık ne konuşmak, ne de dinlemek istiyorum! Kiliseye git!
İVANOV: Ben mahvolmuş bir adamım!
SAŞA: Bağırma, konuklar duyacak!
İVANOV: Eğer aklı başında sağlıklı bir adam, hiçbir neden yokken Lazar rolüne çıkar, başaşağı yuvarlanmaya başlarsa, onu kimse kurtaramaz! Peki, sen söyle, beni ne kurtarabilir? İçki içemem, başımı ağrıtıyor; kötü şiirler yazmayı beceremiyorum; bu ruh tembelliğine tapınıp onu yüceltmek de olanaksız. Tembellik tembelliktir, güçsüzlük de güçsüzlük. Başka türlü adlandıramam onları. Mahvolduysam mahvoldum demektir. Konuşacak bir şey yok bunun üzerinde. (Arkaya bakar.) İşimizi güçleştirebilirler, dinle, eğer beni seviyorsan yardım et bana. Hemen şu dakika bırak beni!..
SAŞA: Ah Nikolay, beni ne kadar yorduğunu bir bilsen! Bana nasıl acı verdiğini bir bilsen. Her gün yeni bir sorunla karşı karşıya bırakıyorsun beni, hepsi de birbirinden çetin. Nasıl çıkayım işin içinden… gerçek bir aşk beklerken acı veren bir aşk buldum…
İVANOV: Karım olursan eğer, daha da çetinleşecek bu sorunlar. Bırak beni! Yüreğindeki duygunun aşk değil, şerefli bir kişiliğin direnişi olduğunu anlamalısın. Ne pahasına olursa olsun beni yeniden diriltmek görevini üstüne aldın. Bir zafer kazanacağın düşüncesi okşuyordu seni. Şimdi geriye dönmeye hazırsın, fakat aldatıcı bir duygu engelliyor bunu. Anlamalısın!
SAŞA: Ne tuhaf, ne yabanıl bir mantığın var! Seni bırakayım öyle mi? Nasıl olur bu? Ne anan, ne kızkardeşin, ne de bir tek dostun var… Batmış bir adamsın. Varın yoğun çalındı, çevren iftiracılarla kuşatıldı…
İVANOV: Aptallık ettim buraya gelmekle. Sana gelmeden yapmalıydım yapacağımı.
(Lebedev girer.)
XII
ÖNCEKİLER, LEBEDEV
SAŞA (babasına bahar) : Baba, kudurmuş gibi buraya gelmiş, eziyet ediyor bana. İstiyor ki, onu bırakayım. Eğer evlenirsek ben mahvolurmuşum. Baba, söyle ona, onun yüce ruhluluğu gerekli değil bana, ne yaptığımı biliyorum ben.
LEBEDEV: Hiçbir şey anlayamıyorum. Ne yüce ruhluluğu?..
İVANOV: Evlenmeyeceğiz.
SAŞA: Evleneceğiz! Baba, söyle ona, evleneceğiz.
LEBEDEV: Dur, dur!.. Peki niçin evlenmeyecek mişsiniz?..
İVANOV: Ona her şeyi anlattım, ama anlamak istemiyor.
LEBEDEV: Hayır, ona değil bana anlat, ama öyle anlat ki an-layabileyim! Ah Nikolay Alekseyevşiç! Tanrından bul! Hayatımızı öyle dumanlandırdın ki, sanki tımarhanede yangın çıkmış, ben de oradayım! Çevreme bakıyor, hiçbir şey anlayamıyorum… Sanki Tanrı’nın hışmına uğradım! Peki, sen benden ne istiyorsun şimdi? Ne istiyorsun bu yaşlı adamdan? Seni düelloya çağırmasını mı?
İVANOV: Hayır, hiç gereği yok bunun. Yalnız omuzlarınızın üzerinde bir başa sahip olmanızı ve Rus dilini anlamanızı istiyorum!
SAŞA (heyecanlıdır, sahnede dolaşır) : Korkunç! Korkunç! Sanki bir bebek!
