Avrupa Birliği’nin Kurumsal Yapısı ve Özellikleri
Avrupa Birliği’ni benzeri ekonomik veya işbirliği kuruluşlarından ayıran en büyük özellik, AB’nin kurumsal yapısıdır. Avrupa Topluluklarını kuran Paris ve Roma Anlaşmaları, ileride birleşik bir Avrupa Devletinin çekirdeğini oluşturabileceğinin bilinci içinde Toplulukları bir ulusal devlette görüldüğü gibi yasama, yürütme ve yargı görevlerini yerine getiren kurum ve organlar ile donatmışlardır.
Topluluklarda, ekonomik birleşmenin gerektirdiği işleri yürütecek bir sistem söz konusudur. Bu sistemi oluşturan kurum ve organların uluslarüstü (supranasyonel, supranational) yetkileri vardır.
Diğer bir deyişle, Avrupa Toplulukları, uluslararası değil “uluslarüstü” bir örgüttür. AB Konseyi’nin oy çokluğu ile karar alabilmesi ve bu kararı uygulama yükümlülüğü, AB’nin supranasyonel bir örgüt olduğuna ilişkin çarpıcı bir örnektir. AB’de yargı, yürütme ve demokratik denetim yetkilerini kullanan kurumlar, birbirlerinden bağımsız olarak görev yaparlar. Bu nitelikte dünyada, Avrupa Birliği gibi bir örgüt yoktur. Avrupa Birliği’nin kurumsal yapısı “sui generis” (kendine özgü) bir hukuk düzenine dayanır. Bu hukuk sistemi, Birliğe üye devletlerin iç hukuklarında sahip oldukları egemenlik yetkilerinin bir bölümünü Birliğe devretmeleri sonucunda oluşmuştur. Bu düzenin gerek uluslararası hukuk, gerekse Birliğe üye devletlerin ulusal hukuklarıyla yakın ilişkisi vardır. Uluslararası hukuk, devletlerin egemen eşitliği üzerine kurulmuştur.
Egemenlik uluslararası hukukta devletlerarası eşitlik, iç hukukta ise en yüksek otorite anlamına gelir. AB hukuku, bir hukuk düzenine taraf olan devletlerin egemen yetkilerinin kısmen devrini gerektirir. Bu kapsamda uluslararası hukukta kararlar istisnai durumlar dışında oybirliği (kararların tüm üye ülkeler tarafından birlikte alınması) ile Avrupa Birliği’nde ise oy çokluğu (kullanılan oyların çoğunluğu – mutlak, nısbi ve nitelikli: AB Konseyi’nde alınan bazı kararların üye ülkelere tanınan ağırlıklı oyların belli bir sayıya ulaşması) ile de alınabilmektedir.
Avrupa Birliği’nin kurumsal yapısı, “uluslarüstülük” ile “hükümetlerarasılığın” birlikte yer aldığı “Topluluk Yönetimi” adı verilen kendine özgü bir uygulamaya dayanır. Topluluk Yönetimi, ulus devletler ile onların vatandaşlara dayalı demokrasi anlayışının bir sonucudur. Avrupa Birliği’nde güçlü bir Bakanlar Konseyi ile üye devletlerin ve ulusal meşruiyetin temsili sağlanmakta ve çoğunluk iktidarına engel olunabilmektedir. Aynı zamanda azınlık haklarının korunması da teminat altına alınarak farklı ulusal toplumsal ve ekonomik çıkarların temsil edilebilmesi mümkün olmaktadır. Nitelikli oy çokluğu uygulamasıyla karar alınmasına da imkan sağlanmaktadır.
Avrupa kamuoyunu temsil eden Avrupa Parlementosu, karar alınmasında rol almakta, Konsey ile Komisyonu demokratik olarak denetlemektedir. Komisyon ise, Parlemento ile Konsey arasında farklı ulusal ekonomi ve toplumsal çıkarlar arasında tarafsızlığından kaynaklanan arabuluculuk rolü üstlenmektedir. Tüm bu özellikleri ile Topluluk Yönetimi, ulusal egemenliğin, uluslarüstülüğün ve farklı çıkarların (özellikle küçük üye devletler açısından) dikkate alınmasına imkan sağlamaktadır.
AB üyesi bir devlet, hukuk normlarına ulusal çıkarları sebebiyle karşı oy kullansa bile, oy çokluğu ile belirlenecek normlar kendini bağlamaktadır. Dolayısıyla AB’de egemenlik yetkileri, ortaklaşa kullanılır. Roma Anlaşması’nda AB’nin uluslarüstü nitelikte olduğu yazılı olmamasına rağmen, Adalet Divanı’nın aldığı çok sayıda kararda bu özelliği belirtilmiştir.
Consta-Enel, Nold, Handelsgesellschaft, Leonesio, Politi, Marimex ve Van Gend et Loos davalarında Divan’ın verdiği kararlarda, Avrupa Topluluğu’nun üye devletlerden devraldığı egemen yetkiler üzerine kurulduğu ve uluslarüstü nitelik taşıdığı belirtilmiştir. Handelsgesellschaft ve Leonesio davalarındaki kararlarında Divan, AB tüzüklerinin üye devletlerinin anayasalarının üstünde hukuksal değer taşıdığını hükme bağlamıştır.
AB Bakanlar Konseyi hukuk düzenlemelerini oybirliği ile değil, daha çok nitelikli oy çoğunluğuyla belirlemektedir. Düzenlemeler bir defa kabul edildiğinde, oylama aşamasında karşı oy kullanan devletler tarafından da zorunlu olarak uygulanmak durumundadır. Bu sebeple AB, üye devletlerin egemen eşitliği üzerine değil, ulusal egemenlik yetkilerinin bir bölümünün AB karar organlarına devri ve örgütte egemenlik yetkilerinin belli alanlarda ortaklaşa kullanımına dayanan bir kuruluştur. Üye devletlerden devraldığı egemenlik yetkileriyle egemen yetki alanı oluşturan AB, bu yetkileri kullanarak üye devletleri doğrudan ya da dolaylı olarak bağlayıcı hukuk normları yaratmaktadır.
Topluluk hukuk düzenlemeleri, üye devletlerde geçerli olan hukuk sisteminde doğrudan değişikliğe yol açmaktadır. Bunun sonucunda hukuki düzenleme kısmen yürürlükten kalkmakta ve onun yerini Topluluğun hukuki düzenlemesi almaktadır.
Avrupa Birliği’nde anlaşmalar, bir çeşit anayasa gibi en tepede yer alır ve AB kurumlarına (organlarına) yetki verir. Bu niteliğiyle “yasama”, “yürütme” ve “yargı”nın ayrıldığı ilkesiyle (Montesquieu’nün güçler ayrılığı ilkesi) tam olarak örtüşmez ama, diğer uluslararası kuruluşların kurumsal yapısına da benzemez.