Bir diyalog
(Sabaha karşı iki arkadaş sahilde oturmakta ve sohbet etmektedirler. Sohbetlerine iki şişe şarap da eşlik etmektedir…)
-Üzgünüm, bak gerçekten çok üzgünüm. Ama elimden gelen hiçbir şey yok. Vaktinde orada olabilseydim, emin ol engellerdim.
-Ne diyorsun? Hiçbir şey anlamıyorum.
-Belki böylesi hepimiz için daha iyi olmuştur. Bilemeyiz ki. Bazen insan zorunda kalıyor. Zorunluluk yani. Kişisel algılama sakın, nolursun.
-Adam akıllı konuş, dediğinden hiçbir bok anlamıyorum. İki yudum şarap içme, kendini kaybedip böyle saçma sapan konuşmaya başlıyorsun. Bak eğer böyle olacaksa içmezsin olur biter, tamam mı?
-Bak hayır, demek istediğim o…
-Kim? O?
-Yani işte anlarsın ya. Hani trafik kazası geçirdi ve sonrasında da kalp krizinden vefat etti dediler.
-Bunu konuşmayı sevmediğimi biliyorsun.
-Biliyorum bilmesine ama…
-Eee öyleyse?
-Bunu nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum.
-Her boku yemesini bilen sen, iki kelimeyi nasıl bir araya getireceğini bilmiyorsun öyle mi? Özellikle de benim için böylesine hassas bir konuda? Ha?
-Bak gerçekten ne diyeceğimi bilmiyorum. Ben geçen gün birileri konuşurken birşeyler duydum.
-Eee?
– O’ndan bahsediyorlardı ve ben duymamam gereken bir takım şeyler duydum.
-Ne gibi?
-O’nun ölümüyle ilgili.
-Nasıl yani? Ne diyorlardı?
-Bak. Şimdi söyleyeceğim şeyleri bilmediğini biliyorum, belki bilmene de gerek yoktu. Fakat ben bunu duyduktan sonra çok düşündüm. Çok vicdan azabı çektim. Aynı durumda ben olsam eminim ki sen bana bunu anlatırdın diye düşündüm. Ama bir yanım da senin bilmeden daha mutlu olacağını söyleyip durdu bana. İkilemde kaldım yani anlayacağın…
-Sadede gel?!
-Hani trafik kazası meselesi vardı ya…
-Sabrımı zorluyorsun artık?
-Aslında trafik kazası değilmiş.
-Ne?
– Yatak odasında olmuş.
-Trafik kazası mı yatak odasında olmuş? Adam akıllı konuş ulan.
-Kendini asmış. Tavandan sarkıttığı bir iple.
-Bak bu konuda ne kadar hassas olduğumu bildiğin halde benimle alay ediyorsun ve bu gerçekten hoş değil.
-Sana yemin ederim böyle olmuş. Ben de inanamadım ilk başta. Hatta yakıştıramadım bile. Yani seni ve abini düşünmeden nasıl böyle birşey yapar aklım bir türlü ermedi. Üstelik sizi çok severdi, hatta annenizi bile…
-Ne diyorsun sen? Kimden duydun bunları?
-Kimden duyduğumun bir önemi yok. Önemli olan ne olduğu. Neden böyle birşey yaptığını anlayamadım. Yani gerçi ben pek yakınında değildim hiçbir zaman ama gene de oldukça mutlu görünüyordu.
-Ama bana dendi ki…
-Sana ne dendiğini biliyorum, bana da aynısını dediler. Muhtemelen herkese aynısını dediler. Bunu bilen yalnızca üç kişi varmış. Onlarda zarureten öğrenmişler.
-Ama…
-Bak şimdi. İnsanın nasıl öldüğünün herhangi bir önemi yok. Bazılarının vücudu hasta olur, bazılarınınsa ruhu. Önemli olan şimdi acılarından kurtulmuş olması. Geri kalan şeylerin pek bir önemi yok.
-Geri kalan şeylerin önemi yok mu? Nasıl yok? Allah kahretsin, ben yıllardır her gece aynı kabusu görüp duruyorum, boğazda Anadolu’dan Avrupa’ya geçmeye çalışırken arkadaki araba hafifçe onun arabasına vuruyor ve bir anda kalp krizi geçiriyor ve ölüyor. Ben bunu her gece rüyamda bin bir türlü varyasyonuyla görüyorum ve terler içerisinde çığlık çığlığa uyanıyorum. Bir kısmını sen de biliyorsun. Bunun önemi yok mu şimdi? Ben yıllarca kalp krizinden ölmesine dayanamazken şimdi gelmişsin ve bana “ben bir şey öğrendim” diyorsun. Nereden bileyim bunun gerçek olduğunu? Ben yıllardır ayakta uyutulmuşum da haberim yokmuş. Allah belalarını versin. Böyle bir şey olabilir mi gerçekten?
-Bak, çok üzgünüm…
-Üzgün olmak hiçbir şeyi değiştirmiyor ama. Bu kadar mı iğrenç bir hayat yaşattık ona? Bize bırakacağı miras bu mu olacaktı?
-Eminim onun da kendine göre bir takım sebepleri vardı…
-Sebeplerini siktirtme şimdi. Nasıl bir sebebi olabilir ki? Bizsiz olması bizimle olmasından nasıl daha iyi olabilir? Bunun nasıl bir sebebi olabilir ya aklım almıyor? İnanabiliyor musun? Bizi siktir edip gitti ve hem de nasıl. Her şey daha yeni başlıyorken… Aklım almıyor, aklım gerçekten almıyor.
-Bazı insanlar tüm duygularını ortaya koyarak yaşayamıyor. Yani sen mutlu olduğunu zannederken o daha derin varoluşsal problemlerle savaşıyor. Bu savaştan bazıları galip çıkarken, bazıları da…
-Kes artık. Duymak istemiyorum. Ben de neşeli bir gün geçiriyoruz zannedip buraya kadar geldim seninle. Bana söylediğin şeylere bak. Neden söyledin ki hem? Bu benim için neyi değiştirecek? Ne düşünüyordun? Tabii ki değiştirecek bir sürü şeyi ama bunların arasında iyi olan tek bir şey bile yok. Hayatım zaten bok gibi gidiyordu, şimdi tam olarak bokun dibine soktun beni.
-Biliyorum ama söylemeseydim kendi kendimi yiyecektim. Sen de beni anlamaya çalış. İlla ki bir gün bunu öğrenecektin, hem bilmesen daha mı iyi olurdu?
-Tabii ki daha iyi olurdu. Hatta lanet olası herif kendisini asmasaydı çok daha iyi olurdu. Keşke trafik kazasında ölmüş olsaydı. Bak, bilmem anlatabiliyor muyum ama O bir kazaya kurban gitmemiş. Bizimle yaşamak istiyorken, başkaları alıp götürmemiş onu bizim hayatımızdan. O bizim hayatımızdan çıkmak istemiş. Ama öyle çekip gitmek gibi de değil. Oysa ki çekip gitmek bile ne kadar ağır bir hareket olurdu. Adam çekip gitmeyi bile bir kurtuluş olarak görmemiş anlıyor musun? O bizi terk etmek istememiş, o bir daha bizi düşünmek dahi istememiş. Durumun ciddiyetini görüyor musun? Farkında mısın ha?
-Sanırım…
-Daha iki hafta önce mezarını ziyarete gittim ve saatlerce başında durarak ağladım ve hatta… Hatta o oradaymış gibi onunla dertleştim. Beni bırak görmeyi, bir daha duymak istemeyen o adamın mezarında… Sanki o varmışcasına saatlerce konuştum onunla.
-Seni görmek, duymak istemediğinden bunu yaptığını sanmıyorum.
-Ya neden yaptı o zaman? Neden insan sevdikleriyle güya “mutlu” bir hayat yaşarken bir anda tamamen yok olmak ister?
-Dedim ya sana, bazılarının vücudu hasta olur. Bazı hastalıklar ilaçla, iyi beslenmeyle falan filan tedavi olabilirken bazıları ölümcüldür. İnsanın vücudu hasta olduğunda bile böyle bu durum. Bazılarınınsa ruhu hasta olur. Bazen düzelir, bazen düzelmez.
-Aptal, grip olsan bana söylememen için bir sebebin olur mu? Söylersin ve gider ilaç alırız, sana daha iyi bakmaya çalışırız, iyi ol diye uğraşırız değil mi? İnsan ölümcül bir hastalığa tutulduğunda ölene kadar yakınlarından gizler mi? Elbet bir çaresi bulunabilir. Bulunmasa bile… Ulan sen söylemesen ben zaten trafik kazasında öldü gitti diye düşünecektim. Böyle bir saçmalık olabilir mi? Bu nedir allah aşkına? İnsan kendi yok oluşu için mi intihar eder yoksa yakınlarını da yanında götürmek için mi?
-Haklısın, anlıyorum seni ama bir de onun tarafından bakmaya çalışsan…
-Ne diye onun tarafından bakmaya çalışayım? Bir insan bir sebep yüzünden öldüğünde geride kalanların acısı azalır. Ne bileyim bir hastalıktan ölmüşsündür, sen ve yakınların birlikte savaş vermişsinizdir hastalığı yenebilmek için ama kurtulamamışsındır. Ölmüşsündür. Kalp krizi geçirip ölürsün, gene anlaşılabilir bir durum var ortada. Elden hiçbir şey gelmez. Askere gitmişsindir, savaş vardır, ölmüşsündür. Ölümünün bir anlamı olur en azından. Anlıyor musun? Bu ne peki? Kimseye bir şey söylemeden, en ufak bir derdini açmadan, intihar etmek de ne demek ya?
-Sizi de üzmek istememiştir. Belki yaşadığı hastalığın, yani ruhsal hastalığın ölümcül olduğunu fark etmiş, sizi de üzmek istememiştir.
-Bırak, nolur bırak… Böyle olmadığını ikimiz de biliyoruz. Bize her gün 3 paket içtiği sigarası kadar bile değer vermemiş, her şey ortada. (Yarıladığı sigarasını denize doğru fırlatır.) Sigarayı bıraktım. Sırf onun için, sırf onun sevdiği bir şeyi ben de yapmak istemediğim için, tam olarak şu anda sigarayı bıraktım.