Tiyatro’da Bir Yaşam – David Mamet

TİYATRODA BİR YAŞAM

Türkçesi: Filiz Ofluoğlu

Kişiler

ROBERT…..Daha yaşlı bir oyuncu

JOHN……. Daha genç bir oyuncu

Not

Bu oyundaki sahneler (tablolar) İkiye ayrılabilir:

Sahne üzerindeki bölümler ve sahne gerisindeki bölümler.

Sahne gerisinde JOHN ve ROBERT’i, bir tiyatronun sahne gerisindeki çeşitli alanlarda görürüz: giyinme odası, makyaj masası, kulis, vs.

Sahne üzerindeki bölümlerde onları, çeşitli oyunlarda, çeşitli kişileri canlandırırken gerçekten “sahnede” izleriz.

Bu oyunun ilk yönetmeni şöyle bir çözüm bulmuştu: Sahnenin arka tarafına bir perde koymuştu. JOHN ve ROBERT’in oynadıkları oyunların “izleyicileri” bu perdenin arkasındaydı.

JOHN ve ROBERT “oyun” oynadıkları vakit, bu “perde” açılır.

Böyle, “sahne üzerindeki” bölümlerde, oyuncuların arkasını, “sahne gerisindeki” bölümlerde yüzlerini görürüz.

SAHNE l

(Sahne arkası, bir oyundan sonra.)

ROBERT: İyi geceler, John.

JOHN : İyi geceler.

ROBERT: Bence bu akşam yatak odası sahnesi nefisti.

JOHN : Öyle.

ROBERT: Öyle ya. (Sessizlik) Sence iyi değil miydi?

JOHN : (Omuz silker.)

ROBERT: Neyse, bence çok, çok iyiydi.

JOHN : Teşekkür ederim.

ROBERT: Doğru olmasa söylemezdim.

JOHN : Teşekkür ederim.

ROBERT: Rica ederim. Doğru olmasa söylemezdim.

JOHN : Oyun bu gece iyiydi.

ROBERT: Bence de öyle.

JOHN : Seyirci uyanıktı.

ROBERT: Evet öyleydi.

JOHN : Bana kalırsa… (Sessizlik.)

ROBERT: Ne?

JOHN : Zeki bir seyirci vardı. Fark etmediniz mi?

ROBERT: Ettim, ettim.

JOHN : Çok dikkatliydiler.

ROBERT: Evet. (Sessizlik.) Çok keskin bir seyirciydi.

JOHN : Hmm.

ROBERT: Evet. (Sessizlik.) Oyunu iyi alıyorlardı.

JOHN : Bence de öyle.

ROBERT: Belki de bu gece oyunu (Sessizlik.) …başka bir düzeyde izlediler. Başka bir…nasıl derler? Başka bir…açıdan, ha? Başka bir anlam açısından… Ne demek istediğimi anladın mı?

JOHN : Yo, pek anlayamadım.

ROBERT: Bir anlam açısı…(Sessizlik.)

JOHN : Açı.

ROBERT: Evet. Bence, bizim prova ettiğimizden daha da iyi bir oyun izlediler.

JOHN : Hmm.

ROBERT: Evet. Bu akşam ne yapıyorsun?

JOHN : Şimdi mi ne yapıyorum?

ROBERT: Evet.

JOHN : Dışarı çıkıyorum.

ROBERT: Mmm. (Sessizlik.)

JOHN : Yemeğe.

ROBERT:Evet.

JOHN : Karnım zil çalıyor.

ROBERT: Evet.

JOHN : Günlerdir canım yemek istemiyordu.

ROBERT: Eh, artık perdeyi açtık.

JOHN : Evet. (Sessizlik.) Acıktım.

ROBERT: İyi. (Sessizlik.)

JOHN : Bana öyle geliyor ki…

ROBERT: Devam et.

JOHN : Sanki bu akşam, bir bakıma hakkettim…(Sessizlik.) “Yemeğe yemeği” diyecektim ama gerçekten söylemek istediğim bu muydu, bilmiyorum.

ROBERT: Peki, ya neydi?

JOHN : Bu akşamki gibi bir oyun…

ROBERT:E?

JOHN : Seyirciye ulaşırken…

ROBERT: Evet, devam et.

JOHN : Sanki bana doyum sağladı.

ROBERT: Ya…(Sessizlik.) Tabiî, olabilir. (Sessizlik.)

JOHN : Sizin sahnenizi çok sevdim.

ROBERT: Öyle mi?

JOHN : Evet.

ROBERT: Hangi sahneyi?

JOHN : Duruşma sahnesini.

ROBERT: Beğendin mi?

JOHN : Evet.

ROBERT: Bence bu akşam pek oturmamıştı.

JOHN : Yok canım…

ROBERT: Evet, öyle.

JOHN : Bana oturmamış gibi gelmedi.

ROBERT: Bence oturmamıştı.

JOHN : Oturmamışsa da, hiç belli etmediniz.

ROBERT: Öyle mi?

JOHN : Evet.

ROBERT: Hmmm.

JOHN : Doktor sahnesi…

ROBERT: Evet?

JOHN : Belki, birazcık…

ROBERT: Evet?

JOHN :Şey…

ROBERT: Söylesene. Nasıldı? Doktor sahnesi nasıldı?

JOHN : Sert. (Sessizlik.)

ROBERT: Sence biraz sertti demek?

JOHN : Tabiî yanılmış olabilirim.

ROBERT: Senin yargına güvenim vardır.

JOHN : Yok, yanılmış olabilirim. Pek de…kendimde değildim… yemeklerim bile biraz düzensiz gibiydi… ben…

ROBERT: Demek sahneyi sert buldun, ha?

JOHN : Belki…öyle gelmiş olabilir…birazcık…

ROBERT: Çok fazla mı sertti?

JOHN : Yo, yok, pek sayılmaz.

ROBERT: (Sessizlik.) Sahnenin tamamı mı?

JOHN : Hayır, hayır. Hayır. Sahnenin tamamı değil, hayır.

ROBERT: Ne öyleyse?

JOHN : Bir bölümü. Bir bölümü belki.

ROBERT: Bütün sahneyi sert bulmuşsan, açıkça söylemeni isterdim.

JOHN : Sadece bir görüş bu… sahnenin bir bölümü için, hem de, düşünürseniz, sadece tek bir sözcük üzerinde duruyoruz.

ROBERT: (Sessizlik.) Evet.

JOHN : Özür dilerim. Eğer sözlerim sizi…

ROBERT: Hiç de değil. Senin görüşlerine değer veririm.

JOHN : Evet. Öyle olduğunu biliyorum.

ROBERT: Tiyatronun genç insanları…geleceğin önderleri…

JOHN : (Sessizlik.) Evet.

ROBERT. İkimiz de mi, yoksa sadece ben mi?

JOHN : Tabiî ki, hayır. Söyledim ya siz müthiştiniz. (Sessizlik.) Kadın role oturmamıştı.

ROBERT: Demek sen de fark ettin?

JOHN : Evet.

ROBERT: Özellikle bu akşam.

JOHN : Belki de, özel olarak, bu akşam.

ROBERT: Evet. (Sessizlik.) Özellikle bu akşam.

JOHN : Evet.

ROBERT : İlginç. (Sessizlik.) Evet.

JOHN : Onunla birlikte çalışabilmeniz bir mucize. (Sessizlik.) Ama onunla birlikte böylesine iyi çalışabilmek…

ROBERT: Elinden geleni yapmak zorundasın.

JOHN : Hayran olmak gerekir.

ROBERT: Oyun devam etmeli.

JOHN : Bu davranışta hayranlık duyacağım pekçok şey var.

ROBERT: Eh, sağol, teşekkür ederim.

JOHN : Rica ederim. (Sessizlik.)

ROBERT: İnsanın bir işi vardır. Bunu, kendi ışığınla yürütürsen, kazandığın deneyimlerle yüklenirsin, doğruya doğru, eğriye eğri…dostluk duyguları… görgü…meslek yöntemleri… İşte bunlarla üstlenirsin… uğraşının kurallarını.

JOHN : Ah, ne kadar esinleyici.

ROBERT: Teşekkür ederim. (Sessizlik.) Beni en çok sakın, şu kafa kol sallamak…

JOHN :Hmm…

ROBERT: Bozuk diksiyon ve doğurgan sessizliklere katlanabilirim.

JOHN : Evet.

ROBERT: El işaretleri, kaş göz oynatmalar, haydi neyse, kabul.

JOHN : Evet.

ROBERT: Ama kafa kol sallamak, saldırmak…

JOHN : Evet.

ROBERT: Gördükçe fena bozuluyorum.

JOHN : Biliyorum.

ROBERT: Ruhsuzluk…insanlıktan yoksunluk.

JOHN : Öyle.

ROBERT: Başkalarını düşünmek yok.

JOHN : Yok.

ROBERT: Bu karıyı gebertmek istiyorum.

JOHN : Kendinizi üzmeyin.

ROBERT: Üzmüyorum. Sadece uyum sağlama duyguma dokunuyor.

JOHN : Hmm.

ROBERT: Yakayı ele vermeyeceğimi bilsem, kılım kıpırdamadan gebertirdim onu.

(Sessizlik.)

JOHN :Mmmm…

ROBERT: Bu kadının yaşaması…yaşamakla kalmayıp …bir de sahnede boy göstermesi…

JOHN : Evet.

ROBERT: Üstüne üstelik, bir de para alması…

JOHN : Sizinle tamamiyle aynı görüşteyim.

ROBERT. İnsanı çileden çıkartır ve insan sert olur.

JOHN : Hmm.

ROBERT: Şimdi bu kadın ya da onun gibisi sahneye ayak bastığı an, sakin kalabilecek birini göster bana bakalım!

JOHN : Gösteremem.

ROBERT: Köklü bir görgüsü yok.

JOHN : Yok.

ROBERT: Doğruyu yanlışı ayırt edemez.

JOHN : Tiyatroyu sömürüyor.

ROBERT: Sömürüyor.

JOHN : Güzelliğini kullanıyor.

ROBERT: Hangi güzellik?

JOHN : Çekicilik.

ROBERT: Doğru.

JOHN : Güzellik demek değildir.

ROBERT: Doğru.

JOHN : Güzellik içten gelir.

ROBERT: Doğru, öyledir.

JOHN : Bunu kullanıyor.

ROBERT: O da bir gün anlayacak. (Sessizlik.) Belki,

JOHN : Onunla birlikte çalışabilmeniz bir mucize.

ROBERT: Mucize değil John. İnsan öğreniyor. Kendine hâkim olmayı öğreniyor. (Sessizlik.) Kişilik. İyiyi kötüyü ayırdetmek.

JOHN : Evet.

ROBERT: (Sessizlik.) Ben onu siliyorum.

JOHN : Hmm.

ROBERT: Sahnedeyken, o benim için yok oluyor.

JOHN : Hmmm. (Sessizlik.)

ROBERT: Masa sahnesini nasıl buldun?

JOHN : Bayıldım.

ROBERT: Yahu, o sahne bu akşam bir harikaydı.

JOHN : Öyle görünüyor.

ROBERT: Öyleydi.

JOHN : Keşke ben de orada sizinle olabilseydim diye düşündüm.

ROBERT: Sahi mi?

JOHN : Evet.

ROBERT: Nerede?

JOHN : Sahnede.

ROBERT: Yemek masasında mı? (Sessizlik.) Yani, masa başında mı yoksa sahnede mi? (Sessizlik.)

JOHN : Evin içinde.

ROBERT: Masada mı?

JOHN : Evet.

ROBERT: Ah, evet, o sahne şahaneydi. (Sessizlik.) Yaşadığıma şükredecek kadar güzeldi.

JOHN : Belliydi.

ROBERT: Seyirci…

JOHN : Evet.

ROBERT: O sahne küçücük bir oyundu. Bu gece, bir şiirdi.

JOHN : Evet.

ROBERT: Küçücük bir ceviz gibi.

JOHN : Evet. (Sessizlik.) Ne demek?

ROBERT: Anlarsın…

JOHN : Yo.. (Sessizlik.)

ROBERT: Yani, dolu dolu…

JOHN : Evet.

ROBERT: Canım. İçi dolu. İşte.

JOHN : Evet?

ROBERT: Ve dışı sımsıkı.

JOHN : Ya. (Sessizlik.)

ROBERT. İşte buna büyük tiyatro denir.

JOHN : Evet. (Sessizlik.) Hmm… Hm…

ROBERT: Nereye gidiyorum demiştin?

JOHN : Şimdi mi?

ROBERT :Evet.

JOHN : Yemek yiyecektim.

ROBERT: Hmmm.

JOHN : Aç kurt gibiydim.

ROBERT: Ya.

JOHN : Gün boyu.

ROBERT: Hmm. Kurt gibi.

JOHN : Evet. (Sessizlik.)

ROBERT: Ben geceleri yiyemem.

JOHN : Ya.

ROBERT: Kilom.

JOHN : Şişmanlamaktan mı korkuyorsunuz?

ROBERT: Evet. Hep. Sürekli bir savaş denebilir.

JOHN : Ama incesiniz.

ROBERT: Sahi mi?

JOHN : Evet.

ROBERT: Demek ki değmiş. (Sessizlik.) Teşekkür ederim.

JOHN : Rica ederim. Peki, siz neler yapacaksınız bu akşam?

ROBERT: Şimdi mi?

JOHN : Evet.

ROBERT: Eve gidip biraz kitap okurum.

JOHN : Ya.

ROBERT: Belki biraz yürürüm.

JOHN : Ya. (Sessizlik.)

ROBERT: Neden sordun?

JOHN : Hiç.

ROBERT: Ya.

JOHN : Sordum işte. Sadece sordum.

ROBERT: Neyse, biraz yürürüm diye düşünmüştüm.

JOHN : Hmmm.

ROBERT: Neden sormuştun?

JOHN : Bir nedeni yok. (Sessizlik.) Ya da, birlikte bir şeyler atıştırsak demiştim.

ROBERT: Atıştırsak mı? Doğrusu ben bir şey yiyemem.

(Sessizlik.)

JOHN : Öyleyse bir kahve içersiniz. Birlikte olurduk. Çok isterdim.

ROBERT: Öyleyse seninle biraz yürürüm.

JOHN : Peki.

ROBERT: İyi. (Sessizlik.)

JOHN : Yüzünüzde biraz boya kalmış.

ROBERT: Nerede?

JOHN : Şurada. Kulağınızın arkasında.

ROBERT: Öyle mi?

JOHN : İşte. Ben silerim. Kâğıt mendil alayım. (Mendil getirmeye gider ROBERT sahnede kalır. Ses egzersizleri yapar.)

ROBERT: Ceketime bulaşmış mı?

JOHN : (Mendille döner) Hayır. (Tükürükle mendili ıslatır. ROBERT’in yüzünü siler.) İşte, oldu.

ROBERT: Çıktı mı?

JOHN : Evet.

ROBERT: İyi. Ceketime bulaşmamış ya?

JOHN : Hayır.

ROBERT: İyi. İyi. Teşekkür ederim.

JOHN : Rica ederim. (Sessizlik.)

ROBERT: Gidelim mi?

JOHN : Evet. (JOHN kâğıt mendili sahnenin sağındaki kâğıt sepetine fırlatır. Kâğıt, sepete ulaşamaz ve yere düşer.)

ROBERT: Hmm. Bir dakika. (ROBERT sağa gider, kâğıdı alır ve sepete atar) Şimdi oldu. Herkes gitmiş. Haydi gidelim. (Sessizlik.) Ee?

JOHN : Evet.

ROBERT: Açlıktan ölüyorum.

JOHN : Ben de.

ROBERT : İyi. (Çıkarlar.)

SAHNE 2

(ROBERT ve JOHN, kostümlerin bulunduğu yerdedir. Birinci Dünya Savaşı oyunu için sahneye çıkmak üzere hazırlanmaktadırlar. Piyade eri olarak giyinmişlerdir.)

ROBERT: (Sahnenin gerisinde, JOHN’a bir miğfer uzatır.) Şapkan. (Sessizlik.)

JOHN : Sağol.

ROBERT: Burası hamam gibi.

JOHN : Evet.

ROBERT: Soluk alacak yer yok.

JOHN : Yok. (Sessizlik.) Ben engel olmuyorum ya?

ROBERT: Yo… Yok canım. (Sessizlik.) Tam tersi.

JOHN : (ROBERT’e bir miğfer uzatır) Şapkanız.

ROBERT: Teşekkür ederim. (Sessizlik. Tirat okurcasına.) Şapkam, şapkam, şapkam. (Sessizlik.) Ee?

JOHN : Hmmm.

SAHNE 3

(Bu sahne, sahnede oyun sahnesidir. Yani oyunun içinde oyun.

Bütün sahne üzerindeki oyunlarda. İki oyuncuyu, sahne gerisinden görürürüz, yani seyirciden uzakta, sahnenin yanından görürüz. Böylece her şey arkadan görülür. Ayrıca, bütün sahne üzerindeki oyunlarda, dekorun gerçek sahne arkasında açık bir perde ve ardında, tiyatro salonu vardır.

Perde açıldığında, JOHN ve ROBERT, piyade kostümüyle bir siperde son sigaralarını içmektedir.)

JOHN : Onu orada, dikenli telin üstünde bıraktılar.

ROBERT: Sakin ol.

JOHN : Orospu çocukları.

ROBERT: Öyle.

JOHN : Tanrım. Onu tele diktiler ve hedef diye öylece bıraktılar.

ROBERT : (Sigarayı kasteder.) Ver onu bana.

JOHN : Adi, aşağılık herifler.

ROBERT: Öyle.

JOHN : Tanrım.

ROBERT: Sakin ol.

JOHN : Onun da bir evi, bir ailesi vardı. (Sessizlik.) Tıpkı onlar gibi. O da evine döneceğini sanıyordu.

ROBERT: Kendine gel, hepimiz eve döneceğiz.

JOHN : Hem de son günde, Johnie, son gün.

ROBERT: Bu iş böyle, yavrum.

JOHN : Ah, Tanrım, bugün öğleden sonra anlaşma imzalanıyor. (Sessizlik.) Zavallı Mahonay. Tuttu, kahrolasıca bayrağı çekeyim dedi…O an taradılar…Ekin gibi biçtiler onu. Johnie… İki saate kalmadan evlerimize dönecektik. (Sessizlik.) Ama o alçaklar tarayıp biçtiler onu. (Sessizlik.)

ROBERT: Bu iş böyle.

JOHN : Yok, Benim için böyle değil. I-ıh… Hem hiç değil.

(Tüfeğinin tetiğini çeker)

ROBERT: Sen ne yapıyorsun? (JOHN kalkar, siperden dışarıyı gözler.) Ne yapıyorsun Billy? (JOHN yukarıya tırmanmaya başlar.)

JOHN : Beni duyuyor musunuz alçaklar? Ha? İşte bu Oklahoma’lı Çavuş Richard Mahoney için. (Sessizlik.) Beni duyuyor musunuz? Daha iş bitmedi. Hem de hiç bitmedi. Beni duyuyor musunuz hainler? (JOHN siperden atlar. Sağa doğru koşar. Tek bir silah sesi duyulur, sonra sessizlik. ROBERT izmaritten derin bir nefes çeker. Sonra iyice söndürür. Tüfeğini söker.)

ROBERT: Anlaşılan, bitti.

SAHNE 4

(Sahne arkası.

ROBERT ve JOHN, bir ELIZABETH dönemi oyununu henüz bitirmiş, alkışlara karşı selam vermişlerdir. ELİZABETH dönemi giysiler giymişlerdir.)

ROBERT: Bak, ucunu yukarıya doğru tut, olur mu?

JOHN : Ne zaman?

ROBERT : Arkada, solda olduğun vakit, kafa kesiminden önce. Her gece biraz daha aşağıya iniyorsun.

JOHN : Özür dilerim.

ROBERT: Ziyanı yok. Ama dikkat et, asla benim yüzümle aynı hizaya gelme. Göstereyim sana, bak. (ROBERT, JOHN ile yaptığı eskrimin hareketlerini göstermeye başlar.) Sen kaçıyorsun…kaçıyorsun…VURUŞ. (JOHN meçi ROBERT’in yüzünün yakınına vurur) Ama bak işte, yukarıdan vuruyorsun…ve kafa gitti. Bir daha deneyelim mi?

JOHN : (Evet dercesine başını sallar.)

ROBERT: İyi. (Bir poza girerler ve başlarlar. Mim yapmaktadırlar. ROBERT roldeki sözlerini söyler.) Ve: “Ama uçunuz efendimiz ve artık beni düşünmeyiniz” Veeee, kafa gitti. Eeee? Asla benim yüzümle aynı hizada olmayacaksın. Sahnede kan akmasın.

(ROBERT tahtaya vurur.)

JOHN : Doğru. (Sessizlik.)

ROBERT: Lütfen tahtaya vur. (Sessizlik. JOHN tahtaya vurur.) İyi. Teşekkür ederim.

SAHNE 5

(ROBERT ve JOHN bir Dans Salonundadır. JOHN bir süre çalışmış sonra yorgun, ter içinde, uzanmıştır. ROBERT bar’da çalışmaktadır.)

ROBERT: Tuhaf değil mi?

JOHN : Ne?

ROBERT : İnsanlar yüzleri, vücutları için vakit ve para harcarlar.

JOHN : Hmmm?

ROBERT: Kokulara, kumaşlara, görünüşlerine para dökerlerde…

JOHN : Hmmm.

ROBERT: Gene de satıcı kızlar ya da çobanlar gibi konuşurlar.

JOHN : Hmmm. (Sessizlik.)

ROBERT: Oysa bu, görünüş kadar önemlidir.

JOHN : Sahnede yani.

ROBERT : İster sahnede. İster dışarıda.

JOHN : Hmm.

ROBERT: Ses!

JOHN : Evet.

ROBERT: Konuşmanın baş tacıdır.

JOHN : Öyle.

ROBERT: Kötü bir ses, bence pis kokudan daha kötüdür.

JOHN : Gerçek mi?

ROBERT: Evet. Bence kötü bir ses, kötü bir ruhun uzantısıdır. Güzellikten yoksunluğun göstergesidir. (Sessizlik.) Hiç sevmem. Çirkin seslerden nefret ederim. Bu sesi çıkaranları da sevmem. (Sessizlik.) Sen şimdi bu sözleri ters buldun.

JOHN : Hiç de değil.

ROBERT: Değil mi?

JOHN : Değil.

ROBERT: Biliyorum. Bu konuda ben bir garibim. Bu da benim zayıf yanım. Ben sesi kokuya benzetirim. Çünkü içten gelir. (Sessizlik.) Ses ve koku ta içeride oluşur ve dışarıya vurur. (Sessizlik.) Anladın mı?

JOHN : Hayır.

ROBERT: (Sessizlik.) Demek istediğim şu ki, ta içeriden gelir. (Sessizlik.) Ses içeriden gelir. Anladın mı?

JOHN : Hmm.

ROBERT: Ben kokuya karşı değilim. (Sessizlik.) İlke olarak.

JOHN : Hayır. (Sessizlik.)

ROBERT: Bilir misin, ben çocukken sesim çatal çataldı.

JOHN : Yo.

ROBERT: Ama ben toydum, bilgisizdim. Ben de bu sesimin— aslında bir özür olan sesimin—olumlu bir özellik, tarzıma katkıda bulunan bir ayrıcalık olduğunu sandım.

JOHN : Hmm.

ROBERT: Tarz nedir?

JOHN : Nedir?

ROBERT: Tarz bir hiçtir.

JOHN : Öyle mi?

ROBERT: Tarz, kesekâğıdıdır. Biçimini. İçindekilerden alır. (Sessizlik.) Oysa, gençliğimde, özürlerimi adeta kutsallaştırdım.

JOHN : Sık rastlanan bir yanılgı.

ROBERT: Bugün düşündükçe, kızarıyorum. (Sessizlik.)

JOHN : Düşünmeyin öyleyse.

ROBERT: Haklısın. (Sessizlik.) İnsan başından başlar, ortasını geçer, sonuna ulaşır.

JOHN : Evet.

ROBERT: Küçücük bir oyun gibi. Dik dur.

JOHN : Hmm.

ROBERT: Sereçten korkmamalıyız.

JOHN : Doğru.

ROBERT: Geçmişimiz hakkında yalan söylememeliyiz.

JOHN : Doğru.

ROBERT : İkinci sınıf vatandaş olmamalıyız. (Sessizlik.) Tek isteği eğlendirmek olan soytarılar değiliz. Öğrenmek bizim de hakkımız. (Sessizlik.)

JOHN : Sırtım dik mi?

ROBERT: Hayır. (Sessizlik.) Dediklerimi anlıyor musun?

JOHN : Sanırım evet.

ROBERT: Büyümekten korkmamalıyız. Birbirimizi desteklemeliyiz, John. İşte tiyatronun görkemli yanı da budur, bu gizem.

JOHN : Hmmm.

ROBERT: Geçmişimiz. İlk insana dayanır. Tiyatrodaki ustalarımız. İnsanın kendisinin umutlarıdır. (Sessizlik.) Öyle değil mi?

JOHN : Öyle. (Sessizlik.)

ROBERT: Biz toplumuz. Dik dur, John. Ayna senin dostundur. (Sessizlik.) Daha bir kaç yıl. (Sessizlik.) Neden olaylardan ve gidişten korkalım, John? Biz, ruhu keşfetme yolundayız. (Sessizlik.)

JOHN : (Aynaya bakar. “Ayna” hayalidir. Sahnenin ön ucundadır. Böylece, aynaya bakan oyuncular, seyirciye bakmaktadır.) Sırtım dik mi?

ROBERT: Hayır.

SAHNE 6

(Oyunun sonu. JOHN sahne arkasındaki telefondadır.)

JOHN : Yo, olmaz, gelemem. Oyundan biriyle çıkıyorum. (Sessizlik.) Yok canım, erkek. (Sessizlik.) Bak, bu çok iyi olur. (Sessizlik.) Ben de. Nasılsın?

(ROBERT girer)

ROBERT: Hazır mısın?

JOHN : (Telefonun ağzını eliyle kapatır.) Evet. (Telefona.) Görüşürüz. (Sessizlik.) Güle güle. (Kapatır.)

ROBERT: Hepimizin dışarıda bir yaşamı olmalı, John. Bu çok önemlidir.

JOHN : Evet.

ROBERT: Kimdi?

JOHN : Bir arkadaş.

SAHNE 7

(Kısa bir sahne. JOHN ve ROBERT sabah erken provaya gelirken karşılaşırlar.)

ROBERT: Günaydın.

JOHN : Günaydın.

ROBERT: Bir gün daha doğdu.

JOHN : Evet.

ROBERT: Bir gün daha. (iç çeker.) Bir gün daha.

SAHNE 8

(Bir oyundan önce. İki oyuncu da “avukat” kılığındadır. Makyaj masasında. İkisi de salona doğru bakarlar. Hayali aynada makyaj yapmaktadırlar.)

JOHN : Kâğıt mendil verir misin lütfen? (Mendil verilir.) Teşekkür ederim. Nasılsın bu akşam?

ROBERT: Gergin. Biraz gerginim. Bu gece coşkulu bir oyun olacak. Gerilmiş yay gibiyim.

JOHN : Hmmm.

ROBERT: Ama sinirli değilim.

JOHN : Hayır. Hiç sinirli olmam. Sahnede hemen hemen hiç sinirli değilimdir. Hep oyunumu oynamaya hazırımdır. Çok güzel bir fırça bu.

JOHN : Bu mu?

ROBERT: Yok. Bir santimlik olanı.

JOHN :Bu mu?

ROBERT: Evet. Yeni mi?

JOHN : O yarım santimlik.

ROBERT: Şu mu?

JOHN : Evet.

ROBERT: Yarım santim mi bu?

JOHN : Evet.

ROBERT: (Sessizlik.) Eh, bir hayli eğilmiş, değil mi?

JOHN : Hayır.

ROBERT: Birazcık eğilmemiş mi?

JOHN : Hayır.

ROBERT: Eh, pek de yeni sayılmaz…yeni mi?

JOHN : Değil, epeydir kullanıyorum.

ROBERT: Epeydir ha?

JOHN : Evet.

ROBERT: Uzun zamandan beri mi?

JOHN : Evet.

ROBERT: Nedir, devetüyü mü?

JOHN : Samur.

ROBERT: (Sessizlik.) Samur fırça. Eşyalarına iyi bakıyorsun.

JOHN : Hmmm.

ROBERT: Çok etkileyici. Şey…Sende beni etkileyen şeylerden biri de bu olmuştur.

JOHN : Hmm.

ROBERT: Eşyalarına çok iyi bakarsın. (Sessizlik.) Sana bir şey sorabilir miyim, John?

JOHN : Elbette.

ROBERT: Bana bir iyilik yapar mısın?

JOHN : Nedir?

ROBERT: (Sessizlik.) Bu akşamki sahnemizde..

JOHN : Evet.

ROBERT: Hmm…

JOHN : Ne?

ROBERT: Acaba biraz daha az oynar mısın?

JOHN : Az mı?

ROBERT: Evet.

JOHN : Az mı oynayayım?

ROBERT: Evet…(Sessizlik.)

JOHN : Ne gibi az?

ROBERT: Anlarsın.

JOHN : Demek istediğin…ne demek istiyorsun?

JOHN : Yani sahneni mi çalıyorum? (Sessizlik.) Ne demek istedin?

ROBERT: Hiç. Aklıma geldi de. Sadece estetik açıdan.

JOHN : Hmm.

ROBERT: Yani, biraz az oynasan…

JOHN : Eee?

ROBERT: Anlarsın.

JOHN : Daha az oynasam.

ROBERT: Evet.

JOHN : Eh, eksik olma.

ROBERT: Öyle olman gerekmez.

JOHN : Buna üzüldüm.

ROBERT: Öyle mi?

JOHN : Bu sözü. İçten gelen iyi niyetle söylediğine inanıyorum.

ROBERT: Öyle söylemiştim, John.

JOHN : Biliyorum.

ROBERT: Başka türlü olamazdı.

JOHN : Olamazdı.

ROBERT: Sen de bilirsin ki, olamazdı.

JOHN : Evet, bilirim.

ROBERT: Alınırsan, üzülürüm. (Kalkar, pantolonunun fermuarını çeker.) Kahretsin!

JOHN : Ne?

ROBERT: Fermuarım bozuldu.

JOHN : Çengelli iğne ister misin?

ROBERT: Bende var. (İğneyi arar.)

