Ceza Hukuku Genel Hükümler 1. Vizeye Kadar Özet

Ceza hukukunun tanımı ve bölümleri

*Ceza Hukuku’nun tanımı: Failin kişiliğine göre değişebilen cezai sonuçlarla (müeyyidelerle) yasaklanan hukuka aykırı fiilleri (suçları) öngören hukuk normlarının bütünü.

Söz konusu normlar yalnızca TCK’da değil, başka kanunlarda da yer alırlar.

*Modern ceza hukuku; hukuka aykırı fiil, failin kişiliği ve cezai sonuçlar olmak üzere üç ana bölüme ayrılır;

Hukuka aykırı fiil veya suç, modern ceza hukukunun vazgeçilmesi mümkün olmayan temelini oluşturur.

Failin kişiliğinin nazara alınması, modern ceza hukukunun insanileştirici özelliğini oluşturur.

Cezai sonuçlar, caydırma ve ıslah araçlarıdır.

*Bugün “ceza” veya “ceza müeyyidesi” yerine, daha kapsamlı bir kavram olan “cezai sonuçlar” kavramını kullanmak gerekmektedir. Zira günümüzde öngörülen müeyyide sadece “ceza”dan ibaret değildir.

2. Ceza düzeninin işlevi

Geçmişte hakim olan anlayışa göre, cezai nitelikteki hukuk düzeninin işlevi; sadece toplumun varlığını güvence altına almaktan, yani ortaklaşa hayatın temel ve kaçınılmaz şartlarını garanti etmekten ibarettir. Günümüz hukuku yönünden ceza, sadece sosyal korumanın hizmetindeki bir kuvvet belirtisi değil, aynı zamanda toplumun gelişmesine de hizmet eden bir araçtır.

3. Ceza hukuku ve politika ilişkisi

Ceza hukuku, belirli bir ölçüde, politika ve dolayısıyla tarih tarafından şartlandırılmaktadır. Nitekim her cezai sistem, topluluğun varoluşunun temel şartlarının veya temel varlıkların korunmasının yanısıra, devlet düzeninin tipine göre değişen menfaatlerin korunmasına da hizmet etmektedir.

4. Ceza hukukunun türleri

Baskıcı ceza hukuku: Mutlakiyetçi düzenlerdeki ceza hukukudur. Bu tip düzenlerde ceza hukuku, hükümdarın despotizminin, aşırı iktidarının bir aracı olarak işlev görüyordu. Bu tür ceza hukuku, modern zamanlarda da, daha az mutlakiyetçi olmayan totaliter tipteki düzenlerde ortaya çıkmaktadır. Baskıcı ceza hukukunun temel özellikleri;
*Suç tanımlamalarının meşru olanla olmayanı ayırmaya imkan verecek şekilde açık olmaması, hükümdarın ve onun memuru olan yargıcın kanuni tanıma dahil olmayan fiilleri cezalandırmak konusunda geniş yetkilere sahip olması.
*Suçlunun kişiliği ile ilgili anlayışın son derece katı olması.
*Cezai sonuçlar konusunda korkutma ve acı verme esas alındığından cezalar, gerek özü gerek infazı yönünden, fiilin ağırlığı ile herhangi bir orandan söz edilmesini imkansız kılacak derecede sert ve zalimcedir.

Ayrıcalıkçı Ceza Hukuku: Sosyal sınıflar arasındaki derin fiili veya hukuki farklılıklar üzerine dayandırılan ve bireyci-liberal tipteki demokrasilerin hakim olduğu toplumlara özgü bir ceza hukukudur. Ayrıcalıkçı ceza hukuku, mutlakiyetçi devletin baskıcı tipinden uzaklaşmış ve ilan edilen işlevinin özgürlükleri korumak olmasına rağmen, karşıt sosyal çıkarların çatıştığı durumlarda ekonomik yönden daha güçlü olanın çıkarını, güçsüz olanın zararına, korumaya hizmet etmektedir. Başka bir deyişle bu ceza hukuku, eşit olmayanlar arasındaki eşitliği ve özgürlüğü sağlamaktan çok, eşitler arasındaki eşitliği ve özgürlüğü garanti altına almaktadır.

Özgürlükçü Ceza Hukuku: Günümüz özgürlük anlayışının oluşturmayı hedeflediği ceza hukukudur. Özgürlükçü ceza hukuku, mağdura ve suçluya, sosyal savunmaya ve özgürlüklere ilişkin şartların dengeli bir sentezini sağlayarak, bir yandan özel ve kamusal süjelerin saldırılarına karşı vatandaşların temel haklarını, sosyal menfaatleri,, demokratik kurumları, yani uygar bir biçimde birlikte yaşamak için gerekli olan şartların bütününü koruyan, öte yandan da bireylere hukuki kesinlik ve eşitlik sağlayarak, tarafların aleti haline gelmeyecek ve adli keyfilikleri önleyecek şekilde oluşturulan bir ceza hukukudur.

5. Türk Ceza Kanununa hakim olan anlayış

Bu gelişmelerin ve iyileşmelerin yoğunlaştığı bir dönemde hazırlanan ve kanunlaşan 2004 tarihli TCK, belli bir ceza hukuku anlayışını yansıtmayan, biçim ve içerik yönünden hatalar ve çelişkilerle dolu olan devşirme bir kanundur. 2004’ten önce ise baskıcı bir ceza kanunu olduğu söylenebilir.

6. Ceza hukuku ve ahlak ilişkisi

*Çok yaygın bir anlayış, ceza hukuku ile ahlak arasında çözülemez bir bağın bulunduğunu savunmaktadır. Bu anlayış, hukukun genel olarak ahlak alanında faaliyette bulunduğu ve hukuk ile ahlakın esasının aynı olduğu varsayımından hareketle, suçun daima ahlaka aykırı bir davranış olduğunu kabul etmektedir.

*Diğer bir anlayışa göre; hukuk, döneminin kristalize olmuş ahlakıdır. Bu itibarla hukuk ile ahlak arasındaki fark, mahiyet veya nitelik farkı değil, derece farkıdır.

*Başka anlayışlar da vardır…

7. Ceza hukuku ve ceza muhakemesi hukuku

Ceza hukuku ve ceza muhakemesi hukuku, aralarında çok sıkı bir ilişki olmasına rağmen, farklı hukuk dallarıdır. Bu iki hukuk dalı arasındaki en önemli farklar, kanunların zaman yönünden uygulanması ve yorumu ile ilgili olarak ortaya çıkmaktadır. Nitekim ceza kanunları yönünden kıyas yasağı ve kural olarak geçmişe uygulanmazlık ilkesi söz konusudur. Buna karşılık, ceza muhakemesi hukukunda kıyas yasağı yoktur; ayrıca derhal uygulanırlık ilkesi geçerlidir.

*Bir normun ceza hukukuna mı, ceza muhakemesi hukukuna mı ait olduğunu belirlemek yönünden, onun ceza kanununda veya ceza muhakemesi kanununda yer alması kesin bir değer taşımaz. Çünkü ilkinde bir muhakeme hukuku normu bulunabileceği gibi, ikincisinde de bir ceza hukuku normu yer almış olabilir. Bu kanunlar dışında kalan kanunlardaki normlar yönünden kesin ölçütü, normun gayesinde aramak gerekir.

8. Ceza normunun tanımı ve özellikleri

*Ceza hukuku, sadece ceza kanununda değil, aynı zamanda diğer genel ve özel kanunlarda yer alan cezai nitelikteki hükümlerin bütününden oluşur. Cezai nitelikteki herbir kanun hükmüne “ceza normu” denir.

Ceza normunun özellikleri;

Emredicidir; ülkede yaşayan herkese yönelik bir emirler bütünüdür.

Değerlendiricidir; kanun koyucu, bazı davranışları, sosyal toplululuk yönünden zararlı veya tehlikeli olarak değerlendirdiği için yasaklar.

Devlet tarafından konulur

9. Kural ve müeyyide

Asıl ceza normları, yani suç ve ceza yaratan normlar iki unsurdan oluşmaktadır. Bunlar kural ve müeyyidedir.

Kural: belirli bir davranışta bulunma yani, belirli bir hareketi yapma veya yapmama emridir.

Müeyyide: kuralın ihlalini izlemesi gereken hukuki sonuçtur.

*Kural, normal olarak açık değildir; çoğu defa örtülü bir biçimde belirlenmiştir. Örneğin adam öldürmeyi yasaklayan normda (TCK m. 81) “öldürmeyin” denmiyor; “bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır” deniyor.

*Ceza kuralları genellikle yasak biçimindedir; yani bunlar belirli bir hareketi yapmayı, belirli bir sonuca neden olmayı yasaklamaktadır.

*Kuralda yapılması veya yapılmaması gerekenin, yani suçu oluşturan fiilin tanımı yer alır. Bu tanıma “kanuni tip” veya “kanuni tanım” denir.

*Müeyyide, yani kuralın ihlalinden doğan hukuki sonuç, genellikle bir kötülük tehdidini içerir ki, bu da cezadır.

*Normun iki temel unsuru, yani kural ve müeyyide her zaman aynı kanun hükmünde yer almayabilir. Nitekim norm bazen çeşitli hükümlere dağılmış haldedir. Bu hükümler ya sadece kuralı veya sadece müeyyideyi içerir. Bu tür hükümlere eksik veya tam olmayan hükümler denir.

*”Açık ceza normları” tam olmayan hükümlerden farklıdır. Açık ceza normlarında müeyyide belirlenmiştir. Buna karşılık kural, örneğin belirli bir konuda yetkili makamlar tarafından çıkarılacak özel ve genel nitelikteki emir veya tedbirlere uymanın hükme bağlandığı hallerde olduğu gibi, gelecekteki bir unsurla tamamlanır.

Kanundaki bir çelişki: TCK 2. maddesinin 1. fıkrasında yer alan “idarenin düzenleyici işlemleriyle suç yaratılamaz” ifadesi ile TCK 95. maddesindeki yetkili makamlarca alınan karantina tedbirlerine uymamayı cezalandırmak suretiyle koyduğu kuraldan sapmıştır.

