Gelir Üzerinden Alınan Vergiler (Gelir Vergisi)
Gelir Üzerinden Alınan Vergiler
Çağdaş vergi sistemlerinin en önemli vergileri, gelir üzerinden alınanlardır. Türk Vergi Sisteminde, geliri vergilendiren iki ayrı vergi bulunmaktadır: Gelir vergisi ve kurumlar vergisi. Gelir vergisi, gerçek kişilerin kazanç ve iratlarını kapsamına alır. Kurumlar vergisi ise, ilke olarak, bir kısım tüzel kişilerin kazançlarını vergilendirmektedir. Türk Vergi Sisteminde anılan iki vergi, iki ayrı kanunla, Gelir Vergisi Kanunu ve Kurumlar Vergisi Kanunu ile düzenlenmiştir. Tüm vergi sistemlerinde böyle iki ayrı kanun bulunmakta; kimi ülkelerde, gelirin vergilendirilmesini düzenleyen tek kanun metni içinde, gerçek kişilerin gelirleri ile tüzel kişilerin kazançlarının vergilendirilme esasları ayrı bölümler halinde yer almaktadır. Bu tür yaklaşımın nedeni iki ayrı verginin konu unsuru bakımından taşıdıkları özdeşliktir.
Gelir Vergisi
Gelir vergisinin konusu gelirdir. Bir başka deyişle gelir vergisinin konusunu gerçek kişilerin elde ettikleri kazanç veya irat biçimindeki çeşitli gelirler oluşturur.
Gelir vergisinin matrahı gelirin sâfi tutarıdır; ya da, daha doğru bir tanım vermek gerekirse, kazanç ve iratların sâfi tutarı bu verginin matrahını oluşturur. Kazanç ve iratların net tutarına ulaşabilmek için, bunların elde edilmesi için yapılan masrafların elde edilen gayrisâfi hâsılattan indirilmesi gerekir.
Gelir vergisinde vergiyi doğuran olay, gelirin elde edilmesidir.
Gelir vergisinin yükümlüsü, vergiyi doğuran olay üzerinde gerçekleşen gerçek kişidir; dolayısıyla gelir elde eden gerçek kişi yükümlü statüsüne girer. Gelir Vergisi Kanunu hükümleri uyarınca, bu verginin yükümlüsü sadece gerçek kişilerdir.
Gelir vergisi ve kurumlar vergisi arasındaki temel fark yükümlü unsuru bakımından karşımıza çıkar.
Gelir Vergisinin Konusu: Gelir
Gelir vergisi, geliri vergilendirmek suretiyle ödeme gücünü kavramaya çalışır. Başka bir anlatımla, bu verginin üzerinden alındığı ekonomik unsur gelirdir.
Ekonomik bir kavram olarak gelir, belli bir zaman kesiti içinde alım (satın alma) gücünde artış şeklinde ortaya çıkan bir akım olarak ifade edilebilir. Bu tanım, bir başka ekonomik kavram olan ve ödeme gücünü temsil eden “servet”in statik (stok) niteliğine karşılık, gelirin dinamik yapısını ön plana çıkartmaktadır. Yeni alım gücünün ortaya çıkması sırasında bir vergilendirmeye gidildiği takdirde, gelir üzerinden vergilendirme söz konusu olur. Ancak, gelir için geliştirilen bu tanım, yeterince kapsamlı ve açıklayıcı değildir. Gerçekten, belli bir dönemde alım gücünde ortaya çıkan artış değişik nedenlerden kaynaklanabilir. Kişinin alım gücü genellikle üretim faaliyetine katılması karşılığında artar. Ancak kişinin alım gücü, üretim faaliyetine katılmaksızın, bir kısım karşılıksız edinmeler (transferler) neticesinde de artabilir. Miras, piyango, kumar gibi yollarla ortaya çıkan satın alma gücündeki artışlar buna örnek olarak verilebilir. Yine kişinin alım gücünün, sahip olduğu servet unsurlarının değerindeki yükselmeye bağlı olarak artması da mümkündür.
Gelir kavramını açıklamaya yönelik iki kuram söz konusudur:
- a) Kaynak kuramı (dar kapsamlı gelir anlayışı);
- b) Sâfi artış kuramı (geniş kapsamlı gelir kuramı).
Kaynak Kuramı:
Kaynak kuramı, üretim faktörlerinin üretim sürecine katılması karşılığında, katılınan dönem hâsılasından (üretimden) alınan paya karşılık gelen kazanç ve iratları gelir saymaktadır. Örneğin kişinin üretim faaliyetlerine emeği ile katılması, sahip olduğu toprağını kiralaması, biriktirilmiş parasını başkasının kullanımına bırakması ya da kendisi bir teşebbüste bulunup kurduğu bu işletme aracılığıyla ekonomik faaliyetlerde bulunması sonucunda sırasıyla ücret, rant, faiz ve kâr gibi gelir türleri ortaya çıkar ve bunlar üretim unsurları arasında bölüşülür. Kaynak kuramı uyarınca elde edilen ekonomik değerin, ortaya çıkan yeni alım gücünün gelir sayılabilmesi için bunun belli bir kaynaktan üretim faaliyeti sonucu sürekli olarak doğması gerekmektedir. Ancak bu niteliği taşıyan alım gücü artışları gelir sayılır. Bu nedenle kaynak kuramına dar kapsamlı gelir anlayışı adı verilir.
Sâfi Artış Kuramı
Bu kuramda, hangi kaynaktan doğarsa doğsun, satın alma gücünde belli bir dönemde ortaya çıkan her türlü artış gelir sayılır. Sâfi artış kuramı, kaynak kuramı çerçevesinde gelir sayılan akımların yanı sıra aktarmalar neticesinde satın alma gücünde doğan artışları da gelir sayar. Bu nedenle de geniş kapsamlı gelir anlayışı olarak adlandırılır.
Gelir Vergisi Kanununa Göre Gelir Kavramı
Gelir Vergisi Kanununun 1 inci maddesinde “Gelir, bir gerçek kişinin bir takvim yılı içinde elde ettiği kazanç ve iratların sâfi tutarıdır” hükmü yer almaktadır. Gelir Vergisi Kanununun 2 nci maddesinde ise gelir unsurları 1) Ticarî kazançlar, 2) Ziraî kazançlar, 3) Ücretler, 4) Serbest meslek kazançları, 5) Gayrimenkul sermaye iratları, 6) Menkul sermaye iratları, 7) Sair kazanç ve iratlar olarak sayılmıştır.
Gelir Vergisi Kanunu gelir kavramı bağlamında kaynak kuramı ile birlikte sınırlı safi artış kuramını kabul etmiştir [Gelir Vergisi Kanununa göre Gelir= Kaynak Kuramı+ Sınırlı Safi Artış Kuramı]
Gelir Vergisi Kanunu uyarınca herhangi bir ekonomik değerin gelir olarak vergilendirilebilmesi için bunun kanunda belirtilen yedi kalem kazanç ve irattan birinin içinde yer alması gerekir. Örneğin kumar kazançları yedi tür kazanç ve irattan birine sokulamadığından, özünde gelir niteliği taşısa dahi, gelir vergisi kapsamı dışında kalır.
Vergilerin kanuniliği ilkesi, gelir olarak kabul edilen bir unsurun Kanunda öngörülen kazanç ve irat türleri açısından doğru nitelenmesi önemlidir. Zira Gelir Vergisi Kanununda her bir gelir unsuru için farklı vergisel ödevler ve farklı vergilendirme teknikleri öngörülmüştür. Örneğin, ticarî kazanç elde edildiğinde belli koşullar çerçevesinde ticari kazanç elde eden yükümlü, beyanname verecek, belge düzenine uyma zorunluluğu doğacaktır. Yine kanunda belli kazanç ve iratların stopaj yöntemi ile vergilendirilmesi öngörülmüştür; dolayısıyla stopaj sorumluluğu açısından kazanç veya iradın doğru belirlenmesi ve nitelenmesi önem taşımaktadır. Bu belirleme ve niteleme istisna ve muafiyet hükümlerinin doğru uygulanması bakımından da önemlidir. Örneğin, özünde ziraî kazanç niteliği taşıyan bir gelir unsuru, yanlış nitelendirilerek gayrimenkul sermaye iratlarına özgü bir istisnadan yararlandırılamaz. Yine, her bir gelir unsuru bakımından kanunda öngörülen indirilebilecek giderler farklı saptanmış olabilir; dolayısıyla gelire dair doğru niteleme, matrahın belirlenmesi açısından da ayrı bir öneme sahiptir.
Temel özellikleri dikkate alındığında, Gelir Vergisi Kanununda sayılan yedi gelir unsurunun aşağıdaki biçimde dört kategoride toplanması mümkündür.
1) Teşebbüs gelirleri (ticarî kazançlar ve ziraî kazançlar),
2) Emek gelirleri (ücret ve serbest meslek kazançları),
3) Servet gelirleri (gayrimenkul sermaye iratları ve menkul sermaye iratları),
4) Sui generis kategori (diğer kazanç ve iratlar).
Gelir Vergisinde Vergiyi Doğuran Olay: Elde Etme
Gelir Vergisi Kanunu 1 inci maddesinde gelir bir gerçek kişinin bir takvim yılı içinde elde ettiği kazanç ve iratların sâfi tutarı olarak tanımlanmış; gelir vergisinde vergiyi doğuran olay, “elde etme” kavramına bağlanmıştır.
Gelir Vergisi Kanununun hükümleri irdelendiğinde “elde etme” konusunda ilke olarak tahsil esasının kabul edildiği, ancak ticarî ve ziraî kazançlarda diğer beş gelir türünden farklı olarak tahakkuk ilkesinin gelirin elde edilmesi için yeterli sayıldığı söylenebilir. Alacak olarak doğma, ilke olarak tahakkuk esasına; edimin ifası ise yine ilke olarak tahsil esasına tekabül etmektedir.
Gelir Vergisi Kanunu ticarî ve ziraî kazançlarda gelirin elde edilmiş sayılması bakımından talep edilebilir bir alacak hakkının doğması (tahakkuk) esasını kabul etmektedir. Diğer gelir türleri için ise ilke olarak edimin fiilen gerçekleşmesi, belli bir ekonomik değerin nakit veya ayın biçiminde mal varlığına dahil olması (tahsil) esası öngörülmüş bulunmaktadır.
Gelir Vergisinde Yükümlülük Çeşitleri
Gelir vergisinde tam yükümlülük ve dar yükümlülük olmak üzere iki çeşit yükümlülük vardır. Tam yükümlülük kapsamına giren kişiler, Türkiye içinde ve Türkiye dışında elde ettikleri gelirin tamamı üzerinden Türkiye’de vergiye tâbi tutulurlar. Dar yükümlüler ise sadece Türkiye’de elde ettikleri gelir üzerinden Türkiye’de vergilendirilirler; bu kişilerin Türkiye dışında elde ettikleri gelirler vergilendirme kapsamı dışında tutulur.
Tam Yükümlülük
Bir gerçek kişinin tam yükümlülük esası uyarınca Türkiye’de vergilendirilebilmesi için Türkiye’de yerleşmiş olması ya da resmi daire ve müesseselere ya da merkezi Türkiye’de bulunan teşekkül ve teşebbüslere bağlı olup da adı geçen daire, müessese, teşekkül ve teşebbüslerin işleri dolayısıyla yabancı ülkelerde oturan bir Türk vatandaşı olması gerekir. Gelir Vergisi Kanununun 4 üncü maddesi tam yükümlülük ölçütü olarak Türkiye’de yerleşmeyi “ikametgah” ve “oturma süresi” olmak üzere iki esasa göre düzenlemiştir. Gelir Vergisi Kanununun 4 üncü maddesine göre, ikametgâhı Türkiye’de bulunanlar Türkiye’de yerleşmiş sayılırlar. Gelir Vergisi Kanunu, Türkiye’de “yerleşmiş sayılma” deyiminin içeriğini belirlediği halde ikametgâh kavramına dair medenî hukuktan ayrı bir belirleme getirmemiştir. Türkiye’de yerleşme bakımından yasanın kabul ettiği ikinci esas, oturma süresidir. Bir takvim yılı içinde Türkiye’de sürekli olarak altı aydan fazla oturanlar, Türkiye’de yerleşmiş sayılırlar. Yasaya göre, geçici ayrılmalar Türkiye’deki oturma süresini kesmez. Altı aylık oturma süresinin bir takvim yılı içinde aşılmış olması gerekir. Türkiye’de yerleşme bakımından altı aylık oturma esası, ikametgâh esasını tamamlayıcı bir ölçüdür. Dolayısıyla bir kimse Türkiye’de altı aydan daha az bir süre oturmuş olsa da oturduğu süre içinde ikametgâhının Türkiye’de olduğu belli ise tam yükümlülük esasında vergilendirilir. Gelir Vergisi Kanununun 5 inci maddesi, altı aylık oturma süresi esasına belli durumlarda esneklik getirmiştir. Bu hükme göre bazı koşullar altında bulunan yabancılar Türkiye’de altı aydan fazla süre kalsalar dahi Türkiye’de yerleşmiş sayılmazlar. Bu kişiler şunlardır: Belirli ve geçici bir görev ya da iş için Türkiye’ye gelen iş, bilim ve fen adamları, uzmanlar, memurlar, basın-yayın muhabirleri ile durumları bunlara benzeyen kimseler, Türkiye’ye tahsil ve tedavi için gelen kişiler ile dinlenmek ya da seyahat amacıyla gelenler, tutukluluk, hükümlülük ya da hastalık gibi elde olmayan nedenlerle Türkiye’de alıkonmuş ya da kalmış olanlar. Örneğin, Türkiye’de baraj ya da köprü inşaatında görevlendirilmiş olan yabancı uyruklu bir mühendis, Türkiye’de çekilen bir filmin çalışmalarını izlemek için ülkeye gelen bir gazeteci, bir takvim yılında altı aydan fazla otursalar da Türkiye’de yerleşmiş sayılmazlar. Çünkü Türkiye’ye gelme nedenleri olan işler hem bellidir, hem de geçicidir. Gelir Vergisi Kanununun 3 üncü maddesinin 2 nci bendi kapsamına giren Türk vatandaşları, Türkiye içinde ve Türkiye dışında elde ettikleri gelirlerin tümü üzerinden vergiye tâbi tutulurlar. Ancak istisnaî olarak bulundukları ülkede elde ettikleri kazanç ve iratlar için o ülkede gelir vergisi ya da benzeri bir vergi ödemişlerse, o kazanç ve iratlar Türkiye’de ayrıca vergilendirilmez.
Dar Yükümlülük
Dar yükümlülük, Türkiye’de yerleşmiş olmayan gerçek kişilerin Türkiye’de elde ettikleri kazanç ve iratların vergilendirilmesi ile ilgili bir yükümlülük şeklidir. Dar yükümlülükte vergilendirme, gelirin Türkiye’de elde edilmesi koşuluna bağlanmıştır. Dar yükümlülükte hedef kişiyi değil, kaynağı Türk ekonomisi olan geliri vergilendirmektir. Dolayısıyla dar yükümlü statüsündeki kişiler sadece Türkiye’de elde ettikleri gelirler üzerinden Türkiye’de vergilendirilirler.