JOHN : (Kalkar, gitmek üzeredir.) Kadını göndereyim mi?

ROBERT: Yok, yok. Ben yaparım-kahretsin- Hay…kahrolası…

JOHN : Emin misin?

ROBERT: Evet.

JOHN : Kadını istemiyorsun?

ROBERT: Hayır. Kadını istemiyorum. Teşekkür ederim.

JOHN : İğneyi ben takayım mı?

ROBERT: Hayır.

JOHN : Ben yaparım. Bırak takayım.

ROBERT: Yok. Teşekkür ederim. Hayır. Ben yaparım.

JOHN : Haydi canım. Ben takarım. Gel. (iskemleyi çeker.) Şunun üstüne çık. Haydi gelsene. Çık. (ROBERT iskemleye çıkar.) İğneyi ver bana. Haydi. (ROBERT iğneyi JOHN’a verir. JOHN yere düşürür.) Kahretsin. (JOHN yere çömelip iğneyi arar.)

ROBERT: Hay aksi…

JOHN : Başka yok mu?

ROBERT: Yok. Ay, Tanrım, haydi. Haydi gel.

JOHN : Arıyoruz işte. Dur.

ROBERT : İşte! (iğneyi gösterir. JOHN iğneyi bulur. İskemleye gelir, ROBERT’in fermuarını tutturma-

ya çalışır.)

JOHN : Kıpırdama.

ROBERT: Hadi hadi. (JOHN, yüzünü ROBERT’in fermuarına yapıştırır.) Geçirsene.

JOHN : Kıpırdama bir dakika.

ROBERT: Hadi, çabuk, Tanrı aşkına!

JOHN : Tamam. Tamam. Sen biraz şişmanlamışsın.

ROBERT: … Kahretsin… Takacak mısın şunu?

JOHN : Dur. İşte. (iğneyi biçimsiz şekilde geçirir.)

ROBERT: Eksik olma.

JOHN : İyi şov yaptık!

ROBERT: Eksik olma.

SAHNE 9

(Sahnede. Hukuk konulu bir oyundan sahne. ROBERT ve JOHN avukat kılgındadır. Önde, sağda bir yazı masası. Üstünde bir “Intercom” -dahili konuşma aracı- ve puro kutusu, üstünde, çakmak. Masanın sağında döner koltukta ROBERT oturmaktadır. Geride, solda bir koltuk.

Perde açıldığında: ROBERT telefonda konuşmaktadır.

(Dikkat: Bütün tarifler, gerçek sahneye göredir.)

ROBERT: Belki sana acı gelebilir ama bence değil. Seni hep dost bilmişimdir. (Sessizlik.) Biliyorum. Sen de öyle, ben de. (JOHN büroya girer. ROBERT oturmasını işaret eder. Oturur.) Biliyorum..sen de. Ortak bir zeminde buluşuyoruz bence. İlgi alanlarımız tutarlı. (Sessizlik.) Hayır, aynı değil ama benzer, görüşülebilir. (ROBERT, JOHN’a kutudan bir puro uzatır. JOHN istemez. Sessizlik.) Ben de hep öyle düşündüm. (Sessizlik.) Ne zaman? (Sessizlik.) Özür dilerim ama bütün sabah doluyum. (Sessizlik.) Evet? (Sessizlik.) evet? (JOHN kalkar, pencereye gidip dışarıya bakar.) Peki, öyleyse. (Sessizlik.) Bu sorunun. İkimizin de istediği gibi çözüleceğinden kuşkum yok. (Sessizlik.) Bence de. Kıza

söylerim, halleder. (Sessizlik.) Rica ederim. (Sessizlik.) Güle güle. (Telefonu kapatır, JOHN’a) özür dilerim, David.

JOHN : Rica ederim. Hayranlıkla dışarıya bakıyordum.

ROBERT: Ne güzel, değil mi?

JOHN : Sanırım. İnsan baktıkça alışır, kanıksar.

ROBERT: Eh, tam on üç yıl oldu. (Bu sözlerin üstüne basar, anlaşılan konuda önemli yeri vardır.) Ama daha alışkanlık olmadı.

JOHN : Evet. (Sessizlik.) Ne garip değil mi, bazı şeyler nasıl da alışkanlığa dönüşür…

ROBERT: Alışkanlık…evet.

JOHN : Gilian ve ben, söz gelişi. (Sessizlik.)

ROBERT: Evet? (Sessizlik.) Bunu mu konuşmaya geldin? (İntercom çalar. ROBERT konuşur.) Hiç telefon bağlama lütfen. (JOHN’a) Gilian ile aranızda bir şey mi var?

JOHN : Gilian bebek bekliyor.

ROBERT: Ah, ama bu çok güzel, Ne zaman öğrendin?

JOHN : Bu sabah.

ROBERT: Çok güzel, harika!

JOHN : Benden değil.

ROBERT: Değil mi?

JOHN : Değil.

ROBERT: Ya! (Sessizlik.) İnsan böyle zamanlarda bir şey bulur söyler derdim… ama ben…peki, babası kim, biliyor musun, yani söyledi mi?

JOHN : Evet.

ROBERT: Gerçekten mi? Kimmiş, David?

JOHN : Sen, John.

ROBERT: Ben!

JOHN : Sen!

ROBERT: Hayır.

JOHN : Evet.

ROBERT: Amma saçma!

JOHN : Öyle mi?

ROBERT: Sen de bilirsin ki, öyle.

JOHN : Bilir miyim?

ROBERT: Evet.

JOHN : Ah, John, John, John…(Sessizlik.) Artık o puroyu içerim. (ROBERT, JOHN’a puro kutusunu uzatır. İkisi de birer puro alır. ROBERT masa çakmağını alır, puroları yakmaya çalışır. Ama

çakmak çalışmaz. Bir daha dener. Çalışmaz. Bir daha. Çakmak gene yanmaz. JOHN ve ROBERT : İkisi de puroları koklar. İçmemeye karar verir, kutuya geri koyarlar.)

ROBERT: Ben de sana katılacağım. (Sessizlik.) Sana kocasının ben olduğumu söyledi.

JOHN : (Sessizlik.) Hayır. (Sessizlik.)

ROBERT: Sana çocuğun babasının ben olduğumu söyledi.

JOHN : Evet. (Sessizlik) Şimdi ne yapacağız?

ROBERT: Bilmiyorum, David. Tabiî istersen beni vurabilirsin.

JOHN : Evet

ROBERT: Ya da oturup efendice konuşabiliriz. Hangisini istersin?

JOHN : Hangisi daha uygun olur, John?

ROBERT: Bilmiyorum, David, bilmiyorum. (UZUN sessizlik. ROBERT intercom’a göz atar. İntercom çalar. İntercom’a) Telefon bağlamayın demiştim. (Sessizlik. Telefonu JOHN’a uzatır.) Sen konuşsan daha iyi.

SAHNE 10

(Sahne gerisi, kostüm dolaplarının bulunduğu yer. “Çehof” türü bir oyun için giyinmektedirler.)

ROBERT: Pis, adî, aşağılık yaratıklar. İğrenç domuzlar. (Sessizlik.) Kahrolasıcalar. Tümü birden.

JOHN : Kim?

ROBERT: Tümü.

JOHN : Neyin tümü?

ROBERT: (Sessizlik.) Ne?

JOHN : Neyin tümü?

ROBERT: (Sessizlik.) Bilirsin..tümü işte..aşağının bayası..

JOHN : Ne olmuş?

ROBERT: Ne diye karışırlar bize? (Sessizlik.) Ee?

JOHN : Evet.

ROBERT: Ne, evet?

JOHN : Evet.

ROBERT: Çok haklısın. (Alçak sesle, kendi kendine.) Adî manyaklar.

SAHNE 11

(Sahnede. Çehof türû bir oyun Pencerenin arkasında sağda bir ağaç. ROBERT tekerlekli koltukla getirilir.)

JOHN : Ah, sonbahar. (Sessizlik.)

ROBERT: Evet.

JOHN : Ah, güzelim güneş.

ROBERT: Atkımı versene lütfen.

JOHN : Diz örtünü mü?

ROBERT: Evet. (Örtünür.)

JOHN : Annem diyor ki, bir hafta daha, bir hafta kaldı.

ROBERT: Hmm.

JOHN : Bir hafta daha.

ROBERT: Pencereyi kapatır mısın lütfen?

JOHN : Ne? Ne dedin?

ROBERT: Cereyan yok mu?

JOHN : Hafif bir ceryan, evet. (Sessizlik.) Pencereyi kapatayım mı?

ROBERT: Zahmet olmazsa?

JOHN : Yo, ne demek!..Bu pencereye bayılıyorum. (Sessizlik. Pencereyi kapatır.)

ROBERT: Teşekkür ederim.

JOHN : Hmm.

ROBERT: Bu oda..bu oda.

JOHN : Bugün öğleden sonra yola çıkabilsek…

ROBERT :Hmmm…?

JOHN : Haber versek… arabayı getirseler, öğleden sonra yola çıksak…

ROBERT: Ama çok soğuk.

JOHN : Çantaya iki gömlek at… bir de eşarp…

ROBERT: Yollar…

JOHN : Trene ulaşırız. (Sessizlik.) Venedik…

ROBERT: (Sessizlik) Çok soğuk. (Sessizlik.)

JOHN : Bir bardak çay ister misin?

ROBERT: Ne? Evet, teşekkür ederim.

JOHN : Bu odayı seviyorum.

ROBERT: Ben de.

JOHN : Hep severdim. (Sessizlik.)

ROBERT: Ben de.

JOHN : Zili çalayım, çay getirsinler. (Sessizlik.)

ROBERT: Teşekkür ederim.

SAHNE 12

(11. sahneden hemen sonra )

ROBERT: (Atkıyı nefretle yere fırlatır.) Şunu daha sık yıkasalar olmaz mı?

JOHN : Hm.

ROBERT: Burası jimnastik salonu gibi kokuyor.

JOHN : Eski bina.

ROBERT: Evet. Evet. (Sessizlik.) Yorgun musun?

JOHN : Biraz.

ROBERT: Hem…

SAHNE 13

(JOHN ve ROBERT oturmuş, yeni bir oyun okumaktadır. İkisinin de elinde birer kopya vardır.)

ROBERT : İyi. Peki. Kibritin var mı? (JOHN, ROBERT’in sigarasını yakar.) Hmm. Teşekkür ederim.