LEBEDEV: Demek ki başımı avuçlarımın içine alıp düşünmekten başka yapacak bir şey yok. Dinle, Nikolay: Bütün bunlar sence pek akla yatkın, pek ince, psikoloji kurallarına pek uygun şeyler olabilir; fakat bence sadece skandal ve mutsuzluk. Beni, bu yaşlı adamı, son olarak dinle! Bak ne diyeceğim: aklını başına topla! Herkes her şeye nasıl yalın olarak bakıyorsa sen de öyle bak! Bu dünyada her şey çok anlaşılır ve açıktır. Tavan ak, çizme kara, şeker tatlıdır. Sen Saşa’yı seviyorsun, o da seni seviyor. Seviyorsan kal, sevmiyorsan git, yargıca başvurmana gerek yok. İşte her şey böyle anlaşılır ve açık seçiktir! İkiniz de sağlıklı, akıllı, ahlaklı insanlarsınız, Tanrıya şükür, karnınız tok, sırtınız pek… Yani daha ne istiyorsun? Paran mı yok? Bu da dert mi?
Mutluluk paraya mı bağlı? Anlıyorsun elbette… Yurtluğun rehine konuldu, faizlerini ödeyemiyorsun, ama düşün ki ben de bir babayım, bunları anlıyorum… Bırakın Zinaida Savişna nasıl istiyorsa öyle davransın. Tanrı iyiliğini versin onun. Kızını drahomasız bırakıyormuş, varsın bıraksın… Şuroçka’ya kalırsa paranın hiç gereği yokmuş… İlkeler… Schopenhauer… Saçma bütün bunlar.. Bankada kimsenin bilmediği bir on binim yatıyor. (Arkaya bakar) Benim dışımda şeytanın bile bilgisi yok onların varlığından… Büyük annemin paraları… İşte bu para ikinizin… Alın, yalnız iki bini Matyev’in olacak, söz verin iki binini ona vereceğinize… (Konuklar salonda toplanmaktadır.)
İVANOV: Paşa, konuşacak bir şeyim yok benim. Ben vicdanımın buyruğuna uyuyorum.
SAŞA: Ben de vicdanımın buyruğuna uyuyorum… Seni bırakmayacağım. Gidip annemi çağırayım. (Çıkar.)
XIII
İVANOV, LEBEDEV
LEBEDEV: Hiçbir şey anlayamıyorum…
İVANOV: Dinle öyleyse zavallı adam… Ben şerefli bir adam mıyım, yoksa bir alçak mı? sağlıklı bir adam mıyım, yoksa bir psikopat mı; bunları açıklamaya çalışmayacağım. Anlayamazsın. Bir zamanlar ateşli, içten, akıllı bir gençtim; sevgilerim, nefretlerim ve inançlarım kimseninkilere benzemezdi. On adammışım gibi çalışır, on adammışım gibi ümit ederdim. Yel değirmenleriyle savaşır, alnımla duvarlara tos vururdum. Gücümü tartıya vurmadan ve daha hayatı öğrenmeden sırtıma öyle ağır bir yük yüklendim ki bir süre sonra belim çatırdadı, damarlarım uzayıp gevşedi. Tükettim kendimi. Ölçüsüz içiyor, coşuyor, çalışıyordum. Söyle, sonuç başka türlü olabilir miydi? Biz o kadar yetersiziz ve yapılacak işler de o kadar çok ki!.. Tanrım, o kadar çok ki!.. İşte, kendisiyle savaştığım hayat nasıl acımadan öç alıyor benden! İşte otuz beşindeyim ve kendimi içkiyle sersemlemiş bir adam gibi duyumsuyorum. Yaşlandım ben, yaşlı bir
adamın gecelik entarisini giyindim… Yorgun, bitkin, parça parça, inançsız, aşksız; ağır bir baş ve tembel bir ruhla insanların arasında başıboş dolaşıyor ve şu sorulara karşılık bulamıyorum: Kimim ben, niçin yaşıyorum, amacım ne? Aşk saçma bir şey, okşayışlar gereksizce tatlı, çalışma anlamsız, şarkılar ve ateşli söylevlerse bayağı ve eski. Nereye gidersem gideyim, kendimle birlikte tasa, soğuk bir can sıkıntısı, hoşnutsuzluk ve yaşama iğrentisi taşıyorum… Geri dönülmez bir biçimde mahvoldum ben! Otuz beşinde yorgun düşmüş, düşkırıklığına uğramış, değersiz zaferlerinin ağırlığı altında ezilmiş bir adam var karşında; utançtan boğuluyorum, güçsüzlüğümle alay ediyorum… Ah, gururum nasıl da ayaklanıyor, nasıl kuduruyorum! (Sendeler.) Tüh, nasıl yitirdim kendimi! Sendeliyorum artık… Kötüledim ben. Matyev nerede? Beni eve götürsün. SALONDA SESLER: Sağdıç geldi!
XIV
ÖNCEKİLER, ŞABYELSKİ sonra BORKİN, LİVOV, SAŞA ve KONUKLAR
ŞABYELSKİ (girerken) : Başkasının kullanılmış frakını giydik, eldivenlerimiz yok diye alaycı bakışlara bak sen… aptalca iğnelemelere, gülümsemelere bak… İğrenç insanlar!
BORKİN (hızla girer. Elinde bir demet çiçek, yakasında sağdıçlık belgesi olan bir başka çiçek.) : Uf! Bak hele, nerede! (İvanov’a.) Sizi kilisede bekliyorlar, sizse burada felsefe yapıyorsunuz! İşte tam bir komik! Tanrım, tam bir komik! Kiliseye nişanlınızla değil benimle gitmeniz gerekir kurallara göre. Nişanlınızı almak içinse yine kiliseden benim gelmem gerekir. Acaba anlayamıyor musunuz? Bay komik!
LİVOV (girer, İvanov’a) : Siz burada mısınız? (Yüksek sesle) Nikolay Alekseyeviç, burada, herkesin duyabileceği bir biçimde söylüyorum ki, siz bir alçaksınız…
İVANOV (soğuk) : Pek çok teşekkürler.
(Genel şaşkınlık)
BORKİN (Livov’a) : Sayın bay! Bu yaptığınız aşağılık bir şey! Sizi düelloya çağırıyorum!
LİVOV: Bay Borkin, bırakın düelloyu, sizinle konuşmayı bile
kendim için alçaltıcı bir şey sayarım. Fakat bu öneri Bay İvanov’dan gelirse sevinçle kabul edeceğim!
ŞABYELSKİ: Sayın Bay, sizinle ben dövüşeceğim!
SAŞA (Livov’a) : Nedir bu? Niçin hakaret ettiniz ona? Baylar, durun, davranışını açıklayacak bana; evet, niçin?
LİVOV: Boş yere hakaret etmedim Aleksandra Pavlovna. Buraya şerefli bir insan olarak sizin gözlerinizi açmaya geldim, rica ederim dinleyin beni.
SAŞA: Yani ne söyleyeceksiniz? Şerefli bir insan olduğunuzu mu? Bunu bütün dünya biliyor. Elinizi vicdanınıza koyup söyler misiniz bana, acaba davranışlarınızın farkında mısınız? Şimdi şerefli bir insan gibi buraya girerek ona öylesine hakaret ettiniz ki, bu hakaretin ağırlığı altında az kalsın ben ölecektim. Daha önce de onu bir gölge gibi izleyerek yaşamasını güçleştirdiniz. Böyle davranmakla görevinizi yerine getirdiğinize inanıyor, şerefli bir insan olduğunuzu sanıyordunuz. Onun özel yaşantısına karışıyor, onu yeriyor ve yargılıyordunuz. Bana ve bütün öbür tanıdıklara imzasız mektuplar yağdırdınız, bütün bunları yaparken de şerefli bir insan olduğunuzu düşündünüz. Şerefli bir iş yaptığınızı sanarak onun hasta karısına da eziyet ettiniz, kadıncağıza şüphelerinizle acı çektirdiniz. Bütün bu zorbalıkları ve alçaklıkları yaparken de hep şerefli bir insan olduğunuzu sandınız!
İVANOV (güler) : Düğün yeri değil, parlamento! Bravo, bravo!..
SAŞA (Livov’a): Düşününüz şimdi: davranışlarınızın farkında mısınız, değil misiniz? Ahmak, kalpsiz insanlar! (İvanov’un elini tutar) Gidelim buradan Nikolay! Baba, gidelim!
İVANOV: Nereye? Dur, her şeyi bitireceğim simdi! Gençliğimin yeniden dirildiğini, eski İvanov’un canlandığını duyumsuyorum. (Tabancasını çıkarır.)
SAŞA (haykırır) : Nikolay, ne yapmak istiyorsun! Nikolay! Tanrı aşkına yapma!
İVANOV : Ne zamandır baş aşağı yuvarlanıyordum! Artık durmam gerekiyor. Her şey burada bitmeli! Uzaklaşın! Teşekkür ederim Saşa!
SAŞA (bağırır) : Nikolay, Tanrı aşkına! Tutun onu!
İVANOV: Bırakın! (Kurtulur, kendini vurur.)
PERDE