İdarenin Düzenleyici İşlemleriyle Suç ve Ceza Konulması Yasağı
Bir fiilin suç sayılabilmesi için her şeyden önce o fiilin haksızlık unsurlarının nelerden ibaret olduğunun tarif edilmesi gerekir. Dolayısıyla bu tarifi yapan tasarrufun adı “kanun” ve tasarrufu yapan organ da “yasama organı” olmadıkça suç kanunla ve yasama organı tarafından konulmuş olmaz. Suç ve ceza koyma konusunda kanun koyucunun tekel yetkisi bulunmaktadır. Nitekim Ceza Kanununun 2. maddesinin 2. fıkrasında “idarenin düzenleyici işlemleriyle suç ve ceza konulamaz” denilmek suretiyle, 1. fıkrada geçen “kanun” kavramının anlamı açıklanmıştır. Buna göre, ceza hukukunun güvence fonksiyonu kapsamında, suç ve ceza, ancak teknik olarak kanun niteliği taşıyan yasama tasarruflarıyla konulabilecektir. Bir başka deyişle, başta suçun unsurları olmak üzere, cezalandırılabilirliğin tüm şartlarının kanun koyucu tarafından belirlenmesi gerekir. Esasen Anayasanın, temel hak ve özgürlüklerin ancak “kanun”la sınırlandırılabileceğini öngören 13. maddesi, Kanun Hükmünde Kararnamelerle hak ve özgürlükler alanında düzenleme yapılamayacağını düzenleyen 91. maddesi ve suçta ve cezada kanunilik ilkesine yer veren 38. maddesi idarenin düzenleyici işlemleriyle suç ve ceza konulamayacağını açıkça ortaya koymaktadır.
Ancak tüm bu hükümlere rağmen ülkemizde, kimi kanunlarla belli konularda düzenleme yapma yetkisi çeşitli idari organlara bırakılmakta ve bu organların kanunla yetkilendirildikleri çerçevede yaptıkları düzenlemelere aykırı davranışın suç oluşturacağı ve faillerinin cezalandırılacakları belirtilmektedir. Bu tür düzenlemelerin tipik örneğini 1930 tarihli ve 1567 sayılı “Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun” oluşturmaktaydı. Gerçekten bu kanunun 1. maddesinde “Türk parasının kıymetinin korunması zımnında kararlar ittihazına Bakanlar Kurulu salahiyetlidir.” denildikten sonra, aynı kanunun 3. maddesinde “Bakanlar Kurulunca 1’nci maddeye göre alınan kararlara aykırı hareket eden veya bu kararlarda belirlenen yükümlülüklerini yerine getirmeyen gerçek ve tüzel kişilerin” ağır para cezasıyla cezalandırılacakları belirtilmekteydi. Görüldüğü gibi, bu hükümlerde suç teşkil eden fiiller açıkça tanımlanmamakta, aksine hangi fiillerin suç oluşturacağına Bakanlar Kurulunun alacağı kararlara bırakılmaktaydı.
Doktrinde “beyaz hüküm”, “açık ceza normu”, “çerçeve kanun” olarak adlandırılan bu tür hükümlerin, suçta kanunilik ilkesine ve dolayısıyla Anayasanın 38. maddesine aykırı olduğunu belirtmek gerekir. Nitekim kanun koyucu yaptığı düzenlemeyle, 1567 sayılı “Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun”un suç olarak düzenlediği fiilleri kabahat haline getirmiş ve böylece suçta kanunilik ilkesini ihlal eden hükümleri ortadan kaldırmıştır.
Belirtmek gerekir ki, idarenin düzenleyici işlemleriyle suç ve ceza konulamayacağı yolundaki ilke, bizzat yeni TCK’da yer verilen bazı suç tanımlarıyla ihlal edilmiştir. Örneğin TCK’nın 174. maddesinin 1. fıkrası ile 193. maddesinde suçun konusunu belirleme yetkisi idari makamlara bırakılmıştır. Bu düzenlemelerin suçta ve cezada kanunilik ilkesi ile bağdaşmadığı hususu izahat gerektirmeyecek kadar açıktır.
Her ne kadar, ülkemizde, normlar hiyerarşisisinde kanundan önce temel kanun kategorisine yer verilmediği için yeni TCK’nın 2. maddesinin 2. fıkrası ile 5. maddesindeki hükümlerin, 1 Haziran 2005 tarihinden sonra yürürlüğe giren kanunlar bakımından mevzuat disiplinini sağlamak bakımından bir etkisinin olmayacağı kabul edilebilirse de yeni TCK’nın yürürlüğe girmesinden kısa bir süre sonra kabul edilen Bankacılık Kanununda, sadece ceza hukukunun değil, tüm hukuk düzeninin temel ilkelerinden birisi olan suçta ve cezada kanunilik ilkesine ve bu ilkenin bir sonucu olan idarenin düzenleyici işlemleriyle suç ve ceza koyma yasağına aykırı düzenlemelerin yapılması, ülkemizde yasama faaliyetinin yeterli ciddiyette gerçekleştirilmediğini göstermektedir.