JOHN :Hmm…

ROBERT: Oldu. İyi. (Oyun metnini okumaya başlar.) Her gün bir başka güne akar gider..Ben benzetili konuşmayacağım… Ha?…

JOHN : Evet.

ROBERT : İyi. “Her gün bir başka güne akar gider…Yakan güneş… Sızlatan ay…Tuz…tuzlu su…”

JOHN : “Yağmur yağacak (Üstüne basarak, aynı anda.) Çok geçmeden…? Ne dedin? Robert (Düşünerek) “Tuz”. “Tuzlu su.”

ROBERT: ha?

JOHN : Özür dilerim. Ne?

ROBERT: Hiç. Düşünüyordum da. “Tuz. Tuzlu su.” Ha? Düşünsene. Düşünü burada açıklıyor sana. (Sessizlik.)

JOHN : Hmm.

ROBERT: (Sessizlik.) Tuz! Ter. Yaşamı akıp gidiyor.

(Sessizlik.) Sonra tuzlu su! Ha?

JOHN : Evet.

ROBERT: Denize..

JOHN : Evet.

ROBERT: Tamam. İyi. (Baştan alırlar.) “Her gün bir başka güne akar gider. Tuz. Tuzlu su.”

JOHN : “Yağmur yağar, çok geçmeden.”

ROBERT: “Yağmur mu? Sen ne bilirsin yağmuru? (Sessizlik.) Benim yaşamım denizde geçti, bildiğim tek şey de, bilmezliğimin boyutudur. Yani, bilmezliğim tamdır, oğlum. (Sessizlik.) Benim bilmezliğim, tamdır, eksiksizdir.”

JOHN : “Yağmur yağmalı.”

ROBERT: Bu da nağmesi..ara nağme. Sahne boyunca, adam inişi sürdürmüş: “yağmur yağmalı”. Dikkat edersen, oyun boyunca, hep aynı şeyi yapmış. (Sessizlik.)

JOHN : Hmm.

ROBERT: Devam et.

JOHN : (Sessizlik.) “Yağmur yağmalı”.

ROBERT: “Sen git bunu deniz piyadelerine söyle.”

JOHN : “Yağmazsa oynatacağım.”

ROBERT: Bak işte: “yağmur yağacak”, “yağmur yağmalı”, “yağmazsa”.. Tamam. Tamam. “Ağır ol, oğlum…sakın terleme, bu kötü olur. (Sessizlik.) İnan bana.” (Sessizlik.)

JOHN : “Buradan sağ çıkmayız.” (Sessizlik.) Çıkar mıyız?”

ROBERT: “Nasıl söyleyeyim dersin?”

JOHN : “Doğruyu söyle”. (Sessizlik.)

ROBERT: “Oğlum. Hiç ama hiç umut yok….(Sessizlik, derin derin düşünerek.) Hiç umut yok… Buradan sağ çıkamayız”… (Sessizlik.) Ha? Adam oyunu denizin ortasına kurmuş, ıssız denizde kala kalmışız, bize, deniz yaşamın ta kendisidir, diyor, ama denizden sağ kurtulamıyoruz. (Sessizlik.) Ha? (Sessizlik.)

JOHN : Evet.

ROBERT: Amma yazıyor adam…Tamam. Tamam. (Sessizlik.) Haydi, biraz daha baştan alalım. (Sessizlik.)

JOHN : (iç çeker) “Yağmur yağar, çok geçmeden…”

SAHNE 14

(ROBERT ve JOHN iki temsil arasında, makyaj masasında yemek yemektedir.)

ROBERT: Bugün öğleden sonra elemeye gittin, değil mi?

JOHN : Evet.

ROBERT: Nasıl geçti?

JOHN : Bence iyi.

ROBERT: Ya?

JOHN : (Sessizlik.) Çok iyi karşıladılar. Bence iyi geçti.

ROBERT: Sana nasıl geldi?

JOHN . İyi geldi. Beğendiler.

ROBERT: Bu güzel işte.

JOHN : Bana öyle geldi.

ROBERT: Bu çok güzel. (Sessizlik. Yemek yer.) İki tür olgu vardır.

JOHN :Öyle.

ROBERT: (Sessizlik.) Elimizde olan ve elimizde olmayan.

JOHN : Hmm.

ROBERT: Bir başkasının bizim hakkımızdaki düşüncelerinin oluşumu bizim elimizde değildir.

JOHN : Değildir.

ROBERT: Bu, onların bileceği iştir. Belki keyifsiz adamlardır, belki sıkıntıdadırlar. Belki de sinir bunalımı geçiriyorlardır.

JOHN : Ördek nasıl?

ROBERT: Çok iyi. (Sessizlik.) Oysa kendi davranışlarını yönlendirmek insanın kendi elindedir. Kendi amaçlarını…

JOHN : Ekmek verir misin?

ROBERT : İşte insanın elinde olan tek şey budur.

JOHN : Ekmek verir misin?

ROBERT: Ekmek mi yiyorsun?

JOHN : Evet.

ROBERT: Ya. (Sessizlik.) Al. İşte.

JOHN : Sağ ol.

ROBERT: Ama, eğer seni beğenmemiş olsalardı da, bu senin iyi bir oyuncu olmadığın.. anlamına gelmezdi.

JOHN : Hayır. Bunu bildiğimi sanıyorum.

ROBERT: Evet. Bence biliyorsundur. (Sessizlik.) Evet.

Ama seni beğendiklerine sevindim.

JOHN : Teşekkür ederim.

ROBERT: Peki, ne zaman işe alacaklar seni?

JOHN : Bilmiyorum.

ROBERT: Alırlar umarım.

JOHN : Ben de öyle.

ROBERT: Senin için çok iyi olur.

JOHN : Evet. (Sessizlik.)

ROBERT : İyilere iyilik yaraşır.

SAHNE 15

(Sahne gerisi. Giyinme odası. ROBERT, biraz sonra başlayacak olan “Fransız Devrimi” için giyinmektedir, pabuçlar, peruklar, kolonlar, vs.)

ROBERT: Bu zırvalığı prova giysileriyle oynamalıydık, değil mi? Ha? Blucin, tişört filan, biraz canlanırdı, değil mi?

JOHN : Evet.

ROBERT: Ha? Biraz yürek katardık. (Sessizlik.) Canı cehenneme deneme sahnesinin. Sanatsal denemeye boş ver. Ha?

JOHN : Doğru.

ROBERT : İyi bellemişsin sen de..(Sessizlik.) İki oyuncu, üç beş laf …ve izleyici…İşte bu kadar derim ben. Kes at gerisini.

SAHNE 16

(Sahnede. Siper. Boz bir sahada ROBERT tek başınadır. Koca bir Fransız bayrağı taşımaktadır. Sahne gerisinde hayali bir kalabalığa karşı konuşmaktadır.)

ROBERT : İnsanlar gerçek diye haykırmaktadır. İnsanlar iğrenç yalanlar ve yılların cefasından kurtulmak için, özgürlük için…ruhun ve bedenin çektiklerinden kurtulmak için haykırmaktadır. Yürektir seslenen: Bellek. İnsanın hep zincire vurulduğunu vurgular… İnsan hep prangada yaşamıştır. (Sessizlik.) Ekmek, ekmek, ekmek diye bir ağızdan haykırır insanlar…bizler de, başımızı, kadehlerimizin, kitaplarımızın…gazetelerimizin içine gömdük, çığlıklarına kulaklarımızı tıkarız… Yeter! Yeni bir gün doğuyor… Kendini geçmişe bağlayıp teselli arayanların işi bitiktir… Onların ruhu tarihe gömülecektir, kafaları sırıkların tepesinde yönetimin kuruluşları arasında dolaşacaktır. Biz artık geleceğe bakmalıyız… (Başını geriye atar, perukası düşer.) Başımız kadınları iki göğsünün arasında, konum ya da servetin korunmasından daha üstün bir korunum için kaygımız. Artık, kendimizi ruha adamalıyız. İnsanlık ruhuna; yaşama! (Sessizlik.) Engellere. (Sessizlik.) Ekmek, ekmek, ekmek…

SAHNE 17

(Makyaj masasında. İkisi de “kurtarma” sandalı için “aynada” makyaj yapmaktadır.)

ROBERT: Makyaj masası..yapay ışık. Pudra kokusu. Aletler. Tüpler. Fırçalar. Kâğıtlar. (Sessizlik.) Krem. (Sessizlik.) Yağlı kremler. (Sessizlik.) Boyalar. Neymiş? Biraz pat, biraz renk…çözümle, elde ne var? Anlarsınız, bütünün parçaları, oysa insan bunu her şey için böylece söyleyebilir…karıştır, paketle, bir de etiket yapıştır, makyaj masasına yerleştir…bir iki de fırça…

JOHN : Lütfen susar mısın? (Sessizlik.)

ROBERT: Seni rahatsız mı ediyorum?

JOHN : Evet, ediyorsun.

ROBERT: (Sessizlik.) Yani, nezaket kurallarını bozmana neden olacak kadar mı?

JOHN : Ne bozması? Ne nezaketi?

ROBERT :John…

JOHN : Ne var?

ROBERT : İnsan tiyatroda benim kadar eskimişse…

JOHN : Bunu daha sonra konuşsak…

ROBERT: Bence bunda sana yararlı olacak bir çift laf var.

JOHN : Öyle mi dersin?

ROBERT: Evet.

JOHN : Dinleyelim öyleyse.

ROBERT: Pekâlâ. Sen de biliyorsun ki, John, davranışının pek de iyi olduğu söylenemez. Hiç. Hem de hiç.

JOHN : (Sessizlik.) Öyle mi? (Sessizlik.)

ROBERT: Tiyatro, kapalı bir toplumdur. Çoğu zaman. İş arkadaşlarımızın düşünceleri, duyguları, coşkularına dayanırız. Duyarlılıklarına. (Sessizlik.) Gövdeler.. biçimler dolanır, değişir. Bu bir incelik kuralıdır, ha? Birbirimizle kişisel ilişkilerimizde. Ha, John? kişisel ilişkilerimizde. (Sessizlik.)

JOHN : Hmm.

ROBERT: Bir kuşak tohumu atar. Oluşumu yöneltir… yani, gelecek kuşaklar için… kendi davranışlarının düzeyiyle. Sadece süreç içinde değil, ama doğal olarak da. (Sessizlik.) Çeneni tu-

tarak çok şey öğrenebilirsin.

JOHN : Öğrenebilirsin.

ROBERT: Evet. Şimdi davranışlardan söz etmenin sırası değil.

JOHN : Sahneye çıkmadan önce.

ROBERT: Evet. Oysa, “sahnede yaşam”, davranış değil de nedir?

JOHN : (Sessizlik.) Ne?

ROBERT: Çok, çok küçücük bir farktır. (Sessizlik.)

JOHN : Fırçanı kullanabilir miyim?

ROBERT: Evet. (JOHN’a fırçayı verir). İnsanın bunları konuşması gerekir, John, yoksa tüm toplumun gittiği yola gideriz.

JOHN : Ya o nedir.

ROBERT: Her şeyi oluruna bırakmak, ayrı düşmek ve ölmek. (Sessizlik.) İster sahnede. İster toplumun bütününde. Bir kural olmalı, bir anlam olmalı, gelenek olmalı.

JOHN : (Sessizlik.) Sana çeneni tut dediğim için üzüldüm.

ROBERT: Beni bu kadar kolayına kazanamazsın.

JOHN : Öyle mi?

ROBERT: Öyle.

JOHN : (Sessizlik.) Kremi verir misin, lütfen?

ROBERT: Elbette. (Kremi verir) İşte, al.

JOHN : Teşekkür ederim.

SAHNE 18

(Ünlü kurtarma sandalı sahnesi. Sahnede JOHN ve ROBERT ve RAFT üzerindedir. RAFT’ın biçimi şöyledir: Bir yanında JOHN, diğer yanında ROBERT oturmaktadır. RAFT, sahne boyunca sallanır. Bir deniz kazasından sonra üst baş nasıl olursa, öyle giyinmişlerdir.)

ROBERT: “Her gün bir başka güne akar gider…Yakan güneş… Sızlatan ay…Tuz…tuzlu su…”

JOHN : Yağmur yağar çok geçmeden.

ROBERT: Yağmur mu? Sen ne bilirsin yağmuru? Benim yaşamım denizde geçti, bildiğim tek şey de bilmezliğimin boyutudur. Yani, bilmezliğim tamdır, oğlum. Benim bilmezliğim tamdır, eksiksizdir.

JOHN : Yağmur yağmalı.

ROBERT: Sen git bunu deniz piyadelerine söyle.

JOHN : Yağmazsa oynatacağım.

ROBERT: Ağır ol oğlum…sakın terleme, bu kötü olur. İnan bana.

JOHN : Buradan sağ çıkmayız…Çıkar mıyız?

ROBERT: Nasıl söyleyeyim dersin?

JOHN : Doğruyu söyle. (Sessizlik.)

ROBERT: Oğlum. Hiç ama hiç umut yok.. (Sessizlik, derin derin düşünerek) Hiç umut yok..Buradan sağ çıkamayız. (Sessizlik.) Ama sana bir şey diyeyim mi? (Sessizlik.) Kendini koyuverme. Neden dersin? Çünkü işte denizde yaşam budur.

JOHN : Sana bir şey diyeyim mi?

ROBERT: De bakalım.

JOHN : Sende bu laflardan çok var. Bana insan ve Denizden söz etme, çünkü bu laflar artık geçmiyor. Zaten geçerli değildi ya. Yo, belki öyledir. Eskiden. İnsan neyi göze almışsa, onun sonucuna da katlanırdı. Gemisiyle tehlikeyi göze alırdı…kendi başına gelecekleri göze alırdı… Oysa şimdi… Şimdi biz öleceğiz çünkü kahrolasıca gemi sahibi, gemisini sağlam ve güvenceli yapacağına tayfasını pahalıya sigorta ettirmiş. (Sessizlik.) İşte BUNUN için

ölüyoruz… (Sessizlik, Genç Adam artık dayanamaz ve hıçkıra hıçkıra ağlar.)

ROBERT: (Sessizlik. Ufukta bir gemi görür, üstüne basarak) Danny…Danny… BİR GEMİ!!.. (İkisi de RAFT’ta ayağa kalkar ve geminin dikkatini çekmek için haykırmaya başlar.)

SAHNE 19

(Perde açılır. JOHN ve ROBERT sahne dışında, yanda durmaktadır. İkisi de Amerikan İç Savaşı askerleri kılığındadır. JOHN gitmek üzeredir. Elinde bir mücevher kutusu vardır. İkisi de, bu sahne süresince alçak sesle konuşur, sanki sözünü ettikleri hazin olay, o anda, onlar konuşurken sürüp gitmektedir.)

ROBERT: Geçici, bir anlık, geçici...(Sessizlik.)

JOHN : Ne?

ROBERT: Geçici, bir anlık, geçici…(Sessizlik.)

JOHN : Ne diyorsun sen?

ROBERT: Vakit geçiyor. (Sessizlik.)

JOHN : Bundan sonra ne geliyordu? (Kendi kendine) Adamlarınız bir araya geldi, hanımefendi, sizin bunu isteyeceğinizi düşündüler.

ROBERT: Kadın burada “teşekkür ederim” der.

JOHN : Bunu ben de biliyorum. Ondan sonrası. Ondan sonra ne geliyor?

ROBERT: Senin lafların mı?

JOHN : Evet.

ROBERT: Şey…

JOHN : Oyun yanında mı?

ROBERT: Neden yanımda olsun?

JOHN : Ben gidip alayım.

ROBERT: Dur. Ben biliyorum o lafları…

JOHN : Nedir?

ROBERT: Şey, sen ona saati verdikten sonra, değil mi?

JOHN : Evet.

ROBERT: Tamam. Sen ona saati veriyorsun.

JOHN : E? Sonra?

ROBERT: Uf be…karıya saati veriyorsun: “hanımefendi,

biz düşündük de…”

JOHN : “Adamlarınız bir araya geldiler hanımefendi…”

ROBERT: Evet. Ve… şey… Ay, ne saçma… Sen ona saati veriyorsun. O ne diyordu?

JOHN : “Teşekkür ederim”. (Sessizlik.)

ROBERT: Hay aksi. Sen en iyisi git oyunu al. Ben alayım mı?

JOHN :Şşşş…

ROBERT: Ne?

JOHN : Sus. Repliğimi almaya çalışıyorum. (Sessizlik.)

ROBERT: Ne oluyor?

JOHN : Şşşş. (JOHN sahneyi gözetler.)

ROBERT: Ne?

JOHN : Sus. Repliğimi almaya çalışıyorum. (Sessizlik.)

ROBERT: Neler oluyor? (Sessizlik.)

JOHN : Sanırım antre kaçırdım. (Sessizlik.) Sanırım antre kaçırdım. (Sessizlik.)

ROBERT: Ne oluyor?

JOHN : Şşşş. (JOHN sahneyi gözetler.)

ROBERT: Görebiliyor musun?

JOHN : Ben görüyorum. (Sessizlik.) Ben giriyorum. (Sessizlik.) Ben giriyorum. (Sessizlik.) Ne yapsam? (ROBERT omuz silker. Sessizlik.) Tanrım. Ben giriyorum.

ROBERT: Gidip oyunu getireyim mi?

JOHN : Antre kaçırdım… antre kaçırdım.

ROBERT: Peki, haydi gir…Gir sahneye (Sessizlik.)

JOHN : Tanrım, antre kaçırdım.

ROBERT: Haydi, girsene sahneye.

JOHN : (Sahneye girer) “Bayan Wilcox, bayan Wilcox, hanımefendi? Adamlarınız bir araya geldiler…”

SAHNE 20

(Sahne gerisi. JOHN sokağa çıkmak için giyinmektedir. ROBERT girer.)

ROBERT: (Kendi kendine, ağır ağır) Ah Tanrım, Tanrım, ah Tanrım. (Sessizlik. JOHN’u görür. JOHN’a) Yeni bir kazak mı?

JOHN : Evet.

ROBERT: Güzelmiş.

JOHN :Hmm…

ROBERT: Nedir?

JOHN : Ne?

ROBERT: Nedir? Kaşmir mi?

JOHN : Bilmem.

ROBERT: Yakışmış.

JOHN : Teşekkür ederim.

ROBERT :Hmmm…

SAHNE 21

(Sahne gerisi. JOHN telefondadır. Beklemektedir. ROBERT girer.)

ROBERT: Herkes bir parça istiyor. Hepsi birer parça istiyor.

JOHN : (Telefona) Beklerim.

ROBERT: Olgun çağımızı, beceriksiz acemilerin düzeyine inerek harcıyoruz. Yüzde oncular, cici aşıklar, herkes aynı yatağı paylaşıyor. Ajanlar. Kan emiciler. Mezar hırsızları. Biz kimi? Sanki?

JOHN : Kim? (Telefona) Alo?

ROBERT: (Sessizlik.) Evet, kim.

JOHN : (Telefona) Bayan Erenstein’ı bekliyorum.

ROBERT: Birbirimizle konuşamazsak…Kendi iş arkadaşlarımızdan başka kimimiz var? Bu da yoksa, elde başka ne var? Bizim dilimizden anlayan başka kim var? Ha?

JOHN : Ya yetenek?

ROBERT: Ne olmuş yani? (Sessizlik.) Ya insanlık? (Sessizlik.)

JOHN : Ne?

ROBERT: Bilmiyorum. (Sessizlik.) Hadi, bir tek atalım.

JOHN : Telefondayım.

ROBERT: Kapat gitsin.

JOHN : (Telefona) Alo, Bonnie? Ben, John. Nasılsın?

ROBERT: Kendimizi tutsak ediyoruz.

JOHN : (Telefona) Hayır!

ROBERT: Tanrım.

JOHN : (Telefona) A, teşekkür ederim. Çok teşekkür ederim. (Sessizlik) Film de mi?…Öyle mi? Öyle mi? Defterime bakarım.

ROBERT : İnsan bir tek atmak için defterine mi bakarmış? (Kendi kendine.) Bir tek, kendi başına gelmez.

JOHN : (Telefonun ağzını eliyle kapatır.) Bu kim biliyor musun?

ROBERT: Ben içki içmeye gidiyorum. Çünkü şimdi içmeliyim. Ne dersin?

JOHN : Neden? (Sessizlik.)

ROBERT: Tam zamanı da ondan. (Çıkar.)

JOHN : (Telefona) Evet. Saat onbir çok iyi. (Sessizlik.) Harika!

SAHNE 22

(Sahne gerisi. ROBERT ve JOHN makyajlarını çıkarmaktadır.)

ROBERT: Pis, adi yaratıklar..

JOHN : Hmmm..Kâğıt mendil verir misin?

ROBERT: (Mendili verir.) Seni yapmadığın işler için över, bir anlık zaferini yererler. Ne anlarlar? Onlar hiçbir şey yaratmazlar ki…Ön kapıya gelirler. Bilet bile almazlar.

JOHN : Hayır.

ROBERT: Seni çok fazla övdüler. Seni, eleştiri yazılarından koparmak istemem. Sen övgüye değersin John, hem de en büyük övgüye.

JOHN : Teşekkür ederim.

ROBERT: Ama seni övdükleri şeyler için değil.

JOHN : Sana göre.

ROBERT: Evet, John, evet. (Sessizlik.) Bundan sonra,

kime kulak astığına dikkat etmelisin. Kimden öğüt aldığına.

JOHN : Evet.

ROBERT: Asla…

JOHN : Evet.

ROBERT: Sonunda senin elde edeceğin başarıdan…

JOHN : Tarağımı verir misin lütfen?

ROBERT: Belirli bir çıkarı olmayanlardan öğüt dinleme.

JOHN : Peki, dinlemem.

ROBERT: Ya da, bunun dışında, Tiyatronun Güzelliği dergisinde…

JOHN : Bence konunun özüne değinmişlerdi.

ROBERT: Demek öyle düşündün.

JOHN : Evet.

ROBERT: Senin eleştirilerin konusunda.

JOHN : Evet.

ROBERT: Boş gurur bir yana…

JOHN : Evet.

ROBERT: Ah, gençlik, gençlik, gençlik, gençlik.

JOHN : Gençliğe öğüt veren deneyim.

ROBERT: Ha, anlıyorum.

JOHN : Eşarbımı verir misin lütfen?

ROBERT: (JOHN’a kendi boynundaki eşarbı verir. JOHN’un makyaj masasındaki havluyu alıp yüzünü siler. Sessizlik.) Seni pis budala.

JOHN : Ne dedin?

ROBERT: Sanırım duydun ne dediğimi. (Sessizlik.)

JOHN : Robert.

ROBERT: Ne var?

JOHN : Bundan sonra kendi havlunu kullan.

ROBERT: Havlularım çamaşırlıkta.

JOHN : Git de al.

SAHNE 23

(Karanlık bir sahne. Bir tek lamba yanmaktadır. Perde açıktır. JOHN prova yapmaktadır. Not: Bu sahnede ROBERT, hiçbir zaman sahne üzerinde görülmez.)

JOHN : “Şimdi tüm gençliğin yüreğinde ateş var. İnce coşkular yerli yerinde. Kahramanlar ve onur düşünleridir Her yiğidin yüreğinde yatan.”

ROBERT: (Sahne dışında. Görünmez.) Ah, oyuncunun bal tadında zehri. Boş salonda, boş sahnede prova…

JOHN : İyi akşamlar.

ROBERT: …ama yaşam dolu, eylem dolu, direnç ve gençlikle dopdolu. (Sessizlik.) Lütfen devam et…(Sessizlik.) Lütfen, lütfen devam et. Etmeni çok isterim. Özür dilerim. Bu seni sıkar mı? Birinin seni izlemesi, seni sıkar mı? Özür dilerim, seni anlarım. (Sessizlik.) İyi. Hem çok iyi. Bir süredir seni izliyordum. Umarım kızmamışsındır. Kızdın mı?

JOHN : Geleli ancak bir iki dakika olmuştu.

ROBERT: Ben de seni bu süre boyunca izledim. Öylesine uzun geldi ki… Öylesine dopdoluydu ki…Çok iyisin John. Son zamanlarda sana bunu söylemiş miydim? Çok iyi bir oyuncu olma yolundasın. Gençliğin yanılgısı, gençliğin ön koşuludur. Gençliğin ön koşulu, gençliğin yanılgısını taşımaktır.

JOHN : Uygun düşer, evet…

ROBERT: A, benimle eğlenme, John. Benimle eğlenmemelisin. Çok kolay bu. Sana da yaraşmaz yok. Bu da öğrenmeniz gereken bir ders. (Sessiklik.) Senin öğrenmen gereken bir ders.

JOHN : Neymiş o?

ROBERT: Samimiyetle zaafı karıştırma, acıtan bir yanılgıdır JOHN. (Sessizlik.) Hem sana bir şey diyeyim…

JOHN : Peki.

ROBERT: Tiyatro konusunda, tiyatrodan yana bu harika bir şeydir ve John, yaşama en çok uyan yan-

larından biridir.

JOHN : Neymiş o?

ROBERT: (Sessizlik.) Yalnızca şu. tiyatroda, yaşamda olduğu da yaşamın bir parçasıdır…değil mi?…Ne dediğimi anlıyor musun? Şunu demek istiyorum, bir bakkal dükkânında da harcadığın vakti ayırt edemezsin…o da yaşamın bir parçasıdır (Sessizlik.)…Üstelik sahnede olup bitenler de…bir bakıma…yaşamın kendisidir… demek istediğim…senin yaşamının bir parçasıdır. (Sessizlik.) İşte, bu da nedenlerin biri… benim böylesine mutlu ve doyumlu olmamın… nedeni…böyle de diyebilirim…seni, gençliği tiyatroda görmemdir..İnsanın kendi çocuğundan farklı da değildir…izini sürdürürken…izinde giderken…onlardan önce gelenlerin…(Sessizlik.) Ne demek istediğimi anlıyor musun? Anlamış olmanı çok isterdim. Anlıyor musun? John? (Sessizlik.) Peki…peki…iyi geceler, John.

JOHN : İyi geceler.

ROBERT: İyi geceler…Görüşürüz. (Elsallar. Çıkmak üzeredir.)

JOHN : İyi geceler. (Uzun sessizlik. JOHN, ROBERT’in çıktığı kulis kenarını gözler. JOHN sahneye çıkar.) “Şimdi çimenleri satıyorlar at almak için, Kralların parlak yansısı izlenirken Habercilerin kanatlı topuklarıyla, (Sessizlik.) Çünkü artık havada beklenti var, Ve ardında gizli kılıç.” (Sessizlik. Kulise konuşur) Döndün mü? Robert? Geri geldin mi? (Sessizlik.) Seni görüyorum orada. Orada seni görüyorum Robert.

ROBERT: (Sahne gerisinden) Çıkıyordum.

JOHN : Çıkmıyordun…Seni…bana bakıyordun.

ROBERT: Tam çıkarken, John. Tam çıkarken…Ama sen beni küçücük ettin John, küçücük…Hiç, hiç iyi değilim…

JOHN : Ağlıyor musun? Ağlıyor musun Robert? Tanrı aşkına? (Sessizlik.) Tanrım. Ağlıyor musun?

ROBERT: Evet. (Sessizlik.)

JOHN : Öyleyse, kes ağlamayı.

ROBERT: Peki, keserim.

JOHN : Hayır. Şimdi kes. Kes. Lütfen. (Sessizlik. ROBERT ağlamayı keser.)

ROBERT: Oldu mu?

JOHN : (Sessizlik.) Evet. (Sessizlik.) İyisin ya?

ROBERT: A, evet. İyiyim. Bir şeyim yok. Teşekkür ederim John. (Sessizlik.) Eh, öyleyse ben de… Sen biraz çalışacaksın değil mi?

JOHN : Evet.

ROBERT: Eh, öyleyse ben de…Şey, nasıl olsa gidiyordum. (Sessizlik.) İyi geceler. İyi geceler John.

JOHN : (Sessizlik.) Artık iyisin ya? (Sesini yükseltir.) Robert! İyisin ya artık?

ROBERT: (Sahne gerisinden, uzaktan.) Evet. Teşekkür ederim. Evet. Artık iyiyim. (Sessizlik.)

JOHN : (Tekrar sahneye döner, çalışmaya başlamak üzeredir.)

ROBERT: (Sahne gerisinden, uzaktan) Bana kızmadın ya?

JOHN : Hayır.

ROBERT: Emin misin?

JOHN : Evet. (Sessizlik.)

ROBERT: Buna sevindim John. (Sessizlik.) Teşekkür ederim, John.

JOHN . İyi geceler Robert. (Sessizlik.) Robert? (Sessizlik. JOHN sahneye döner.) “Şimdi tüm gençliğin yüreğinde ateş var…” (Sessizlik) Robert?

ROBERT: (Sessizlik.) Efendim, John?

JOHN : Orada mısın?

ROBERT: Evet John.

JOHN : (Üzerine basarak) …Kahretsin!

SAHNE 24

(Sahne üzerinde. “Doktor” sahnesi. ROBERT ve JOHN “yeşil” operatör giysileriyledir. Bir mankeni ameliyat etmektedirler. Manken ameliyat masasındadır, çarşaflara sarılıdır.)

ROBERT: Şurayı biraz çek doktor, olur mu..tamam çok iyi.

JOHN : Ah, bir sigara için neler vermezdim.

ROBERT: Eee, bir iki dakika daha sabredersen, birlikte içeriz. (Sessizlik.) Sinirli misin Jimmy?

JOHN : Hayır. Evet.

ROBERT: Sinirlenmeye hiç gerek yok. Birkaç yıl sonra, bu işi uykunda bile yaparsın. Çek, Retraktör. (Çalışır.) Hayır, büyük retraktör.

JOHN : Özür dilerim.

ROBERT: Ziyanı yok. Bir tane daha versene. (Çalışır.)

JOHN : (Göstererek) Nedir bu? (Sessizlik. ROBERT belli belirsiz, başını iki yana sallar. JOHN evet der gibi başını sallar.) Nedir bu? (ROBERT belli belirsiz ama sertçe gene başını sallar. Sessizlik. JOHN, ROBERT’a bir şey fısıldar, ROBERT, JOHN’a bir şey fısıldar. Sessizlik.)

ROBERT: (Doğaçlama) Sen bana..bana verir misin elektrosunda ne vardı…hem…şeyde…okur musun lütfen… (JOHN’a sahne gerisini işaret eder) Yok…şeyde canım… bu adamın raporlarını getirir misin?

