mart’ı
ne güzeldi o günler, hiç bitmeyecekmişçesine yaşadığımız o mart’ılarla dansımız
sabahları tek bir ışık hüzmesi bile girmiyor penceremden şu aralar,
seni beklemekten ve belki de seni özlemekten bu halim
belki de hiç biri değil, belki de yalnızca kendimi avutuyorum gökyüzüyle
ne de olsa aynı ay’ın altında yaşıyoruz, ama aynı güneşin altında değil
sana doğan güneşin bana da doğduğu gün tekrardan görüşürüz belki,
seni özlemekten ve belki de seni beklemekten bu halim
belki de hiç biri değil, belki de yalnızca dolun’ay fazla yoruyor beni
satırlarda, cümlelerde arıyorum seni, hiç bir kelime gülmüyor yüzüme senin güldüğün gibi
muhtemelen boşuna tepiniyorum durduğum yerde, gelmeyecek o günler bir daha o zamanki gibi
savrulan yapraklar gibi, akıp giden nehirlerin köpüğü gibi, sessiz ve sitemsiz
arıyorum seni, yine arıyorum, yine
dolanıyor ellerime, kördüğüm oluyor, ipler, sımsıkı sarılıyorlar
gelemiyorum, gelemem, namümkün.
ne de güzel beklemiştik oysa seninle o mart’ı
söz vermiştik birbirimize, sarılacaktık hiç bırakmayacakmışçasına
sessiz ve kimsesiz yaşadıktan sonra yıllarca, tekrardan eşini bulmuş kırlangıçlar gibi
narince ve nazikçe saracaktık birbirimizi, o mart.
terk etmedi sevdan beni
haberin var mı şimdi o mart’ılardan? kimsesiz uçan yalnız kuşlardan?
aç, susuz, kimsesiz bekleyişlerin de bir sonu olur elbet, ya tekrardan kavuşur eskiye, ya da ölür daha önce hiç ölmediği gibi hem de.
seni beklemekten ve belki de seni özlemekten bu sarhoşluğum,
elbet ayılırım