Yürütme Organı
Devletin temel kuruluşunda ikinci organ yürütme organıdır ve parlamenter sistemlerde yürütme organı iki kanatlı (düalist) bir yapı gösterir. Bu bağlamda, ilk kanat devlet başkanı (monark veya cumhurbaşkanı), ikinci kanat ise başbakan ve bakanlardan oluşan bakanlar kuruludur (hükümet). Parlamenter sistemlerde yürütmenin etkin kanadı bakanlar kurulu ve esas onun başkanı olan başbakandır. (chief executive)
1982 anayasasının 2007 yılında geçirdiği değişiklik öncesindeki halinde, bu tablonun büyük ölçüde var olduğu söylenebilir. Her ne kadar 1982 anayasasının cumhurbaşkanına tanıdığı yetkileri ile karşılaştırıldığında, daha fazla ise de, bu durum, sistemin büyük ölçüde parlamenter sistem olarak adlandırılmasını engellememekteydi. Bu doğrultuda, 1982 anayasasının benimsediği hükümet sistemi ile ilgili olarak doktrinde hakim görüş, 1982 anayasasında cumhurbaşkanının yetkileri klasik parlamenter sisteme göre artırılmış olsa da, hala bir parlamenter sistemin var olduğu yönündeydi.
Ancak, 1982 anayasasında 2007 yılında cumhurbaşkanı seçiminde yaşanan 367 oy krizi üzerine hemen gerçekleştirilen bir anayasa değişikliği ile, cumhurbaşkanının tbmm tarafından değil, doğrudan halk tarafından seçilmesi yöntemi benimsendi.
Cumhurbaşkanının yetkileri anayasanın 104. Maddesinde öngörülmüş, 105. maddesinde de “cumhurbaşkanının, anayasa ve diğer kanunlarda başbakan ve ilgili bakanın imzalarına gerek olmaksızın tek başına yapabileceği belirtilen işlemleri dışındaki bütün kararları, başbakan ve ilgili bakanlarca imzalanır; bu kararlardan başbakan ve ilgili bakan sorumludur.” denilmiştir. Maddede sözü geçen cumhurbaşkanının tek başına yapabileceği işler anayasada açıkça gösterilmemekte, yapılan işin durumuna göre anlamlandırmamız gerekmektedir. Bir an için, acaba cumhurbaşkanı 104. Maddede öngörülen yetkilerin tümünü tek başına mı kullanmaktadır diye düşünülecek olsa da; böyle bir düşüncenin doğru olmayacağı, 103. Maddede öngörülen yetkilerden bir kısmı için anayasanın başka maddelerinde karşı imza aranacağını gösterir düzenlemelerin bulunmasından anlaşılmaktadır. Gerçekten, örneğin cumhurbaşkanının yetkilerini belirten 104. Maddede, “yürütme alanına ilişkin olanlar” arasında yer alan bir yetki “genelkurmay başkanını atamak” şeklinde belirlenmiştir. Oysa, hemen biraz ileride 117. Maddenin 4. Fıkrasında, “genelkurmay başkanı, bakanlar kurulunun teklifi üzerine, cumhurbaşkanınca atanır” denilmektedir. Buradan anlıyoruz ki, 104. Maddede öngörülen yetkilerin tümünü cumhurbaşkanı tek başına gerçekleştiremeyecektir. Yani, 104. Maddedeki liste, cumhurbaşkanının tek başına yapabileceği işleri gösterir bir liste değildir. Eğer, 104. Maddede sayılan yetkilerin tümünü cumhurbaşkanı tek başına kullanabilecek olsaydı, o takdirde, orada yer alan yetkilerden biri olan genelkurmay başkanını atama yetkisini de tek başına, uygun göreceği bir orgenerali genelkurmay başkanlığına atama biçiminde kullanabilirdi. Oysa, yukarıda gördüğümüz gibi, cumhurbaşkanı bu yetkiyi tek başına kullanamamaktadır; çünkü 117. Maddede cumhurbaşkanının atama işlemini gerçekleştirmeden önce, bakanlar kurulunun kendisine bir aday önermesi gerekmektedir. Yani, cumhurbaşkanının genelkurmay başkanını atama yetkisini kullandığı işlem, bakanlar kurulunun önerisine dayanmaktadır. Bir farklı deyişle, bu işlemde bakanlar kurulu üyelerinin tümünün (başbakan ve tüm bakanlar) karşı imzası bulunmaktadır. Bu örnekten anlıyoruz ki, 104. Madde, bize cumhurbaşkanının tek başına kullanacağı yetkileri değil; ister tek başına, ister karşı imza ile olsun, yapabileceği işleri göstermektedir. Bu durumda, anayasada cumhurbaşkanına tanına bir yetkinin kullanımında yapılacak bir işlemin cumhurbaşkanınca tek başına mı, yoksa başbakan ve ilgili bakanın (veya bakanlar kurulunun) karşı imzası ile mi gerçekleştirilebileceğinin, o işlemin niteliğine bakılarak kararlaştırılması gerekmektedir. Bu konuda 1961 anayasası daha radikal bir düzenleme ile, cumhurbaşkanının bütün kararları başbakan ve ilgili bakan tarafından imzalanır hükmünü getirmişti. Ancak gerek doktrinde gerek uygulamada bu konu tartışılıyor ve cumhurbaşkanının yapacağı bazı işlerde başbakan veya ilgili bakanın imzasının aranmasının (yani karşı imza) çok anlamsız olacağı ileri sürülüyordu. Bu konu, o dönemde anayasa mahkemesinde bir iptal davası açmış olan dönemin cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün davasının ilk incelemesi sırasında, anayasa mahkemesi, cumhurbaşkanının dava dilekçesinde başbakanın ve ilgili bakanın imzası olmadığı halde bu davayı ilk incelemede kabul etmişti. Gerekçesini ise, cumhurbaşkanının iki kimliğinin bulunduğu, birinin “yürütme organının birinci kanadı”, diğerinin de “devlet başkanı” olduğuna dayandırmıştı. Anayasa mahkemesi, 1961 anayasasında cumhurbaşkanının bütün kararlarında başbakanın ve ilgili bakanın imzasının bulunması koşulunun, cumhurbaşkanının yürütme organının yapacağı işlerde ise başbakanın ve ilgili bakanın imzasına gerek bulunmadığını belirtiyordu. Aynı görüşü, 1982 anayasası için de uygulamamız mümkündür. 1982 anayasasında 1961 anayasasından farklı olarak, açık bir biçimde (madde 105), cumhurbaşkanının bazı işleri başbakan ve ilgili bakanın imzasına gerek olmadan tek başına yapabileceği öngörülmektedir. Ancak, sorun, hangi işleri tek başına, hangi işleri ise karşı imza ile, yani başbakan ve ilgili bakanın katılımıyla yapabileceğinin açık bir biçimde belirtilmemiş olmasıdır. Bu durumda, 1961 anayasası döneminde anayasa mahkemesinin uyguladığı ölçütten yararlanılabileceği savunulabilir ve doktrinde de bu görüş ileri sürülmektedir.
Karşı-imza terimi: Parlamenter sistemlerde devlet başkanlarının (ister meşruti monarşinin bulunduğu bir yapıda “monark”, ister cumhuriyetin benimsendiği bir yapıda cumhurbaşkanı olsun) yasama organına karşı siyasal sorumlulukların bulunmaması, yasama organı tarafından düşürülememeleri, onları günlük politika üretiminde aktif bir tutum takınmaktan alıkoymakta; bir diğer deyişle, parlamenter sistemde devlet başkanları “törensel bir konum”da bulunmaktadırlar. Bu durumda, devlet başkanının yaptıkları işlemlerde, aldıkları kararlarda, sorumluluğu üstlenecek kişilere gereksinim duyulmaktadır ki, bu kişiler, yasama organına karşı siyasal sorumluluğu bulunan başbakan ve ilgili bakan olmaktadır. İşte, devlet başkanının işlemlerinde onun imzasının hemen yanında, o işlemin olası sorumluluğunu taşıyacak olan başbakanın ve ilgili bakanın imzasının da bulunması gereğine “karşı-imza” kurumu denilmektedir.
Yürütme organının ikinci kanadını oluşturan bakanlar kuruluna gelince, başbakan ve bakanlardan oluşan bakanlar kurulu içinde 1982 anayasasında, başbakanın, “eşitler arasında birinci” (primus inter pares) olma konumunun hayli ötesinde bir üstünlüğe sahip bulunduğu görülmektedir. Bu bağlamda, 1961 anayasasında bulunmayan, fakat 1982 anayasasında yer alan bir düzenleme, 112. Maddenin 3. Fıkrasında yer almaktadır ve bu düzenlemede, başbakanın, bakanların görevlerini anayasaya ve kanunlar auygun olarak yerine getirmesini gözetmek ve düzeltici önlemleri almakla yükümlü olduğu öngörülmektedir. Bu duruma, bir de yine daha önceki anayasalarda bulunmayan ve ilk kez 1982 anayasasında yer alan, başbakanın bir bakanın görevden alınmasını cumhurbaşkanında isteyebilme yetkisini eklediğimizde, anayasaya göre, başbakanın çok etkin bir hukuki konumda olduğu görülecektir.