JOHN : (Göstererek) Bu da ne??!!

ROBERT: Neymiş ne olan? Ha?

JOHN : Dalağın yanındaki ne? (Sessizlik) Dalağın yanındaki garip parça ne?

ROBERT: Ne?

JOHN : Dalağın yanındaki GARİP PARÇA? (Sessizlik.) İşte oradaki?

ROBERT: Hayır, bence yok. Daha bir süre dalağın yanında garip bir parça göremezsin. Onun için lütfen…bu adam şok geçirdiğine göre…lütfen bana raporlarını getirir misin? Şey, tahlil sonuçlarını filan…? Lütfen bunu yapar mısın benim için?

JOHN : (Üstüne basarak) Bu satırları geçmiştik Robert.

ROBERT: Ne yazık ki seninle aynı görüşte değilim doktor. Lütfen bu adamın raporlarını getir ve oku bana. Olmaz mı? (Sessizlik.) Tanrı aşkına.

JOHN : Bu sözler öbür sahnedeydi.

ROBERT: Hayır değildi. Adam şok geçiriyor. Şokta..Ben de sana bozulmaya başlıyorum. Şimdi: Bu mesleğe devam etmek istiyorsan, bana raporu oku olmaz mı? Bu hastanede kalacaksan? (Sessizlik.) Polis mi çağırayım?!! (Sessizlik.) Sende hiç yürek yok mu? Adam derin bir şokta!!. (Sessizlik. JOHN maskesini çıkartır ve gider.) Ya şimdi nereye gidiyorsun? (Sessizlik.) Seni hain seni! Çekip giden hain! (Gene sessizlik. Seyirciye. Üstüne vurarak. Doğaçlama. Operatör maskesini çıkartır.) Bayanlar, baylar. Bugün burada gördüğümüz… en iyi ve en çağdaş koşullarda uygulanan başarılı bir ameliyatın… “kusursuz” demesem de..çok güzel bir örneğidir..telaş en aza indirilmiştir…telaş…kargaşa ve kaygı en alt düzeydedir…umarım siz de…(Perde üzerine kapanmaktadır.) Siz de her dakikasını…(Perde kapanmıştır. Durur. ROBERT ortaya seslenir) Kimsede oyunun metni yok mu?

SAHNE 25

(Sahne gerisi. ROBERT görünür, perişandır. Sağ eliyle sol bileğini tutmaktadır. Bileği, kan lekeli bir havluya sarılmıştır.)

ROBERT: Eyvah..eyvah..kendimi yaraladım.

JOHN : (Çalar.) Ne yaptın?

ROBERT: Kanıyor. Ah, Tanrım..

JOHN : Vay canına!

ROBERT: Ne budalaca bir kaza. Aklın yatar mı buna?

JOHN : Haydi gel.

ROBERT: Nereye?

JOHN : Hastaneye gidiyoruz.

ROBERT: Yo, yo…Yok, olmaz. Bir şeyim yok benim.

JOHN : Haydi gel.

ROBERT: Yok, olmaz. Yoksa ne derler? Şaka bir yana…

(Sessizlik.) Hayır. Benim bir şeyim yok. Jilet kaydı, şimdi iyiyim. Bir an kötüydüm. Gerçekten. (Sessizlik.) John…(Sessizlik.) John…

JOHN : Ne var?

ROBERT: Bilir misin, eskiden “oyuncu gibi sinekkaydı traş olmuş” derlerdi? (Sessizlik.) Bilir miydin bunu?

JOHN : İyi misin?

ROBERT: Evet, tabiî çok iyiyim. Birazcık kan kaybettim o kadar. Hiçbir şey değil, canım. (Sessizlik.) Aksilik işte. (Sessizlik.) Sinekkaydı…

JOHN : Kuzum senin neyin var?

ROBERT: Hiç, hiçbir şeyim yok. Elim kaydı. (Sessizlik.) Yorgunum. O kadar. Yorgunum. (Sessizlik.) Dinlenmem gerek. Hepimiz dinlenmeliyiz. Bu kadarı çok fazla. Bu kadarı çok fazla. Yorgunum. (Sessizlik.) Anlıyor musun?

JOHN : Neyse. Şimdi doktor çağıracağım.

ROBERT: Olmaz. Çağırmayacaksın. Olmaz. Lütfen. Yorgunum o kadar. Eve gideceğim…Yorgunum o kadar. Uykusuzken, her şeyi apaçık görebildiğimizi sanırız. Oysa göremeyiz. Kendimi yaraladım. Musluğu da kirlettim. (Sessizlik.) Artık eve gidiyorum.

JOHN : Ben de seninle gelirim.

ROBERT: Yok. Teşekkür ederim. Eve yalnız giderim. Dinlenmeliyim o kadar. Teşekkür ederim. (Sessizlik.) Ama gene de teşekkür ederim.

JOHN : Seni evine götüreyim.

ROBERT: Ne? Hayır. Ben biraz burada oturayım. (Sessizlik.) Bir şeyim kalmaz. Yarına bir şeyim kalmaz. Gene her zamanki gibi olurum. Daha şimdiden iyiyim. (Gülümser, sessizlik.) Bir dakikacık dinleneceğim, o kadar…Sonra eve giderim. (JOHN bir an ROBERT’e bakar, sonra çıkar. ROBERT bir an sahnede kalır, sonra yavaş yavaş çıkar.)

SAHNE 26

(Sahne gerisi. Bir temsil bitmiştir, perde açıktır. ROBERT ve JOHN sokağa çıkmak üzere giyinmişlerdir. Şapka ve palto giymişlerdir.)

ROBERT: Bu akşam merdiven sahnesini çok sevdim.

JOHN : Öyle mi?

ROBERT: Şiir gibiydi. (Sessizlik.)

JOHN : Bence idam sahnesi de nefisti.

ROBERT: Öyle mi? Beğendin mi?

JOHN : Evet beğendim. (Sessizlik.)

ROBERT: Teşekkür ederim. Hava soğuyor, değil mi?

JOHN : Evet.

ROBERT: (Kendi kendine) Hava soğuyor. (Yüksek sesle) Bilir misin, babam hep benim oyuncu olmamı isterdi.

JOHN : Sahi mi?

ROBERT: Hep benim…(Sessizlik.)

JOHN : Ya! (Çıkmaya hazırlanır. Gidip bir şemsiye alır.)

ROBERT: Yağıyor mu?

JOHN : Sanırım yağacak. Sigaran var mı?

ROBERT: (Bir paket sigara çıkartır. İki sigara alır, birini kendine saklar, öbürünü JOHN’a verir.) Evet. Hep benim oyuncu olmamı isterdi.

JOHN : Teşekkür ederim.

ROBERT: Hmmm.

JOHN : Kibritin var mı?

ROBERT: Çıkıyor musun?

JOHN : Evet.

ROBERT: Nereye? Bir davet mi var?

JOHN : Hayır. Bir kaç arkadaşla çıkıyorum.

ROBERT: Ya.

JOHN : Kibritin var mı?

ROBERT: Yok. (JOHN makyaj masasında kibrit arar.)

JOHN : Sen de bir yere gidiyor musun bu akşam?

ROBERT: Bilmem. Herhalde.

JOHN : Hmmm.

ROBERT: Bugünlerde pek iştahım yok.

JOHN : Yok ha?

ROBERT: Yok.

JOHN : Neden?

ROBERT: Acıkmıyorum. (JOHN kibrit bulur. Elinde şemsiye vs. İle yakmaya çalışır.) Dur, ben yakarım.

JOHN : Kusura bakmazsan?

ROBERT: Yok. (Kibriti alır ve JOHN’un sigarasını yakar.)

JOHN : Teşekkür ederim. (Sessizlik.)

ROBERT: Tiyatroda geçen bir yaşam.

JOHN : Hmm.

ROBERT: Sahne gerisinde.

JOHN : Evet.

ROBERT: Fuaye, salon, koltuklar, esintili odalar, kurşun kalemle işaretlenmiş oyun metinleri.

JOHN : Evet.

ROBERT: Öyküler. Ya duyulan öyküler…

JOHN : Biliyorum.

ROBERT: Öylesine çabuk geçer ki…Öylesine çabuk geçerki… (Uzun sessizlik.)

JOHN : Yarına kadar bana ellibin borç verir misin?

ROBERT: Ne oldu? Parasız mı kaldın?

JOHN : Evet.

ROBERT: Ya. Ya. (Sessizlik.) Elbette.

JOHN : Sana gerekli değil ya?

ROBERT: Yo, hayır, hiç değil. Ben bunu anlayamazsam, kim anlar?

(Sessizlik. Cüzdanını çıkartır, JOHN’a para verir.)

JOHN : Sağ ol.

ROBERT: Hmm… İyi geceler.

JOHN : İyi geceler.

ROBERT: Gecen iyi geçsin.

JOHN : Geçer.

ROBERT : İyi geceler. (JOHN çıkar.) Zaman akıp gider. Zaman akıp gider. (Sessizlik.) “Benim gönlümdeki… Oyuncunun yaşamı” (ROBERT çıkmak üzere döner. Bomboş salonu görür. Durur Hayali sahne önüne ilerler. Gerçekte sahne gerisi dir. Sanki biraz önce bir ödül almış gibi seyirciye konuşur.) “Çok ince, çok naziksiniz…Teşekkür ederim, hepiniz çok naziksiniz. Ben de, yalnız kendi adıma değil, hepimizin adına konuşuyorum… (Toparlanır) Burada bulunan her kes adına…diyorum ki…işte böylesine güzel

anlar uğruna…değerdi. (Sessizlik. JOHN usulca sahne gerisinde, yanda görünür.) Bilir misiniz…” (ROBERT, JOHN’u görür. Duraksar.)

JOHN : Kapıları kilitliyorlar. Hepimizin çıkmasını istiyorlar.

ROBERT: Ben de çıkıyordum.

JOHN : Evet. Biliyorum. (Sessizlik.) Onlara söylerim.

ROBERT: Söyler misin lütfen?

JOHN : Evet.

ROBERT: Teşekkür ederim.

JOHN : İyi geceler. (Sessizlik. JOHN çıkar. ROBERT kendi kendine konuşur) Işıklar sönmekte. Yolcu yolunda gerek. İyi geceler. İyi geceler. İyi geceler.

SON

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir