Bir Garip Adam

Hayatımın öyle bir dönemi oldu ki kendimi günlerce eve kapatıp, yalnız başıma bağıra çağıra şiirler okuduğum günler vardı. Bu dönem, Orhan Veli’nin şiirleriyle karşılaştığım günlere denk gelir. Hatta ve hatta şiire ilk olarak Orhan Veli’yle başladım desem yeridir. Saatlerce şiirlerini okumaktan kuruyan boğazımı dinlendirirken de, “Müşfik Kenter”in sesinden Orhan Veli şiirlerini dinleyerek zamanımı geçirmeye başlamıştım. Ve sanırım bir yandan bütün şiirlerini hafızama almaya çalışırken, kelimelerinde can verdiği o “yoksunluk” duygusunu yaşamaya çalıştım. Açlık, sigarasızlık, yalnızlık ve naif duygularla sarılı derin kederli bir adamı hissetmeye çalıştım. Onun hissettiklerinin binde birini bile hissedebilmişsem, kendimi şanslı sayarım. Zaman zaman derin bir mutsuzluk içerisinde, her kelimesinden yaşanmışlık akan harfler sizi derin bir bunalıma sürüklerken, bir anda okumaya başladığınız bir diğer şiiri sizi çok farklı bir duyguya sürükleyebilir, içinizi tamamen yaşama sevinciyle doldurabilir. Fakat her hâlükârda yüzünüzde kocaman bir gülümseme oluşturur ve Orhan Veli’ye daha çok bağlanırsınız.

Kendi tabirine göre; çok aşık olmuş, çok sevmiş, çok sevilmiş, fakat bir kadın varmış ki Orhan Veli’yi en derinden sarsmış. Zamanında kendi dizelerinde;

“…. Bir de sevgilim vardır pek muteber; İsmini söyleyemem,
Edebiyat tarihçisi bulsun.”

diyerek ser verip sır vermediği sevgilisine yazdığı mektupları içeren ve doğumunun yüzüncü yılında “Yapı Kredi Yayınları” tarafından yayınlanan “Yalnız Seni Arıyorum” isimli kitabı okurken, aşkı ve yaşadığı ekonomik sıkıntıları, şiirlerine kıyasla çok daha açık bir şekilde ifade ettiğine şahit oldum. Ve okuduğum her bir satırında, sanki o aşkın tam ortasında ben, üçüncü kişi olarak olan biteni izliyormuşum gibi hissettirdi. Nahit Hanım’la Ankara-İstanbul arasında yaşadıkları uzak mesafe ilişkisine hayran olup da üzülmemek hiç elde değil. Yaşadıkları aşkın Orhan Veli’nin ekonomik sıkıntıları sebebiyle oldukça zor bir hal alması ise insanın üzüntüsünü kat be kat arttırıyor. Dilerdim ki Nahit Hanım’ın da Orhan Veli’ye yazdığı tüm mektupları okuyabileyim. Çünkü bu eser, bana “aşk” denilen şeyin hâlâ gerçek olduğunu hatırlattı. Ve her bir mektubu bitirip, bir yenisine geçerken; son sayfalara doğru yaklaşmaktan korktuğum kadar hiçbir şeyden korkmadım sanırım. Ve bittiği zaman kendime dedim ki; “Orhan Veli’yi önceden de çok seviyordum fakat şimdi bir başka seviyorum. Artık insanlar neden Orhan Veli’yi sevdiğimi sorduklarında, bu kitabı okumalarını tavsiye edeceğim ve bitirdikleri zaman neden sevdiğimi anlayacaklarını da belirteceğim. Eğer şiirle, aşkla, uzak mesafe ilişkileriyle en ufak bir bağınız varsa – ki bunlardan en az birisi insan olmanın gereğidir diye düşünüyorum- mutlaka okumanız gereken bir eser.

Orhan Veli’yi genel olarak ele almak gerekirse, erken vefatı şüphesiz ki Türk Edebiyatı için çok büyük bir kayıp olmuştur. Hep merak ederim eğer aramızdan ayrılmasaydı belki de “Garip” akımını bırakıp başka tarzlarda yazmaya başlar mıydı diye. Fakat sonra da kendi kendime bunun cevabını veriyorum sanırım; Orhan Veli için Garip akımı bir baş kaldırış, bir serzenişti. Ve sanıyorum ki Orhan Veli’yi bizden farklı kılan taraf da buydu. Orhan Veli gibi hisseden herkes Orhan Veli gibi yaşayabilseydi ve yazabilseydi gerçek bir kaos ortamı olurdu sanırım. Orhan Veli o sebeple ulaşamadığımız noktadadır. Kimsenin günlük hayatındaki rahatlığı, konforu bırakıp tercih etmediği bir asi, serkeş, fukara hayat yaşamıştır neredeyse. Ve bunlar hayatın kendiliğinden getirdiği şeylerden ziyade, kendi tercihleridir. En azından, onun şiirlerinden, mektuplarından okuyup da anladıklarım bunlar oldu. Tekrar ve tekrar belirtmek istiyorum ki; öncelikle şiirleri, ardından Nahit Hanım’a yazmış olduğu mektupları, ardından da tekrar şiirleri olmak üzere, herkesin okuması gereken eserler bırakmış arkasında. Bir insanın erişebileceği en yüksek mertebede; ölümsüzlük. Ah bir de rakı şişesinde balık olsam!

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir