Borçlar Hukuku Ders Notları / 29 Ekim 2016
BORÇLAR HUKUKU
27 EKİM DERS NOTLARI
Ders notları, ders işlenirken alınmıştır, ders hakkında genel bir fikir vermesi amacıyla yayınlanmıştır, bilgilerin doğruluğu kontrol edilmelidir, gramer hataları konuşma dilinin yazıya çevrilmesinden kaynaklanmaktadır. İletişim için: yirmisekiz28net@gmail.com
Kazandırıcı işlem: Bir kimsenin mal varlığını arttıran işlemlerdir. Mal varlığını arttıran her işlem bir kazandırıcı işlemdir. Kazandırıcı işlemlerin en önemli örnekleri taahhüt ve tasarrufi işlemlerdir. Borçlandırıcı işlem ile sadece bir borç yaratılmış olur. Bu borç, borçlunun pasifini yükseltir, alacaklı için de bir alacak hakkı sağlar ve onun da aktifini yükseltir. Demek ki, kazandırıcı işlemde mal varlıkları arasında bir değişim söz konusudur. Borçlunun mal varlığına bir borç olarak gelirken, alacaklının da mal varlığını arttırıcı bir rol oynar ve birbirlerinin mal varlıklarını etkilerler. Her kazandırıcı işlemde mutlaka bir hukuki sebep ararız. Bir hukuki sebebe bağlayamadığımız bir kazandırıcı işlem mevcutsa, kural olarak bu bir sebepsiz zenginleşmedir. Söz konusu hukuki sebepler aşağı yukarı belirlenmiştir. Bir kimse bir borç altına girerken belli bir sebeple hareket eder, durduk yere kimse bir borç altına girmez; A’nın B’ye bir borç yüklenmesi halinde sebepler ne olabilir;
- A, B’den bir alacak hakkı elde etmek amacıyla borç altına girer. (Causa Credendi)
- A, karşı tarafa bir edimde bulunmuştur, sebebi ise borcu olmasıdır ve bu borcunu ödemek için bir edimde bulunmuştur. (İfa amacıyla) (Causa Solvendi)
- Kişi karşı taraftan hiçbir şey beklemeden kendisi sadece borç altına girmiştir, karşı tarafa karşılıksız bir kazandırma işlemine girebilmek için. (Causa Donandi)
- En fazla karşılaşacağımız nedenler teminat amacıyla yapılan kazandırmalardır. (Latince ismi yoktur, Roma’da çok kullanılmadığından dolayı) (İpotekten farklıdır)
- Bir borcu yenilemek amacıyla yapılabilir. (Causa Novandi)
Bu sınırlı sayıda değildir. Başka nedenler de olabilir.
Bizi belli bir hareket yapmaya sevk eden nedenler saiktir.
Bir ayakkabı alırsınız;
Bir ayakkabıya ihtiyacınız vardır, o yüzden alırsınız. Veyahut birisine hediye etme amacıyla alırsınız. Bu eylemi alma amacı çok çeşitli olabilir. Bu nedenler bizi ilgilendirmez. Hukukçuların ilgi alanı “en yakın neden”dir. Bir satım akti yapılır, malın mülkiyetini kazanabilmek sebebidir. Neden bu malın mülkiyetini kazanmak istediği hukukçuları ilgilendirmez. Ama akit serbestisi gereği olarak bu saiki bir sözleşmenin bir parçası haline getirebilinir. Bir baloya gidebilmek için ayakkabıyı satın aldınız, balo iptal edildi, ayakkabı elinizde kaldı. Normal olarak gidip ayakkabının satın alındığı yere gidip balo iptal edildi, ben bu ayakkabıyı artık istemiyorum diyemezsiniz. Ama ayakkabı alınırken dükkan sahibiyle ben baloya gideceğim, eğer iptal edilirse geri vereceğim hükmünü anlaşmanıza eklemezseniz, saike dayanarak ürünü iade edemezsiniz.
Yaptığımız kazandırmalarda, muhakkak bir hukuki sebep arayacağız.
A, B ile bir satım sözleşmesi yapıyor. Satıcı, malın mülkünü devredecek, alıcı da bedel ödeyecek. A satıcı, B alıcı. Bu işlem tarafların mal varlıklarını nasıl etkiler?
Yapılan bu işlem bir kazandırıcı işlemdir. İki tarafa borç yükleyen bir borç olduğu için, hem alıcının hem satıcının birbirlerine yaptığı kazandırma olarak karşımıza çıkar. Satıcı borç altına girdi; malın mülkiyetini devir borcuna girdi. O halde satıcının pasifi arttı. Satıcı, aynı zamanda karşı taraftan bir alacak hakkı elde etti (satış bedeli). Bu durum da satıcının aktifini arttırdı. Demek ki, satım sözleşmesine baktığımız zaman bir anda aynı kişinin hem aktifinin, hem pasifinin arttığını görüyoruz. Bunun nedeni iki tarafa borç yükleyen bir sözleşme olmasının sonucudur. Alıcının tarafına geçersek; alıcı malın mülkiyetini talep edecek olan kişi, bu nedenle alıcının da aktifi artmıştır. Fakat alıcı bedel ödemek zorunda, o zaman da pasifi artmış. Bunun nedeni, iki tarafa borç yükleyen bir sözleşme olmasıdır.
Tek tarafa borç yükleyen bir sözleşmeye bakacak olursak; A, B’ye bir dolmakalem bağışlasın. A bağışlayan, B bağışlanan olmak üzere; A diyor ki B’ye, sınıfını geçtiğin zaman sana bir dolmakalem bağışlayacağım. Burada yapılan sözleşme, tek tarafa borç yükleyen sözleşmedir. Sadece A borca girdi. A, bir borç altında, mal varlığına bakarsak; A’nın pasifi artmıştır. Aktifi ise aynı kalmıştır. Bağışlanan B açısından bakarsak; bağışlananın aktifi arttı, pasifi ise aynı kalmıştır.
Bağışlayan, sözleşmeyi yaptığı anda aktifi sabit kalır, pasifi artar. İfa ettiği zaman aktifi de pasifi de azalır (Mülkiyet hakkını yitirdiği için aktifi azalır, borçtan kurtulduğu için de pasifi azalıyor). Mamelekteki bu değişimlerin, hareketlerin mutlaka bir hukuki sebebi olması gerekir. Genelde, hukuki sebepler de yukarıda sayılan sebeplerdir.
Bir sebebi olmadan yapılan bir işlem, mutlak olarak geçersizdir. Yoksa sebepsiz zenginleşmeye yol açar. Bu, borçlar hukukundaki illilik ve soyutluk mücadelesidir. Hukuki sebebin bulunması, mutlaka kurucu olarak aranması gereken bir unsur mudur? Fevkalade tartışmalı olan bir konudur. Bizim borçlar kanunumuzda bu tartışmaya kaynaklık eden hüküm; mücerret borç tanıması dediğimiz hükümdür. (TBK 18. Madde; borcun sebebini içermemiş olsa bile borç taraması geçerlidir) Bu tartışma büyük ölçüde, iki büyük kodifikasyonun yaklaşımlarının farklı olmasından kaynaklanır. Bir yanda Fransız medeni kanunu, mutlaka bir hukuki sebep olması gerektiğini aksi taktirde işlemin hükümsüz olacağını söylüyor. Buna karşılık Alman ekolü, geçerli bir hukuki sebebi olmasa dahi işlemin geçerli olduğunu kabul ediyor, fakat diyor ki sebepsiz zenginleşmeye yol açar. Bu durumda tartışmanın ne derece önemli olduğunu anlayabilmek için; şayet hükümsüzdür dediğimiz taktirde; hukuki sebep olmaksızın bir malın mülkiyetini karşı tarafa geçirdiğinizde; geriye almak için istihkak davası açmanız gerekir. Alman ekolüne göre değerlendirirsek; sebepsiz zenginleşme doğan bir işlemde; malın geriye alınması için yalnızca borç ilişkisinin tarafına karşı ileri sürülebilir. Yani, birisi ayni hakka yol açar, birisi şahsi hakka yol açar. Tartışma bu açıdan fevkalade önemlidir. Burada tabii, işin biraz felsefesine gitmemiz gerekir; bir tarafa bakıyorsunuz Fransız ekolü sebebe bağlılığı esas alıyor, bir sebebin mutlaka bulunması gerektiğini ele alıyor. Buna karşılık Alman ekolü sebepsiz olsa da geçerlidir, sebepsiz zenginleşme yoluyla geri alınabilir. Burada koruma kime getirilmelidir sorusunu incelememiz gerek. Fransız hukuku sebepsiz olarak bir borç altına girmiş kişiyi koruyor, buna karşılık Alman hukuku korumayı karşı tarafla yaptığı işlem sonucunda hakkı kazandığını iddia eden kişiye geçerlidir bu işlem, ancak sebepsiz zenginleşmeye yol açabilir demek suretiyle, Alman hukukunda alacaklıyı korumuş ve borçluyu da belli bir nebze korumuş oluyoruz. Fransız hukukunda devredeni koruyoruz, Alman hukukunda devralanı koruyoruz. Devredenin korunması, hukuki güvenirliği sağlar. Neden sağlar? Çünkü devreden hukuki bir sebep yoksa devri geçerli olmayacaktır ve korunacaktır. Buna karşılık devralanı korumaya kalktığımızda esasında alışveriş hayatını korumuş oluruz. Devreden diyor ki; devrin geçerli olması için mutlaka bir sebebi olması lazım diyor. Birisi işlem hayatının sürekli işlemesini sağlıyor, birisi işlem hayatının biraz frenleyerek işlemesini sağlıyor.
Devralanın menfaati ile devredenin menfaati burada çakışıyor. Tabii bu, hocanın görüşüne göre kaynaklandığı nokta şu; Fransızların getirmiş olduğu düzenlemede yani devredenin korunduğu düzenleme, tabiatıyla devreden kişiye ilişkin getirilmiş çok önemli bir koruma vardır; hak sahibinin korunması. Fransız medeni kanunu (1804), Fransız ihtilalinin akabinde ortaya konulmuştur. O dönemde hukukun ve kanunun üstünlüğüne ilişkin çok mutlak bir değerlendirme var. Hukuk, kişilere gereken her türlü korumayı sağlamak zorundadır. Fransız medeni kanununda da kanunun üstünlüğü çerçevesinde de devredenin korunması durumunu ortaya çıkarmış. Alman hukukuna baktığımız zaman, o zamanlardaki düşünce ticari hayatın çok hızlı gelişmesi, işlem güvenliğinin getirilmesi, yapılan işlemin geçersiz hale gelmemesini sağlamak amacıyla devralanı koruyor. Biz hangisini beğeneceğiz tartışmasının içine girerken, İsviçreli ve Alman hukukçularının benimsediği bir görüşü de ortaya koymamız gerek; Türk hukukunun benimsediği sistem akit serbestisidir. Yani iradeyi üstün tanıyor. Taraflar bir işlemi hukuki sisteme bağlı olup olmamakta tamamen serbesttirler. Taraflar sebebe bağlılığı da kabul edebilirler, bağlı olmamayı da kabul edebilirler. Bunu değerlendireceğiz. Bu çerçeve içinde taraflar, seçtikleri, yaptıkları seçime göre sonuçlar nasıl ortaya çıkacak ona bir bakalım. Esasında İsviçre’den istikap edilen borçlar kanunumuz renksiz bir hüküm getiriyor; (TBK 18) Borcun sebebini içermese bile borç tanıması geçerlidir. Esasında bu hüküm iki anlamada da gelmeye müsait;
- Borcun sebebi olmasa dahi borç geçerlidir anlamına gelebilir.
- Bir borcun sebebini söylememek geçerlidir anlamına da gelebilir.
Mesela hatır senedi diye bir senet vardır; A’ya 1000 lira borcum olduğunu kabul ve ikrar ederim, imza. Sebebi belirli değildir. O hatır senedi acaba gerçekten bir borç meydana getiriyor mu getirmiyor mu sorusu çıkar karşımıza. Esasında burada, çeşitli ihtimaller söz konusudur bu ifadeye karşı;
- Ben 1000 lira borcum olduğunu kabul ve ikrar ediyorum dendiği zaman bir ispat imkanı yaratmış oluyor. Yani kendisine böyle bir senet verilmiş olan kişi hakkını mahkeme önünde kanıtlayabilmek için bunu kullanabilir ve iddiasını ispatlar böylece. Senede dayalı olarak mahkemeye gidildiğinde bu bir kanıttır. O taktirde karşı taraf böyle bir borcu olmadığını kanıtlamak zorundadır. Biz buna ispat soyutluğu diyoruz.
- Bu bir maddi soyutluğu ifade eder. Yani hiçbir sebep olmadan da ben bir senet verirsem bu senet geçerlidir. Sebep içermese dahi senet geçerlidir.
Önümüzde görüldüğü gibi iki ihtimal var. Bizim bundan tabii sonuç olarak çıkaracağımız sonuçlar vardır;
- İspat soyutluğunun söz konusu olduğu hallerde, kanun bunu öngörmüşse, hukuki sebep yoksa borç da doğmayacaktır. Sadece bir ispat kolaylığı getirilmiştir, şayet sebebin olmaması halinde borç ortaya çıkmayacaktır, yani borç doğmayacaktır. Sebebi varsa borç doğacaktır. Sebep ikrar edildiği taktirde, karşı taraf borcunun olmadığını kanıtlamak zorundadır. Böyle bir durumda karşı taraf teknik anlamda bir “itiraz” öne sürecektir. İtiraz olmasının sonuçları; hiçbir şekilde zaman aşımı yok. Yargıç resen göz önüne alır.
- Maddi soyutluğu esas aldığımız taktirde, sebebi olmasa dahi borç doğabilir, mevcuttur dediğimizde borç doğmuştur artık. Ancak bu borcun sebebi yoksa sebepsiz zenginleştirmeye konu olur. Sebepsiz zenginleşmeyi ileri sürmek defi olacaktır. Defi olarak ileri sürülebilirse, iki sonuç ortaya çıkar; bu bir şahsi talep olarak zamanaşımına tabiidir, bu bir hakkın ileri sürülmesi olduğuna göre hakim resen göz önüne alamaz.
Birinci ihtimalde, ispat soyutluğunda; A, B’ye karşı senedin tahsis edilmesi için dava açacak. Normal işleyişe göre, davayı açtığı zaman; A, B’den 1000 lira alacağım var diyorsa bunu ispat etmesi gerekmektedir. Fakat böyle bir senet vermekle ispat yükünün yer değiştirmesine sebep olmuştur. Normal olarak davada; benim satış sözleşmesinden doğan 1000 lira alacağım var, alıcı ödemedi, 1000 liralık alacak davası açarım; derim ki benim A’dan 1000 liralık alacağım var der. Nerden kaynaklanıyor dendiği zaman satım aktini ortaya koyacak. Fakat senedi vermişse, o taktirde A dava açtığında B’ye; senedi çıkartacak. Başka bir şeyi ispat etmesine gerek yok. Bu durumda iddiasını ispat etmiş olacak. Karşı taraf bu iddiaya karşı kendi iddiasında diyecek ki; hiçbir sebebi yok bunun diyecek, sebebi olmadığı için böyle bir borç doğmamıştır diyecek. Şayet ispat soyutluğunu tercih etmişsek.
İkinci ihtimalde, maddi soyutluğa geldiğimizde; B, A’ya 1000 lira borcum olduğunu kabul ve ikrar ederim demiş. A, B’ye karşı alacak davası açacak. Maddi soyutlukta sebep yoksa geçerlidir, fakat bu bir sebepsiz zenginleşmedir.