Oleanna – David Mamet

OLEANNA

Oyun, 3 Bölüm

Çeviren: Ali H. Neyzi

Kişiler

CAROL : Yirmi yaşında bir kadın

JOHN : Kırklarında bir erkek

ÖZEL NOT : İngilizce (PAUSE) deyimi hem (durma) hem de (bekleme) şeklinde çevrilebilir. Amaç, konuşan kişinin susup beklemesidir. Telefonda ise, söyleneni (bekleme), konuşurken ise, sözünü kesip (duralama) anlamına gelmektedir. Bu çeviride, bütün (PAUSE) deyimlerini (DURUR) diye kullandım.

A.H.Neyzi

(New York’da sahnelendiğinde Birinci Bölümün sonunda antrakt yapıldı. Bölüm 2 ile Bölüm 3 arasında sadece ışıklar söndürülerek ara verildi.)

Ah, Oleanna’da olmak

Orada olmak isterdim

Norveç’te kokuşmaktansa

Prangalı tutsaklar gibi

Halk Türküsü

BİRİNCİ BÖLÜM

(Oyun JOHN’un ofisinde geçer. JOHN telefonda konuşmaktadır. CAROL karşısında, yazı masasının öbür yanında oturmaktadır.)

JOHN : (Telefonda konuşmaktadır.) Peki arsanın durumu ne? (Durur) Arsa, arsanın durumu (Durur) Ne mi demek istiyorum? Hayır anlamadım. (Durur) Evet Bence… Hayır, bence önemli (Durur) Çünkü şey için önemli olmalı. Jerry’i aradın mı? (Durur) Çünkü.. Hayır, hayır, hayır.. Ne dediler? Emlakçıyla konuştun mu? Neredeymiş. Komisyoncu kadın mı? Peki. Peki anladım. Peki tutulan notlar nerede? Hani kadınla notlar tutmuştuk? (Durur) Sen orada yok muydun? Hayır, hayır özür dilerim onu demek istemedim. Kadınla birlikteyken senin not aldığını hatırlar gibiyim ..Efendim? Elinde bir kalem yok muydu? Neden? Şimdi mi? Çünkü ..Onun için “Jerry’ye telefon et.” dedim. Ben edemem, işim var şimdi.. Hayır. Ben randevu falan vermedim. Vermedim karıcığım ..Tabi farkındayım. Bana bak, Jerry’yi aradın mı?

Hemen şimdi ara Jerry’yi ara..Ben arayamıyorum. Olurum… Onbeş yirmi dakikaya kadar orada olurum. Evet.. Mutlaka.. Hayır.. Bu evi kaçırmayacağız. Evi kaçırmayız dedim. Yapma. Hiç de hafife alıyor değilim, “İrtifak Hakkı” mı? İrtifak hakkı mı dedi? (Durur) Ne dedi? “Mesleki bir terim” mi dedi? Ve bizi bağlayıcı mı olurmuş! Özür dilerim. (Durur) Yani, biz, evet, bağlanıyoruz öyle mi? Dur. (Saatine bakar.) Karşı tarafa “Mani olmadan” öyle mi dedi? “Mesleki bir terim” demek! Çünkü ..Evet.. tamam. (Durur) Arka bahçe..oğlan için., esas isteğimiz o değil mi? Tamam.. Seni orada bulacağım. (Saatine bakar) Komisyoncu orada olacak mı? Sana bir kez daha bodrumu göstersin. Bakman gerek. Özellikle..çünkü..çün.. Evet. Çıkacağım. En fazla on, ya da onbeş dakika sonra çıkmış olurum.. Evet.. Hayır. Hayır. Yeni evin, orda buluşalım. Oldu. Eğer gerekli görünüyorsa.. Jerry’ye, buluşacağımızı haber vermeyi unutma. Tamam mı? Meraklanma. Depozitomuzu yakmayacağız. Tamam mı? Eminim işler yolun.. (Durur) öyledir umarım. (Durur) Ben de seni.. (Durur) Ben de seni seviyorum. Mümkün olduğunca ça.. evet çıkacağım, buluşuruz. (Telefonu kapatır. Masasına eğilir, bir not alır. Başını kaldırır, CAROL’a bakar.) Özür dilerim.

CAROL : (Durur) “Mesleki bir terim” ne demek?

JOHN : (Durur) Efendim?

CAROL : (Durur) Ne demek, “Meslek bir terim”?

JOHN : Bunu konuşmak için mi geldin buraya?

CAROL : Neyi konuşmak?

JOHN : Carol, izninle konuyu dağıtmayalım. Ne dersin? Sadede gelelim, olur mu? (Durur) Bana kalırsa insan içini dökmek istiyorsa dökmeli öyle değil mi? (Durur) Yani.. Ne dersin?

CAROL : Ne mi derim?

JOHN : Hımm?

CAROL : Ne dedim ki?

JOHN : Efendim?

CAROL : Bir -Bir şey mi – yanlış bir şey mi söyledim?

JOHN : (Durur) Hayır. Özür dilerim. Hayır. Haklısın. Gerçekten özür dilerim. Biraz acelem varda. Telefonda duydun. Evet. Özür dilerim. Haklısın. (Durur) “Mesleki bir terim” ne mi demek? Sanırım, aslında tam o anlama gelmesede, “mesleki kullanımında daha spesifik bir anlam taşıyan ve o deyimi bilmeyenler açısından fazla bir anlam taşımayan bir terim.” Sanırım “Mesleki bir deyimi” böyle açıklamak mümkün. (Durur)

CAROL : Tam ne demek olduğunu sizde bilmiyorsunuz demek?

JOHN : Ne anlama geldiğini tam olarak bildiğimi iddia edemem. Hani öyle bir deyim ki, belki senin de başına gelmiştir – Sözlüğe bakarsın ya da biri sana anlamını açıklar, önce “tamam” dersin ama ardından unutuverirsin ne olduğunu –

CAROL : Öyle bir şey olamaz.

JOHN : Yani – ?

CAROL : Öyle hemen unutulmaz.

JOHN : Nasıl – unutulmaz.

CAROL : Yani

JOHN : Yani- ne?

CAROL : Olmaz.

JOHN : Niye herkes unutabilir.

CAROL : Hayır. Kimse unutmaz.

JOHN : Unutmaz mı?

CAROL : Hayır.

JOHN : (Durur) Ne demek?- Herşey unutulabilir.

CAROL : Niye unutsunlar ki?

JOHN : Ne bileyim. Belki önemsemedikleri için.

CAROL : Olmaz.

JOHN : Bana öyle geliyor (Durur) Telefonda uzun konuştuğum için özür dilerim.

CAROL : Özüre gerek yok.

JOHN : Bana saygı gösterdin yada alçak gönüllü davrandın diyelim odama kadar gelme zahmetine katlandın. Pekâlâ… Carol

CAROL : (Durur) Ne diyeceğimi bilemiyorum. Yapabileceğim pek bir şey-

JOHN : Bir dakika. Senin şimdiki – şimdiki duru –

CAROL : Anlaşıldı. Yeni bir ev satın alıyorsunuz.

JOHN : Bırak şimdi onu. Biz işimize bakalım.

CAROL : Hangi işimize? (Bekler)

JOHN : Durumunu anlamıyor değilim inan bana. Bu tür bir konuyu görüşmek ne derece alçaltıcı… yani şey olabilir.. Ama emin ol tek emelim sana yardımcı olmak. Yine de (Masasından bir tomar kâğıt alır) “Fakat” diye söze başlamasını sevmem ama ne yazık ki, yazdıklarını okurken-

CAROL : Sadece – sadece elimden geleni – ?

JOHN : Ama olmamış. Olmuyor..

CAROL : Ne? Olmayan ne?

JOHN : hayır. Ne demek istediğini sezinler gibiyim.. Ama (Kâğıtları sallar) Bu yazdıkların

CAROL : Ben – Ders kaçırmıyorum.. (Kucağındaki not defterini gösterir.) Her dediğinizi yazıyorum.

JOHN : (Yazıyorum lafı ile birlikte) Evet. Anlıyorum. Sana demek istediğim esasta -esasta bir uyumsuzluk.

CAROL : Ama ben-

JOHN : Bir dakika: esasta bir iletişim eksikliği

CAROL : Her denileni yaptım. Kitabınızı aldım. Okudum.

JOHN : Onu demiyorum. Eminim ki..

CAROL : Hayır. Hayır. Hayır. Ne denilirse yapıyorum. Benim için kolay değil bu. Çok zor.

JOHN : Ama!

CAROL : Şey edemiyorum – Deyimleri bir çoğunu

JOHN : Rica ederim.

CAROL : Diliniz..Kullandığınız terimler çok yabancı.

JOHN : Özür dilerim. Hayır bu dediğin doğru değil.

CAROL : Doğru tabii.. Ben-

JOHN : Bence

CAROL : Ben doğruyu söylüyorum.

JOHN : Ama, ben –

CAROL : Yoksa niçin?

JOHN : Nedenini açıklayabilirim. Sen inanılmayacak kadar zeki bir kızsın.

CAROL : Ben..

JOHN : Sen.. Son derece …Sınıfta güçlük çekmek için hiçbir neden yok. Aldatmayalım biribi-rimizi.

CAROL : Ben..

JOHN : Dur hayır, hayır. Bırak da söyleyeyim. Söyleyeceğim. Bence senin içinde birikmiş bir öfke var..

CAROL : Neden olsun?

JOHN : Bir dakika.. Bence..

CAROL : Doğru. Bazı sorunlarım olduğunu kabul ediyorum.

JOHN : Herkesin..

CAROL : Toplumun bambaşka bir sınıftan geldim ben, buraya.

JOHN : Her..

CAROL : Başka bir ekonomik kesimden.

JOHN : Dur. Bak..

CAROL : Hayır. Ben.. Ben bu üniversiteye geldiğimde:

JOHN : Evet. Anlıyorum..

CAROL : O halde anlayın beni.

JOHN : Ama. Dur. Bir dakika.

CAROL : Ben..

JOHN : (Bir kâğıt alır ve oradan okur) İşte, bak. Otur lütfen.(Durur) Otursana. “Bu çalışmada dile getirilen görüşlerin yazarın elde ettiği sonuçlara dayanarak düşüncelerini açıklamak isteğine göre anlatıldığı kanısındayım “Bu ne anlama geliyor? Sen anlıyor musun ? Nedir bu ?

CAROL : Ben.. ben elimden geldiğince ..

JOHN : Bana kalırsa, yani belki de bu kurs..

CAROL : Hayır. Hayır. Hayır. Olmaz. Olmaz. Bu kurs şart.

JOHN : Belki de..

CAROL : Bu kursu tamamlamam gerek.

JOHN : Carol, ben sana..

CAROL : Benim bu kursu tamamlamam mutlaka gerekli. Ben..

JOHN : İyi-ama –

CAROL : İsterseniz-

JOHN : Belki de – başka –

CAROL : Ben-

JOHN : Başka kurslarda alınan sonuçlar belki de başka türlü değerlendiriliyordur – ama bu –

CAROL : Hayır. Hayır. Hayır. Hayır. Bu kursu mutlaka tamamlamam gerek.

JOHN : Bak, şimdi, bende insanım – halden anlarım – ama

CAROL : Ne diledinizse yaptım. Harfi harfine. Her dediğinizi. Kitabınızı okudum. Kitabımı al dediniz. Oku dediniz. Ağzınızdan her çıkanı – Ben – (Not defterini gösterir. Telefon çalar.) Ne dedinizse –

JOHN : Şimdi, bak –

CAROL : Yaptım. Her söylediğinizi –

JOHN : Tamam, olabilir, ama ben senin baban değilim.

CAROL : Ne dediniz?

JOHN : Yani, ben-

CAROL : Ben size babamsınız mı dedim?

JOHN : Yoo..

CAROL : Öyleyse niye öyle dediniz?

JOHN : Çünkü.

CAROL : Açıklayın.

JOHN : Belki de ben – sınıfta – (Telefonu açar) Alo. Şimdi işim var, konuşamam. Jerry? Ha. Evet? Anlıyor – Şimdi konuşamayacağım. Biliyorum. Biliyo -Jerry. Şimdi konuşamıyorum. Evet. Sonra beni ara – Teşekkür ederim. (Telefonu kapar. CAROL’a döner) Yani ne yapmamı istiyorsun? Şurada iki olgun insanız, değil mi? İkimizin de saygı göstermesi gereken bazı kural –

CAROL : Hayır. Hayır.

JOHN : Elimizde olmayan bazı-

CAROL : Hayır. Bana yardım etmeniz gerek.

JOHN : Bazı kurallar var – Peki sen söyle bakalım. Sen söyle ne yapmamı istiyorsun?

CAROL : Ben aldığım notların geçer olmadığını -herkese nasıl söylerim –

JOHN : Benim elimden ne gelir?

CAROL : Öğretin bana. Eğitin beni.

JOHN : Elimden geleni yaptım.

CAROL : Kitabınızı okudum. Okudum. Anlayama-

JOHN : Anlayamadın.

CAROL : Evet.

JOHN : Demek ki iyi yazılmamış kitap. (Yazılmamış sözcüğü ile birlikte)

CAROL : Hayır. Hayır. Hayır. Anlamak istiyorum.

JOHN : Nesini anlayamadın? (Durur)

CAROL : Tümünü. Ne demek istiyorsunuz. Özellikle şey konusunda.

JOHN : Hangi konuymuş, o?

CAROL : “Gençliğin bir tür depoya konulması.”

JONH : “Gençliğin bir tür depolanması”. Eğer doğa dışı yöntemlerle ergenliği geciktirecek olursak –

CAROL : Bir de “Modern Eğitimin Lanetliği” başlıklı konu –

JOHN : Yani..

CAROL : Ne demek istediğinizi –

JOHN : Bana bak. Alt tarafı öylesine bir kurs işte. Öylesine bir kitap. – Ne diyeyim-

CAROL : Hayır. Olamaz. Dışarıda bir sürü insan var. İçlerinden bazılarıda kalkıp bu okula gelmiş. Bilmediklerini öğrenmek için gelmişler. Onun için gelmişler buraya. Yol gösterilmeli. Birileri onlara yol göstermeli. Bir şeyler yapsınlar yapsınlar diye. Bir şeyler öğrensinler diye. Hani, nasıl denir? “Toplumda ilerlesinler” diye. Nasıl ilerlerim – kurstan geçerli not alamazsam. Ama anlayamıyorum. Anlayamıyorum. Hiçbir şeyden anlam çıkaramıyorum. Ortalıkta dolaşıp, duruyorum. Sabahtan akşama kadar. Kafamda hep aynı düşünce: Ben aptalın biriyim.

JOHN : Sana aptalsın diyen yok.

CAROL : Sahi mi? öyleyse neyim ben?

JOHN : Bence –

CAROL : Yani – Neyim ben?

JOHN : Senin içinde bir öfke var. Bir çok insan da senin gibidir. Bana bak. Benim bir yere telefon etmem şart. Bir de randevu verdim.

Buluşmağa mecburum. Senin durumunu anlamıyor değilim. Keşke daha fazla vaktimiz olsaydı. Ama bu görüşmeyi planlamış değildik. Ansızın geldin..

CAROL : Sizin gözünüzde ben bir hiçim.

JOHN : Bir emlakçı ile buluşmam gerek. Karım da oraya gelecek.

CAROL : Beni aptal sanıyorsunuz

JOHN : Kesinlikle hayır.

CAROL : Öyle dediniz.

JOHN : Hayır. Öyle bir şey söylemedim.

CAROL : Dediniz.

JOHN : Ne zaman?

CAROL : Siz .. az ..

JOHN : Hayır. Asla. Hiçbir öğrencime böyle bir şey söylemedim. Ve söylemem.

CAROL : Ama ..”Bu ne anlama geliyor?” dediniz. (Durur)”Bu ne anlama geliyor?” (Durur)

JOHN : Ve sen bundan ne anlam çıkardın?

CAROL : Yani ben aptalın tekiyim. Hiçbir zaman hiçbir şey öğrenemem. Bunun başka anlamı olur mu? Üstelik haklısınız da.

JOHN : Ben..

CAROL : Öyleyse, o halde..ben burada ne arıyorum?

JOHN : Dediklerimi tersinden anlıyor..

CAROL : Kimse beni istemiyorsa ..ve de..

JOHN : Lâfı tersinden alıyorsan –

CAROL : Bana kimse bir şey demiyor. Öyle oturup duruyorum. Arkada. Sınıfın köşesinde. Ve herkes bir şeylerden söz ediyor. Ve “Kavramlar” var. Ve de “Ahkâm kesiliyor” ve, ve, ve, ve, ve bu arada siz nelerden söz ediyorsunuz? Kitabınızı okudum. “İyi. Git, o kursa yazıl” dediler, bana. Gençliğe olan sorumluluktan söz ediyordunuz. Bunun ne anlama geldiğini kavrayamıyorum ve sınıfta kalacağım.

JOHN :İzin ver..

CAROL : Hayır. Haklısınız. Olan oldu. Başaramadım çaktırın beni. berbat bir şey. Neye el atsam “Bu çalışmada dile getirilen görüşlerin, yazarın düşüncelerini açıklamak istediği şekilde anlatıldığı kanısındayım.”

Haklısınız. Haklısınız. Ben aptalın biriyim. Ne olduğumu biliyorum. (Durur) Sayın hocam, ne olduğumu biliyorum, ben. sizin söylemenize gerek yok. (Durur) Acınacak bir durum, öyle değil mi? (Ayağa kalkar.)

JOHN : Anlaşıldı (Durur) Otur. Otur. Lütfen. (Durur) Lütfen otur.

CAROL : Neden?

JOHN : Seninle konuşmak istiyorum.

CAROL : Neden?

JOHN : Otur diyorum. (Durur) Canım, otursana, lütfen oturur musun? (Durur. CAROL oturur.) Teşekkür ederim.

CAROL : Nedir?

JOHN : Sana bir şey söylemek istiyorum.

CAROL : (Durur) Ne diyeceksiniz?

JOHN : Senin ne demek istediğini anlıyorum.

CAROL : Olamaz.

JOHN : Anladığımı sanıyorum. (Durur)

CAROL : Nasıl anlayabilirsiniz?

JOHN : Sana kendi geçmişim hakkında bir şey anlatacağım. (Durur) İzninle, tabii. (Durur) Yetişmem sürecinde, bana da hep aptal olduğum izlenimi verilmişti. Sana bunu anlatmak istiyorum. (Durur)

CAROL : Ne demek istiyorsunuz?

JOHN : Ne dedimse, onu. Küçük yaşımdan beri eğitimimin her döneminde, bana hep aptal olduğum söylendi. “Ne kalın kafalısın. Sen hiç aklını kullanmaz mısın?” Yahut da “Anlamıyor musun? Niye anlamıyorsun?” Ve ben bir türlü anlayamazdım. Anlayamazdım.

CAROL : Neyi?

JOHN : En basit problemi bile. Bir türlü aklım ermezdi. Çözemezdim.

CAROL : Neyi çözemezdiniz?

JOHN : insanların bir şeyi nasıl öğrendiğini.

Benim nasıl öğrenebileceğimi. Bizim kursta, sözünü ettiğim sorun da aslında bu zaten. Ama sen bunu duymuyorsun. Doğal bu, Carol. Tabii duyamazsın. (Durur) “Gerçek insanlardan söz ederdim ve o kişilerin neler

yaptığını merak ederdim.” Gerçek insanlar “Kimdi onlar? Onlar benim dışımda olanlardı, iyi insanlar. Yetenekli insanlar. Benim yapamadığım şeyleri becerirlerdi öğrenirlerdi çalışırlardı, belleklerini kullanırlardı. Bütün o ıvır zıvır. İşte, kursta anlatmaya çalıştığım bu – buydu söylemeye çalıştığım. Bir çocuğa – Dinle beni – Eğer bir çocuğa “Sen anlamıyorsun” denilirse, çocuk suçlandığını sanır. Ben kimim? Aklı ermeyen bir çocuk. Seni de kursta görür gibiyim – ben bu kavramları anlatırken –

CAROL : Hiç birini kavrayamamıştım…

JOHN : O zaman asıl suç bende. Bu senin suçun olmamalı. Boş laf etmiyorum. Söylediğime kesinlikle inanıyorum. Üzgünüm ve senden özür dilemek istiyorum.

CAROL : Neden?

JOHN : Kimbilir, belki benim aklım da başka taraflardaydı – Yeni bir ev satın almak üzereyiz ve – –

CAROL : Size de mi “Aklı ermez” demişlerdi.

JOHN : Evet.

CAROL : Ne zaman?

JOHN : Ne zaman mı? Yaşamım boyunca. Çocukluğumda, sonra da belki söylemez oldular ama, ben hep öyle dediklerini duyar gibi olurdum.

CAROL : Yani ne diyorlardı?

JOHN : Yeteneksiz olduğumu söylerlerdi. Anlıyor musun? Ve ne zaman sınava çekilirsem, çocukluğumun öğrenimle ilgili tüm korkuları yerinden canlanı verir – Ardından ben -Kendimi “değersiz” ya da “işe yaraşamaz” bulmağa başlarım.

CAROL : Evet.

JOHN : Efendim?

CAROL : Evet.

JOHN : Ve kendimi yenilmeye mahkûm sanırım. (Durur)

CAROL : Ama o zaman kesinlikle yenilir insan (Durur) İster istemez (Durur) Öyle değil mi?

JOHN : Örneğin bir pilot. Uçuş yapıyor. Koca

uçağı göklere uçurmakta. Aklından şu geçiyor: Aman Allahım, deliriverdim. Ne mene aptalın biriyim ki, bana emanet edilen, bunca canı taşıyan uçağı yönetirken, aklım başımdan gidiverdi. Neden gelmişim ben bu dünyaya? Uçağı bana emanet edenler nasıl da yanılmışlar. Ve işte..bu gibi düşüncelere dalmışken, uçak yere çakılı verir.

CAROL : (Durur) Ama, o da ..

JOHN : Evet.

CAROL : Diyebilir ki…

JOHN : Bir an için dikkatim dağıldı..

CAROL : Evet.

JOHN : Aklımı karıştıran bir şey oldu, ama artık ..

CAROL : Ama artık..

JOHN : Bende sana bunu anlatmaya çalışıyordum. Artık dikkatimi toparlamam gerek diye düşün.. Şimdiye dek ne öğrendim diye kafa yorma. Sihirbazlık gerektirmiyor bunun için. Evet. Evet. Seni kastediyorum. Korkacaksın tabii. Öyle olup olmadığından emin olmasan bile, denendiğini sanıp, ürkeceksin. Kendi kendine “Ben kabiliyetsizin biriyim” diyeceksin ..ve iki şey geçecek aklından: “Başarmalıyım ama başaramayacağım”. Ve şöyle düşüneceksin: “Herkesin benimle alay ettiği, herkesin benden daha akıllı olduğu bu dünyaya ne demeye gelmişim ben? Hiçbir şeye lâyık değilim ben hiçbir şeyi kavrayamıyorum. (Durur)

CAROL : Bu mu? (Durur) Bu mu benim durumum..?

JOHN : Bilemiyeceğim. Bak, şimdi seninle kendi oğlumla konuşurmuş gibi konuşuyorum. Çünkü, benim erişemediğim şeylere onun sahip olmasını isterdim. Çocukluğumda bana söylenmesini istediğim şeyleri, şimdi sana söylemeye çalışıyorum. Nasıl anlatayım bilmem ki, ister istemez kişisel konuşmak zorundayım sana bunları söylerken… Ama..

CAROL : Benimle kişisel konuşmanıza ne gerek var?

JOHN : Yani, şöyle. Onu demek istiyorum .. Başkalarının davranışlarını ancak kendi de-

neyimlerimizle kıyaslayarak algılayabiliriz. (Telefon çalar) Kendi deneylerimiz. (Telefonu açar) Alo? (CAROL’a hitaben) Başkalarına örnek.. (Telefona) Alo? (CAROL’a) Bir dakika izin verir misin? (Telefon’a) Alo. Hayır. Şimdi konuşa.. Biliyorum. Öyle demiştim. Biraz birazdan. O da geliyor mu? Evet. Onunla, konuştum. Seninle orada buluşa..Hayır. Çünkü yanımda bir öğrencim var. Her şey yoluna gire .. Canım, bu da önemli. Yanımda bir öğrencim Jerry söz verdi. Dinle beni. Lafı kısa kesersek, daha çabuk orada olurum. Peki. Seni seviyorum. Seni seviyorum dedim. Bu iş mutlaka yoluna girecek içimden öyle geliyor. Hemen geliyorum. Tamam mı? Öğrencimle konuşmam biter bitmez (Telefonu kapatır, CAROL’a) Özür dilerim.

CAROL : Neydi?

JOHN : Bazı sorunlar var.. kaçınılmaz pürüzler.. yeni bir ev alırken ister istemez olur bunlar.

CAROL : Yeni bir ev alıyorsunuz.

JOHN : Evet.

CAROL : Çünkü profesör olacaksınız.

JOHN : Evet öyle umuyoruz.

CAROL : Peki, neden benimle burada vakit geçiriyorsunuz?

JOHN : Burada mı?

CAROL : Evet. Çoktan gitmeniz gerekirken.

JOHN : Çünkü senden hoşlanıyorum.

CAROL : Benden hoşlanıyorsunuz!

JOHN : Evet.

CAROL : Neden?

JOHN : Neden mi? Belki de benzer yanlarımız var da ondan. (Durur) Evet. (Durur)

CAROL : “Herkesin sorunları vardır.” dediniz.

JOHN : Herkesin sorunları vardır.

CAROL : Öyle midir?

JOHN : Kesinlikle.

CAROL : Sizinde mi?

JOHN : Evet.

CAROL : Ne gibi sorunlar?

JOHN : Şey. (Durur) Yani, çok haklısın, (Durur) Eğer aramızdaki yapay “öğretmen” ve “öğrenci” sınırlamalarını kaldırsak benim sorunlarım niçin seninkilerden daha gizli kalsın? Tabii ki benim de sorunlarım var. Az önce tanık oldun.

CAROL : Ne gibi?

JOHN : Karımla ilgili ..ya da görevimle..

JOHN : Evet. Ve. Ve. Belki de benim sorunlarım .. inanır mısın, seninkilerden pek farklı değil.

CAROL : Anlatır mısınız!

JOHN : Pekiyi. (Durur) Öğretmenliğe geç başladım ben. Ve bu işi çok yapay buldum. Yani, “Ben bilirim – sen bilmezsin” kuralı yapay bir durumdu ve eğitimde bir istismarın söz konusu olduğunu sezinledim. Demin de söyledim ya okuldan nefret ediyordum. Öğretmenlerimden nefret ediyordum. Amir durumunda olan herkesten nefret ediyordum. Çünkü biliyorum ki, -sanmakla kalmıyor- biliyordum ki, başarısız olacaktım. Çünkü beceriksiz herifin biriydim. İş yoktu bende. Nihayet, yıllarca sonra ..(Durur) kendimi toparlar gibi olduğum zaman..başarısızlık illetinden kurtulmayı başardığım zaman ..İşte o zaman.

CAROL : Bu nasıl başarılıyor? (Durur)

JOHN : Önce kendini tartman gerek ..duygularını hareketlerini inceliyorsun. Ve kendi kendine diyorsun ki eğer öyle davrandımsa kendimi öyle bir insan olarak görüyorum.

CAROL : Anlamıyorum

JOHN : Eğer hep çakıyorsam, bu kendi kabiliyet-sizliğime inandığım içindir. Kabiliyetsiz olduğuma inanmaktan vazgeçersem belkide, arada sırada başarılı da olabilirim. Bak yaşam boyunca okulda üniversitede, iş hayatında karşılaştığın sınavlar çoğu zaman aptallar tarafından, aptallar gözetilerek düzenlenmiştir. Aslında başarısız olman için sebep yoktur. Bunlar senin değerinin bir ölçüsü olamaz. Hazırlop yutulmuş gereksiz bilgilerin geri püskürtülmesi için hazırlamışlardır. Anlamsız şeylerdir bunlar

ve o sınavlarda çakman doğaldır. İşte ben .. CAROL : Olamaz

JOHN : Öyledir. Hepsi budalalık, hepsi uydurma baksana bana. Profesörleri Atama Kurulu, Profesörleri Atama Kurulu’ymuş… beni sınayacaklar. Berbat Profesörler Kurulu. Yani, yeni bir “sınav” yapılıyor. Anlıyor musun? Beni sınayacaklar. Benim hakkımda oy kullanacaklar öyleleri var ki, ben o adamlara pabucumu boyatmam. Ama yine de, o muhteşem, Profesörleri Atama Komitesi’nin huzuruna çıkmak zorundayım. Oysa içimden kusmak geliyor. Ne yeteneksiz biri olduğumu yüzlerine karşı haykırmak geliyor içimden : “Bende iş yok. Ne diye seçiyorsunuz beni?”

CAROL : Ama onayladılar profesörlüğünüzü.

JOHN : Hayır. Onaylanacağı duyuruldu ama karar daha imzalanmadı. Anlıyor musun? Bugün, yarın deniliyor.

CAROL : Yaa.

JOHN : İmzalamayabilirler. Profesör olamayabilirim, evimi de satın alamayabilirim. Ne dersin? Belki de karanlık geçmişimi keşfederler. (Durur)

CAROL : Neymiş o?

JOHN : Hiç. Yok öyle bir şey. Yine de yeteneksizliğimin kokusunu alabilirler.

CAROL : Kokusunu mu?

JOHN : Koku alabilirler, koku. Anlıyor musun?

Bak ben seni anlıyorum. Ben o garip hissin ne olduğunu biliyorum. Acaba profesör olmaya layık mıyım? Evime karıma aileme layık mıyım? Ve böyle.. anlatmaya çalıştığım bu. Eğitimde geliştirilen ana teori ki, yani o teori ki…

CAROL : Ben… Ben… (Durur)

JOHN : Ne var?

CAROL : Ben..

JOHN : Ne var?

CAROL : Bana verdiğiniz notu öğrenmek istiyorum. (Uzun sessizlik)

JOHN : Bu normal bir istek.

CAROL : Çok mu kötü?

JOHN : Hayır.

CAROL : Kızdınız mı bana?

JOHN : Hayır. Ben senden özür dilerim. Kaç not aldığını merak etmen doğal. Ve yine doğal olarak şu sırada aklın hep ona takılır. (Telefon çalar) Bir dakika.

CAROL : Ben gideyim artık.

JOHN : Gel anlaşalım seninle.

CAROL : Olamaz. Telefon…

JOHN : Bırak çalsın. Özel bir anlaşma. Gitme kal? Kursa yeni baştan başlayacağız. Sınıfta dikkati dağılan sen değil bendim diyeceğim. Sıfırdan kursa yeniden başlayacağız. Notun (100) olacak. son değerlendirmede de 100 alacaksın. (Telefonun sesi kesilir)

CAROL : Ama daha kursun ortasındayız…

JOHN : (“Ortasında” deyimi ile birlikte)

Olsun. Sen bu kurstan 100 alacaksın. Eğer gelip benimle birkaç kez daha buluşursan, birkaç kez daha (Sınav kâğıdını yırtar) senin notun 100 olacak. Unut sınav kâğıdını. Sevmeyerek yazmıştın onu. İçinden gelmemişti. Önemli değil. Önemli olan, sende ilgiyi uyandırabilmem. Eğer başarabilirsem ve tüm sorularını yanıtlamam. Her şeye yeniden başlayalım. (Durur)

CAROL : Yeniden mi? Neye?

JOHN : Bugünü başlangıç sayalım.

CAROL : Başlangıç mı?

JOHN : Evet.

CAROL : Neyin?

JOHN : Kursun.

CAROL : Ama nasıl baştan başlarız.

JOHN : Neden olmasın. (Durur) Neden olmasın.

CAROL : İnanamıyorum.

JOHN : Evet. Biliyorum ama inan. Zaten kurs dediğin ne? Senle ben değil mi? (Durur)

CAROL : Ama yönetmelikler?

JOHN : Ne yapalım. Unuturuz onları.

CAROL : Nasıl olur?

JOHN : Kimseye söylemeyiz.

CAROL : Bu doğru olur mu?

JOHN : Bence hiç sakıncası yok.

CAROL : Bunu neden yapıyorsunuz?

JOHN : Senden hoşlanıyorum. O denli zor mu bunu anlamak?

CAROL : Hımm.

JOHN : Bu odada ikimiz başbaşayız.

CAROL : Peki… Anlayamamıştım şey.. .dediğiniz zaman

JOHN : Tamam mı? Anlaştık mı?

CAROL : Yüzey yaklaşımdan söz ettiğinizde neyi kastettiğinizi anlayamamıştım.

JOHN : Yüzey yaklaşımı mı?

CAROL : Kitabınızda sözünü etmiştiniz. Hani karşılaştırmalı.. Yani karşılaştırmalı. (Not defterini karıştırmaktadır)

JOHN : Notlarına mı bakıyorsun?

CAROL : Evet.

JOHN : İçinden geldiği gibi konuşsana.

CAROL : Yanlış bir şey söylemek istemiyorum.

JOHN : Anlıyorum. Doğrusu da bu.

CAROL : Söylediğiniz her şeyin bilincine varmam gerek..

JOHN : Güzel.

CAROL : …Onun için…

JOHN : Çok güzel. Ama sık sık söylediğim gibi, kendimizi fazla sıkmazsak, aklımızda kalmasını istediğimiz şeyleri çoğu zaman daha kolay zapteder belleğimiz.

CAROL : (Notundan okur) İşte burada. Yüzey yaklaşım konusu.

JOHN : Doğru. “Yüzey Eğitimde Zorbalık yaklaşım” demişim değil mi? Anlamı, düzenlenmiş işkencedir. Burnunun ucuna bir kitap uzatırız ve oku bunu deriz. Sen okudum dersin. Ben de sana inanıyorum derim. Seni sınava sokarım. Okumadığın ortaya çıkar, rezil olursun. Yaşamın alt üst olur. Tatsız bir oyun bu. Niye oynuyoruz bu oyunu? Eğitimi sağlıyor mu? Kesinlikle hayır. Peki öyleyse yüksek eğitim neyi sağlıyor? İşe yarar denebilecek bir şeyin aksini.

CAROL : Ne demek işe yarar denebilecek bir şeyin

aksi?

JOHN : Kuru bir töre oluşmuş. Toplumsal bir alışkanlık. Herkesin tabi tutulması gereken, ya da her vatandaşın hakkı sayılan yüksek eğitim.. Oysa .. Bence…

CAROL : Siz buna karşı mısınız?

JOHN : Haydi bu konuyu ele alalım.Sen ne dersin?

CAROL : Bilemiyorum.

JOHN : Ne düşünüyorsun bu konuda?

CAROL : Bilmiyorum.

JOHN : Sınıfta bu konuya değinmiştim. Verdiğim örneği anımsıyor musun?

CAROL : Adalet.

JOHN : Evet. Sözlerimi tekrarlayabilir misin bana? (Kız notlarını karıştırmaya başlar) Notlarına bakmadan söyle, rica ederim. Ortaya attığım fikir ilgini çekmiş mi anlayalım.

CAROL : “Adalet” dediniz.

JOHN : Evet.

CAROL : Her insanın hakkıdır. (Durur) Ben ..şey .. şey..

JOHN : Evet. Tez; yargılanmak, adilce yargılanmak. Ancak, bir suçlama söz konusu değilse, yargıya da gerek kalmamalı. Ne dersin? Adalete başvurmak her vatandaşın hakkıdır ve bu haktan yararlanmak istiyorsa, adalete sığınıp, hakkını arar. Buradan yola çıkınca, kişinin yaşamında mutlaka yargılanması gereklidir sonucuna varılmamalı. Anlıyor musun? Görüşüme göre, geçerlilik ile haklılığın karıştırılması bu karmaşaya yol açmıştır. Yüksek eğitim konusunda da eğitimin tartışılmaz yararlarını, her vatandaşın eğitime ulaşmak hakkı ile karıştırıyoruz. Bu konuda, aslında bir önyargı oluşturmuşuz ve bence başlı başına…

CAROL : Yani, okula gönderilmemiz bir önyargıdan mı kaynaklanıyor?

JOHN : Yüzde yüz. (Durur)

CAROL : Ama nasıl böyle dersiniz? Nasıl?

JOHN : Güzel, güzel. Aferin. Açıkla görüşünü! Ne demek “ön yargı?” Mantığa dayanmayan bir

inanç. Hepimiz o oyuna geliriz. Ondan kurtulamayız. Bu inanç zorlanırsa, ya da ona karşı gelinirse, hemen kızarız ve kızınca da, senin şimdi yaptığın gibi, karşı geliriz, değil mi? Tamam.

CAROL : Ama .. siz.. nasıl olur?

JOHN : Gel. Birlikte araştıralım..Tamam.

CAROL : Ama.. Nasıl?

JOHN : Tamam. Tamam. Bak şimdi..

CAROL : Ben konuşmak istiyorum.

JOHN : Özür dilerim.

CAROL : Nasıl olur da siz ..

JOHN : Affedersin.

CAROL : Önemi yok.

JOHN : Affet.

CAROL : Önemli değil.

JOHN : Sözünü kestiğim için üzgünüm.

CAROL : Önemli değil.

JOHN : Ne diyordun?

CAROL : Ne mi diyordum.. diyordum ki.. (Notlarına bakar) Nasıl olur da siz, sınıfın ortasında, bir üniversitede, yüksek eğitim bir önyargıdan ibarettir diyebilirsiniz?

JOHN : Benim dediğim, toplumun bu konuya yatkınlığı.

CAROL : Yatkınlık?

JOHN : Biliyorsun anlamı.

CAROL : “Yakınlık” göstermek anlamına mı?

JOHN : Evet.

CAROL : Ama nasıl dersiniz ki Yüksek Eğitim..

JOHN : Benim işim bu unutma.

CAROL : Neymiş işiniz?

JOHN : Sende tepki yaratmak.

CAROL : Olamaz.

JOHN : Ama, öyle.

CAROL : Bende tepki yaratmak mı?

JOHN : Evet.

CAROL : İşiniz beni kızdırmak, öyle mi?

JOHN : Evet. Kızdırmak ve böylece zorlayarak..

CAROL : Beni kızdırmak sizin göreviniz mi oluyor?

JOHN : Seni zorlayarak ..dinle beni (Durur) Haa.. (Durur) dinle bak, gençliğimde biri bana demişti ki. İnanmayacaksın, zenginler fa-

kirlerden daha seyrek çiftleşirlermiş. Ama çiftleşirken daha fazla soyunurlarmış. Yıllarca, yıllar boyunca, kendi deneyimlerimi bu önyargıya göre ölçtüm. Derdim ki hah. İşte bu o kurala uygun, ya da bu durum onun bir değişimi, ne anlamı vardı bunların? Hiç. Bir okul arkadaşımın enayice bilgiçlik taslaması kafamda boşu boşuna yer etti durdu. (Durdu) Biri de sana, üniversite eğitimi çok olumlu bir şeydir diyecek olmuş, sen de buna öylesine inanmışsın ki, ben çıkıp bunun nedenlerini sormaya kalkınca hemen horozlanıyorsun. Peki. Tamam. Ama bu gibi sorunlarda inançlarımızı sorgulamamız gerekmez mi? Bana kalırsa. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından yüksek eğitimi öylesine kabullendik ki bu öylesine gerekli bir aşama haline geldi ki, orta sınıftan olanlar olsun, ya da gitgide genişleyen o kitleye yeni katılmak isteyenler olsun, bunu artık su götürmez bir hak sayar oldular. Bu yüzden kimse, “yüksek eğitim neye yarar,” diye sorgulayamıyor artık. (Durur)

JOHN : Bir düşünelim: Görmek arzusu gizli nedenlere dayanabilir?

Bir: Öğrenme aşkı.

İki: Bir meslek dalında sağlamca eğitilmek arzusu.

Üç: Ekonomik kalkınma sağlama isteği. (Susar önündeki bir kâğıda not yazar.)

CAROL : Vaktinizi alıyorum.

JOHN : Bir saniye bir not almam gerekiyor…

CAROL : Benim söylediğim bir şeyin notu mu?

JOHN : Hayır. Bir ev alıyoruz da…

CAROL : Yeni bir ev alıyorsunuz.

JOHN : Evet. Profesörlüğe yükselince öyle gerekir diye düşündük. Güzel bir ev…Oğlumu yazdıracağımız özel okula da yakın. (Notunu yazmayı sürdürür.) Demin ekonomik kalkınma sağlamaktan söz ederken (CAROL da not tutar.) Sözüm ona parasız eğitim için ödediğim vergi aklıma geldi. (Notunu yazmayı sürdürür, kendi kendine

konuşmaktadır.) Oğlumu parasız okula göndermek zorunda değilim, devlet okulları’nı finanse etmek için vergi ödemeye zorluyorlar vatandaşı. Yani beyaz vatandaşı.. Siyahlar fakir diye onlardan vergi isteyen yok. Bunlar geçti aklımdan; bu gibi konular senin ilgini çekiyor mu?

CAROL : Hayır. Gene de not almaktayım.

JOHN : Not alman gerekmez. Sadece dinle, yeter.

CAROL : Sonra hatırlayacağımdan emin olmak istiyorum. (Durur)

JOHN : Sana ders okutmuyorum ki, sadece aklımdan geçenleri..

CAROL : Ne geçti aklınızdan?

JOHN : Her gencin yüksek eğitim görmesi gerekir mi? Gerekirse neden?

CAROL : (Durur) Öğrenmek için.

JOHN : Ama zaten bir şey öğrenmiyorsa?

CAROL : Öğrenmiyorsa mı?

JOHN : O zaman neden gidiyor üniversiteye? Sadece, ona, bu senin hakkındır denildiği için mi?

CAROL : Bazıları yüksek öğrenimden faydalanıyorlardır, herhalde.

JOHN : Umarım öyledir.

CAROL : Ama yüzlerine karşı, vakitlerini boşuna harcadıklarını söylerseniz tepkileri ne olur acaba?

JOHN : Onlara öyle dediğimi sanmıyorum.

CAROL : “Üniversite eğitimi zorbaca uzatılmış sistematik bir işkencedir,” diyen sizdiniz.

JOHN : Evet. Bazen öyle olabilir.

CAROL : Eğer eğitim böylesine boş bir şeyse, siz neden bu görevi sürdürüyorsunuz?

JOHN : Çünkü mesleğimi çok seviyorum (Durur) İstersen, gel seninle nüfus istatikleri konusunu inceleyelim. Gelirlerin dağılımı, yüksek eğitim görmüşlerle görmemişlerin gelir düzeyleri, erkeklerinki, kadınlarınki ve bunların 1855 ile 1990 arasındaki değişimleri .. Belki bu istatistiklerden bize yararlı olabilecek bazı sonuçlar çıkartabiliriz. Ne dersiniz?

CAROL : Hayır derim.

JOHN : Neden?

CAROL : Aklım ermiyor da ondan

JOHN : Ama sen…

CAROL : O cetvellerle, çizgiler ve ..

JOHN : O cetveller sadece..

CAROL : Buradan ayrıldığında ..

JOHN : O cetveller sadece bize..

CAROL : Hayır. İstemiyorum.

JOHN : Pekâlâ anlayabilirsiniz ama..

CAROL : Hayır. Hayır. Kavrayamıyorum, anlayın işte. Aklım ermiyor.

JOHN : Neye?

CAROL : Hiçbir şeye hiçbirine sırada oturup sırıtıyorum. Yüzüm her zaman gülümsüyor. Siz nelerden söz ediyorsunuz? Herkes neler anlatıyor hiçbirini anlamıyorum. Neyin ne demek olduğunu seçemiyorum. Neden buradayım. Onu da bilmiyorum. “Sen zekisin,” diyorsunuz, Sonra da neden burada olduğumu sorguluyorsunuz. Ne istiyorsunuz benden? Nedir bunların anlamı? kimin sözünü dinlemem gerek? Ben.. (JOHN, yanına gider ve CAROL’u kollarına alır.) Yapmayın!

JOHN : Şişş..

CAROL : Hayır anlayamı..

JOHN : Şişş..

CAROL : Söylediklerinizi anlayamıyorum.

JOHN : Şişş.. önemi yok.

CAROL : Hiçbir şeyi an..

JOHN : Şişş.. Şişş..Bırak kendini germe (Durur) Şişş. Bırak kendini. Şimdi geçecek. (Durur) şişş.. (Durur) Şişş.. (Durur) Seni anlıyorum.. (Durur) Şimdi nasılsın?

CAROL : Fenayım.

JOHN : Biliyorum. Geçecek.

CAROL : Ben.. (Durur)

JOHN : Evet?

CAROL : Ben..

JOHN : Ne var söylesene?

CAROL : Sizi anlamıyorum

JOHN : Biliyorum üzerinde durma.

CAROL : Ben…

JONH : Nedir? (Durur) Ne var? Hadi söyle bana.

CAROL : Size söyleyemem.

JOHN : Aksine, dökmelisin içini.

CAROL : Dökemem.

JOHN : Olmaz söyle. (Durur)

CAROL : Ben çok kötüyüm. (Durur) Tanrım.

(Durur)

JOHN : Şimdi geçecek..

CAROL : Ben..

JOHN : Şimdi geçecek.

CAROL : Bu konuda açılamam.

JOHN : Açılabilirsin. Açıl bana.

CAROL : Niye öğrenmek istiyorsunuz içimdekini?

JOHN : Öğrenmek istediğim yok. Sadece senin rahatlamanı istiyorum.

CAROL : Ben her zaman..

JOHN : Devam et..

CAROL : Tüm yaşamımda..bir kez bile olsun..bu konuda kimseye açılmadım.

JOHN : Evet devam et. (Durur) Devam et.

CAROL : Ömrüm boyunca.(Telefon çalar)

JOHN : (Telefona) Şimdi konuşamam. (Durur)

Ne? (Durur) Hımm.. (Durur) Peki ama ben. (Telefona) Şimdi olmaz… Konuşamam.. Hayır. Hayır.. Hayır. Öyle dedim, biliyorum ama.. ne? Alo? Ne? Ne demiş o kadın? Diyemez. Anlaşma iptal mi diyor? Nasıl? Anlaşma nasıl iptal olurmuş? O ev bizim sayılır. Tüm kâğıtları elimizde. Haftaya ödemeyi de yapınca.. kâğıtlar da tamam.. Ev bizim demektir. Dur. Dur. Dur. Dur… Jerry duydu mu bunu? Nerde Jerry? (Durur) O kadın da orada mı? Yanında avukatı mı var? Hay Allah. Hay Allah anlamadım. Arsadan geçiş hakkı da, sorunu da neymiş? Anlayamıyorum..Satış anlaşmasını engellemez ki bu! Sadece arsanın içinden geçiş hakkı mı sorun? Neden öyle yapıyor? Ver, ver Jerry’yi ver. (Durur) Jerry? Neler dönüyor, Jerry? Ne demek bu? O ev benim yani.. şey..ben ..Hayır. Hayır, hayır. Gelmiyorum..dinle bok yesin o karı. Söyle ona. Sen, şimdi, karımı al..Al karımı ve hemen

çıkın oradan. Bırak o karıyı, avukatıyla başbaşa kalsın; artık onlarla mahkemede yüzleşiriz. Söyle onlara.. Hayır, hayır. Bırak kadını..Kahrolsun.. Söyle onlara o evi mutlaka satın alıyorum ve bunu onların yanına bırakmayacağım. Hayır gelemem. Şeytan görsün yüzlerini. Söyle onlara, artık benim yüzümü ancak hakimin huzurunda görürler.. Ben.. (Durur) ne? (Durur) Ne? (Durur) Anlamıyorum. (Durur) Evde ne oluyormuş? (Durur) Evin kendisiyle ilgili bir sorun yok demek? Tamam. (Durur) Hayır, hayır, hayır. Pekâlâ olur. Tamam. (Durur) Tabii.. Te..Teşekkür ederim. Hayır. Geliyorum. En kısa zamanda. (Telefonu kapatır. Durur.)

CAROL : Ne oldu? (Durur)

JOHN : Bir süpriz.

CAROL : Öyle mi?

JOHN : Evet bir süpriz partisi.

CAROL : Sizin için bir parti mi düzenlemişler?

JOHN : Evet.

CAROL : Doğum gününüz mü?

JOHN : Hayır.

CAROL : Öyleyse?

JOHN : Profesörlüğümün tasdiki.

CAROL : Profesörlüğünüz onaylanmış mı?

JOHN : Olayı kutlamak için yeni evimizde bir parti düzenlemişler.

CAROL : Yeni evinizde,

JOHN : Satın almak üzere olduğumuz evde.

CAROL : Gitmeniz gerek öyleyse.

JOHN : Öyle görünüyor.

CAROL : (Durur) Hepsi sizinle iftihar ediyordur.

JOHN : Eh.. Bazıları da bunun bir tür tecavüz olduğunu söyler.

CAROL : Neyin?

JOHN : Süpriz yapmayın.

BİRİNCİ PERDENİN SONU

İKİNCİ BÖLÜM

(Bir ay sonra)

(JOHN ile CAROL yine masanın iki yanında karşılıklı oturmaktadır.)

JOHN : Bak, biliyor musun? (Durur) Ders vermeyi seviyorum ve bu konuda yeterli olduğum inancındayım. Ayrıca hocalığın o gösteri yönüne de bayılıyorum. Bunu itiraf etmem gerekir. Öğretmeyi sevdiğimi anladığım zaman, kendi kendime söz verdim. Çocukluğumda karşılaştığım o soğuk kasıntı hocalardan olmayacaktım. Öte yandan. İşin öteki yönüne kayıp, hataya düşebileceğimi de bilmiyor değilim. Bu nedenle, kendime sordum. Hâlâ da soruyorum, acaba bu tutumum bir heteredoksi, yani kurallara-kararlara karşı gelmek belirtisi sayılır mıydı? Öyle durup dururken demek istemiyorum, çünkü ortodoksinin kendi başına iyi bir şey olduğunu iddia edemem. Fakat, öğrencilerimin aleyhine bir şey yapmayacağıma inanmak isterim. (Durur) Dediğim gibi, profesörlüğe atanma olasılığı belirince ki, bunu doğal olarak uzun zamandır istiyordum, açıkçası çok mutlu oldum. Hep kendime sormuşumdur, terfi etmeyi arzulamam acaba yanlış bir şey miydi? Bu konuyu uzun uzun düşündüm. Sanırım kendimi aldatmıyordum. Sonunda, kendimle ilgili karmaşık bazı yargılara vardım. (Durur) Terfi etmek için gerekeni yapacaktım. Bunu istiyordum. Atanmamın sağlayacağı güvenceleri istememin de bir suç sayılamayacağı kanısına vardım. Üniversitenin dışında da bazı bağlılıklarım ve sorumluluklarım vardı. Örneğin aileme karşı sorumlu olduğum yadsınamazdı. En

azından, eşdeğerli bağlılıklardı bunlar. Profesörlüğün getireceği ek güvence ve evet, ek refah, öyle hafife alınabilecek şeyler değildi. Bunları sağlayamaya çalışmanın ayıplanacak bir tarafı yoktu. Ve bunlar verildi bana bu üniversitede. Buradan memnundum, burada kendimi mutlu hissediyorum. Maddi imkanlar açısından da tatmin ediliyordum. Bu, bir güven ve rahata kavuşma konusuydu benim için. Karşılığında benden istenilen ise, zaten sevdiğim öğretmenlikti. Güvencelerimin artması neye bağlıydı? Profesörlüğe atanmama ki, Atama Komitesi beni bu göreve layık gördüğünü zaten belirtmek üzereydi. Buna dayanarak, yeni bir ev satın almak için anlaşma yaptım. Sen henüz yalnız yaşadığın için, yeni bir ev almanın ne kadar önemli bir adım olduğunu anlayamazsın. Ama bu benim için çok önemliydi. Bir ev. Güzel bir eve sahip olmak. İçinde çocuğumu yetiştireceğim bir yuva. Şimdi bak: Profesörlüğe Atama Komitesi toplanacak. İşlemler böyle yürür ve bu güzel bir sistemdir. Üniversitemiz, çok uzun yıllardan beri bu sistemi uygulamaktadır. Şimdi onlar toplanacak ve senin şikayetini ele alacak, bu başvuruyu yapmak senin doğal hakkındı.. ama onu geri çevirecekler. Evet, şikayetini geri çevirecekler.. Ancak aradan geçen süre içinde, ben satış işlemlerini ertelemek zorunda kalacağım için evimi kaybedeceğim. Depozitim yanacak, oğlum ve eşim için bulup seçtiğim yuvayı elimden kaçıracağım. Şu anda seni kızdırmış olduğumun farkındayım. Senin öğretmenlere karşı olan kırgınlığını da anlamıyor değilim. Bir zamanlar ben de öğretmenlerime karşı tepki göstermiştim. Beni üzmüş ve kalbimi kırmışlardı. Meslek olarak eğitimi seçmemin nedenlerinden biri de buydu zaten.

CAROL : Benden ne istiyorsunuz?

JOHN : (Durur) Çok gocundum. Yollanan raporu okuyunca, Profesörlüğe Atama Komitesi’nin

Raporunu… Hem şaşırdım, hem gocundum. Seni, bu duygularımı ortaya sermekle rahatsız etmek istemiyorum. Hayır. Ama şurası muhakkak ki: Anlayamadım, sonra düşündüm. Kişi kendini en güvenli saydığı anlarda, en zayıf durumda olurmuş demek. (Durur) Evet Pekâlâ. Sen beni bilgiçlik taslayan bir ukalâ olarak görüyorsun. Evet. Ben öyleyim. Ne yapalım? Doğuştan, doğal eğilimlerimle ya da mesleğim gereği.. Ama oldum olası sadık kalacağım bir düstur.

CAROL : Düstûr ne demek?

JOHN : Genel kural demek.

CAROL : Neden öyle demediniz, öyleyse? (Durur)

JOHN : Sence önemli ise, pek iyi, öyle olsun. Her zaman uygulayacağım bir genel kuralı saptamak ve ona sadık kalmak..

CAROL : Ben..

JOHN : Bir dakika.. İstemişimdir..O da şu: Öğrencilerimin gururunu hiçbir surette kırmamak. Senin buraya gelmeni istedim, çünkü konuyu araştırmak.. Yani, sana sormak gereğini duydum… Şunu sormak.. (Durur) Sana ne yaptım, ben? (Durur) Sonra, ardından, gönlünü almak için ne yapabilirim? Bu işi aramızda halledemez miyiz? Bu durum anlamsız .. Gerçekten öyle, cevabını bekliyorum.

CAROL : Başvurumu geri çekmek için beni ne yoldan zorlayabilirsiniz.

JOHN : Demek istediğim o değil ki.

CAROL : Bana rüşvet mi vereceksiniz. İkna mı edeceksiniz.

JOHN : Hayır.

CAROL : Geri çekmem için..

JOHN : Demek istediğim o değildi. Bunu sen de pekâlâ biliyorsun.

CAROL : Ben öyle düşünmüyorum. Keşke..

JOHN : Niyetim hiç de .. Keşke ne?

CAROL : Yoo.. Gönlünü almak için ne yapabilirim diye soran sizdiniz. Başvurumu geri çekmem için.

JOHN : Benim dediğim o değil.

CAROL : Hepsini not ettim ben.

JOHN : Dur. Dur. Stoik’ler derler ki.. CAROL : Stoikler de kim?

JOHN : Stoik felsefesini geliştirmiş filozoflar derler ki: “Beni incittin” deyimini ortadan kaldıracak olursanız, gocunma olayını da ortadan kaldırmış olursunuz. Şimdi.. bak.. düşün. Bana kızgın olduğunu biliyorum. Yine de. Söyle bana. Açık açık söyle, sana ne kötülük ettim ben?

CAROL : Sizin bana, daha doğrusu bir öğrenci olarak bana ve aynı zamanda dolayısıyla tüm öğrenciler topluluğuna yaptıklarınız, Profesörlüğe Atama Kurulu’na sunmuş olduğum raporda kayıtlıdır.

JOHN : Tamam. Anlaşıldı. (Durur) Bakalım şuna. (Rapordan okur) Demek benim kadın cinsini aşağılayıcı bir tutumum varmış. Ayrıca sınıfsal ayrıma yatkınmışım. Bununla ne demek istediğini pek anlayamadım. Ama herhalde niyetin beni kötülemekti.. Demek ben vaktini boşa harcamakta ısrarlıymışım. Ders kitaplarını dilediğim gibi yorumlar, sınıfta çalım satar, tiyatro oynar gibi atar tutarmışım. Bu gösteriler, bazen hem seksisi, yani kadınları aşağılayıcı, hem de pornografik konuları içerirmiş. Bir de liste var.. (Durur) Bu gibi örneklerin bir listesi.. “Öğrenci ile bir odaya kapanmak.” “Uzayıp giden ve ana teması zenginlerle, fakirlerin ne kadar sık ve ne gibi durumlarda çiftleştiklerini ele alan bir pornografik öykü anlatmak.” “Adı geçen öğrenciyi kucaklamağa yeltenmek”… bu gibi belirgin örnekler.. (Durur. Rapordan okur.) “Benden hoşlandığını söyledi. Benimle birlikte olmaktan haz duyuyormuş. Eğer sık sık odasına gelmeye razı olursam, sınav kâğıdımı yeniden yazıp değiştirmeme izin vereceğini söyledi (Durur. CAROL’a) Ama zırva bunlar. Zırva olduğunun farkında değil misin? Yapma bunu, sonunda sen küçük düşeceksin, bu arada ben de evimden

olacağım..hem..

CAROL : Zırva mı?

(JOHN tekrar raporu eline alır ve okur.)

JOHN : “Bana karısı ile aralarında sorunlar olduğunu anlattı,” ve “aramızda öğrenci-öğretmen gibi yapay ayrımları kaldırmamızı önerdi. Beni kollarına aldı…”

CAROL : Yalan mı? Doğru olmadığını söyleyebilir misiniz? Anlayın artık. (Durur) Anlamıyor musunuz? Anlamıyorsunuz değil mi?

JOHN : Anlamıyorum.

CAROL : Bu olayların yer aldığını inkâr edebileceğini sanıyorsanız, ya da yer aldı, aldı da, söylediklerinizin anlamı başkaydı diyeceksiniz. Anlamıyor musunuz? Beni odanıza sürüklüyorsunuz. Bizleri sürüklüyorsunuz, “Şundan, ya da bundan” konuşmalarınızı, uzun uzun durmak bilmeden dinlemeye zorluyorsunuz. Yok kafamız karışıkmış, yok kendimizi iyi ifade edemiyormuşuz. Edemiyor muyuz? Edemiyor muyuz? Bal gibi ediyoruz. Demin bana “Seni anlamıyorum,” dediniz..Anlamak istiyorsanız..

JOHN : Raporu mu okuyayım?

CAROL : Evet.

JOHN : İşte bak. Bak işte. Gene dediğime geldin. Bırak raporu bir yana.. Ağzını açıp konuşsana.

CAROL : Söyleyebileceklerimin hepsi orada, kendim yazdım.

JOHN : (Rapordan okur) “Bana dedi ki, odasında onunla yalnız buluşmaya razı olursam, sınav notumu 100’e yükseltirmiş” (CAROL’a) Ne yaptım sana ben Tanrım, bu derece mi yaralı yüreğin.?

CAROL : Duygularımın, konuyla ilişkisi yok.

(Durur)

JOHN : Sana yardımcı olmaya çalıştığımı bilemedin mi?

CAROL : Bildiğim her şey raporumda yazılı.

JOHN : Sana şimdi de yardım etmek isterdim. Şimdi bile. Bu iş daha fazla alevlenmeden..

CAROL : (Alevlenmeden sözcüğü ile birlikte lafa karışır.) Anlayın artık. Yardımınıza ihti-

etmek isterdim,” diyemezsiniz.

JOHN : Evet. Anlıyorum, anlıyorum. Gururun incinmiş; öfkelisin. Ama unutma ki, öfken seni yanlış yola sürüklüyor. Kimseye yararı olmayan bir yolda yokuş aşağı…

CAROL : Umurumda bile değil sizin görüşünüz.

JOHN : Öyle mi? (Durur) İyi, ama hep haklardan söz ediyorsunuz. Peki. Benim haklarım ne oluyor? Anlıyorsun değil mi? Bir evi geçindiriyorum, bu bir gerçek.. Sonra şu Profesörleri Atama Komitesi üyeleri var ortada.. hepsi de tanınmış şerefli bilim adamları ..

CAROL : Hocam…

JOHN : Lütfen kesme sözümü. Onlar da o gerçek dünyanın içindeler. Şu anda benim hayatım söz konusu. Ben bir şeytan, bir iblis değilim. Beni bir simge olarak görme, ben…

CAROL : Hocam..

JOHN : Ben..

CAROL : Hocam, şu anda odanıza lütfen gelmiş bulunuyorum. Sizin özel ricanız üzerine… Belki de gelmekle hata ettim. Ama geldim. Kendi adıma ve temsil ettiğim grup adına. Siz az önce, Profesörleri Atama Komitesi’ndeki adamlardan söz ettiniz. Bilmeniz gerekir ki, o komitenin üyelerinden biri kadındır. Şimdi siz, sözün gelişi, ya da hep öyle deniyor da ondan, ya da boş bulundum gibi mazeretlerle, o komite üyelerinden ‘adamlar’ diye söz etmenizi savunabilirsiniz, ama bilin ki, bu, kadını aşağılayıcı bir tutumdur. Bu seksit davranışa karşı çıkmamak, yılların ezilmişliğinin sürdürülmesine göz yummak demektir. Bu tutuma karşı gelmek…

JOHN : Haydi oradan, kendine gel… Bir deyim yüzünden bir aile sokakta mı kalacak? Olur mu öyle şey?

CAROL : Ne demek olur mu? Olur mu ne demek? Olmaz olur mu? Evet. Bu, bir gerçek. Hele raporuma aldığım, o anlattığınız fıkra. İğrenç üstelik, sınıfsal ayırımı körüklüyor.

Aynı zamanda aşağılayıcı ve pornografik..

JOHN : Pornografik mi?

CAROL : Kim verdi size o hakkı? Evet. Özel çalışma odanızda..bir kadına..Evet, evet. Üzgünüm, üzgünüm.. Siz kendinize bu hakkı tanıdınız. Siz de kabul ediyorsunuz bunu. Boy göstermek. Çalım satmak.. Tiyatro oynar gibi..Beni buraya davet etmek.. Yalan mı? Yüksek öğrenimin gülünç olduğunu söylediniz. Üstelik yüksek öğrenimi küçümsediniz, aşağıladınız. Sınıfta, horoz gibi böbürlenmekten hoşlandığınızı itiraf ettiniz. Şuna olur, buna olmaz demenin zevkini çıkarmak, öğrencilerinizi kucaklamaya kalkmak..

JOHN : Bunları nasıl idda edebilirsin? Karşıma geçip nasıl söyler..

CAROL : İnkâr edebilir misiniz? Bunların hepsini yaptınız. Siz, bu odada. Bana. itiraf ettiniz. Elinizdeki bu güce bayıldığınızı, alışıla gelmişin aksini yapmayı, yenilikler aramayı, sınırları aşmayı, evet sınırları aşmayı, hepimiz için konulmuş sınırların dışına çıkmayı sevdiğinizi söylediniz. Düzeni bozmak ve çevreyi alaya almak hakkını kullanmanın hoşunuza gittiğini açıkladınız. Ayağınızı denk almalıydınız, profesör… Kendinizi yükseltecek adımları hiç kaçırmadan atıyorsunuz: Makaleler, Profesörleri Atama Komitesi’ne hoş görünmek.. Sizce bunlar, “kurulu düzenin kaçınılmaz kuralları.” Bu adımların hepsini atıyorsunuz. Bunlara uymaya iki yüzlülük diyorsunuz, ama hepsini yerine getiriyorsunuz. Size umut bağlayan öğrencilerinize gelince… Durmadan çalışan, bu okula gelebilmek için esirler gibi sürünen öğrencilerinizle alay ediyorsunuz. Benim, bu üniversiteye girebilmek için neler çektiğimin farkında mısınız acaba? Yüksek öğrenimi “dalga geçmek” diye tanımlıyorsunuz. Korunma altına alınmış o ayrımcı tahtınıza kurulmuş, bizim çaresizliğimizle eğlenebiliyorsunuz;

umutlarımızı, çabalarımızı hiçe sayıyorsunuz. Sonra da karşımda oturmuş, “Ben sana ne yaptım,” diye soruyorsunuz. Sizin de bazı beklentileriniz olabilirmiş, onları anlayışla karşılayabilmeliymişim. Yağma yok. Dinleyin beni: Siz kötü bir insansınız. Çıkarcısınız. Eğer kitabınızda hep sözünü ettiğiniz namus deyiminin sizde zerresi varsa, elinizi vicdanınıza koyun ve kendinizi tartın, o zaman siz de kendinizden tiksinirsiniz, benim sizden iğrendiğim gibi.. İyi günler.

JOHN : Dur. Bir dakika. Sadece bir dakika. (Durur) Gerçekten iyi bir gün bugün.

CAROL : Efendim.

JOHN : “İyi günler” dedin. Bana da günlerden iyi bir gün bugün.

CAROL : Size öyle mi geliyor?

JOHN : Evet. öyle buluyorum. Aydınlık..

JOHN : Peki, bunun ne önemi var?

JOHN : Çünkü. İnsanlar arasında iletişimin özü konuşmaktadır. Ben sıradan bir şey söylerim. Sen yanıt verirsin…Bu havadan sudan alışverişin amacı hava şartlarını irdelemek değildir aslında, ama karşılıklı konuşmaya razı olmamıza yol açar. Yani ikimiz de insan olduğumuzu kabul ederiz. (Durur) Aslında ne ben bir.. bir çıkarcıyımdır, ne de sen ruh hastası..nasıl diyeyim, bir anarşist..Karşılıklı tutumlarımız..evet ..karşıt olabilir ve bazı isteklerimiz çatışabilir, ama yine de birer insanızdır. (Durur) Çok kere birbirimize karşıt oluruz. (Durur) “Prensiplerimiz” adına attığımız birçok adım.. evet..haklısın, çıkarımız olduğu için, ya da âdet yerini bulsun diye atılmıştır. (Durur) Haklısın. (Durur) Kursuma, eğitim konusunda bilgi edinmek için katıldığını söylemiştin. Eğitim konusunda sana ne öğretebileceğimi bilemiyorum. Ama eğitim konusunda neler düşündüğümü anlatabilirim, ondan sonra kararını kendin verirsin. Benimle çatışmana da gerek yok. Konu ben değilim ki. (Durur)

karşıt oluruz. (Durur) “Prensiplerimiz” adına attığımız birçok adım.. evet..haklısın, çıkarımız olduğu için, ya da âdet yerini bulsun diye atılmıştır. (Durur) Haklısın. (Durur) Kursuma, eğitim konusunda bilgi edinmek için katıldığını söylemiştin. Eğitim konusunda sana ne öğretebileceğimi bilemiyorum. Ama eğitim konusunda neler düşündüğümü anlatabilirim, ondan sonra kararını kendin verirsin. Benimle çatışmana da gerek yok. Konu ben değilim ki. (Durur) Bazı noktalarda yanılabilirim, ama bu yüzden “işimi bitirmek” görevi verilmemiş sana. Ben senin “işini bitirmeye” kalkmadım ki. Ben, sizlere, sadece düşüncelerimi açıkladım. Bunlar basmakalıpsa da, ben hatalı düşünsem de, görevim bunu yapmaktı. Biri çıkıp bana daha başka bir yöntem gösterecek olursa, her türlü değişikliğe açığım. Örneğin demin havanın güzelliğinden söz etmekle yeni bir kapı açtım. Öncelikle. İkimiz de, birer insan olduğumuza inanarak başlamalıyız konuşmamıza (Durur). Yine de zorluklarla karşılaşabiliriz. Bu kaçınılmaz bir şey ama normal bu (Durur). Şimdi:

CAROL : Durun.

JOHN : Evet yanıtını bekliyorum.

CAROL : Yani..

JOHN : Çekinme, açıkla görüşünü.

CAROL : Benim durumum ..

JOHN : Öğrenmek istiyorum. Kendi deyimlerinle anlat. Ne istediğini, duygularını…

CAROL : Ben..

JOHN : Evet?

CAROL : Bizim grubumuz..

JOHN : Sizin grubunuz? (Durur)

CAROL : Danışmakta olduğum kişiler..

JOHN : Bunda utanılacak bir şey yok. Herkes birilerine danışmak gereğini duyar. Herkes karşıt görüşlerden de yararlanmak ister. Yanlış değil bu.. Hatta gerekli. İyi, güzel. Şimdi! Sen ve ben.. (Telefon çalar) Sen ve

ben..(Önce bir duralar sonra telefonu açar.) Alo.. (Durur) Mmmm.. Hayır. Biliyorum istediğini (Durur). Onun da merak ettiğini biliyorum. Söyle ona ..Ben ..ben seni biraz sonra arayabilir miyim? Öyleyse, söyle ona, bence işler yoluna girecek. (Durur) Söyle ona, beklemekten başka çare yok. Ben seni az sonra arasam? Yani.. Hayır, hayır, hayır. Evi alıyoruz. Alıyor.. Hayır, hayır. Öyle yapmaya..depozitenin iadesi söz konusu değil. Hayır, depozito değil sorun….Lütfen Jerry’i arar mısın? Sevgilim, karıcığım ne olursun Jerry’i ara ve söyle ona. De ki, depozitomuzu tutabilirler çünkü evi — çünkü anlaşma hükümlerini yerine getireceğiz. Evet – çünkü biliyorum – lütfen – sevgilim güven bana. Evet. Şimdi o şikayet konusunu halletmeye çalışıyorum. Evet. Şu anda. O yüzden seninle – Hayır, hayır. O yüzden konuşamam dedim. Jerry’ye telefon et. Şimdi konuşamam. Ta ..tamam. Gü.. güle güle (Telefonu kapar. Durur) Özür dilerim.. Telefon için.

CAROL : Gerek yok.

JOHN : Demin..demin diyordum ki..

CAROL : Yapmış olduğum şikayet konusunda görüşmemiz gerekir dediniz.

JOHN : Doğru.

CAROL : Zaten görüşüyoruz.

JOHN : O da doğru. Bakın gördünüz mü? Karşılıklı konuşmak.. eğitimin özü de buna dayanır.

CAROL : Hayır. Hayır. Anlamıyorsunuz. Konuyu Profesörleri Atama Komitesi’yle görüşmekteyiz demek istedim (Durur).

JOHN : Evet olabilir, ama biz ikimiz de bu konuyu şimdi burada aramızda tartışabiliriz. Pekâlâ..

CAROL : Hayır. Bence kuralları bozmamak daha doğru olur.

JOHN : Bir dakika ..

CAROL : Sınıfta dediğiniz gibi, yerleşmiş kurallara saygı göstermeli.(Ayağa kalkar) Haklısınız. Size karşı kaba davrandım galiba ..

Haklısınız..Özür dilerim.

JOHN : Dur .. dur biraz..

CAROL : Gitmem gerek gerçekten.

JOHN : Bak dinle beni. Kendimi düşünmüyor değilim, kabul. Durumunun değişmesi aleyhime olur. Benim yerimde kim olsa direnir bu durumda. Ama benim dediğim şu: Komiteye baş vurmaktansa..

CAROL : Sayın Hocam. Haklı olabilirsiniz. Ama lütfen üzerime varmayın. Anlaşmazlıklarımızı onların önünde tartışacağız ve..

JOHN : Yanlış yoldasın.. Dinle beni. Dinle. Bak.. Sen büyük bir hata..

CAROL : Buraya gelmemeliydim. Gitme dedilerdi..

JOHN : Bir dakika. Dur. Dur. Burada bazı kurallar uygulanır. Kendini harcama.. Bak, ben seni kurtarmaya çalışıyorum…

CAROL : Sizden böyle bir şey isteyen mi var? Siz beni mi kurtaracaksınız? Çok rica ederim… Bari..

JOHN : Sana iyilik ediyorum. Çok açık konuşuyorum. Bu sorununu şu anda halledebiliriz. Şimdi lütfen yerine otur ve..

CAROL : İzninizle. (Kapıya doğru yürür)

JOHN : Otur diyorum. İkimizin de söyleyeceği.. Bir dakika. Dur bir dakika. Nezaket denen bir şey vardır. (Gitmeye kalkan kızı zorla tutar.)

CAROL : Bırak beni.

JOHN : Seni zorla tutmak istemiyorum. İstediğim sadece seninle konuşmak..

CAROL : Bırak. Bırak beni.. İmdat. Kurtarın beni. Yetişin. Kurtarın beni. Lütfen lütfen…

İKİNCİ PERDENİN SONU

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

(Perde açıldığında CAROL ile JOHN yerlerindedir)

JOHN : Evet. Seni çağırdım. (Durur) Çağırdım ama içimden..

CAROL : Bu davetinizi beklemiyordum. Şaşırdım.

JOHN :.. İçimden çağırmamalıydım ..

CAROL : Çok şaşırdım.

JOHN :.. diyordum. Evet.. Eminim şaşırmışındır.

CAROL : Gitmemi tercih edersiniz, giderim. Hemen gideyim. (Ayağa kalkar )

JOHN : Ne olur lafa dürüstçe başlayalım, olur mu? Bence..

CAROL : Bunu ben de istiyordum. Zaten onun için geldim. Ama şimdi..

JOHN : Bana öyle geliyor ki..

CAROL : Şimdi gitmemi belki daha doğru bulursunuz.

JOHN : Gitmeni istemiyorum. Seni davet eden benim.

CAROL : Gelmek zorunda değildim.

JOHN : Değildin. (Durur) Teşekkür ederim.

CAROL : Peki. (Durur, oturur)

JOHN : Sanıyorum ki. İçimi dökersem, bunun sana da faydası..

CAROL : Ne faydası ?

JOHN : Yani, beni dinlersen. Dinlersen, söyleyeceklerimi.

CAROL : Ben de geldim işte. Aslında, hukukçular gitme dediler.

JOHN : Hukukçular?

CAROL : Davetiniz beni çok şaşırttı.

JOHN : Dur..

CAROL : Bana faydası olacak bir şeyi dinlemeye gelmedim ben..

JOHN : Hukukçular..

CAROL : Yok,yok. Ben gitsem iyi olacak. (Ayağa kalkar.)

JOHN : Dur.

CAROL : Hayır. Gelmemem gerekirdi.

JOHN : Dur. Dur. Bekle bir dakika.

CAROL : Peki ne istiyorsunuz? (Durur) Siz ne istiyorsunuz benden?

JOHN : Biraz kalmanıı istiyorsunuz.

JOHN : Evet.

CAROL : Demek kalmamı istiyorsunuz.

JOHN : Evet. (Durur) Evet. Kalmanı ve beni dinlemeni istiyorum. Kabul edersen. (Durur) Lütfen, rica ediyorum. Dediğimi yaparsan, sana minnettar olacağım. (Durur, CAROL oturur.) Teşekkür ederim. (Durur)

CAROL : Nedir bana söylemek istediğiniz?

JOHN : Pekâlâ. Tamam. Elimde olmadan.. (Durur) Elimde olmadan içgüdülerim, senden af dilemem gerektiğini söylüyor. (Durur, elindeki kâğıtları kastederek.) Bunları okudum. (Durur) Tekrar tekrar okudum, bu suçlamaları.

CAROL : Hangi suçlamaları?

JOHN : Profesörler Komitesi’nin Rapo… Daha başka suçlamalar da mı var?

CAROL : Profesörlüğe Atama Komitesi’ne?..

JOHN : Evet.

CAROL : Özür dilerim, ama onlar, artık “suçlama” olmaktan çıktı. Hepsi kanıtlandı. Hepsi gerçek.

JOHN : Ama, ben.

CAROL : Hayır. Onlar artık “suçlama” değil.

JOHN : Bunlar mı?

CAROL : Atama Komitesi, (Telefon çalar) Komite bunların hepsini..

JOHN : ..Öyle olsun..

CAROL : ..Suçlama sayılmaz onlar. Atama Komitesi..

JOHN : Pekiyi. Pekiyi.(Telefonu açar) Alo. Evet. Hayır. Buradayım. Ona söyle.. Hayır.. şimdi konuşamam onunla..eminim söyleyeceği vardır adamın, ama konuşamam şimdi. Lütfen Jerry’ye söyle. Ben iyiyim. İlk fırsatta onu arayacağım. (Durur) Karım mı? Eminim meraklanmıştır. Teşekkür ederim. Tabii. Karımı da ararım. Konuşamam şimdi. (Telefonu kapatır) Pekâlâ geldiğine iyi ettin.

Teşekkür ederim. İnceledim. Uzun uzun okudum bu iddianameyi.

CAROL : O deyimi bana açıklar mısınız?

JOHN : İddianameyi mi?

CAROL : Evet.

JOHN : İleri sürülen suçlamaların yazılı şekli..

CAROL : Şimdi anladım sanırım.

JOHN : Yani idda ediliyor ki..

CAROL : Hayır. Buna izin veremem. Buna izin veremem. İddia olunan suçlama yok artık. Hepsi kanıtlanmıştır.

JOHN : Lütfen bırak sözümü ..

CAROL : Hayır buna izin veremem..

JOHN : Müsadenle, müsadenle, sen bu kanıtlanmış deyimini nasıl..

CAROL : Burada benim, neyi, nasıl anladığım söz konusu değil. Söz konusu olan kişisel duygularım da değil, tüm kadınların duyguları. Ve de erkeklerin. Sizin üstlerinizin teker teker fikirleri alındı. Anlamıyor musunuz? Deliller onlara sunuldu. Onlar karar aldılar. Anlamıyor musunuz? Tanıklar dinlendi, deliller tartışıldı ve karar alındı. Anlamıyor musunuz? Sizin ihmalkâr olduğunuz, suçlu olduğunuz ve görevinizi kötüye kullandığınız ve tutumunuzun hatalı olduğu görüşüne varıldı ve bütün bu nedenlerle, profesörlüğe atanmanızın durdurulması yerinde göründü. Disiplin Kurulu’na sevk edilmenize karar verildi. Hep gerçek bunlar. İddia falan yok artık. Olay kanıtlanmıştır. Ve hepsi, sizin söz ve hareketlerinize dayanarak kanıtlandı. İşte Profesörlüğe Atama Komitesi’nin aldığı karar budur. Avukatım da aynı şeyi söyledi. Sınıftaki tutumunuz ve burada, bu odada yaptıklarınızın sonucu bunlar.

JOHN : İşime de son mu verecekler?

CAROL : Doğal olarak öyle yapmaları gerekir. Düşünsenize biraz. Niye kızıyorsunuz? Neydi, sizi bu noktaya getiren? Erkek oluşunuz mu? Irkınız mı? Sosyal sınıfınız mı? Hayır. Sadece kendi tutumunuz. Ve şimdi kızgınsınız. Ve beni odanıza

çağırıyorsunuz. Ne istiyorsunuz benden? Bana şirin görünmek istiyorsunuz. Beni ikna edeceğinizi umuyorsunuz. Sözlerimi geri almamı istiyorsunuz. Neden geri alacakmışım. Neden? Bütün dediklerim doğru. Şimdi bana, “Karım var, çocuğum var,” diyeceksiniz. “Bunca yıldır dirsek çürüterek oluşturduğum bir kariyerim var, yirmi yıl çalıştım buralara gelmek için.” Aslında onca yıl neye çalıştınız biliyor musunuz? Güç kazanmak için. Güçlü olmak uğruna. Anlıyor musunuz? Koltuğunuza kurulmuş, bana masal anlattınız. Yeni eviniz konusunda , özel okullar konusunda, ayrıcalıklarınız ve bunlara neden hak kazandığınız konusunda… Satın alacaksınız. Para harcıyacaksınız, Milletle alay edeceksiniz, köle gibi kullanacaksınız. Hepsi ayrıcalıklarınız yüzünden suçlu saymanız. Anlamıyor musunuz? Yirmi yıldır dirsek çürüttünüz. Bana hakaret edebilme gücünü elde etmek için. Bunun için size maaş bağlamalarını da doğal sayıyorsunuz. Böbürleniyorsunuz? Evim diye, karım diye .. evimin tatlı depozitesi diye..

JOHN : Bu kadar duygusuz musun sen?

CAROL : Benim söylediğim de bu işte. Bakın! Sözü dönüp dolaşıp oraya getirdiniz. Bu kadar duygusuz musun sen, kimlerde yoktur? Hayvanlarda; ben sizin tarafınızı tutmazsam, demek insan olmaktan çıkıyorum öyle mi?

JOHN : Bu kadar duygusuz musun sen?

CAROL : Benim bir sorumluluğum var. Ben..

JOHN : Kime karşı?

CAROL : Nasıl kime karşı? Bu üniversiteye, tüm öğrenci kardeşlerime. Üyesi olduğum gruba.

JOHN : Grup dediğin?

CAROL : Evet. Söylediklerim yalnız benim adıma değil. Üyesi olduğum grup, benim çektiklerimi çekenlerden oluşmuştur. Bu nedenle, eğer ben kişisel olarak, yaptıklarınızı unutmaya, af etmeye, ya da gözardı etmeye kalkarsam..

JOHN : Yaptıklarımı mı?

CAROL : Grubuma ihanet etmiş olurum.

JOHN : Yani, beni “affetmeye” aklın yatsa da?

CAROL : Öyle. Doğru olmaz bu.

JOHN : Yani nasıl bir gelişim söz konusu olur öyle yaparsan?

CAROL : Gelişim?

JOHN : Evet.

CAROL : Yani ne mi olur?

JOHN : Evet.

CAROL : Öyle desenize. Aman Allahım! Siz kendinizi ne sanıyorsunuz? Profesör olmak istiyorsunuz. Sınırsız ayrıcalıklara sahip olmak istiyorsunuz. Ne isterseniz söyleyecek ve ne isterseniz yapacaksınız. Canınız nasıl çekerse ..Sınava, çekme sorgulama, flört etme..

JOHN : Ömrümde ben ..

CAROL : Bir dakika. İzin verin. İşte okuyalım: (Notlarından okumaya başlar.)

Onikinci gün: “İyi günler yavrum.”

Onbeşinci gün: “Vay, vay, bugün güzelliğin üstünde.”

Nisan’ın Onyedisi: “Siz kızlar, lütfen yanıma gelir misiniz?”

Sizi hep izledim. İzledim sizi hocam. İki sömestr boyunca:

Oturduğumuz yerde ya da karşımıza dikilip babaerkil bir tavırla bizleri aşağıladınız. Ben buna tecavüz derim. Tanrı şahidim olsun, beni buraya siz çağırdınız. Aklınızca bana bazı şeyleri açıklayacaktınız. Çünkü, ben bir çocuktum ve aklım eriniyordu. Oysa ben buraya, sizin anlamadığınız şeyleri açıklamak için geldim. Evet hocam, siz Tanrı değilsiniz. Neden mi geldim? Sizi eğitmek için (JOHN’un yazmış olduğu kitabı çıkarır) Gelelim kitabınıza, güya bana ilmin “ışığını” göstereceksiniz. Siz kuralları hiçe sayan üstün kişi.. Geleneklere sırt çeviren.. (Kitabı okur.) Ne gezer, ne gezer. “O güzelim araştırma geleneği”, Politikaya kuşkulu yaklaşım… özgür

tartışmadan yana olduğunuzu söylüyorsunuz. Ne gezer. Siz hiçbir şeye inanmıyorsunuz. İnanmıyorsunuz hiçbir şeye..

JOHN : Düşünce özgürlüğüne inanırım.

CAROL : Aman ne âlâ. Sahi mi?

JOHN : Evet. İnanırım.

CAROL : Öyleyse, bir an için bile olsa, profesörlüğünüzü köstekleyen komitenin kararına niye saygı göstermiyorsunuz? Görevinize son verilmesine neden karşı çıkıyorsunuz? Siz sadece kendi işinize gelen “düşünce özgürlüğüne” inanırsınız. Ne âlâ. Evet, düşünce özgürlüğüne inanıyorsunuz, ama şartlarınız var, yeni bir ev alacaksınız, hem çocuğunuzu özel bir okula yazdıracaksınız ve hem de profesörlüğe atanacaksınız. Şimdi beni dinleyin. Sizin düşünce özgürlüğüne falan inandığınız yok, sizin inancınız belirli bir sınıfın seçkin kesiminden medet umup ödüllendirilmek. Ve siz onlara yaranmak uğruna palyaçoluğa da razısınız. Bunun acısını çıkarmak için de, sizi ciddiye alan toplumla alay ediyor, onu sömürüyorsunuz. Hatalı olan sizsiniz, ben değil; yanılan sizsiniz. Sanıyorsunuz ki. İçim nefretle dolu. Benim hakkımda ne düşündüğünüzü biliyorum.

JOHN : Öyle mi?

CAROL : Tabii biliyorum. Siz, beni sanki.. Sizce ben ürkmüş. İçine kapanmış, aklı karışmış, ne bileyim, çile dolduran ve herhalde seks hayatı da karmakarışık… Kudret ve intikam peşinde koşan kadının biriyim. (Durur) Nasıl, doğru mu? (Durur)

JOHN : Evet. Doğru. (Durur)

CAROL : Kutlarım sizi; bana öyle geliyor ki. İlk kez bana saygı gösterdiniz. Doğruyu söyleyerek. İlk kez, (durur. İçini çeker) sandığınız gibi zaferimi ilan etmek için gelmedim odanıza. Niye böbürleneyim? Sizin talihsizliğinizden ben bir şey kazanmadım ki. Buraya geldim, çünkü siz davet ettiniz. Ayrıca size

söylemek istediğim bir şey vardı. Bence, bana kalırsa tutumunuz yanlıştı. Son derece yanlış davrandınız. Şimdi benden nefret mi ediyorsunuz? (Durur)

JOHN : Evet. (Durur)

CAROL : Niçin nefret ediyorsunuz benden? Beni haksız bulduğunuz için mi? Hayır. Bence, şu anda sizden güçlü olduğumu hissettiğiniz için. Dinleyin beni. Dinleyin beni, hocam. (Durur) Nefretinizin nedeni bu güç. Nefret benliğinizi öylesine sarmış ki, sizinle eşit koşullarda tartışabilmek olanaksız artık. Acaba bile diyemiyor insan. Kesinlikle olanaksız öyle değil mi?

JOHN : Evet.

CAROL : Demek öyle?

JOHN : Evet galiba.

CAROL : İşte. Sizin şu anda dayanılmaz bulduğunuz bir yana itiliverme olayını ben ve benim üyesi olduğum grup , her Allanın günü yaşamaktayız. Üniversiteye alınırken, sınavlarda, sınıfta, aldığımız notlarda …Tüm bunlar haksızlık mı? Bilemiyorum. Ancak, şunu biliyorum. Eğer bunlar “tatsız ama kaçınılmaz” şeylerse, bize uygulanan koşulların size de uygulanması gerekir. (Durur) Kitabınızda “Gençliğe olan sorumsuzluktan,” söz ediyorsunuz… (Durur) Hele aramızda bazıları.. (Durur) türlü önyargılarla savaştı.. ekonomik durumu yüzünden.. cinsiyeti yüzünden .. inanamazsınız. Biz öylesine aşağılandık ki, dilerim Allahtan, sizin ve yakınlarınızın başına böyle şeyler gelmez.(Durur)Bu üniversiteye girebilmek istiyorduk. Bizler de tıpkı sizin gibi geleceğimiz için güvence peşindeydik. Bizler.. bizler ki.. her an tüm güvencelerimizi yitirebilir durumdayız. Bir..

JOHN : Bir ne?

CAROL : Bir işaret. Rektörlükten, hocalardan, sizden. Örneğin, bir kırık not atmanızla, diploma hayallerimiz yok olabilir, ya da ağzımızdan çıkan biraz taşkın, ya da o an

sizin hoşunuza gitmeyen bir söz de buna neden olabilir. Şimdi siz de bunun bilincine vardınız. Böyle bir gücün altında ezilmenin ne demek olduğunu anladınız. (Durur)

JOHN : Hayır. Anlamıyorum. (Durur)

CAROL : Benim suçlamalarım önemsiz şeyler değildi. Zaten hemen ve aynen kabul edilmiş olmaları da bunun kanıtı değil mi? Komik bir fıkra anlattınız..biraz belden aşağı. Kullandığınız sözcükler, sözle ya da elle bir okşama. Evet. Evet. Biliyorum. Bunlarda bir kötülük yok diyeceksiniz. Biliyorum. Ama sizin görüşünüze katılmıyorum. Birinin omuzuna elini atmanız …

JOHN : Bunun cinsellikle ilişkisi yoktur.

CAROL : Ama bana öyle geldi. Bana öyle geldi. Hâlâ anlamıyor musunuz? Anlamaya başlamıyor musunuz? Buna karar vermek size düşmez.

JOHN : Sezinler gibiyim. Bunun çok olumlu bir yanı var.

CAROL : Yaa!.. Öyle mi?

JOHN : Bu benim değişemiyeceğim anlamına gelmez kusurlarımı kabul edersem.. Belki..

CAROL : Bir öğrenciye sarkıntılık etmek ciddi bir suç değil mi sizce? (Durur)

JOHN : Yeni.. Ben .. Ben ..Ben .. Biliyorsun .. Dediğim gibi..Kendimi yenileyemeyecek kadar yaşlı değilim. Bu, bana bir ders olabilir, değişebilirim.

CAROL : Sarkıntılık suçunuzu inkâr mı edeceksiniz?

JOHN : Dur.. Dur..Dur.. Bir saniye. Biraz geriye dönsek..

CAROL : Salak. Sen beni ne sandın? Odana geldimse, bir “gülücüğüne” kanacak kadar akılsız mıyım? Yaltaklanan bir köpek gibisin. Hâlâ benim intikam peşinde olduğumu sanıyorsun. Hayır, ben intikam peşinde değilim. Tek dileğim anlaşılmak.

JOHN : Öyle mi?

CAROL : Evet. öyle

JOHN : Neye yarar? Olan oldu.

CAROL : Ne demek? Ne oldu?

JOHN : Görevim elden gitti.

CAROL : Haa.. Göreviniz, demek buydu sizi ilgilendiren konu. (Durur. Odayı terk etmek üzere yürür, sonra adama döner.) Peki (Durur) Grubumuzun şikayetlerini geri çekmesi mümkün olabildi diyelim..

JOHN : Ne dedin?

CAROL : Duydun ne söylediğimi. (Durur)

JOHN : Niçin yapsın bunu?

CAROL : Bir dostluk belirtisi olarak.

JOHN : Bir dostluk belirtisi..

CAROL : Evet. (Durur)

JOHN : Karşılığı ne olabilir ki?

CAROL : Doğru. Buna karşılık demek doğru olmaz. Çünkü bizim karşılığında elde edebileceğimiz ne var ki? (Durur)

JOHN : Elde etmek mi?

CAROL : Evet.

JOHN : (Durur) Hiçbir şey. (Durur)

CAROL : Doğru. Hiçbir şey elde etmeyeceğiz. (Durur) Bunu kavradınız mı?

CAROL : “Evet,” iki heceli bir sözcük, hocam. Ardından kavradım da diyebilirdiniz. Neyse, kavrar gibisiniz.

JOHN : Yani, Komiteyle konuşur musun?

CAROL : Komiteyle mi?

JOHN : Evet.

CAROL : Şey.. Tabii.. Sizin aklınız orada, olabilir.

JOHN : Neye karşılık?

CAROL : Karşılıktan çok, bir ilke uğruna desek daha dostça olmaz mı?

JOHN : Neymiş o ilke?

CAROL : İnanın bana.. İçinizdeki öfkeyi anlıyorum. Anlamıyor değilim. Ama onu hak ettiğimi sanmıyorum, onun için kızmıyorum size. Pekâlâ, elimde bir liste var.

JOHN : Liste mi?

CAROL : Bir kitap listesi… Biz hazırladık.

JOHN : Kitap listesi mi?

CAROL : Evet. Sakıncalı olduğuna inandığımız kitapların listesi.

CAROL : Bunda bu kadar şaşılacak ne var?

JOHN : İnanamıyorum.

CAROL : İnanıp inanmamanız önemli değil.

JOHN : Üniversite özgürlüğü..

CAROL : Birileri seçmiyor mu kitapları? Siz seçebilirseniz, başkaları da seçebilir. Siz kimsiniz yani, Tanrı mı?

JOHN : Olmaz. Olmaz. Sakıncalı ki..

CAROL : Bakın. Sizin bir programınız varsa, bizim de var. Sizin duygularınız, ya da amaçlarınız bizi ilgilendirmez. Sadece hareketleriniz ilgilendirir. Eğer Profesörler Komitesi’yle konuşmamı istiyorsanız. İşte benim listem. Siz bağımsız bir kişisiniz. Karar sizin. (Durur)

JOHN : Ver bakalım şu listeyi. (Listeyi verir, JOHN okur.)

CAROL : Sanırım listede ..

JOHN : Kendi kendime okuyabilirim… Teşekkür ederim.

CAROL : Bazı ders kitaplarının da elden geçirilmesini istemekteyiz.

JOHN : Öyle görünüyor.

CAROL : Ama bu konu tartışılabilir de..

JOHN : Öyle mi? Hele şu listeyi bir.. (Okur)

CAROL : Dursana. İstek listenizi okuyorum. Tamam mı? (Okur.Durur) Benim kitabım da yasaklanacak, öyle mi?

CAROL : Bakın, Biz sadece…

JOHN : Ama burada diyor ki..

CAROL : Üniversiteyi temsil eden örnek yayınlar listesinden çıkarılmasını istiyoruz.

JOHN : Defol buradan!

CAROL : Bunu, kişisel bir sorun haline getirmeseniz daha iyi olur.

JOHN : Siktir git buradan. Burası hâlâ benim odam.

CAROL : Hayır. Biraz daha düşünseniz iyi olur.

JOHN : Yani, sen sanıyor musun ki..

CAROL : Hem sanıyoruz, hem de uygulatacağız bunu. Sana yardım etmemizi istiyor musun? Tek sorun bu.

JOHN : Kitabım yasaklanacak …

CAROL : Evet. öyle…

JOHN : Burası bir..bir Üniversite .. biz ..

CAROL : Ayrıca bir bildiri hazırladık. Bunu da sizin.. (Yazılı bir kâğıt verir)

JOHN : Hayır. Hayır, hayır. Olacak şey değil bu özür dilerim. Demin aklım başımda değildi. Beni dinle. Sana bir şey diyeceğim. Ben bir öğretmenim. Bir öğretmenim ben, anlaşıldı mı? Şu kapının üzerinde benim adım yazılı. Sınıflarda ben ders veririm. Benim işim bu. Bir kitap yazdım, üzerinde adım var. Ve bir gün oğlum o kitabı okuyacak ve benim sorumluluğum.. Affedersin.. Benim kendime, oğluma ve de mesleğime karşı sorumluluğum var benim. Bil ki iki gündür evime gitmedim konuyu düşündüm.

CAROL : Eve gitmediniz mi?

JOHN : Gitmedim. Yani. İlgileniyorsan söyleyeyim. Otelde kaldım. Bu olay aklımdan çıkmıyordu, (Telefon çalar) çıkmıyordu.

CAROL : Evinize gitmediniz demek?

JOHN : Düşünüyordum.. Anladın mı?

CAROL : Yaa..

JOHN : Evet. Sana bir şey olsun, borçluyum. Şimdi anlıyorum bunu. (Durur) Sen tehlikeli birisin ve yanlış düşünüyorsun. Benim görevim sana hayır demek. Görevim bu. Sen doğru bildiğinden şaşma. Kitabımı yasaklatacaksın öyle mi? Cehenneme kadar yolun var. Bana da ne yapacaklarsa yapsınlar.

CAROL : İki gündür evinize gitmediniz öyle mi?

JOHN : Şimdi söyledim ya!

CAROL : Telefonu açsanız iyi olacak. (Durur) Sanırım şu telefonu açsanız iyi olur.

(JOHN telefonu açar)

JOHN : (Telefona) Alo..(Durur) Evet. Ben ..ben.. Yalnız kalmak zorundayım. Peki.. meraklandılar herhalde. Merak et.. Hayır. Jerry, artık rahatlamış durumdayım. İyiyim. İyiyim. Üzülme .. Şaşkına dönmüştüm, ama şimdi kendime geldim. Odamdayım koltuğumda oturuyorum ve ne yapacağımı biliyorum. Evet. İşimden olacağım ama ne yapalım, değmezmiş demek. Karıma haber

ver. Evime geliyorum ve her şey düzele..

(Durur) Neee..? (Durur) Sen neler

söylüyorsun? Nedir bu? Jerr..jerry. Onlar

mı? Kim? Kim? Ne yapabilirler? (Durur)

Olamaz. (Durur) Olamaz. Bunu yapamaz..

Ne demek istiyorsun.? (Durur) Ama nasıl?

(Durur) Evet. Kız… Kız yanımda. Jerry,

aklım duracak… (Durur, telefonu kapatır.

CAROL’a)

Ne demek oluyor bu?

CAROL : Bildiğinizi sanıyordum.

JOHN : Ne demek? (Durur)

CAROL : Irzıma geçmeye kalktınız. (Durur) Kanun böyle yorumluyor.

JOHN : Neyi?

CAROL : Irzıma geçmeye kalktınız. Bu odadan çıkmak istiyordum. Üzerime geldiniz ve beni sıkıştırdınız. Bana sürtündünüz.

JOHN : Ben?

CAROL : Grubum, sizin avukatınıza ceza davası da açabileceğimi bildirdi.

JOHN : Olamaz.

CAROL : Kanunun ilgili maddesine göre, bu bir zorla tecavüz olayı sayılırmış.

JOHN : Olamaz.

CAROL : Evet. Ve de alenen ırza geçmeğe teşebbüs. Evet. (Durur)

JOHN : Buradan gitsen iyi olacak.

CAROL : Tabii bunları bildiğinizi sanıyordum.

JOHN : Avukatımla görüşmem gerek.

CAROL : Evet. Görüşseniz iyi olur (Telefon çalar. Durur)

JOHN : (Telefonu açar ve telefona konuşur ) Alo. Ben..Alo. Benim. Evet az önce aradı. Hayır. bebeğim, yavrucuğum şimdi konuşamam, seninle. (CAROL’a) Defol buradan.

CAROL : Eşiniz mi?

JOHN : Senin ne üstüne, çık dışarı. (Telefon’a) Hayır. Hayır.. Meraklanma her şey düzelecek. Yavrum, şimdi konuşamam. (CAROL’a), Defol dedik sana.

CAROL : Gidiyorum.

JOHN : İyi edersin.

CAROL : (Çıkarken) Hem eşinize “Yavrum” demek-

ten vaz geçin.

JOHN : Ne dedin?

CAROL : Eşinize “Yavrum” demekten vaz geçin dedim. Duydun pekâlâ ne dediğimi! (CAROL kapıdan çıkmak üzeredir; JOHN, onu yakalar ve dövmeye başlar.)

JOHN : Seni gidi kaltak. Namussuz karı. Politik martavalların uğruna buraya gelip benim hayatımı mahvedeceksin, öyle mi? (Kadını yere yıkar) Sana ettiğim iyilikleri ne çabuk unuttun? Asmalı seni ..Irzına geçmek mi? Alay mı ediyorsun? (İskemleyi havaya kaldırır üzerine gider.) Yalvarsan bile elimi sürmem sana; seni gidi orospu, seni.. (CAROL korku ile yerde kıvranmaktadır. Bekler. JOHN ona bakar kaldırdığı iskemleyi indirir. Yerine bırakır. Masasına gider, kâğıtlarını düzene koyar. Durur. Sonra CAROL’a bakar.) İşte böyle.

(Durur. CAROL da ona bakar.)

CAROL : Evet. Böyle.

(CAROL başını öne eğer. Kendi kendine konuşur.)

JOHN : Evet. Böyle..

PERDE

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir