Ceza Hukuku Ders Notları / 15 Aralık 2016

Taksir Kavramı

TCK’da 16 maddede taksir kavramı anlatılmaktadır.

Eski ceza yasasındaki uygulama, bugünkü düzenlemelere rağmen hala etkisini görmekteyiz. Bu suçlar uygulamada oldukça fazla olan suçlardır; örneğin trafik kazaları.

Ceza hukuku terminolojisinde özen yükümlülüğüne uymama, dikkatsizlik kavramıyla eş anlamda kullanılır; yani bir sonucun doğacağını görmesi gerekirken, özensiz davrandığı için öngörmeme. Veyahut öngördüğü halde istememe anlamında kullanılır. Taksir konusunda, bu özen yükümlülüğü çerçevesinde tartışmalar vardır ve birçok kuram ortaya atılmıştır. Eski ceza yasasında taksir kavramı tanımlanmamıştır. Taksir kavramı tanımlanmamış fakat bazı örnekler veriliyor; örneğin emirlere uymamak, nizama uymamak. Böyle bazı örneklerle, bunlardan dolayı bir ölüm, yaralanma meydana gelirse gibi ifadeler kullanılıyordu. Yeni yasa, bu durumdan vazgeçti ve özen yükümlülüğünün ihlal veya ihmal edilmesi nedeniyle işlenen suçlar anlamında bir tanım yaptı. Bu tanımı biraz daha aşmamız gerekir. Ceza yasalarında, tıpkı eski ceza yasalarında olduğu gibi bir tanım vermekten kaçınılmıştır; bunun nedeni, “zaman içerisinde kavram gelişebilir, dondurmayalım” görüşüdür. Yeni yasa taksiri tanımlamıştır. Taksir, mutlaka düzenlenmesi gereken bir kavram ama ille de tanımlanması gereken bir kavram mıdır? Hocaya göre, taksirin tanımının işlenmesini doktrine bırakmak ve uygulayıcının da bu doktrinden yararlanıp ona göre karar vermesi gerekir. Taksirli eylemlerin cezalandırılıp cezalandırılmayacağı üzerinde de durulmuştur. Bir de taksir kavramının yarattığı tehlike üzerinde durulmuştur. Bunun dışında, taksirli failin hapis cezasına mahkum olursa nasıl bir infaz rejimi uygulanacağı üzerinde durulmuştur. Burada ortak özellik, özen-özensizlik kavramı üzerinde yoğunlaşır. Bir başka nokta da doğacak sonucun öngörülebilir-öngörülemez olacağıdır. Bu kavramı tanımlayan yasalar arasında biraz dolaşınca bu kavramlara hep eğildiğini görürüz. Örneğin İtalyan ceza yasasında “neticenin öngörülmüş olsun veya olmasın, fail tarafından istenmediği” şeklinde tanımlandığını görüyoruz ve “tedbirsizlik veya dikkatsizlik, yahut acemilik, veyahut emir, kanun itaatsizlik sonucu meydana gelen amaca aykırılık.” şeklinde de görüyoruz. İsviçre ceza yasasında; “fiil, failin kendisinden beklenilene aykırı olarak tedbirsizlik, dikkatsizlik sebebiyle veya bunu nazara almadığından dolayı ortaya çıkan durum. Yunan yasasına göre; “alması gerektiği tedbiri almayan ve böylece neticeyi öngörememiş, veya öngörmüş fakat sonucu öngörememiş” olduğu şeklindedir. Avusturya ceza yasasına göre ; “her kim içinde bulunduğu koşullar açından yükümlüğü olduğu şahsına ilişkin maddi ve manevi hususiyetler itibariyle muktedir olduğu ve ayrıca kendisinden beklenen özeni göstermez ve bu nedenle kanunen tanımlanan bir fiili gerçekleştirmekte olduğunu gözlemez ise bu bir taksirli harekettir.” şeklinde tanımlamıştır.

Taksir iki biçimde olmaktadır;

  • Bilinçli taksir; Fail sonucu öngörüyor, fakat “ben o sonucu aşmasını beceririm” diyor. O sonucun doğmasına engel olacağını düşünerek hareket ediyor.
  • Bilinçsiz taksir; Fail sonucu öngörmüyor, öngörmesi gerekirken öngörmüyor. Öngörmede bir kusuru, yanlışlığı var. Bu bilinçsiz taksirdir.

Diyontel, oğlunun başındaki elmayı vurmalı. Ben bunu vururum diyor ve vuruyor. Eğer beceremeseydi taksire girecekti. Ve bilinçli taksire girecekti. Ama Diyontel, başka şansım yok ölürse ölsün deseydi olası kast olacaktı. İkisinin arasındaki fark bu. Uygulamada bu fark nasıl belirlenecek? Bu hakimliğin ustalığıyla alakalıdır.

O nedenle ceza yasasının 22. maddesi tüm bunları düşünerek tanımını yapıyor.

Kanundan başka olarak; özen yükümlülüğüne aykırı olarak bir davranışın, suçun yasal tanımında belirtilen neticelerinin öngörülmemesi, öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi tanımını biz daha iyi buluyoruz.

Bilinçli taksire gelince; kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın neticenin meydana gelmesi halinde diyor kanun. Düzeltirsek; kişinin öngördüğü neticenin gerçekleşmemesini istemesine karşın sonucun meydana gelmesi durumu bilinçli taksirdir. Böyle bir çerçeve çizildiği için itiraz edenler de var. Dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık ibaresinin kullanılması yerinde olmuştur.

Bu çerçeve içerisinde aldığımızda, taksir kavramı nasıl bir felsefeye dayanmaktadır? En eski görüş, bugün de büyük ölçüde geçerliliğini koruyan görüş; öngörebilme görüşüdür. Bilinçli olanda sonucu öngörüyor, ama kendine güveniyor. Bilinçsiz olanda ise öngörmekte sıkıntı yaşıyor. O nedenle ilk görüş budur. Bugünkü egemen görüş de budur. Doğrusu da budur. İlk yazarlardan birisi İtalyan ceza yazarı “Carrara”dır. Ve der ki; “taksirin oluşması için üç alt öge olacaktır; davranış iradi olacaktır, zararı doğuran sonuç öngörülmemiş olacaktır, bu sonucun öngörülmesi mümkün iken öngörmemesi. Ama bilinçli taksir daha sonra ortaya atılan bir kavram olduğu için Carrara onun üzerinde durmuyor. Çünkü bilinçli taksirde öngörülüyor fakat üstesinden gelinebileceği düşünülüyor. Carrara, eski Roma’dan da esinlenerek taksiri üçe ayırıyor; 1- ağır taksir 2- hafif taksir 3- pek hafif taksir. Bu şekilde inceliyor ve kısaca diyor ki; “sonucu öngörme imkanı olmadığı taktirde bu ya kazadır, ya tesadüftür.” Burada, sonucun öngörülebilir olup olmadığını tespite yarayan bir ölçütün olup olmadığını o dönemde ortaya koyabilmiş değiller. Hangi ölçüler içerisinde belirlenecek, kime göre belirlenecek ortaya koyamamışlardır. O nedenle bu açıkta kalmıştır, bu açıkta kaldığı için de bunun üzerine tartışma başlamıştır. Dikkatsizlik, özensizlik hem failin mensup olduğu sınıfa göre olmalı, yani normal bir insan gözeterek yapılmalı, hem de failin özel durumu gözetilerek yapılmalı. (Örneğin bir arabayı bir makine mühendisinin kullanmasıyla bir hukukçunun kullanması bir olmaz.) Bu arada bazı düzenlemeler kişiyi uyarıyor; mesela maden işleten birisi tehlikeli noktaları belirten bir listeyi belirtiyor; “bunlara dikkat edin, özenli davranın” diyor. Bu çerçevede davranmazsanız bazı sonuçlara katlanmak zorunda kalırsınız diyerek ikazını yapıyor. Burada en önemli konulardan birisi de “çok sayılar yasası”. Yani sık sık yaygın bir şekilde yaşanan durumlar. Bunlar, insan deneyimlerinin çoğaltılmış halidir. Yani bu olay sık sık yaşanır şeklinde bir durum söz konusu olabilir.

İkinci bir görüş; öngörebilme ve önleyebilme görüşüdür. Bu da yine Carrara’nın döneminde ortaya çıkmıştır. Özellikle alman ve Fransız ceza yasacılarının ileri sürdüğü bir görüştür. “Sadece öngörme ve önleme konusundaki gerekli özeni göstermemişsiniz, iradenizi doğru yolda kullanmamışsınız” diyorlar. Bu bir yetenek meselesidir diyebiliriz. Bazı insanların öngörüsü daha yüksek, bazılarının daha azdır. Bu görüşü savunanlar da herhangi bir ölçü getirmiyorlar.

Üçüncü bir görüş; bir İtalyan yazarın ortaya attığı; taksire göre ifade görüşüdür. Bunu ileri süren yazar, nedensellik görüşüyle öne çıkan bir İtalyan yazarıdır. Pek fazla benimsenmemiştir. Taksirde iradi neden görüşü. Fail, normal olmayan araçlar kullanmak suretiyle hareketini yaptıysa sorumlu olmalıdır, bu da taksire yol açmaktadır demekte. Kullandığı araçlar, hukuka aykırı olarak kullandığı araçlardır. Dolayısıyla kendi iradi hareketiyle yol açıp, failin hukuka aykırı normal olmayan araç kullandığı belirlenecek diyor. Bu yazarın bu görüşü İtalya’da bir hayli yaygınlaşmıştır. Yani, hukuka aykırı araçlar kullanma görüşü. Ama bir o kadar da eleştiri getirilmiştir. Bu eleştirilerin yararı şu olmuştur; yeni görüşler ortaya çıkmıştır. Bundan dolayı bu görüş sadece nedensellik bağı açısından gözetilebilen bir görüştür. Ancak tamamen objektif bir görüştür. Objektif olduğu için de yeterli değildir, ve ayrıca herkesin sosyal düşüncelerine göre bir aracı hukuka aykırı olarak kullanıp kullanmadığı tartışılabilir. Nedensellik bağına ilişkin suçlarda, faile bir sonuç yüklenebilmesi için her zaman taksir değil, bazen kasıtsız da olabilir denmiştir. Bu bir ölçüt değildir denmiştir. Dolayısıyla kusurluluk hallerinden bunu ayırmaya, tıpkı şark görüşünde olduğu gibi “kimsenin gücü yetmez” denmiştir. Dolayısıyla bu görüş de tatmin edici değildir.

Bir başka görüş de “yanılgı görüşü”dür. Taksirli iradi hareket ve onun ayırıcı hareketleri gözetilmek suretiyle hata kavramından yola çıkmıştır. Fail, kaçınabileceği bir hatadan kaçınacağı yerde işlemekte ısrar ediyor. Bu durumda fail sonuca katlanmalıdır. Yanılma kavramıyla taksir kavramını birbirlerinden ayırt edemedikleri için eleştirilmiştir.

Kamyon şoförü direksiyon başında uyuyor ve bundan dolayı birine çarpıyor. Şoförün hataya düştüğü veya yanıldığı söylenemez. Ama uykusu geldiği zaman biraz kestirip, öyle devam edecekti. Böyle bir sonucu öngöremedi, ve dolayısıyla taksirli bir suç işledi diyoruz. Ama görüşte açıklandığı gibi bir yanılgı söz konusu değil.

Biz, ortak tecrübe kurallarına veya uyarıcı yasal düzenlemelerle bir olayın sonucunu öngörmesi gerekirken, öngörmeksizin iradi davranışıyla bir zarar suçuna yol açmışsa; taksirli suç diyoruz. İnsanlar, zaman içerisinde tecrübeleri arttıkça tehlikeleri de görürler. Zararlı hareket, ortak tecrübe kurallarından da çıkarılabilir. Bir maden işçisiysen, gerekli tedbiri alacaksın. En azından yöneticiler o tedbiri alacak. O önleme rağmen, o önleme uymuyorsan sonuca sen katlanırsın. O nedenle özensizlik ve öngörebilme durumu ister istemez öne çıkıyor. Yani Carrara’dan bu yana geliştirilen öngörebilme kavramı üzerinde durmak lazım. Onun dışında ortak insanların ortak deneyimlerinden de aynı sonuca varabiliyoruz. O nedenle taksirin bağlantı noktası demek ki bu oluyor; öngörebilme ve özensizlik. Nitekim Türk ceza yasası tanımında; özen yükümlülüğüne aykırılıktan bahsediyor. Bu yükümlülük, bir meslekten, bir ortamdan doğabilir. Onun dışında ortak deneyimden de (çok sayıda olayların yaşanmasından doğan ortak deneyim) kaynaklanabilir. Ancak bazı eleştiriler de yapılabilir; sadece sonuçla ilişki kurulması konusunda. Sadece sonuca bakarsanız objektif bir ilişki doğar. Halbuki biz objektif sorumluluğu çok eski, gündemden çıkarılması gereken bir sorumluluk olduğunu söylemiştik. İster istemez bazı sübjektif noktalarla da ilgilendirmek gerekiyor. Yasamız, kastın tanımında bu noktaya özellikle vurguda bulunmuş fakat taksirin tanımında bunu ihmal etmiş görünüyor. Yasa, gerekçesinde bu noktayı açıklığa kavuşturmuştur.

Taksirli suç, istisnai bir suçtur. Yasa koyucu 22. Maddenin 1. Fıkrasında buna değinmiştir. Ancak açıkça belirtilen durumlarda cezalandırılmasını öngörmüştür. Kabahatlerin taksirle veya kasıtla işlenmesi fark etmez. Başta da belirttiğimiz gibi 16 maddede taksirli suçlar belirtilmiştir fakat özel yasalarda da buna yer verilmiştir. Taksir, kasıt kavramından kesinlikle ayrılır. Taksirde, kasta göre haksızlık derecesi hafif bir unsurdur.

Taksirli suçlar bu nitelikleri gözetildiği zaman ortaya bir tartışma çıkmakta; acaba taksirli suç yasallık ilkesi açısından durumu nasıl değerlendirilen bir suçtur? Yani, yasallık ilkesine uygun mudur? Özen yükümlülüğünden söz ediyoruz, yani normatif-kuralcı bir değerlendirme yapmak gereğini duyuyoruz. Bu açıdan, taksirin meşru olup olmadığı ceza hukuku açısından tartışılmıştır. Bir grup insan; “hayır, taksirli suç meşru bir suç değildir, çünkü kasıtlı suçtur meşru suç; tanımı da mümkündür. Ama bunun tanımı mümkün değildir. Ahlak açısından taksire yaklaşamazsınız, kasta yaklaşabilirsiniz. Dolayısıyla bu görünüşte bir suçtur. Bir yerde “yapay” bir suçtur. Yasa koyucunun zorunluluktan dolayı cezalandırdığı yapay bir suçtur, dolayısıyla ceza yasasının ilkelerine uymamaktadır.” demektedir. “Taksirde, algılamada eksiklik olduğu için bir adamın bundan dolayı doğan sonuçlardan sorumlu tutulması bir yerde objektif sorumluluğu meydana getiriyor, dolayısıyla taksirli suç; ceza hukukuna ters düşer.” Faildeki karakter eksikliği ceza hukuku açısından cezalandırılamaz, son derece yanlıştır, dolayısıyla haksız fiiller içerisinde değerlendirilmelidir diyenler vardır. Bu nedenle, hukukun diğer alanlarındaki yaptırımlarla yetinilmesi gerektiğini söyleyen yazarlar vardır ve çok sayıdadırlar. Ama o kadar çok taksirden dolayı yaşanan suçlar yaşanıyor ki bunu başı boş bırakmak doğru değildir. Bunun tam karşıt görüşü de vardır; “taksir de kasıt gibi haksızlık biçimlerinden biridir. Buna dayanmak suretiyle ve bilimin ilerlemesi, gelişmiş olmasına rağmen buna benzer eylemlerin yaygınlaşmasının taksirin cezalandırılmasını meşru haline gelmesi” görüşündedirler. Dolayısıyla taksirli suçlardan vazgeçmek mümkün değildir.

Taksirli suçların yapısı

Taksirli suçlar, kasıtlı suçlardan farklıdır ama ilk çıkış noktaları ortaktır; davranışın iradi olmasıdır. Ama kasıtta sonuç da iradi, taksirde ise sonuç iradi değildir. Ve çoğu taksirli suçta, hemen hemen hepsi, kasıtlı suçun bir tanımından esinlenmiştir ve öyle düzenlenmiştir (insan öldürme, insan yaralama). Onun için denmiştir ki hukuk topluluğunun devamı için taksir kavramından vazgeçmek mümkün değildir; haksız fiiller bunu önlemeye yetmemektedir. Ceza yaptırımında öngörülmesi gereklidir. İnsan davranışını, bir iradenin ürünü olacaktır. Daha önce de özellikle amaçsal görüşü incelerken söylemiştik ki; hiçbir insan davranışı iradesiz olmaz. Hemen hemen hepsi iradidir. Onun dışındakiler ise ceza hukukunu ilgilendirmez. Kasıtlı suçta iradi bir davranış var ve sonucu da iradi. Kasıtlı suç söz konusu olduğu zaman, ontik olarak bir iradi davranışın bulunmasını yeterli görüyoruz. Ama taksirli davranışta, o iradi davranışın var olması yetmiyor, özensizliğin de bulunması gerekiyor. Ve diyoruz ki faile; “özenli davran”. Yani objektif bir yükümlülük getiriyoruz; özenli davranma yükümlülüğü. Aksi taktirde kişi cezalandırılıyor. Böylece normatif bir unsur araya girmiş oluyor, kasıttan farklı olarak. Kasıttan ayrıldığı birinci nokta bu. İkinci nokta ise kasıtta sonuç irade ediliyor; istiyor yani. Ama taksirde sonuç kesinlikle irade edilmiyor. Edildiği taktirde suç kasıtlı suça dönecektir. Sonucu öngördüğü halde devam etmesi (bilinçli taksirde – ama o sonucun doğacağını tam olarak bilseydi o eylemi yapmayı durdururdu diyoruz). Taksiri cezalandırabilmenin temeli, hareketi doğru yönlendirememekten kaynaklanıyor. Yani, davranış iradi, hareket iradi ama özen yükümlülüğü olsaydı kaçınabileceği bir sonucun doğmasından biz onu sorumlu tutuyoruz. Demek ki, değerlendirmede öngörebilmeyi hem de özenli davranıp davranmadığını değerlendiriyoruz. Böylece kasıtlı ve taksirli olarak işlenen suçlarda haksızlık birbirinden değişik özellikleri sergiliyor. Kasten işlenen suçlardaki haksızlık, doğrudan doğruya değere yönelen bir haksızlık.

Bir kısım yazarlar, taksirli suçun ceza hukukundan tamamen kaldırılmasını istiyorlar (biraz önce değindiğimiz gibi).

Bir kısım görüşler, taksirde de çifte işlevi bulunduğunu söylerler. Almanya’da baskın olan görüş budur. Tıpkı kasıt kavramında olduğu gibi taksirde de çifte işlev bulunduğunu söylerler. Ancak bir kısım görüş de bunu kabul etmez, tıpkı kasıtta olduğu gibi böyle bir çifte işlevin bulunduğunu kabul etmez.

Hans Welzel amaççı görüşü öne sürmüştür. Fail objektif bir görüşe göre değerlendirilmeli.

Tabii, burada da aynen kasıtlı suçta da olduğu gibi suçun değerlendirilmesi yapılıyor. Fail kınanıyor; neden sen özenli davranmadın da bu suçu işledin?

Taksirli suçlar nerede incelenmelidir? Bir kere taksirli suç atipik bir suçtur. İstisnai olmasından belli. Özen yükümlülüğüne uymamak olduğu için, bir değer yargısıyla bunu çözeceğimiz için; taksirli suç tamamen atipik bir suçtur. Ve diyoruz ki, bu suç aslında incelemekte olduğumuz unsurlardan farklı bir yerde incelenmelidir. Atipik suçlar arasında incelenmelidir. O nedenle bu suçu kasıt kavramıyla yan yana inceleyen klasik, neoklasik görüşlerin dışında ayrıca incelemek gerektiğini düşünüyorum. Neoklasik görüş de klasik görüş gibi, bu suçları da tipik suçlar içerisinde kusur içerisinde incelemeye devam ediyorlar. Fakat biz, bu haksızlığın bir türüdür diyerek farklı bir yerde inceliyoruz. Tamamen kasıt kavramıyla taksir kavramını haksızlığın bir türü olarak göstermektedir. Objektif özen yükümlülüğüne aykırı davranmaktan dolayı taksir kavramının ortaya çıktığını düşünürseniz bu şekilde incelemek daha makuldür. Tabii, Türk öğretisinde, itiraf etmek gerekir ki, ilk görüşler egemendir. Taksir kavramını kusurla yaklaştıran unsur kaçınabilme imkanı olduğu halde kaçınmaması. O hareketi yapması ve o sonucun doğmasına neden olması. Bu sebeple biz taksirli suçu işleyen faili kınıyoruz. Kınama yargısı her suçta olduğu gibi bunda da olacak. O nedenle biz kusur kavramını (Türkçesi kınanabilirliktir) kınıyoruz. Taksir kavramı, özene aykırılıktır ve dolayısıyla kusur kavramının dışındadır. Taksirin bu şekilde değerlendirilmesi, ceza yasamızın ruhuna da uygundur. O nedenle kusur kavramı içerisinde düşünemezsiniz.

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir