Borçlar Hukukunda Temsil

Genellikle herkes, bir engel olmadıkça kendisiyle ilgili bir hukuki işlemi bizzat yapar. Örneğin birimiz otomobilimizi satmak, bir ev satın almak ya da kiralamak veya bankadan kredi almak istersek, bu yoldaki irademizi bizzat açıklar, yani satış, kira ve kredi sözleşmelerini kendimiz yaparız. Fakat bazı hallerde bu işlemleri bizzat yapmamız mümkün olmayabilir. Örneğin hasta olmamız, amirimizden izin alamamamız, uygun bir zaman bulamamız veya işlemin yapılacağı yerden uzakta olmamız gibi sebepler, bize işlemi bizzat yapma imkanını vermez. Diğer taraftan, fiil ehliyetleri tam olmayan kişiler de kendileriyle ilgili hukuki işlemleri kendi başlarına yapma imkanından yoksundurlar. O halde, bir hukuki işlemi bizzat yapmamızı önleyen maddi veya hukuki bir takım engellerin bulunduğu durumlarda, bu işlemin bizim adımıza bir başkası tarafından yapılmasına imkanı sağlayan bir kuruma ihtiyaç vardır. İşte bu, “temsil kurumu”dur. Diğer bir deyişle temsil, bir hukuki işlemin bir kimse adına ve hesabına bir başkası (temsilci) tarafından yapılmasıdır.

Temsil ilişkisinde daima üç kişi vardır;

  1. Temsil olunan
  2. Temsilci
  3. Üçüncü kişi

Bunlardan birincisi, hukuki işlemi başkası adına ve hesabına yapan kimsedir ki, buna temsilci (mümessil) deriz. İkincisi, hukuki işlem kendi adına ve hesabına yapılan kimsedir ki, ona da temsil olunan deriz. Üçüncüsü ise, temsilci ile o hukuki işlemi yapan kimsedir ki, bu kimseye de üçüncü kişi denir. Örneğin Samsun’dan Ankara’ya atanan bir banka memuru, Ankara’daki bir arkadaşına kendisine belli bir bedele kadar uygun bir ev kiralaması için temsil yetkisi verir ve arkadaşı da buna dayanarak onun adına ve hesabına bir ev kiralarsa, buradaki temsil ilişkisinde kira sözleşmesini yapan arkadaş “temsilci”, ev sahibi (kiraya veren) “üçüncü kişi” ve Samsun’daki memur da “temsil olunan”dırlar.

Eskiden beri mevcut olan temsil kurumunun önemi, özellikle ticari hayatın gelişmesi ve genişlemesi dolayısıyla günden güne artmaktadır.

Borçlar Kanunumuz temsil kurumunu 40-48inci maddeleri arasında düzenlemiştir (ÖBK m. 32-40).

TEMSİL TÜRLERİ

Temsilin çeşitli türleri vardır. Nitekim temsil doktrinde; dolaylı temsil, doğrudan temsil; yetkili temsil, yetkisiz temsil gibi ayrımlara tabii tutulur. Diğer taraftan, yetkili temsilde temsil yetkisinin kaynağı, ya kanundur ya da temsil olunanın iradesidir. Bu itibarladır ki, birinci halde kanuni temsilden, ikinci halde ise iradi temsilden söz edilir.

1) Dolaylı Temsil 

Vasıtalı temsil olarak da isimlendirilen dolaylı temsilde, kendisine yetki verilmiş olan temsilci, hukuki işlemi yaparken üçüncü kişiye bu işlemi başkası “adına” yapmakta olduğunu söylemez. Bu yüzden üçüncü kişi, karşısındaki kimsenin bir başkasının temsilcisi olduğunu bilemez, onun bu işlemi bizzat kendisi için yaptığını zanneder.

Bu tür temsilde yetkili temsilci hukuki işlemi başkası hesabına, fakat kendi adına yaptığı içindir ki, bu işlemin hukuki sonuçları, yani bu işlemden doğan bütün hak ve borçlar doğrudan doğruya kendisine ait olur. Temsilci bu hak ve borçları daha sonra temsil olunan ile “alacağın devri (temliki)” ve “borcun üstlenilmesi (nakli)” sözleşmelerini yapmak suretiyle ona geçirir (BK m. 40/2-3; ÖBK m. 32/2-3).

1) Doğrudan Doğruya Temsil 

Doğrudan doğruya temsilde, kendisine yetki verilmiş olan temsilcinin yapmış olduğu hukuki işlemin hüküm ve sonuçları, yani bütün hak ve borçlar işlemin yapıldığı andan itibaren, doğrudan doğruya “temsil olunana” ait olur; temsilci bu işlemden hiçbir hak kazanmadığı gibi, hiçbir borç altına da girmiş olmaz (BK m. 40/1). Çünkü bu tür temsilde yetkili temsilci, hukuki işlemi temsil olunan adına ve hesabına yapmaktadır. İşlemin hükümlerinin baştan itibaren temsil olunana ait olması dolayısıyladır ki, bu tür temsile vasıtasız temsil de denmektedir.

Doğrudan doğruya temsilin söz konusu olabilmesi için, başlıca iki şartın gerçekleşmiş bulunması gereklidir ki, bunlardan biri, “temsil yetkisinin bulunması”, diğeri ise “temsilcinin temsil olunan adına hareket etmesi”dir.

  1. Temsil yetkisinin bulunması

Dolaysız temsilin birinci şartı, temsilcinin temsil yetkisine sahip bulunmasıdır. Temsilcinin temsil yetkisi ya da kanundan ya da temsil olunanın iradesinden doğmuş olabilir. Nitekim velayet altındaki küçükler ile kısıtlanmış olanları (kısıtlıları) temsil eden kimselerin, yani “veli” ve “vasi”lerinde temsil yetkileri doğrudan doğruya “kanundan” doğmaktadır. Bu sebepledir ki, onlara “yasal temsilciler” deriz. Temsil yetkisi bir hukuki işlemden de doğabilir. Diğer bir deyişle, temsil olunan, temsilciye tek yanlı bir irade açıklamasıyla temsil yetkisi verebileceği gibi, bu yetki aralarındaki bir “vekalet sözleşmesine” de dayanabilir.

Temsil yetkisinin verilişi, kapsamı ve sona ermesi gibi hususları aşağıda “yetkili temsil” konusunda daha ayrıntılı biçimde inceleyeceğimiz için, burada bu kadar açıklamayla yetiniyoruz.

II. Temsil olunan adına hareket etme

Dolaysız temsilin söz konusu olabilmesi için, temsilcinin temsil yetkisine sahip bulunması yeterli değildir; onun ayrıca “temsil olunan adına hareket etmesi” de gereklidir. Nitekim BK m. 40/1’de (ÖBK m. 32/1) her iki şartı da belirtecek şekilde şöyle denmektedir; “Yetkili bir temsilci tarafından bir başkasına adına ve hesabına yapılan hukuki işlemin sonuçları, doğrudan doğruya temsil olunanı bağlar.”

O halde temsilci, hukuki işlemi yaparken bunu kendi adına değil, başkası adına yaptığını, yani kendisinin temsilci sıfatıyla hareket etmekte olduğunu karşısındaki üçüncü kişiye bildirecektir. Bildirmezse, doğrudan doğruya temsil değil, dolaylı temsil söz konusu olur.

Bununla beraber, temsilcinin başkası adına ve hesabına hareket etmekte olduğunu üçüncü kişiye açıkça bildirmesi her zaman gerekli ve şart değildir. Diğer bir deyişle, bazı hallerde temsilci başkası adına hareket ettiğini üçüncü kişiye açıkça belirtmemiş olsa bile, istisnaen yine de vasıtasız temsil söz konusu olur. Bu istisnai haller BK m. 40/2’de öngörülmüştür.

Bu istisnalardan birincisi, üçüncü kişinin kendisi ile hukuki işlemi yapmakta olan kimsenin temsilci olduğunu hal ve durumdan çıkarabilmesidir (BK m 40/2). Örneğin bir tacir kendisi ile satış sözleşmesi yapan kişinin zaten bir ticari firmanın temsilcisi, örneğin o firmanın “seyyar tüccar memuru” olduğunu biliyorsa, buradan o kişinin bu işlemi kendi adına değil, bağlı bulunduğu ticari işletmenin sahibi adına yapmakta olduğunu anlayabilir.

İkinci istisna ise, hukuki işlemin temsilci veya temsil olunandan bir ile yapılmasının üçüncü kişi için önemli olmaması ya da Borçlar Kanunumuzun ifadesiyle farklı olmaması halidir (BK m. 40/2). Örneğin bir hizmetlinin bedelini ödeyerek amiri için bir şişe mürekkep satın almasında, hizmetlinin mürekkebi bizzat kendisi için mi, yoksa amiri için mi satın almakta olduğu satıcıyı ilgilendirmez; zira satıcı sattığı malın bedelini o anda almıştır. Hizmetli, sözleşmeyi yaparken amiri adına hareket ettiğini söylememiş olsa bile, sözleşmeden doğan hak ve borçlar yine de amire ait olur, yani bu halde de doğrudan doğruya temsil vardır.

O halde, doğrudan doğruya temsilin varlığı için, temsil yetkisine sahip bulunan temsilcinin, hukuki işlemi yaparken bunu başkası adına yaptığını bildirmesi veya onun başkası adına hareket etmekte olduğunun hal ve şartlarından anlaşılabilir olması yahutta işlemin biri veya diğeri ile yapılmasının farksız bulunması lazımdır. Aksi taktirde yapılan hukuki işlemin hükümleri temsil olunana değil, temsilciye ait olur, yani bu halde artık vasıtasız temsil değil dolaylı temsil söz konusu olacaktır.

Temsilci, başkası adına ve hesabına hukuki işlemler yaparken temsil olunanın iradesini değil, bizzat kendi iradesini açıklar, ki bu onu haberciden ayırır; zira haberci (ulak), bir hukuki işlem yapılırken bir tarafın irade açıklamasını diğer tarafa ileten kimsedir. Bu bakımdan, haberci bizzat kendi iradesini açıklamaz, bir tarafın yapmış olduğu irade açıklamasını aynen diğer tarafa götürür. Oysa temsilci bizzat kendi iradesini açıklar, yani yaptığı hukuki işlem başkası adına ve hesabına da olsa, temsilci bu işlemi bizzat kendi iradesini açıklayarak yapar. Bu itibarladır ki, temsilcinin ayırt etme gücüne sahip bulunması şarttır; sahip değilse açıkladığı irade hiçbir hüküm doğurmaz (MK m. 15). Fakat, temsilcinin “ergin” olması gerekli değildir; çünkü temsilci hukuki işlemi başkası adına yaptığı içindir ki, bu hukuki işlemin sonuçları kendisine değil, doğrudan doğruya temsil olunana ait olacak, yani temsilci bir hak kazanmayacağı gibi, bir borç altına da girmiş olmayacaktır.

III. Yetkili Temsil

Temsil, temsilcinin temsil olunan adına ve hesabına hukuki işlemler yapmaya izinli olup olmamasına göre, “yetkili temsil” ve “yetkisiz temsil” şeklinde bir ayrıma tabi tutulur. Temsilci başkası adına ve hesabına hukuki işlemler yapabilme yetkisine sahip bulunuyorsa, yani kendisine bu hususta izin verilmişse yetkili temsil, verilmemişse yetkisiz temsilden söz edilir.

Daha önce de gördüğümüz gibi, temsilcinin yaptığı hukuki işlemlerden doğan hak ve borçların doğrudan doğruya temsil olunana ait olabilmesi için, temsilcinin “temsil yetkisi”ne sahip bulunması şarttır (BK m. 40/1, ÖBK m. 32/1)

 

TEMSİL YETKİSİ

Temsil yetkisi, başkası adına ve hesabına hukuki işlem yapabilmek hususunda temsilciye verilmiş olan izindir. Temsil yetkisi ya “kanun”dan ya da temsil olunanın “irade”sinden doğabilir. Yetki kanunundan doğmakta ise, buna kanuni temsil, iradeden doğmakta ise iradi temsil deriz.

Kanundan doğan temsil yetkisine örnek olarak veli ve vasilerin temsil yetkilerini gösterebiliriz. Yasal temsilci dediğimiz bu kişiler, velayet veya vesayet altındaki kimseler adına hukuki işlemler yaparlar; temsil yetkisini temsil ettikleri bu kimselerden değil, doğrudan doğruya Medeni Kanundan alırlar.

İradi temsilde ise, temsilcinin temsil yetkisi temsil olunanın iradesinden doğar. Gerçekten temsil yetkisi verme, temsil olunan tarafından yapılan ve temsilciye ulaşmasıyla birlikte hüküm doğuran bir irade açıklaması, yani “tek taraflı” bir hukuki işlemdir. Temsilcinin, bu yetkiyi kabul ettiğini bildirmesine, hatta kendisine yetki verildiğinden haberdar olmasına dahi ihtiyaç yoktur, ki bu, temsili vekaletten ayıran en önemli özelliktir. Nitekim temsil yetkisi verme tek taraflı bir hukuki işlem olduğu halde, vekalet bir sözleşmedir ve ancak karşı tarafın (vekilin) vekalet verenin yapmış olduğu öneriyi kabul etmesiyle kurulmuş olur. Gerçi vekalet sözleşmesinde çoğu kez temsil yetkisi de mevcuttur, fakat her vekalet sözleşmesinde, örneğin bir hamala bavulumuzu taşıtmamızda mutlaka da temsil yetkisinin bulunmasına gerek yoktur. Diğer taraftan, temsil yetkisi sadece vekalet sözleşmesinde değil, başka sözleşmelerde; örneğin hizmet veya şirket sözleşmelerinde de söz konusu olabilir.

I) Temsil Yetkisinin Şekli

Temsil yetkisi, temsil olunanın irade açıklamasıyla verilir. Borçlar Kanunumuzda bu açıklamanın belli bir şekilde yapılacağı konusunda herhangi bir hüküm yoktur. Bu itibarladır ki, temsil yetkisi şekilsizce verilebilir. Hatta bu konuda açık bir irade açıklamasına dahi ihtiyaç yoktur, yani temsil yetkisi açık olduğu kadar örtülü olarak da verilebilir.

Temsilcinin yapacağı hukuki işlem bir şekle tabi olsa bile, buna ilişkin temsil yetkisinin şekilsizce verilebileceği doktrinde hemen hemen bütün yazarlar tarafından kabul edilmektedir. Mamafih uygulamada, örneğin bankalarda temsilciden yetkisini gösteren bir belge aranmaktadır. Keza tapuda yapılacak işlemlerde de temsil yetkisinin yazılı, hatta noterlikçe resen düzenlenmiş resmi bir belgeyle kanıtlanması gerekmektedir. Temsilcinin temsil yetkisini kanıtlamasına yarayan bu resmi belgeye “salahiyetname” veya “yetki belgesi” denir. Ancak, tekrar belirtelim ki salahiyetname veya yetki belgesi, Borçlar Kanunumuza göre temsil yetkisinin geçerliliği için şart olmayıp, sadece yetkinin üçüncü kişilere karşı kanıtlanmasına yarayan bir belgedir. Uygulamada çoğu kez yetki belgesine (salahiyetname) doğru olmayarak vekaletname denilmektedir. Oysa, temsil ile vekaletin aynı şey olmadığını, bu iki kurum arasında hukuki mahiyetleri bakımından büyük bir fark bulunduğunu biraz önce belirtmiştik.

“Bankalarda imza yetkisi verme, bankayı temsil etme salahiyetinin verilmesi demektir.”

Temsil olunan, temsilciye vermiş olduğu temsil yetkisini üçüncü kişilere bildirebilir. Bunu gazetede ilan etmek suretiyle yapabileceği gibi, ilgililere bir genelge (sirküler) göndermek suretiyle de yapabilir; fakat temsil olunanın, temsil yetkisi verdiğini mutlaka da üçüncü kişilere bildirme mecburiyeti yoktur. Bu durumda temsilcinin, kendisinin yetkili olduğunu kanıtlaması gerekir.

II) Temsil Yetkisinin Kapsamı

Temsil yetkisinin kapsamı çeşitli bakımlardan sınırlandırılmış olabilir. Temsil yetkisi her şeyden önce süre bakımından sınırlandırılabilir, yani “belli bir süre” için verilebilir.

Diğer taraftan, temsil yetkisinin kişi bakımından sınırlandırılması da mümkündür. Başka bir deyişle, temsil yetkisi ancak “belli kişiler ile” hukuki işlemler yapmak üzere verilebilir.

Nihayet temsil yetkisi konu bakımından da sınırlandırılmış bulunabilir. Örneğin temsil yetkisi “belirli bir veya birkaç hukuki işlemi” yapmak üzere verilmiş olabilir ki, buna özel temsil yetkisi deriz. Eğer temsil yetkisi, temsil olunana ait her türlü işlerin görülmesi için verilmişse, buna da “genel temsil yetkisi” adını veririz. Mamafih genel temsil yetkisinin kapsamına girmeyecek bir takım önemli hukuki işlemler de vardır. Bunlar BK m. 504/3’de belirtilen şu işlemlerdir (ÖBK m. 388/3); “Dava açma”, “sulh olma”, “tahkim”, “kambiyo taahhüdünde bulunma” (örneğin bir poliçe imzalamak, bir bono vermek gibi), “bağışlama” ve “taşınmazı devir veya ayni bir hakla sınırlama” ile yeni kanunla birlikte eklenen “kefalet”tir. O halde, genel yetkiyi içermiş olsa bile bir yetki belgesinde anılan bu işlemlerden herhangi biri açıkça belirtilmemiş ise, temsilci o hukuki işlemi yapamaz. Daha doğru bir söyleyişle, temsilcinin yapmış olduğu o hukuki işlem temsil olunanı bağlamaz.

İradi temsilde yetkinin kapsamı, yani ne gibi (hangi) hukuki işlemleri kapsadığı, temsil olunanın irade açıklamasından çıkarılır (BK m. 41). Eğer temsil yetkisinin derecesi temsil olunan tarafından üçüncü kişilere açıklanmış veya tebliğ edilmiş ise, yetkinin kapsamının tespitinde bu açıklamaya itibar edilir (BK M. 41/2).

Kanuni temsilde ise, yetkinin kapsamı, ilgili kanun hükümlerine göre belirlenir (BK m. 41/1).

Temsil olunan, temsilciye vermiş olduğu temsil yetkisini dinlediği zaman sınırlayabilir; ancak, temsil yetkisi verdiğini üçüncü kişilere açıklamış veya tebliğ etmiş ise, bu yetkiyi sınırlandığını da aynı şekilde bildirmek zorundadır. Bildirmediği taktirde bu sınırlandırmayı sonradan iyiniyetli üçüncü kişilere karşı ileri süremez (BK m. 42/3).

 

TEMSİL YETKİSİNİN SONA ERMESİ

I) Sona Erme Sebepleri

Temsil yetkisi çeşitli sebeplerle sona erebilir; eğer yetki, belirli bir hukuki işlemin yapılması için verilmiş ise, bu işlemin yapılması ile son bulur. Aynı şekilde, belli bir süre için verilmiş olan temsil yetkisi, bu sürenin geçmiş olması ile sona erer. Temsil yetkisini sona erdiren bir başka hal, temsilcinin veya temsil olunanın ölümüdür. Temsil olunan veya temsilcinin gaipliğine karar verilmesi, fiil ehliyetini kaybetmeleri veya iflas etmeleri de yetkinin sona ermesi sonucunu doğurur (BK m. 43/1, ÖBK m 35/1). Ancak, bu hüküm emredici bir kural olmadığından, aksinin belirlenmesi, örneğin temsil olunanın ölümü halinde dahi temsil yetkisinin devam edeceğinin başlangıçta öngörülmesi mümkündür. Temsilcinin yetkiden vazgeçtiğini bildirmesi, yani istifa etmesi de temsil yetkisini sona erdirir.

Nihayet temsil yetkisine son veren bir diğer sebep de, temsil olunanın evvelce vermiş olduğu yetkiyi geri alması, yani temsilcinin görevine son vermesidir. Temsil olunan vermiş olduğu temsil yetkisini her zaman geri alabilir (BK M. 42/1). Hatta temsil olunanın, kendisine kanunun tanıdığı bu haktan önceden vazgeçmesi (feragat etmesi) mümkün değildir; böyle bir vazgeçme (feragat) hükümsüzdür (BK m. 43/2). Yetkinin geri alınması (azil) hiç bir şekle tabi olmaksızın temsilciye yöneltilecek bir açıklamayla olur. Bu açıklama “açıkça” olabileceği gibi, “örtülü” de olabilir.

II) Sona Ermenin Sonuçları

Temsil yetkisinin sona ermesinin doğuracağı sonuçları, sona ermenin temsilci veya üçüncü kişilerce bilinip bilinmemesine ve yetkinin daha önce üçüncü kişilere bildirilmiş olup olmamasına göre ayrı ayrı incelemek gerekir.

Temsilci, yetkisinin sona ermiş olduğunu bilmiyorsa, bunu öğrendiği ana kadar yapmış olduğu hukuki işlemler temsil olunan veya onun haleflerini (ardıllarını) bağlar (BK m. 45). Fakat, üçüncü kişiler yetkinin sona ermiş olduğunu biliyorlarsa yani iyiniyetli değillerse, yapılan hukuki işlem temsil olunanı veya haleflerini bağlamaz.

Temsil yetkisi daha önce ilan ve sair suretlerle üçüncü kişilere bildirilmiş bulunuyorsa, geri alınmış olduğunun da aynı şekilde onlara bildirilmesi gerekir. Bildirilmediği taktirde, yetkinin geri alınmış olması iyiniyetli, yani bunu bilmeyen veya bilmesi de gerekmeyen üçüncü kişilere karşı hiç bir hüküm doğurmaz (BK 42/3).

Görüldüğü üzere kanun bu halde “iyiniyetli” üçüncü kişileri korumaktadır. Fakat bu kişiler kendilerine bildirilmemiş olmasına karşın yetkinin geri alınmış olduğunu her nasılsa öğrenmiş bulunuyorlarsa korunmazlar; yani temsilcinin yetkisinin geri alınmış olduğu kendilerine karşı her zaman ileri sürülebilir. İyiniyetli üçüncü kişilerin korunmaları sadece yetkinin geri alınmış olması halinde söz konusu olur. Yoksa temsil yetkisi BK m. 43/1’deki sebeplerden biri, yani temsilci veya temsil olunanın ölümü, gaipliği, fiil ehliyetini kaybetmesi veya iflas etmesi dolayısıyla sona ermiş ise, üçüncü kişilerin iyi niyetli olup olmamalarının hiçbir önemi yoktur; çünkü onlar iyi niyetli olsalar, yani temsil yetkisinin sona ermiş olduğunu öğrenememiş bulunsalar bile, temsilci ile yaptıkları hukuki işlemler temsil olunanı veya haleflerini bağlamaz.

Temsil yetkisi üçüncü kişilere bildirilmemiş, sadece temsilciye yetkisini gösteren bir belge (salahiyetname, yetki belgesi) verilmiş ise, yetkisi sona ermiş olmasına karşın temsilci bu belgeye dayanarak hukuki işlemler yapmaya devam edebilir ve bundan da hem temsil olunan, hem de üçüncü kişiler zarar görebilirler. İşte, bu tehlikeyi gözden uzak tutmayan kanun koyucu, bu gibi hallerde temsilciyi yetki belgesini temsil olunana geri vermek veya mahkemeye tevdi etmekle (bırakmakla) yükümlü tutmaktadır (BK m. 44/1). Diğer taraftan, temsil olunan veya halefleri de bu yetki belgesini temsilciden geri almak zorundadırlar. Eğer bu hususta ihmalkar davranırlar ve temsilciyi yetki belgesini kendilerine geri vermeye veya mahkemeye tevdi (bırakmaya) zorlamazlarsa, iyiniyetli olan, yani yetkinin sona ermiş olduğunu bilmeyen üçüncü kişilerin bu yüzden uğrayacakları zararları tazmin etmekle (gidermekle) yükümlü olurlar (BK m. 44/2). Burada tazmin edilecek (giderilecek) zarar, üçüncü kişilerin temsilciyi “yetkili” kabul etmelerinden dolayı uğradıkları zarar (menfi zarar)dır; zira yetkili zannettikleri, fakat aslında yetkisi sona ermiş olan temsilci ile yapmış oldukları hukuki işlemler geçerli değildirler, yani temsil olunanı bağlamazlar.

IV. Yetkisiz Temsil 

Yetkisiz temsil, bir kimsenin hiçbir yetkiye sahip olmaksızın veya sahip olduğu yetkiyi aşarak bir başkası adına ve hesabına hukuki işlemler yapması demektir. Bu tür temsil çeşitli sebeplerden ileri gelebilir. Gerçekten, temsilci gibi davranan kimseye (sözde temsilciye) hiç yetki verilmemiş olabilir veya temsilci kendisine tanınmış olan yetkinin sınırlarını aşarak hareket etmiş olabilir yahutta yetkiyi veren kimse fiil ehliyetine sahip bulunmayabilir. Bütün bu hallerde sözde temsilcilerin “temsil yetkisi” yoktur, fakat buna karşın onlar başkaları adına ve henüz buna hukuki işlemlere girişmekte ve çoğu kez de bunları temsil olunanın menfaatini kollamak üzere yaptıkları kanaatine sahip bulunmaktadırlar. Örneğin bir memurun gayet ucuz bulduğu dolmakalemlerden kendisi için alırken bir tane de arkadaşı için satın alması; bir kimsenin seyahatte olan komşusunun kırılan pencere camını taktırması veya kendisine arkadaşı için bir ev kiralama yetkisi verilen kişinin ayrıca kiraladığı bu evi boyatması yetkisiz temsil örneklerindendir.

Yetkisiz Temsilin Hükümleri

Temsilci gibi davranan kişinin (sözde temsilcinin) temsil olunan adına ve hesabına yapmış olduğu hukuki işlem, temsil olunanı bağlamaz, yani bu işlemden doğan hak ve borçlar temsil olunana ait olmazlar. Bu işlemin temsil olunan hakkında hüküm ifade edebilmesi, yani hak ve borçların ona ait olabilmesi için , onun yapılmış olan işlemi tasvip etmesi (uygun bulması), yani onam (icazet) vermesi gerekir (BM m. 46).

İcazet, şekle bağlı olmayan, sözde temsilciye veya üçüncü kişiye karşı yapılan tek taraflı bir irade beyanıdır. Temsil olunan icazet verdiği taktirde, yapılmış olan hukuki işlem aynen yetkili bir temsilcinin yapmış olduğu işlem gibi yapıldığı andan itibaren temsil olunanı bağlar. Bu hukuki işlem icazet verilinceye kadar askıdadır, yani tek taraflı bağlamazlık yaptırımına tabidir; bununla üçüncü kişi bağlı, fakat temsil olunan bağlı değildir.

Üçüncü kişi, temsil olunandan uygun bir süre içinde icazet verip vermeyeceğini bildirmesini isteme hakkına sahiptir. Temsil olunan, bu süre içinde icazet vermeyeceğini bildirir veya bu konuda hiçbir açıklamada bulunmazsa, yapılmış olan hukuki işlem artık üçüncü kişi hakkında da hüküm ifade etmez (BK m. 46). Bu taktirde iyiniyetli, yani kendisiyle hukuki işlemi yapanın yetkisiz sözde temsilci olduğunu bilmeyen veya bilmesi gerekmeyen üçüncü kişi, hukuki işlemin hükümsüz hale gelmesinden dolayı uğramış olduğu zararı (menfi zararı) sözde temsilciden isteyebilir. Eğer sözde temsilci kusurlu ise, hakkaniyet gerektirdiği hallerde hakim daha fazla bir tazminata da hükmedebilir (BK m. 47)

 

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir