Beccaria – Cezaların Ölçüsünde Yanılgılar

Önceki görüşler, suçların ağırlıklarının biricik ve doğru ölçüsünün topluma verdiği zarar olduğunu desteklemektedir. O yüzden, suçların gerçek ağırlık ölçütünün onları işleyenlerin kastı olduğuna inananlar yanılmaktadırlar. Çünkü, kasıt, nesnelerin uyandırdığı günübirlik, gelip geçici izlenime ve/ya da etkiye, zekanın önceden takındığı tutuma sıkı sıkıya bağlıdır. Bunlar, düşüncelerin, bulguların ve koşulların birbirlerini çabucak ve ardışık biçimde izlemesine bağlı olarak bütün insanlarda ve her insanda değişir durur. Eğer ölçü kasıt olsaydı, sadece yurttaşlar için temel bir yasa (codice) değil, ayrıca her suç için de ayrı bir yasa (legge) yapmak gerekirdi. Kimi zaman insanlar, çok iyi niyetle de topluma en büyük kötülüğü; kimi zaman da en fena iradeyle/kötü niyetle en büyük iyiliği yaparlar.

Kimileri de suçları kamu esinliğine verdikleri zararın öneminden çok, mağdurun toplumdaki yerine, liyakatine, seçinkinlik derecesine göre değerlendirirler. Eğer suçların ağırlığının gerçek ölçüsü bu olsaydı, bütün yaratıkların yaratıcısı olan Tanrı’ya karşı saygısızlığın, hükümdardın öldürülmesinden daha ağır biçimde cezalandırılması gerekirdi. Bilindiği üzere, tanrısal varlığın üstünlüğü, ihlaller arasındaki farkı durmadan dengeler ve kapatır.

Ünlü Ceza Hukuku Düşünürü

Son olarak, kimileri de, suçların ağırlıklarını işlenen günahın ağırlığına göre ölçmektedirler. Bu görüşün tutarsızlığı ve temelsizliği, insanlar arasındaki ve insanlar ile Tanrı arasındaki gerçek ilişkileri inceleyen yansız bir araştırmacının hemen gözüne çarpacaktır. Gerçekten, birinciler arasındaki ilişkiler, eşitlik temeline yaslanır. Öte yandan, insan adaletinin temeli “ortak yarar”dır. Bunu da, insanların tutkularının çatışmasından ve çıkarlarının karşı karşıya gelmesinden kaynaklanan biricik zorunluluk doğurmuştur.

İkincilere, yani en yetkin, en ulu ve biricik yaratıcı olan tanrı ile insan arasındaki yaratıcı olan Tanrı ile insan arasındaki ilişkilere gelince, bunlar, bağımlılık temeline dayanır. Zira aynı zamanda hem yasa koyucu ve hem de yargıç olmak hakkı, yalnızca Tanrı’ya aittir. Çünkü, aynı anda her iki görevi birden sadece o yapabilir. Tanrı, kendi kendine yeter; canlılardaki haz ve acının hiçbir izlenimini algılamak zorunda değildir. Zira, bütün varlıklar arasında tepki göstermeden ve sorumluluğu olmadan harekete geçebilen biricik varlık, Tanrıdır. Eğer Tanrı, her şeye gücü yeten bir varlık olarak kendisine başkaldıran bir kimseye sonsuza dek uzanan cezalar öngörmüşse, Tanrı’nın öcünü almak isteyecek ve tanrısal adalete yardım etme yürekliliğini gösterecek varlık hangi cüretkar asalak olabilir ki? Günahın büyüklüğü/ağırlığı, insan yüreğindeki gizli kötülük duygusuna bağlıdır. İnsanoğlunun buna erişmesi olanaksızdır. Tanrı tarafından esinlenmediği taktirde ölümlü insanlarca bu duygu bilinemez, keşfedilemez. Bu durumda suçları cezalandırmanın yöntemi, kuralı bu duygudan nasıl çıkarılabilir ki? Eğer öyle olsaydı, Tanrı bağışladığı zaman insanlar cezalandırılabilirler, Tanrı cezalandırdığı zaman insanlar bağışlayabilirlerdi.

Görülüyor ki, her iki durumda da insanlar, Tanrı’nın iradesini çiğnemiş olacaklardır. Gerçekten, eğer insanlar Tanrı’ya karşı çıktıkları zaman her şeye gücü yeten Tanrı’yla çatışma durumunda olabiliyorlarsa, cezalandırıldıktan sonra da öyle olabileceklerdir.

Cesare Beccaria

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir