sersem uyku
adım adım soğur gece iner yağmur karanlıklarıma ıslak ıslak öter boynuma doğru dudakların sabah olur hava soğuk sen nerdesin yavaş yavaş doğar güneş bitmez sersem uyku
Sanat, sinema, edebiyat, felsefe ve hukuk ders notları
adım adım soğur gece iner yağmur karanlıklarıma ıslak ıslak öter boynuma doğru dudakların sabah olur hava soğuk sen nerdesin yavaş yavaş doğar güneş bitmez sersem uyku
sadece düşünmemek için bir şeylerle oyalanmak oysa ki bazıları kurtarır sevdiğini oysa ki bazısı kurtarır vatanını bildiğin sende kalsın düşünce gelince akla, zehir olur her şey oysa ki bazıları yaşatır her an yaşatabildiğini...
belki bunu kaç defa hatırladım da binlerce kez unuttum dün de bir günlük geride şimdi belli belirsiz aydınlandı gökyüzü fundalıkların öte yanında suların dibi başladı görünmeye bir yorgun yolcunun sancısı, hayalimden esintiler şilepler...
sanki geçmemiş zaman da hasrette kalakalmışız adım attıkça yeni dudaklara hasretle savrulmuşuz hiç doğmamış da güneş yalnızlığımızın orta yerine karanlıkta oturmuşuz arandıkça daha da kaybolmuşsun seni yaşatmak demek, arttırmak acıları kimseler görmeden...
kaybolmuş çölün ortasında yapayalnız ve bir soluktan vareste hasretinle kavrulmadan ben, ben olmaktan çıkmadan geliyor musun? yağmurlara karışıyor anılarımız zaman akar durmaz yağmur akar durur zaman aktıkça yıllardan başka bir göl var oluşan, akanlardan...
şiirlerin nerede durduğunu hatırlayamayacak kadar uzaklaştım kitaplığımdan koyversem kendimi kadehlere, belki çok şeyler söylerim kendime yeni şairler arıyorum şimdi, bir sonbahar akşamı gibiyim dökülmeye hazır lakin çiçekler açmaya namüsait
sanki henüz daha yer yar(ad)ılmadan soğuğu bulmuş gibi yüzün ve saçların öyle ki kadife penceremin önünden akıp gidiyor tüy gibi hafif sularında yıkanmak da yıkılmak da hoşuma gidiyor
sararıp da yere düştüyse tüm yapraklar işte tam vaktidir hasatı ruhumun bir salıncakta geçen tüm geceler gibi kalbimin gümrüksüz hudutlarına giriş ve tarifi imkansız acılarıyla oldukça dokunaklı bir fırının içerisine hapsedilmiş yapraklarıyla sarılı yüreğim...
keşke aynaya üfleyebilsem içimdeki ruhun soluğunu, derinden esen çığlıklarıyla öyle ki hangi tarafında çıkarsa buğusu o tarafında yaşarım aynanın zamanın bu tarafında mı öte tarafında mı olduğumun farkına keşke varabilsem de gökyüzünden hakiki...
bu sefer öncekiler gibi değil yaşadım gördüm, çınladı duydum kırıldım, nahiftim, çöle döndüm güzel filmdi hayat, izlemekle tükendim seni hayal ediyorum, göklere yükseliyorum ama bu naçiz, toprağa bağlı hızla çakılıyorum kül rengi bir...
çürük çiçekler ve taze güller toprakla dolu pencere araları bunca insanı yaşatamıyorum bir anda hepsi birbirine karışıyor sanki sana yazılmış tüm romanlar ne okusam sen, vicdan azabı ya da belki de yalnızca vicdan azabı...
olası depremlerden korkan ruhum seni arar ellerim geceler boyu yalnızlığı tutmaktan çürür ellerim çığlıklar böler rüyaları yaprakların hışırtısı rüzgarla seni hatırlatır güz akşamları ve bir tını kulaklarımda sanki ala kahkahan salonda, koridorda ...
yine aynı gökyüzü seni ilk gördüğümdekinde de olan ve yine aynı yağmur seninle ilk ağladığımızda da var olan şimdi yine aynı gökyüzünün altında belki farklı kadehler, ama içki aynı ve şimdi yine aynı...
olmamış şimdilerden olma tarihimiz ve sen, avuçlarından akan benim kanım dört duvar arasında tanımıştım seni gökyüzünün altındaysa sevmiştim ama tarih yazmalı bunu! şimdiyse tegafüllerinin içinde yitiyorum
pirenin her zaman olduğundan büyük filin ise küçük çizildiği şövalenden kafanı kaldırıp da baktığın zaman gökyüzüne yıldızların görkemi altında, bir de kendini gör olduğun kadar mı görüyorsun kendini yoksa olmak istediğin kadar mı ...