*Bazı normlar kuralı ve müeyyideyi içermez. Bunlar, diğer normların kapsamını belirlemek veya sınırlamak yahut onların uygulanmalarını düzenlemek işlevini yerine getirir. Bu tür normlara genellikle “tamamlayıcı normlar” veya “ikincil normlar” denir.

10. Ceza normlarının muhatabı

Bir emirler bütünü olması nedeniyle ceza hukukunun hukuk süjelerine yöneldiği ve bu süjeler yönünden belirli şekilde davranma yükümlülüğü yarattığı kuşkusuzdur. Ancak kanunun emirleri tam olarak kime yönelmiştir?

Kanunun emirleri mutlak bir değere sahiptir. Bu emirler herhangi bir kimse yönünden ve şartsız olarak gerçekleşmek amacını güderler. Öyle ki, bu emirler, bunları bilmeyenlere dahi uygulanır.

Öte yandan zihnen gelişmemiş veya hasta olan bireylerin, kanunun emirlerini anlamak ve onlara uymak yeteneğinden her zaman mahrum oldukları söylenemez. Sonuç olarak ceza normu, psişik durumları ne olursa olsun, ülkede yaşayan herkese yöneliktir, yani herkes buna uymak zorundadır.

11. Ceza hukukunun kaynağı

“Hukukun kaynağı” deyiminden bazen hukuk normlarını koyan süje anlaşılır. Her ne kadar ceza normu devletin egemen iradesinin bir işlemi ise de, hukukun nihai kaynağı halkın bilinci, vicdanıdır. Gerçekten de örf, dil, sanat vs. gibi hukuk da, ana hatları ile, halk ruhunun ürünüdür ve onun özelliklerini taşır.

12. Genel olarak kanunilik ilkesi

Modern ceza hukukunun dayandığı temel ilkelerden biri olan kanunilik ilkesi, basit bir sorunla ilgilidir. Suç, kanunun suç olarak öngördüğü bir fiil midir, yoksa antisosyal bir fiil midir? Bu sorun, ceza hukukunda kesinlik ile adalet gerekleri ve bireysel özgürlüklerin garanti altına alınması ile sosyal savunma istekleri arasındaki ikilemi oluşturur… Gerçekten de birey ile devlet ve ceza hukuku ilişkileri yönünden iki temel ilke, tarih boyunca ceza hukukunu etkilemiştir. Bunlardan biri “biçimsel kanunilik ilkesi”, diğeri ise “öze ilişkin (maddi) kanunilik ilkesidir.

13. Biçimsel kanunilik ilkesi

Biçimsel kanunilik ilkesi, işlendiği zamanın kanunu tarafından açıkça suç sayılmayan bir fiili cezalandırmak ve kanun tarafından açıkça tespit edilmeyen bir ceza ile cezalandırmak yasağını ifade eder.

Biçimsel kanuniliğin klasik liberalizm tarafından benimsenen katı anlayışı, cezai pozitivizmin sonucu olarak dikkatlerin suçtan suçluya, dolayısıyla ödetici cezadan özel önletici tedbirlere yöneltilmesiyle sarsıntıya uğramıştır.

14. Öze ilişkin kanunilik ilkesi

Öze ilişkin kanunilik ilkesi ise, biçimsel kanuniliğin aksine, kanunda açıkça suç olarak öngörülmemiş olsalar bile, antisosyal fiillerin suç sayılması ve bu tür fiillere amaca uygun cezaların uygulanması gerektiği anlamına gelir. Bu anlayışa göre, belirli bir tip devletin sosyal düzenini ihlal eden hareketler suç sayılmalıdır. Bundan da iki sonuç çıkmaktadır;

Kanun tarafından açıkça suç haline getirilmiş olmasalar bile, sosyal yönden tehlikeli olan hareketler cezalandırılabilir hareketlerdir.

buna karşılık kanun tarafından suç sayılsalar bile, sosyal yönden tehlikeli olmayan hareketler cezalandırılmaz hareketlerdir. Fiile suç olma özelliğini veren onun sosyal tehlikeliliğidir.

15. Kanunilik ilkesinin her iki anlayışının yararları ve sakıncaları

Biçimsel kanunilik ilkesi, yürütmenin ve yargının keyfiliğini önlemeye, hukuki kesinlik ve eşitliği sağlamaya yönelik olduğu için, bireyin garanti altına alınması yönünden yeri doldurulamayacak bir işleve sahiptir.

Öze ilişkin kanunilik ilkesi, kanun tarafından suç haline getirilmemiş olsa bile antisosyal olan hareketleri cezalandırmaya ve kanun tarafından suç haline getirilmiş olsa bile antisosyal olmayan hareketleri cezalandırmamaya imkan verdiği için, daha etkili bir sosyal savunma sağlayabilmektedir. Ayrıca bu ilke, yasal suçluluk ile gerçek suçluluk arasındaki kopukluğu önlediğinden, soyut olarak, daha maddi ve öze ilişkin bir adaletin gerçekleşmesine imkan verir gözükmektedir.

Kanunilik ilkesinin bu iki anlayışından hangisinin benimsenmesinin daha uygun olacağı sorununa gelince; bu konuda soyut olarak bir yargıya varmak isabetli olmadığı gibi, böyle bir yargı gerçekçi olmaz.

Ceza kanununun ve anayasanın ilgili hükümlerinin incelenmesi “biçimsel kanunilik ilkesinin” üç alt ilkeye dayandığını ortaya koymaktadır; kanunun tekelciliği, kanunun açık ve kesin olması, kanunun geçmişe uygulanmazlığı.

16. Kanunun tekelciliği ilkesinin işlevi

Hukukun kaynaklarının çeşitliliği karşısında ceza hukukunda biçimsel kanuniliğin gereği olarak “kanunun tekelciliği ilkesi” kabul edilmiştir. Bu ilke, sadece yazılı olmayan kaynakları değil, kanundan başka yazılı kaynakları, yani idarenin düzenleyici işlemlerini de ceza hukukunun kaynakları dışında tutmayı, böylece bu hukukun kaynaklarını yalnızca kanunla veya kanun gücüne sahip işlemlerle sınırlandırılmayı amaçlar.

Kanunun tekelciliği ilkesi, yazılı olmayan kaynakları reddetmekle ve böylece yargıcı kanuna tabi kılmakla yargılama gücünün keyfiliğini, yasama dışı yazılı kaynakları reddetmekle de yürütme gücünün keyfiliğini önlemiş olacaktır.

17. Örf ve adet

Kaynaklar teorisinde kendine özgü bir yer işgal eden örf ve adetin varlığı için, belirli bir davranışın aralıksız tekrarı, yani bu konuda sürekli ve yeknesak bir uygulama gerekir, ancak yeterli değildir. Böyle bir uygulamaya, bunun hukuken zorunlu olduğu yolunda bir inancın da eklenmesi gerekir. Uzun zaman tekrar edilen belirli bir davranışın hukuki bir emir kabul edilmesini sağlayan bu manevi unsur olmaksızın gerçek anlamda bir örf ve adetten söz edilemez.

Örf ve adet, daha önce kendiliğinden ortaya çıkan veya sadece moral ya da sosyal bir normun ürünü olan bir davranışı konu alan ve yazılı olmayan bir hukuk normunu yaratır.

Nihayet örf ve adetin yasal bir hükmü ortadan kaldırabileceği de genellikle kabul edilmemektedir.

Her ne kadar bazen bir kanuna uymama eğilimi yerleşerek örf ve adet haline geldiğinde kanunun terk edilmesinden söz edilebileceği ve böyle bir terketmenin kanunun fiili yürürlüğüne son vereceği ileri sürülmüş ise de, bu düşünceyi savunanlar bile söz konusu durumun kanunun hukuki yürürlüğünü ortadan kaldırmadığını kabul etmektedir.

Nihayet doktrin, ceza kanunlarının yorumu yönünden örf ve adete büyük önem vermektedir. Özellikle çeşitli sosyal ortamlarda değişik biçimlerde değerlendirilen ve esnek, yani çeşitli yorumlara elverişli olan fiiller yönünden durum böyledir. Örneğin kanunun şereften, saygınlıktan (haysiyetten), genel ahlak ve adaptan söz ettiği durumlarda olduğu gibi.

17. Ceza hukukunun kaynakları

Kanunlar

Düzenleyici işlemler (Kanunun tekelciliği ilkesine ters düşse de zaman zaman böyle uygulamalar görülebilmekte)

Yabancı hukuk

Mahkeme kararları (Yalnızca içtihadı birleştirme kararları)

18. Açıklık ilkesinin işlevi

Bu ilke, kanun koyucunun, norm yaratırken cezai yönden meşru olan ile olmayanın kesin olarak ortaya konulması için, kanuni tipi açık ve belirgin bir biçimde tespit etmesini ifade eder.

19. Ceza kanunlarının yorumu

Açıklık ilkesine ne kadar uyulmuş olunursa olunsun, ceza kanunlarının uygulanabilmesi için yorumlanmaları gerekir.

Yorum, kanunun anlamını araştırmak ve açıklamak için başvurulan zihinsel bir faaliyetten ibarettir. Bu açıklama işlemi olmaksızın, normun somut olaya uygulanması mümkün değildir.

Yorum, yorumu yapan organa göre yasama yorumu, yargısal yorum ve doktrin yorumu olmak üzere üçe ayrılır.

Yorum, sonuçlarına göre de üçe ayrılır; beyan edici yorum, daraltıcı yorum ve genişletici yorum.

Daraltıcı yorum: Kanunun görünüşteki anlamı gerçek anlamından daha geniş ise daraltıcı yorumdur.

Genişletici yorum: Kanunun görünüşteki anlamı gerçek anlamından daha dar ise genişletici yorumdur.

Önemli olan kanunun gerçek anlamıdır.

20. Yorum faaliyetinin mahiyeti

Bazen fiilin unsurları hiçbir şekilde belirlenmemektedir. Örneğin kötü muamele suçunu öngören maddede bu tür muamelenin ne olduğu konusunda herhangi bir açıklama yoktur. Aynı şeyi suçu ağırlaştıran veya hafifleten bazı nedenler yönünden de söylemek mümkündür. Örneğin tasarlayarak insan öldürmeyi düzenleyen madde “tasarlama” konusunda hiçbir belirleme içermemektedir. Bütün bunlardan, kanunda yorumcu tarafından doldurulması gereken boş alanların bulunduğu sonucunu çıkarma zorunluluğu doğmaktadır.

Yorumcunun faaliyetini sadece olanı tespit edici bir faaliyet olarak nitelendirmek doğru olmayacaktır. Kuşkusuz yorumcu hukuk yaratmaz; çünkü bu, kanunun görevidir; ancak yorumcu, gerektiğinde yasamanın ortaya koyduğu emirleri tamamlamak suretiyle hukukun yaratılmasına katılır.

21. Yorum araçları

Yorum, genel olarak, sentaks ve gramer kurallarından yararlanarak kelimelere özgü anlamın veya normun ruhuna gitmek suretiyle onun gizli anlamının araştırılmasına göre lafzi ve mantıki yorum şeklinde ikiye ayrılır. Pek çok yazar bu ayrımı reddetmektedir. Gerçekte kanunun lafzı, yorumcunun hareket noktasını, düşünce ise varış noktasını oluşturur.

Kanun anlamını belirleyebilmek için çeşitli araçlara başvurulur;

*Hazırlık çalışmalarına bakılmalıdır.

*Tarihi unsurlardan, yanin hukuki kurumların tarihi gelişiminin gözlemlenmesinden de yararlanılır.

*Çeşitli hukuk sistemlerinin karşılaştırılması, yani iç hukukun, aynı uygarlık düzeyinde olan ve aynı direktiflerin geçerli bulunduğu ülkelerin hukuku ile karşılaştırılması da yorum yönünden yarar sağlayabilir.

*Yorumlanacak hükmün hukuk sistemi içerisine yerleştirilmesinden yararlanılabilir. Hukuk düzenini oluşturan normlar birbirlerine bağlıdır ve birbirlerini karşılıklı olarak tamamlamaktadır.

22. Yorum metodları

Bu alanda iki yorum metodu çekişme halindedir; mantıki-inşai metot ve amaçsal metot.

Mantıki-inşai metot, kanunun lafzına amacından daha fazla önem verir. Bu metoda göre kanunun lafzı, yorum sırasında ortaya çıkan tereddütleri gidermede kesin bir unsurdur.

Amaçsal metot, kanunun lafzının, yorumcunun aşamayacağı bir sınırı oluşturduğunu kabul etmekle birlikte, normun amacına daha büyük bir önem verir.

Günümüzde hakim anlayış amaçsal metodu benimsemiştir. Nitekim aracın amaca tabi olması gerektiğine ve asıl önemli olan irade olduğuna göre içerik biçime, düşünce lafza galip gelmelidir.

23. Kıyas yasağı

TCK 2/3 ve Anayasa 38.

Hukukumuzda kıyas yasağı, TCK’nın 2. maddesinin 3. fıkrasında açıkça hükme bağlanmıştır; “Kanunun suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz. Suç ve ceza içeren hükümler, kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamaz.” Aynı yasağı Anayasanın kanunilik ilkesini hükme bağlayan 38. maddesinde çıkarmak mümkündür.

*Bu yasak, kanunun tekelciliği ilkesinden kaynaklanmaz. Çünkü kıyas, yeni normlar yaratma faaliyeti olmayıp, hareket noktası yazılı hukuk olan ve bu hukukun mantıki yaygınlaşmasını sağlayan benzerliklere dayalı bir akıl yürütmedir. Söz konusu yasak, tam olarak, açıklık ilkesinden kaynaklanır.

*Kıyas, sadece suç ve ceza içeren hükümlerin yorumlanmasında ve uygulanmasında yasaklandığına göre suç ve ceza içermeyen hükümler yönünden lehe kıyas yapılmasına kanuni bir engel bulunmamaktadır. Lehte kıyas; hukuka uygunluk nedenleri, isnat edilebilirliği önleyen veya ortadan kaldıran nedenler, açıklayıcı ceza normları yönünden mümkündür.

24. Ceza kanunlarının zaman yönünden geçerliliği

Diğer hukuk normları gibi ceza hukuku normları da, doğarlar ve son bulurlar; yani yürürlüğe girerler ve yürürlükten kalkarlar. Ceza normlarının yürürlükten kalkması diğer hukuk normlarının tabi olduğu kurallara tabidir ve özellik göstermez.

Bir normun açık veya örtülü biçimde ilgası sonucu ortadan kalkıp yerine başka normun geçmesi halinde kanunların birbirini izleyişinden söz edilir. Bu durum, daha önce yasak olmayan bir fiilin yasaklanmasında da söz konusudur. çünkü, yasaklanmayan her davranışı meşru saymak gerekir.

*Ceza kanunlarının birbirini izleyişini düzenlemede esas alınan ilkelerin başında “geçmişe uygulanmazlık” ilkesi yer alır. Esas itibariyle kişi hak ve özgürlüklerini yasamanın keyfiliklerine karşı korumaya yönelik olan bu ilke, ceza kanunlarının sadece yürürlüğe girmelerinden sonra işlenen fiillere uygulanabildiği ve dolayısıyla daha önce işlenen fiillere uygulanamayacağı anlamına gelir.

*Ceza kanunlarının birbirini izlemesini düzenlemede nazara alınan ikinci ilke, “yürürlük ötesi uygulanmazlık” ilkesidir. Aslında geçmişe uygulanmazlık ilkesini tamamlayan bu ilke ise, kanunun yürürlükten kalktıktan sonra işlenen fiillere uygulanamamasını ifade eder.

Bu ilkeler, ceza kanunlarının geçerliliğini geçmiş ve gelecek yönünden sınırlayarak, söz konusu kanunların geçerliliğinin yine bu kanunların yürürlükte bulundukları zamanla sınırlı olduğu şeklindeki en üstün ilkeye ulaşılmasını sağlamaktadır.

25. Ceza kanunlarının zaman yönünden geçerliliği

26. Kanuni düzenleme

TCK’nın 7. maddesi üç ayrı hipotezi öngörmektedir.

Yeni suçlar yaratılması
Bu durum, yeni kanun daha önce varolmayan yeni bir suç yarattığında veya var olan bir normun kapsamını daha önce buna girmeyen fiilleri de kapsayacak şekilde genişlettiğinde söz konusu olur. Burada “aleyhteki kanunun geçmişe uygulanmazlığı” ilkesi geçerlidir.

Suç öngören bir normun yürürlükten kaldırılması
Bu durum, yeni kanunun daha önce var olan bir suçu tamamen ortadan kaldırdığında veya var olan bir normun kapsamını daha önce buna dahil olan fiillerden bir kısmının dışarda kalması sonucunu doğuracak biçimde sınırlandırdığında söz konusudur. Burada “lehte olan kanunun geçmişe uygulanabilirliği” ilkesi geçerlidir. İSTİSNASI: Geçici veya süreli kanunlar yönünden bu kurala istisna getirilmiştir. Buna göre, “geçici veya süreli” kanunlarda öngörülen fiile, sonraki kanun bunu suç olmaktan çıkarmış olsa bile, işlendiği zaman yürürlükte olan kanun uygulanır. (TCK m. 7/4)

Değişiklik yapan kanunun birbirini izlemesi
Bu durum, yeni kanunun yeni suçlar yaratmadığı, var olan suçları da ortadan kaldırmadığı, fakat daha önce suç olan ve halen de suç olmaya devam eden fiile uygulanacak cezayı değiştirdiğinde söz konusudur. TCK 7/2; “Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.”

Daha lehe olan kanun nasıl tespit edilecek? Eski ve yeni kanunların somut olaya uygulanmasından doğabilecek bütün sonuçları karşılaştırmak suretiyle tespit edilmelidir.

27. Suçun işlendiği zaman

Kanunların birbirini izlemesine ilişkin kuralların uygulanabilmesi için her şeyden önce fiilin hangi kanun zamanında işlendiğini, yani suçun ne zaman işlenmiş sayılacağını belirlemek gerekir.

Sorun, fiilin iki kanundan birinin yürürlükte olduğu sırada başlayıp bitmiş olması durumunda değil, bir kısmının bu kanunlardan biri, bir kısmının da diğeri yürürlükteyken işlenmiş olması durumunda kendini gösterir. Böyle bir durum, hareketin parçalara bölündüğü suçlar (örneğin küçük dozlarla yavaş yavaş zehirleme) veya sonucun hareketten bir süre sonra ortaya çıktığı, sonucu gecikmiş suçlar (örneğin trafik kazasından aylar sonra gerçekleşen ölüm, postada uzun bir gecikmeyle varan patlayıcı paketin sebep olduğu ölüm veya yaralama gibi) yahut kesintisiz (mütemadi) ve itiyadi suçlar gibi zaman içerisinde devam eden suçlar yönünden gerçekleşebilir.

Davranış ölçütü: Buna göre suç, hareketin veya ihmalin yapıldığı anda işlenmiş sayılır.

Sonuç ölçütü: Buna göre suç, kanuni tipin son unsurunun, yani sonucu olan suçlarda sonucun, sırf davranış suçlarında ise davranışı tamamlayan faaliyetin gerçekleştiği anda işlenmiş sayılır.

Karma ölçüt: Bu ölçüt, suçlunun daha lehine olmasına göre davranışın yapıldığı veya sonucun gerçekleştiği anı esas almaktadır.

Hakim görüş davranış ölçütüdür. Önemli olan davranışın gerçekleştiği andır. Gerçekten de, failin hukuka karşı çıktığı ve hukukun korkutucu etkisini gösterebileceği an davranışın gerçekleştirildiği andır. O halde suç bu anda işlenmiş sayılmalı ve fail davranışı gerçekleştirdiği sırada yürürlükte bulunan kanuna göre beklediğinden daha ağır sonuçlara tabi tutulmamalıdır.

28. Ceza kanununun yer yönünden sınırları

29. İlkeler

Ülkesellik ilkesi
Bu ilkeye göre ceza kanununun uygulama alanı, kanunu koyan devletin ülkesiyle sınırlıdır. yani ceza kanunu sadece ülkede işlenen suçlara uygulanır.

Şahsilik ilkesi
Buna göre ceza kanunu vatandaşlara uygulanır. Yani vatandaş, ister kendi ülkesinde ister yabancı ülkede suç işlemiş olsun, vatandaşı olduğu devletin ceza kanununa tabidir.

Koruma ilkesi
Bu ilke ceza kanununun, bunu koyan devlete ya da onun vatandaşına karşı işlenen suçlara uygulanacağını ifade eder. Bu ilkeye göre önemli olan suçun kime karşı işlendiğidir; suçun nerede ve kim tarafından işlendiğinin önemi yoktur.

Evrensellik ilkesi
Buna göre, ceza kanunları nerede, kim tarafından ve kime karşı işlenirse işlensin tüm suçlara uygulanır.

30. Ceza kanununun kabul ettiği ilke

TCK, esas itibariyle, ülkesellik ilkesini kabul etmiştir. Ancak bu ilke diğer ilkelerle yumuşatılmıştır.

Nitekim Türkiye’de işlenen suçlar hakkında, failin vatandaş veya yabancı olmasına bakılmaksızın Türk kanunları uygulanır (TCK m. 8) . Bu, devletin hükümranlığının bir sonucudur.
*Türkiye’de suç işleyen kimse, bu suçtan dolayı yabancı ülkede yargılanmış olsa dahi, Türkiye’de yeniden yargılanır.

Yabancı ülkede bazı suçları işleyen Türk de, Türk kanunlarına göre cezalandırılır.

Yine yabancı ülkede Türkiye veya Türk vatandaşlarına karşı işlenen bazı suçlara Türk kanunları uygulanır.

Nihayet yabancı ülkede yabancı tarafından bir yabancıya veya başka bir devlete karşı işlenen bazı suçlara da Türk kanunlarını uygulamak mümkündür.

31. Suçun işlendiği yer

Suçun maddi unsurunu oluşturan davranış ve sonuç aynı yerde meydana gelmişse, suçun işlendiği yerin belirlenmesi sorun oluşturmaz. Aynı şeyi sırf davranış suçları yönünden de söylemek mümkündür. Birinci halde suç davranışın ve sonucun gerçekleştiği yerde, ikinci halde ise davranışın gerçekleştiği yerde işlenmiş sayılır.

Oysa “mesafe suçları” adı verilen suçlarda suçun maddi unsurunun kısmen bir ülkede, kısmen de başka bir ülkede gerçekleşmesi söz konusudur. Örneğin Almanya’dan gönderilen bomba ile Türkiye’de birinin öldürülmesi, Bulgaristan sınırına yakın bir yerden atılan mermi ile bu ülkede birisinin öldürülmesi olaylarında olduğu gibi.

Bir anlayış, mesafe suçlarının, davranışın yapıldığı yerde, ikinci bir anlayış sonucun meydana geldiği yerde, üçüncü bir anlayış ise hem davranışın yapıldığı, hem de sonucun gerçekleştiği yerde işlenmiş sayılacağını kabul eder.

TCK’ya göre, ister davranış kısmen veya tamamen Türkiye’de işlenmiş olsun suç Türkiye’de işlenmiş sayılır ve Türk kanunlarına göre cezalandırılır.

32. Suçluların geri verilmesi

Bireylerin, suç işledikten sonra başka ülkelere kaçarak fiillerinin sonuçlarından kurtulmalarını önlemek amacıyla, suçluların iadesi kurumu kabul edilmiştir. Böylece devletler, uluslararası sözleşmelerle suçluluğa karşı mücadelede karşılıklı yardımlaşma yoluna gitmiştir.

Suçluların iadesini düzenleyen normlar, uluslararası hukuk normları ve iç hukuk normları olmak üzere iki gruptur.

*İadeye konu olan fiil her iki devletin kanununda da suç olmalı.

*Fiil her iki devletin kanununa göre asgari bir sene süre ile hürriyeti bağlayıcı bir cezayı veya güvenlik tedbirini gerektirmeli.

*İadesi istenen kimse isteyen devletin ülkesinde mahkum edilmiş ise, bunun süresi 4 aydan eksik olmamalı.

*İadesi talep edişen kişinin ırkı, etnik kökeni, dini, vatandaşlığı, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi görüşleri nedeniyle bir soruşturma veya kovuşturmaya uğramayacağına ya da işkence-kötü muameleye maruz kalacağına veya cezalandırılacağına dair kuvvetli şüphe sebepleri varsa iade edilmez.

*İadeye konu olan fiilin düşünce suçu, siyasi suç veya siyasi suça bağlantılı suç, sırf askeri suç ise iade edilmez.

*İadesi istenen kişi hakkında talebe konu fiil nedeniyle daha önce Türkiye’de beraat veya mahkumiyetine karar verilmişse iade edilmez.

*İadesi istenen kişinin ölüm cezası veya insan onuru ile bağdaşmayan bir ceza gerektiren suçlara ilişkin olması durumunda iade edilmez.

(Kanun, soykırım ve insanlığa karşı suçların siyasi suç olarak kabul edilemeyeceğini ve iadeye konu olabileceğini öngörmüştür.)

Öte yandan yabancı bir ülkede suç işleyip kendi ülkesine sığınan vatandaşın, işlediği suç ne olursa olsun iade edilemeyeceği ilkesi geçerlidir. Aynı şekilde Anayasa 38. maddesinin son fıkrasında; “Vatandaş, suç sebebiyle yabancı bir ülkeye geri verilemez.” şeklinde bir hüküm de vardır.

*Kendisine geri verilen devlet, geri verilen kişiyi geri vermeye esas olandan başka bir fiilinden dolayı yargılayamaz; geri vermeye esas olandan başka bir cezayı veya güvenlik tedbirini infaz edemez. Buna geri vermede “ihtisas prensibi” denir. Geri verilen kişi, geri verildikten sonra yeni bir suç işleyecek olursa veya geri veren devlet geri verilenin daha önce işlemiş olduğu diğer fiillerinden dolayı da muhakeme edilmesine muvafakat ederse yahut verilen kişi kesin olarak serbest bırakıldıktan sonra 45 gün içinde ülkeyi terk etmez veya terk edip geri dönerse ihtisas prensibi geçerli olmaz.

Mahkeme iade talebinin kanuna ve Türkiye’nin taraf olduğu milletlerarası antlaşmalara göre kabul edilebilir olup olmadığına karar verir. Mahkemenin kararı kesinleşirse (temyiz edilebilir) iade evrakı Adalet Bakanlığına gönderilir. Dışişleri ve İçişleri bakanlıklarının görüşü alınarak, Adalet Bakanının teklifi ve Başbakanın onayına bağlıdır.

Mahkemenin iade edilebilir veya edilemez olduğuna kararı > Adalet Bakanlığı > Dışişleri ve İçişleri bakanlığının görüşü > Adalet bakanının teklifi > Başbakanın onayı

33. Ceza kanununun kişi yönünden sınırları

34. Kanunun mecburiliği

Hukuk düzenimize hakim olan ilke, ceza kanunlarının mecburiliği ilkesidir. Buna göre ceza kanunları, ülkede bulunan herkese uygulanır. Bu husus, TCK’nın 8. maddesinden de anlaşılmaktadır. Buna göre, Türkiye’de suç işleyen kişiye, milliyeti veya sosyal durumu ne olursa olsun, daima Türk ceza kanunları uygulanacaktır. Ancak gerek iç kamu hukuku, gerek uluslararası hukuk bu kurala bazı istisnalar getirilmiştir.

35. Cumhurbaşkanının sorumsuzluğu

Anayasanın 105. maddesinde Cumhurbaşkanının tek başına yapabileceği belirtilen işlemleri dışındaki bütün kararlarının, Başbakan ve ilgili bakanlarca imzalanacağı belirtildikten sonra, bu kararlardan Başbakan ve ilgili bakanın sorumlu olacağı hükme bağlanmıştır.

Cumhurbaşkanı tek başına gerçekleştirdiği işlemleri nedeniyle de sorumlu değildir.

Cumhurbaşkanının vatana ihanetten dolayı suçlanabileceği kabul edilmektedir. Cumhurbaşkanının vatana ihanetten dolayı suçlanabilmesi için; TBMM üye tam sayısının en az üçte birinin teklifi üzerine, üye tam sayısının en az dörtte üçünün bu yolda karar vermesi gerekir. Bu şekilde suçlanan Cumhurbaşkanı Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesinde yargılanır.

Cumhurbaşkanının görevi ile ilgili olmayan suçlarından sorumlu olduğunu kabul etmek gerekir.

36. Yasama sorumsuzluğu ve dokunulmazlığı

Yasama meclisi üyelerinin görevlerini her türlü endişe ve baskıdan uzak bir şekilde yerine getirebilmelerini sağlamak üzere Anayasanın 83. maddesinde “yasama sorumsuzluğu” ve “yasama dokunulmazlığı” kurumları düzenlenmiştir.

Yasama sorumsuzluğu
*Milletvekilleri meclis çalışmalarındaki oy, söz ve düşünceleri ile işledikleri suçlar yönünden sorumsuzdurlar.
*Meclis çalışmalarında ortaya konan oy, söz ve düşüncelerin meclis dışında tekrar edilmesi de sorumsuzluk kapsamındadır.
*Sorumsuzluk, üyelik sıfatı sona erdikten sonra da devam eder.
*TBMM üyesi sorumsuzluktan feragat edemez.
*Sorumsuzluk TBMM üyesinin şahsı ile ilgili olup, işlenen fiilin hukuka aykırılığını ortadan kaldırmaz. Dolayısıyla üyenin bu fiiline iştirak edenin sorumluluğu devam eder.

Yasama dokunulmazlığı
Bu ayrıcalığın amacı, TBMM üyesini, adli soruşturma ve kovuşturmaların neden olacağı baskılardan korumak ve böylece üyenin fiilen meclise gelmesini önlemek tehlikesini bertaraf etmektir.
*Seçimden önce veya sonra suç işlediği ileri sürülen milletvekilinin meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz (Anayasa m. 83/2). Bunların dışındaki muhakeme işlemleri yapılabilir.
*Milletvekili hakkında seçimden önce veya sonra verilmiş bir ceza hükmünün yerine getirilmesi de üyelik sıfatının sona ermesine bırakılır. Üyelik süresince zamanaşımı işlemez.
*Dokunulmaz sadece ceza soruşturması ve kovuşturmasıyla ilgilidir. Dolayısıyla TBMM üyesi hakkında her türlü hukuk davası açılabilir; cebri icraya gidilebilir.
*Dokunulmazlık, üyelik süresince, Meclis tatilde olsa bile devam eder.
*Ağır cezayı gerektiren suçüstü hali ve seçimden önce soruşturulmasına başlanmış olmak kaydıyla anayasanın 14. maddesindeki durumlar söz konusu olduğunda dokunulmazlık ileri sürülemeyecektir.
*Dokunulmazlık meclisin kararıyla da kaldırılabilir. Bu hallerde meclisin kararı dokunulmazlığın kaldırılmasına veya kaldırılmamasına ilişkindir. Meclis, üyeye yöneltilen isnadın sübutu veya esası hakkında karar veremez.
*Dokunulmazlığın kaldırılması konusunda siyasi parti gruplarında görüşme yapılamaz ve karar alınamaz. Üyenin kendisini savunma hakkı vardır.
*Dokunulmazlığı kaldırılan üye hakkında ancak dokunulmazlığın kaldırılması kararında belirtilen fiilleri yönünden soruşturma ve kovuşturma yapılabilir.
*Yargılama sonucu anayasanın 76. maddesinde yazılı bir suçtan mahkum olduğu için üyelik sıfatı düşen üyenin cezası yerine getirilir. Aksi halde yerine getirme üyelik sıfatının sona ermesine bırakılır. Üyelik süresince zamanaşımı işlemez.
*Dokunulmazlığı kaldırılan üye, soruşturma veya kovuşturma devam ederken yeniden seçilirse, soruşturma veya kovuşturmaya devam edilebilmesi için dokunulmazlığın yeniden kaldırılmasını ister.

37) Diplomasi dokunulmazlığı

Diplomasi dokunulmazlığı, diplomasi memurlarının yabancı ülkede görevlerini mahalli idarelerin müdahalesi olmaksızın ve gereken gizlilikte yapabilmelerini sağlamak için uluslararası hukukun tanıdığı siyasi bir teminattır. Bu dokunulmazlıktan yararlananlar görev yaptıkları yabancı ülkenin yargısına tabi değildir. Ancak diplomasi dokunulmazlığı işlenen fiili suç olmaktan çıkarmaz. Dolayısıyla söz konusu dokunulmazlıktan yararlanmayan kişiler, bu fiillere iştirak etmeleri halinde, cezalandırılabilirler.

*Temsilcilerle resmi maiyetin aile mensupları da diplomasi dokunulmazlığından yararlanır.

38) Askeri işbirliği antlaşmalarından kaynaklanan dokunulmazlık

Ceza kanunlarının ülkede suç işleyen herkese uygulanacağı ilkesinin bir istisnası da uluslararası askeri işbirliği antlaşmalarından kaynaklanan bağışıklık halleridir.

39) Görünüşte Normlar Çatışması

Ceza hukuku düzeninde birlikte varolan, yani aynı zamanda ve aynı yerde yürürlükte olan ve somut kanuni tipler için konulmuş bulunan, dolayısıyla bu kanuni tipleri ortaklaşa düzenleyen hükümlerin hepsi her zaman uygulanamaz. Bazı hallerde bunlardan bazılarının uygulanabilir olması, diğerlerini uygulanamaz hale getirir. Bu durum gerçekleştiğinde “görünüşte normlar çatışması” söz konusu olur. Bu normlardan yalnızca biri uygulanır.

40) Özel normun önceliği ilkesi

Özel normun önceliği ilkesi görünüşte normlar çatışmasına ilişkin sorunları çözmeye yeterlidir.

*Bu ilke, çatışır gibi gözüken iki norm arasında bir genellik özellik ilişkisinin var olduğu, bu durumda özel normun genel norma nazaran önceliğe sahip bulunduğu ve genel normun uygulanmasını önlediği anlamına gelir.

*İki norm arasında genellik özellik ilişkisinden söz edilebilmesi için, genel tipte var olan bütün unsurların özel tipte de var olması ve özel tipin ayrıca özel olarak nitelendirilen bir veya birkaç unsuru da içermesi gerekir. Bu itibarla genel norm özel norma nazaran daha geniş bir içeriğe sahiptir.

İKİNCİ BÖLÜM: SUÇ

41) Ceza hukuku sistemleri

Objektif ceza hukuku, subjektif ceza hukuku ve karma ceza hukuku olarak üç ana başlıkta inceleyebiliriz.

Salt objektif ceza hukuku
Esas itibarıyla belirli varlıkları korumak amacını güden bir normlar sistemidir. Bu itibarla böyle bir ceza hukukunun hareket noktasını suçlunun faaliyetinin yöneldiği hukuki varlıklar oluşturur. Başka bir deyişle bu ceza hukuku, söz konusu varlıkların uğradığı zarar üzerine kuruludur. Suçu anlamak için, esas itibariyle, failin değil, suçu oluşturan fiilin hedefi olan varlığın nazara alınması gerekir. Buna göre teşebbüs bir sonuç doğurmayacağından cezalandırılması da mümkün olmayacaktır.

Subjektif ceza hukuku
Salt objektif ceza hukukunun sahip olduğu özelliklere karşıt özelliklere sahip bir ceza hukuku sistemidir. Ancak subjektif ceza hukuku, cezalandırıcı veya önletici bir işleve sahip olmasına göre farklılıklar gösterir. İsnat edilebilir olanlar, isnat edilebilir olmayanlar, kast, taksir, hata, sapma şeklindeki hukuki kategorileri ortaya koyan; istenen sonucun gerçekleşip gerçekleşmemesinden bağımsız olarak kötü iradeyi nazara alan ve böylece tamamlanmış suça eşitlenmiş teşebbüs ve maddi iştirake eşitlenmiş manevi iştirak kurumlarını vs. ortaya koyan bir ceza hukuku sistemidir.

Karma ceza hukuku
Karma sistemler, dış dünyada meydana gelen ihlal edici fiili (davranış, sonuç, tehlike, zarar) ve dahili karar vermeyi (isnat edilebilirlik, kusurluluk, süjenin tehlikeliliği) eşit şekilde içeren bir seri müesseseyi ortaya koymakta, böylece insan zekasını ve iradesini gözardı ederek, zarar verici insan hareketini kaba (hayvani) güçlerin hareketinden ayırmayan objektif sistemlerin tek yanlılığını ve devletin cezalandırma faaliyetinin esas sebebini gözardı eden sübjektif sistemlerin tek yanlılığını gidermektedir.
Türk ceza hukuku sistemi, karma nitelikte bir sistemdir. Bu sistemde objektif ve sübjektif talepler, pek çok normda birbirleriyle kaynaşmaktadır.

-Ceza hukuku sistemleri konusu kitaptan çalışılmalı.-

42) Suçun ne olduğu sorunu

Suçun, biri biçimsel, diğeri öze ilişkin (maddi) olmak üzere iki anlayışı söz konusudur.

Suçun biçimsel anlayışı kaynağını ceza kanunundan alır. Ceza kanunu ile suç arasında çözülmesi mümkün olmayan bir bağ vardır. Çünkü suç, ceza kanununun ihlalinden daha açık bir ifade ile ceza kanunu tarafından öngörülen emir veya yasağın ihlalinden ibarettir.
Nitekim suç, genel olarak, hukuk düzeninin ceza tehdidi ile yasakladığı bir fiil olarak tanımlanır.

Özü yönünden; Özü yönünden suçu, ahlaki düzeni ağır şekilde ihlal eden ve bu nedenle devlet tarafından hoşgörü ile karşılanamayan bir fiil olarak anlayan doktrin gibi, özü yönünden suçu her zaman ve her yerde ortalama bir dürüstlük ve merhamet duygularının toplum için zararlı olan hareketlerle ihlali olarak tanımlayan doktrin de hukuki gerçeklere uygun değildir. Yürürlükteki hukukun gayri ahlaki sayılmayan pek çok fiili ceza tehdidi altına aldığını, ikincisi ise yürürlükteki hukukun suç saydığı fiillerin sadece merhamet ve dürüstlük duygularını değil, başak duyguları da (şeref, dini inanç, vatana bağlılık gibi) ihlal ettiğini, ayrıca hukuk düzeninin cezalandırdığı bütün davranışların ortalama ahlak anlayışına aykırı olmadığını gözardı etmektedir.

Ceza hukukçularının ortak görüşü, cezanın müeyyidelerin en ağırı olduğu şeklindedir. Nitekim ceza, sadece kendisine uygulanan kişi yönünden değil, onu uygulayan devlet yönünden de bir kötülüktür. Zira ceza, devlete adli polis teşkilatı ve ceza mahkemeleri kurmak, cezaevleri yapmak ve bunları ayakta tutmak gibi önemli yükümlülükler getirir. Bu nedenledir ki, ceza, sapı olmayan bir kılıca benzetilir; çünkü onu kullananı da yakar. Bu itibarla, özgürlükçü ceza hukuku, büyük bir zorunluluk olmadıkça cezaya başvurmaz.

… Bütün bunlar, ceza hukukuna “extrema ratio” (nihai çözüm) olarak başvurulması zorunluluğunu ifade eder. Ceza müeyyidesinin kabul edildiği bir sistemde, hapis cezasının “ultima ratio”yu (son çareyi) oluşturması gerektiğinden, bu müeyyideye ancak cezai olmayan müeyyidelerin (özel hukuk ve idare hukuku müeyyidelerinin) elverişsiz olması halinde veya en azından korunan değere enerjik bir koruma sağlamak için başvurulur.

Bu düşüncelerin ışığı altında, özü yönünden suçu, kanun koyucunun değerlendirmesine göre devletin amaçları ile çatışan ve müeyyide olarak cezayı gerektiren bir insan davranışı olarak tanımlamak mümkündür.

43) Suç ve diğer hukuka aykırı fiiller

Doktrinde suç ile haksız fiiller arasındaki ayrım çok tartışılmış, bu konuda öze ilişkin bir ölçüt bulmak için pek çok teşebbüste bulunulmuş, ancak kabul edilebilir sonuçlara ulaşılamamıştır.

Suçu haksız fiilden ayırmak için ileri sürülen ölçütlerin başarısızlığı, doktrini bunlar arasında öze ilişkin kesin bir farklılığın bulunmadığı sonucuna götürmüştür. Söz konusu ayrım tamamen harici ve yasaldır. Yani suçun, ceza ile müeyyide altına alınmış bir hukuka aykırı fiil olmasına karşılık, haksız fiil kendisi için medeni müeyyide (zararın tazmini, eski halin iadesi gibi) öngörülen bir hukuka aykırı fiildir. Sonuç olarak suç karşısında mı yoksa haksız fiil karşısında mı bulunduğumuzu belirlemeyi mümkün kılan ölçüt, bunlar için öngörülen hukuki müeyyidenin mahiyetidir.

Bütün bunlar söz konusu ayrımın tamamen kanun koyucunun keyfine terk edildiği anlamına gelmez. Fakat gene de öze ilişkin olarak haksız fiiller ile suç arasında kesin bir ayrım koymak mümkün olmamıştır.

43) Suçun faili (aktif süjesi)

Her suçun bir faili vardır. Suç, devletin ülkesinde yaşayanlara yüklediği bir emrin ihlali olduğuna göre, insan tarafından işlenmeyen bir suç düşünülemez. Ceza hukuku anlamında hukuka aykırı fiili işleyen kimse suçun failidir.

Kanunlarda öngörülen suçların büyük çoğunluğu herhangi bir insan tarafından işlenebilirken, bazı suçlar ancak belli kişiler tarafından işlenebilmektedir. Örneğin;

TCK 247 >>> zimmet suçunun varlığı için failin kamu görevlisi olması gerekir.

TCK 138 >>> verileri yok etmeme suçunun varlığı için failin verileri yok etmekle yükümlü kimse olması şart koşulmaktadır. Herkes tarafından işlenemeyen bu suçlara özgü suç adı verilir. Özgü suçu oluşturan fiillerden bazıları, belli fiili veya hukuki niteliklere sahip olmayanlar tarafından işlendiğinde, daha ağır veya daha hafif bir başka suçu oluşturmaktadır. Örneğin kamu görevlisi tarafından gerçekleştirildiğinde zimmet suçunu oluşturan fiili, kamu görevlisi olmayanlar gerçekleştirdiğinde güveni kötüye kullanma suçu oluşur. Bu tür fiillerden diğer bazıları belli fiili veya hukuki niteliklere sahip olmayan kişiler tarafından işlendiğinde, herhangi bir suç söz konusu olmamaktadır. Örneğin birden çok evlilik, hükümlü veya tutuklunun cezaevinden veya tutuk evinden kaçması fiillerinde olduğu gibi.

44) Suçun hukuki konusu

Suçun ihlal ediciliği, kaynağını hukuki konudan alır. Her suçta nasıl bir fail varsa bir de hukuki konu vardır. Suçun hukuki konusu, suçu öngören norm tarafından korunan ve suç tarafından ihlal edilen hukuki varlık veya menfaattir. Varlık, insanın ihtiyaçlarını tatmine elverişli her şeyi ifade eder. Menfaat ise, kişi ile varlık arasında var olan ve kişinin bir ihtiyacını gidermek için varlığı kullanmasına imkan veren ilişkidir.

Hukuki varlık veya menfaat kavramları sadece cezai korumanın konusunu değil, suçun gerçek özünü de ortaya koymaktadır. Suç, biçimsel yönden bir hukuk normuna aykırılıktan, özü itibariyle ise aynı normun korumak istediği varlık veya menfaatin ihlalinden ibarettir. Bu ihlal, suçun özünü oluşturan zararı, yani cürmi zararı ifade eder. Bu varlık veya menfaatler maddi veya manevi nitelikte olabilir.

45) Suçun maddi konusu

Suçun maddi konusu, tipik fiilin (davranışın) üzerinde gerçekleştirilmesi zorunlu olan insan veya şeydir. Maddi konu, kanuni tip (suç) yönünden ya kurucu unsur olarak ya da suça etki eden neden olarak önem ifade edebilir.

Pek çok suçun maddi konusu yoktur. Kural olarak sonucu olmayan şeyler, aynı zamanda maddi konusu da olmayan suçlardır. Zira bunların objektif olarak tamamlanmaları için, kanuni tanımdaki davranışın gerçekleştirilmiş olması gerekir ve yeterlidir. Örneğin;

TCK 292 >>> hükümlü veya tutuklunun kaçması

TCK 262 >>> kamu görevinin usulsüz olarak üstlenilmesi

TCK 278, 279, 280 >>> suçu bildirmeme

gibi sırf hareket veya sırf ihmal suçları böyledir. Sonucu olmasına rağmen maddi konusu olmayan suçlar da vardır; (TCK 301 >>> aşağılama) suçlarının tamamlanması için aşağılama olaylarının başkaları tarafından algılanmasından ibaret olan bir sonuca gerek vardır. Fakat maddi konusu yoktur.

Bütün bunlar suçun hukuki konusu ile maddi konusunun farklı kavramlar olduğunu ortaya koymaktadır.

46) Suçun mağduru (pasif süjesi)

Her suçun bir mağduru veya pasif süjesi olduğu da kuşkusuzdur.

*Bir kimsenin kendisine karşı suç işlemesi mümkün değildir; insan kişiliği bir suçun aynı anda hem aktif süjesini hem de pasif süjesini oluşturacak biçimde ikiye bölünemez. Bu nedenle örneğin kendi kendini sakatlama veya kendi malını tahrip etme fiilleri, bunlar sadece işleyeni etkiledikleri sürece suç sayılmaz. Çünkü söz konusu fiiller başka süjelere yansımamaktadır. Bununla beraber bir kimsenin kendisini kasten sakatlaması veya askerliğe elverişsiz hale getirmesi ve “sigorta bedelini almak maksadıyla” kendisine ait malı tahrip etmesi fiilleri suç sayılmıştır. Çünkü fiil, birinci durumda ferdin askerlik hizmeti yapmasına ilişkin devlete ait menfaati, ikinci durumda ise sigorta şirketinin malvarlığını ihlal etmektedir. Birinci suçta pasif süje devlet, ikinci suçta ise sigorta şirketidir.

Belirtmek gerekir ki, pasif süjenin belirlenmesi her zaman çok da kolay değildir. Zira suçu oluşturan fiiller çoğu defa birden çok kişiye zarar verebilir. Örneğin hırsızlık, çalınan şeyin zilyedinden başka, bu kişinin alacaklısını, yine insan öldürme, ölenden başka, ölenin yakınlarını da zarara uğratabilir. Hırsızlıkta malı çalınanın muhtemel alacaklısı değil, bizzat öldürülen pasif süjedir.

Her suç bireysel, toplumsal veya kamusal nitelikteki belirli varlık veya menfaatleri ihlal etmek suretiyle, dolaylı olarak, bu varlık veya menfaatlerin bir sentezi olan ve cezai korumanın konusunu oluşturan genel menfaati de ihlal eder. Bu genel menfaat devlete ait olduğundan, her suçun biri devamlı ve genel, diğeri özel olmak üzere iki ayrı pasif süjesi vardır. Gerçekten de, her suç -dolaylı da olsa- devlete ait kamusal nitelikteki genel menfaatin, yani toplumun varlığı ile gelişmesine ilişkin menfaatin ihlali olduğuna göre, bu menfaatin sahibi olan devletin de yine her suçun devamlı pasif süjesi olacağı kuşkusuzdur.

Tüzel kişilerin de pasif süje olabileceği kabul edilmektedir. Asıl sorun, tüzel kişiliğe sahip olmayan kollektif organizmalar; yani aile, toplum ve devletler topluluğu yönünden ortaya çıkmaktadır. Tüzel kişiliği olmayan sosyal toplulukların pasif süje olabileceklerini kabul etmeyen bazı yazarlara göre, bu tür topluluğa karşı suçlar olarak düzenlenen bir kısım suçlar, çevreye karşı suçlar, çevreye karşı suçlar, genel ahlaka karşı suçlar pasif süjesi belirsiz olan suçlardır; yani bu suçlarda ihlal edilen menfaat genel olarak gayri muayyen bir topluluğa aittir ve bu nedenle de gayri muayyen sayıda birey hedef alınır. Belirtmek gerekir ki, suçun pasif süjesi sorunu, varlıkları veya menfaatleri hukuki yönden bir kişiye bağlamak sorunu değildir. Çünkü devleti her suçun devamlı pasif süjesi kabul etmek bu ihtiyaca cevap vermektedir. Bize göre aile, toplum ve devletler topluluğu gibi tüzel kişiliği bulunmayan sosyal topluluklar da suçun pasif süjesi veya mağduru olabilir.

Suçun pasif süjesi ile maddi konusunu kavramsal olarak birbirinden ayırmak gerekir. Özellikle maddi konunun birey olduğu durumlarda çoğu defa bu iki kavram örtüşebilir. Örneğin insan öldürme ve yaralama suçlarında olduğu gibi. Ancak pasif süje, maddi konuyu oluşturan kişiden başka kişi de olabilir. Örneğin bir kimsenin kendisini askerliğe yaramaz hale getirmesi durumunda suçun maddi konusu failin kendisidir, pasif süjesi ise devlettir.

Kural olarak örtüşseler bile suçun pasif süjesi ile “suçtan zarar gören”i de birbirinden ayırmak gerekir. Suçtan zarar gören suçun pasif süjesi olmayabilir. Bunun tipik örneği insan öldürme suçudur. Zira bu suçta pasif süje veya mağdur ölen, suçtan zarar görenler ise ölenin aile bireyleridir.

İhlal edilen varlık veya menfaatin sahibi veya hamili birden fazla olduğunda pasif süje de birden fazla olabilir. Örneğin birden çok kişiye ait olan bir konutun dokunulmazlığının ihlali halinde olduğu gibi.

47) Hukuka aykırılık

Suç, cezai nitelikteki hukuk düzeninin bir kuralının ihlalinden ibaret bulunduğuna göre, onun temel özelliği hukukla çatışmasıdır; bir başka deyişle hukukun karşıtı olmasıdır. Bu çatışma veya aykırılık “hukuka aykırılık” olarak adlandırılır.

Hukuka aykırılık, çok yaygın bir doktrin tarafından savunulduğunun aksine, suçun kurucu unsuru değil, daha fazla bir şeydir; yani suçun özü, içkin niteliği, hatta onun kendisidir. Hukuka aykırılık suçun ana özelliği, içkin doğası olarak anlaşılmalıdır.

Somut bir fiilin suç teşkil etmesi için, onun kanun koyucu tarafından ortaya konan suç tipine uygun düşmesi, bir başka deyişle failin suç yaratan normda tarif edilene benzer, onunla çakışan bir fiili gerçekleştirmesi gerekir.

Ancak kanun koyucu, sosyal hayat ilişkilerinin karmaşıklığı ve çeşitli menfaatlerin birbiriyle kesişmesi gibi nedenlerle, kural olarak yasaklanmış bulunan davranışlara bazen izin verebilir; hatta bazen bunları emredebilir. Örneğin bir şahsın ölümüne neden olmak normal olarak yasaktır; ancak meşru müdafaa nedeniyle insan öldüren kimseye ceza verilmez. Bu durumlarda “hukuka uygunluk” nedenlerinden söz edilir.

Hukuk düzeni tarafından izlenen sistem bu olunca, bir fiilde hukuka aykırılığın varlığı için veya bir fiilin suç teşkil etmesi için, bu fiilin kanunun öngördüğü suç ipotezlerinden birine uyması gerekir, ama yeterli değildir. Ayrıca az önce değenilen nedenlerin, yani hukuka uygunluk nedenlerinin bulunmaması da gerekir. Şu halde suç fiilinden ve dolayısıyla suçtan söz edilebilmesi için, birincisi pozitif nitelikte ikincisi negatif nitelikte olan, bu iki şartın bulunması zorunludur.

Hukuka aykırılığın içeriği hukuken korunan varlık veya menfaatin ihlalinden, yani hukuk normunun korumak istediği varlık veya menfaatin zarar görmesinden veya tehlikeye konulmasından ibarettir.

48) Suçta zarar

Suçta daima bir sosyal zararın bulunduğunu kabul etmek gerekir. Bu zarar, fiil ile devletin menfaatleri arasındaki çatışmada yer alır.

Suçta bir de “doğrudan zarar” veya “cürmi zarar” adı verilen ve suçun özünü oluşturan, bu itibarla suçun varlığı için zorunlu olan bir zarar söz konusudur. Bu zarar hukuken korunan kamusal veya özel nitelikteki bir varlığın veya menfaatin ihlalinden oluşur. Bu ihlal, zarar verme veya tehlikeye koyma şeklinde, her suçta mutlaka vardır. Zira suç, özelliği gereği, daima başkasının refahını ihlal edici bir şeydir ve devlet bir fiili ceza tehdidi ile yasaklarken daima belirli bir varlık veya menfaati korumayı amaçlar.

Modern ceza hukuku, davranışın sadece gerçekleşmiş olan zararlı etkilerini değil, gerçekeleşebilecek etkilerini, yani tehlike şeklindeki etkilerini de göz önüne almaktadır. Bu itibarla hukuki varlık veya menfaatin ihlali; “zarar” veya “tehlikeye koyma” şeklinde ortaya çıkabilir. Tehlike, hukuka aykırı ve zararlı bir sonucun gerçekleşmesi ihtimalinden ibarettir.

49) Suçun incelenmesinde izlenen metotlar

Suçun incelenmesi ve anlaşılmasında iki metot izlenmiştir;

Tahlilci (analitik) metot

Bütüncü (sentetik) metot

Yani suçu unsurlarına ayırarak inceleme metodu ve bir bütün olarak inceleme metodu.

Suçun bir bütün olarak incelenmesi, bizi, esas itibariyle, sezgiler ve rasyonel olmayan anlayışlar alanına götüreceğinden, suçun incelenmesinde izlenmesi gereken metot daima onu unsurlarına ayırarak inceleme metodudur. Bu, her şeyden önce, bilimsel-sistematik gereklerin sonucudur. Pratik açıdan da en elverişli metot analitik metottur. Zira somut fiilin suçu oluşturup oluşturmadığını, yani onun kanuni tipte yer alan bütün kurucu unsurları içerip içermediğini belirleyebilmek için öncelikle suçun unsurlarına ayrılması, yani analiz edilmesi kaçınılmazdır.

Suçu unsurlarına ayırarak incelemede, her şeyden önce asli unsurları arızi unsurlardan ayırmak gerekir. Suçun esasını oluşturan, başka bir deyişle gerçekleşmedikleri taktirde genel olarak suçtan veya belirli bir suçtan söz edilemeyecek olan unsurlar asli unsurlardır. Bunlara kurucu unsurlar da denir. Arızi unsurlar ise, varlıkları veya yoklukları suçun gerçekleştirilmesine etki etmeyen, ancak suçun ve daha çok cezanın ağırlığını etkileyen unsurlardır. Bunlara suça etki eden nedenler de denir.

50) Suçun ikili ve üçlü ayrımı

İkili ayrım adı verilen geleneksel teoriye göre suç “kusurlu irade ile işenen bir fiildir”; dolayısıyla suçun biri maddi (objektif), biri manevi (sübjektif) olmak üzere iki genel kurucu unsuru vardır. Üçlü ayrımda; tipik fiil, hukuka aykırılık ve kusurluluk olmak üzere üç genel kurucu unsurdan oluşmaktadır. Biz İKİLİ AYRIMI benimsiyoruz. Çünkü hukuka aykırılık, daha önce de belirtildiği üzere, suçun unsuru değil, özüdür.

51) Suçun önşartları

Örneğin çocuk düşürme suçu yönünden gebelik durumu, birden çok evlilik suçu yönünden önceki bir evliliğin varlığı, hırsızlık suçu yönünden şeyin başkasına ait olması, güveni kötüye kullanma suçu yönünden failin şeye zilyet olması gibi.

52) Davranış

53) Maddi unsuru oluşturan unsurlar

Modern ceza hukuku yönünden suç, herşeyden önce, bir fiilden ibarettir. Suçun maddi unsurunu oluşturan fiil, maddi yönden çeşitli unsurların varlığını gerektirir. Gerçekten, objektif olarak nazara alınan suç fiili, iki grup unsuru içermektedir. Birinciler pozitif unsurlar, yani bulunması gereken unsurlardır. Bunlar davranış, kanunun gerekli gördüğü hallerde, sonuç ve bu ikisi arasındaki nedensellik ilişkisidir; ikinciler ise negatif unsurlar, yani bulunmaması gereken unsurlardır. Başka bir nedenle hukuka uygunluk nedenlerinin bulunmaması, yani suçun meşru müdafaa, zorunluluk durumu ve benzeri durumların kabulüne imkan vermeyen bir durumda gerçekleşmesidir.

İnsan davranışı, kural olarak, suçun maddi unsurunu tek başına oluşturamaz. Normal olarak davranışın bir sonucu olması gerekir. Bu bağ olmadan bir dış olayın veya değişikliğin yapılan davranışın sonucu olarak kabul edilemeyeceği açıktır. Bundan nedensellik bağı sorunu doğmaktadır.

Suçun maddi unsurunu üç başlık altında incelemek gerekir;

Davranış

Sonuç

Nedensellik bağı

Davranış, ya yapma ya da yapmama biçiminde olabilir. Birinci halde hareket, ikinci halde ihmal söz konusudur. İhmal, doğası gereği, hareketin antitezini oluşturur. Ancak ihmal de insanın dışa yansıyan bir davranışıdır; yani bu dahi süjenin kişiliğinin bir açığa çıkış biçimidir.

Davranışsız suç olur mu? (OLMAZ) Suçun varlığı için bir davranışın zorunlu olduğu anlayışına itiraz edilmiş ve sadece “bireysel bir durum”dan ibaret bulunan suçların varlığı ileri sürülmüştür. Bazıları bu tür suçlara “sırf şüphe suçları” adını verirken, diğer bazıları ise bunları “durum suçları” olarak adlandırmaktadır. TCK 339 >>> “Devletin güvenliği ile ilgili belgeleri elinde bulundurma suçu”. Ceza hukukçularının büyük çoğunluğunun düşüncesine uygun olarak, davranışsız suç kabul edilemez. Çünkü günümüz hukuku yönünden normun ihlalinden ve dolayısıyla suçtan söz edebilebilmesi için, bir insan davranışının varlığı daima zorunludur. Yukarıdaki örnekten yola çıkarak; zilyet olmak veya taşımak, kuşkusuz bir davranıştır veya en azından bir davranışı gerektirir.

54) Hareket

Tabiatçı anlamda hareket, insan vücudunun dışarıdan algılanabilen bir faaliyetinden ibarettir. El, kol ve bacak hareketleri belli başlı hareket tipleridir; insan dış dünyadaki değişiklikleri bu organları aracılığı ile gerçekleştirir. Hareket sık sık sözle de somutlaşır. Zira konuşmak dahi belirli bir kas faaliyetinin sonucudur. Hatta, daha da ileri gidilerek, belirli biçimde bir bakışın bile hareket sayılabileceği, zira böyle bir bakışla da dış dünyada bazı sonuçlar yaratmanın mümkün olduğu söylenmiştir.

Hareket, çok defa vücudun tek bir faaliyetinden oluşmaz; aksine vücudun çeşitli faaliyetlerinin bir bütünü olarak ortaya çıkar. Bu ikinci durumda ne zaman tek bir hareketin, ne zaman birden çok hareketin söz konusu olduğunu belirlemek sorunu ile karşılaşılmaktadır. Bu sorunun çözümü, bir tek suçun mu, yoksa birden çok suçun mu var olduğunu belirlemek yönünden büyük önem taşır. Örneğin öldürmek amacıyla bir kimseyi çok sayıda bıçak darbesiyle yaralayan kimse, darbe adedince değil, bir tek hareket yapmıştır. Ancak hedefin veya amacın tek olması, her zaman hareketin de tek olmasını gerektirmez. Çünkü bir tek hedefe veya amaca birden çok hareketle de ulaşılabilir. Örneğin bir kimsenin itibarını zedelemek için çeşitli vesilelerle o kimse hakkında iftirada bulunanın hareketlerinde olduğu gibi. Bu itibarla hareketin tek olması için hedefin tek olması yeterli değildir. Bu ölçütün bir başka ölçüt ile tamamlanması gerekir. Bu da birden çok faaliyetin, aralarında önemli sayılabilecek bir zaman aralığı olmaksızın, birbirini izlemesidir.

Şu halde bir hedefe yönelmiş çeşitli faaliyetler aynı zamanda gerçekleştirilmişse, yani bunlar arasında uzunca bir zaman aralığı yoksa ortada bir tek hareket ve bir tek suç vardır. Buna karşılık, çeşitli faaliyetler arasında önemli bir zaman aralığı varsa, bunlar aynı hedefe yönelik olsalar bile, birden çok hareket ve dolayısıyla birden çok suç vardır.

55) İhmal

İhmal, bireyin yapmak zorunda olduğu bir hareketi yapmamasından ibarettir. Ancak bütün ihmali davranışlar değil, sadece hukuk kuralları ile çatışan ihmali davranışlar hukuku ilgilendirmektedir. Bu nedenle ihmali davranışlar, hukuk düzeni tarafından yapılması emredilen hareketlerin yapılmamasından başka bir şey değildir.

56) Davranışa göre suçların ayrımı

Daha önce de belirtildiği üzere, suçun maddi unsurunu oluşturan davranış, hareket veya ihmal, yani yapma veya yapmama biçiminde olabilir. Yapma biçimindeki veya aktif bir davranışla gerçekleştirilen suçlar hareket suçlarıdır. Buna karşılık yapmama biçimindeki veya ihmali bir davranışla gerçekleştirilen suçlar ihmal suçlarıdır. Nihayet bazı suçlar sadece hareketle, diğer bazıları sadece ihmalle gerçekleştirilebilirken, üçüncü bir grup suç daha vardır ki bunlar hareketle olduğu kadar ihmalle de gerçekleştirilebilir (TCK 83). Bu tür suçların tipik örneği insan öldürme suçudur.

Hareket suçları

İhmali suçlar

Hem hareketle hem ihmalle gerçekleştirilebilen suçlar

——————

Hareket suçları açısından da ikiye ayırabiliriz;

Suçlar bir de bağlı hareketli suçlar ve serbest hareketli suçlar diye ikiye ayrılır. Bağlı hareketli suçlar adı verilen suçlar, kanunun, tipik hareketin belirli şekilde veya belirli vasıtalarla işlenmesini öngördüğü suçlardır. Bu tür suçlarda kanun koyucu, korunan hukuki varlık veya menfaati ihlal edebilecek çeşitli davranışlar arasından cezai yönden kovuşturulabilecek nitelikte olanları seçmek istemiştir. Örneğin hırsızlıkta şeyin zilyetliğinin onu “bulunduğu yerden almak” suretiyle ele geçirilmesi, dolandırıcılıkta ise yararın bir kimseyi hileli davranışlarla aldatmak suretiyle elde etmesi gerekir. Serbest hareketli suçlar ise, hareketin tipik sonuç yönünden nedensel bir değer taşımasının, yani onu meydana getirmeye elverişli olmasının yeterli kabul edildiği suçlardır. Örneğin insan öldürme suçu, ölüm sonucunu doğurmaya elverişli herhangi bir hareket ve vasıta ile işlenebilir.

Bağlı hareketli suçlar

Serbest hareketli suçlar

——————

İhmali suçlar alanında da sırf ihmal suçları ile ihmal suretiyle icra suçlarını birbirinden ayırmak gerekir. Birinciler yapılması gereken hareketin yapılmamasıyla oluşan suçlardır. Örneğin suçu ihbar etmeme suçları gibi. Kanun, burada doğrudan ihmalin özel tiplerini cezalandırmaktadır. İkincilerde ise, ihmalin maddi bir sonuca neden olması gerekir. Örneğin annenin emzirmemesi sonucu yeni doğmuş bir çocuğun ölmesi gibi. Burada ise Kanun, ihmali değil, sonucu önlememeyi cezalandırmaktadır.

Davranışa göre suçların ayrımı görsel

57) Sonuç

58) Doğalcı Anlayış

Sonuç; hareket veya ihmalden kaynaklanan bir olaydır. Bu kavramın anlamı ve davranış ile olan bağı konusunda iki anlayış çatışma halindedir; doğal sonuç anlayışı ve hukuki sonuç anlayışı.

Çoğunluğun benimsediği doğalcı anlayışa göre sonuç, insan davranışının doğal bir etkisidir; yani dış dünyada meydana gelen ve nedensellik bağıyla insan davranışına bağlı olan bir değişikliktir. Bu itibarla sonuç, davranışın dışında, ondan farklı ve net olarak ayrılan, ancak onunla bağlantısı bulunan bir olgudur.

Doğalcı anlayışa göre sonuç, her suçta daima bulunması gerekli bir unsur değildir. Çünkü bazı suç tiplerinin gerçekleşmesi için kanun sadece belirli bir davranışı yeterli görmekte, ayrıca bundan dolayı dış dünyada bir değişiklik meydana gelmesini aramamaktadır. Örneğin ceza infaz kurumundan kaçma suçunda durum böyledir. Bu suç için, bunu öngören normda tarif edilen hareketin yapılması yeterlidir. Şu halde sonucu olmayan suçlar da vardır. Davranış ile sonuç arasında geçen zamanın hukuki yönden bir önemi yoktur. Örneğin adam öldürme suçunun oluşabilmesi için, ölüm sonucunun davranışın yapılmasından hemen sonra veya birkaç gün sonra, hatta birkaç hafta sonra gerçekleşmesi önemli değildir. Sonucun davranıştan başka bir zamanda “sonucu gecikmiş suçlar”, başka bir yerde gerçekleşmesi halinde ise (başka bir kentten gönderilen patlayıcının neden olduğu yaralama veya kentler arası telefonla hakaret gibi) “mesafe suçları” söz konusudur.

59) Hukuki anlayış

Bu anlayışa göre sonuç; davranışın ihlal edici etkisinden, yani normun koruduğu menfaatin veya varlığın ihlalinden ibarettir. Suç korunan menfaatin veya varlığın ihlali olduğuna göre, hukuki anlamda sonuç, sırf davranış suçları da dahil her suçta vardır. Zira sırf davranış suçlarında bile davranış ile korunan menfaat veya varlığın ihlali arasında mantıki bir nedensellik bağı tespit etmek mümkündür. Bu itibarla söz konusu anlayışa göre, “sırf davranış suçu” ve “sonuç suçu” ayrımı anlamsızdır.

60) Sonuca göre suçların ayrımı

Bir kısım suçlar sadece belirli bir hareketin veya ihmalin gerçekleştirilmesiyle tamamlanır. Buna karşılık diğer bir kısım suçların tamamlanması için kanun, hareketin veya ihmalin belirli bir dış etki doğurmasını şart koşmaktadır. Birinci grup suçlara “sırf davranış suçları” veya “sonuç suçları” denir. Bu iki suç türünün yapısı son derece farklıdır.

Sırf davranış suçlarında tipik ipotez sadece bir hareketten veya ihmalden ibarettir. Örneğin; askeri yasak bölgelere girme, konut dokunulmazlığının ihlali, suçu ihbar etmeme, ceza infaz kurumundan kaçma, suç işlemek için örgüt kurma vs…

Sonuç suçlarında ise tipik ipotez, bir insan davranışından ve bunun doğal bir sonucundan oluşur. Örneğin; adam öldürme, yaralama, dolandırıcılık, mala zarar verme vs…

Bu ayrım özellikle çeşitli suçların tamamlanma anı ve bu anla ilgili sorunlar (suça teşebbüs, iştirak vs.) yönünden olduğu gibi, suçun işlendiği zaman ve yeri belirleme yönünden de önemlidir.

Sonuçla ilgili olarak yapılan bir başka ayrım da “zarar suçu” ve “tehlike suçu” ayrımıdır. Bundan önceki ayrım suçun dış yapısına dayanmaktadır; oysa bu ayrım suç fiilinin özünü oluşturan hukuki ihlali, yani hukuken korunan menfaatin veya varlığın ihlalini esas almaktadır.

1) Zarar suçları: Tamamlanmış sayılmaları için korunan varlık veya menfaatin imha edilmesi veya azaltılması gereken suçlar zarar suçlarıdır. Örneğin; insan öldürme suçu. Bu suçun tamamlanması için bir kimsenin hayat varlığının tahrip edilmesi gerekmektedir.

2) Tehlike suçları: Tamamlanmış sayılmaları için korunan varlık veya menfaatin sadece tehdit edilmiş olması yeterli sayılan suçlar tehlike suçlarıdır. Örneğin; TCK 176’da öngörülen inşaat veya yıkımla ilgili emniyet kurallarına uymama suçu ve TCK 177’de öngörülen hayvanı tehlike yaratabilecek şekilde serbest bırakma suçu örnek gösterilebilir.

Belirtmek gerekir ki, söz konusu ayrım, ancak maddi varlıkları ihlal eden suçlarda güvenilir bir biçimde uygulanabilir. Korunan varlığın gayri maddi olması halinde zararı tehlikeden ayırmak oldukça güçtür.

Başka bir ayrım da tehlike suçları arasında yapılan “somut tehlike suçları” ve “soyut tehlike suçları” ayrımıdır. Somut tehlike suçlarından söz edilebilmesi için tehlikenin gerçekten var olması gerekir. Zira böyle bir tehlike, suçun açıkça belirtilmiş olan tipik unsurunu oluşturduğundan her somut olayda bunun somut varlığının belirlenmesi gerekir (TCK m. 170, 171, 173, 177, 179). Buna karşılık soyut tehlike suçlarında tehlike, ortak tecrübeye göre tehlikeli olarak kabul edilen davranışta örtülü olarak var olan tehlikedir ve bu hallerde yargıç sadece davranışın tipe uygunluğunu tespitle yetinir. Çünkü davranışın gerçekleştirildiği sırada zararlı sonucun gerçekleşmesi için gerekli olan şartların mevcut olup olmadığını kontrol etmek mümkün değildir. Örneğin alenen cinsel ilişkide bulunma suçu yönünden başka kişilerin hayasızca hareketler yapıldığı sırada oraya gelip gelmeyeceği bilinemez.

Somut tehlike suçu

Soyut tehlike suçu

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir