Süreler ve Eski Hale Getirme
Süreler ve Eski Hale Getirme
Süreler
Yargılama,
bir sürece yayılmaktadır. Yargılamada tarafların hak ve yetkilerini
kullanmaları veya hakim tarafından yapılması gereken işlemlerin, önceden
belirlenmiş ve ilgilileri tarafından bilinen bir zaman dilimi içerisinde
yapılması, adil yargılanma hakkının unsurlarından olan makul sürede yargılanma
hakkının gereğidir.
Sürelerin Çeşitleri ve Özellikleri
HMK, sürelerin kime yönelik olduğu, nasıl hesaplanacağı, ne zaman işlemeye
başlayacağı ve sürelerin çeşitleri hakkında bir kısım hükümler öngörmüştür (m.
90-94).
Süreler, kanunda açıkça belirtilmiş olabileceği gibi, hakim tarafından da
tespit edilebilir (m. 90/1).
Kanundaki süreler, taraflara yönelik olabileceği gibi, mahkemeye yönelik de
olabilir. Taraflara yönelik süreler, taraflardan birisinin veya her ikisinin
belirli bir süre içinde o işlemi yapması gerektiğini ifade eder. Mahkemeye
ilişkin süreler ise, hakimin yapması gereken işlemlerin süresi bakımından
getirilmiştir.
Kanunda öngörülen veya hakim tarafından belirlenen süre içinde işlem yapmayan
taraf, bu işlemin sağlayacağı avantaj veya haktan yoksun kalacaktır.
İlgili işlemi kanunda öngörülen süre içinde yapmayan hakim kusurlu ise, kendisine disiplin cezası verilebileceği gibi, m. 46/1’e göre hakimin bu davranışı nedeniyle, koşulları varsa, Devlete karşı tazminat davası da açılabilir. Devlet, ödediği tazminat nedeniyle, sorumlu hakime rücu eder (m. 46).
Süreler, bir başka açıdan da, kesin süre ve kesin olmayan süre biçiminde bir ayrıma tabi tutulmuştur. Bu ayrım, taraflara yönelik süreler için geçerlidir. Kesin süre içinde yapılması gereken işlemi, süresinde yapmayan tarafın, o işlemi yapma hakkı ortadan kalkar (m. 94/3), buna karşılık kesin olmayan süre bakımından bu hak düşümü gerçekleşmez.
Kesin süre, kanundan doğabileceği gibi, hakim tarafından da verilebilir. Ancak kanunda açıkça belirtilmiş olmadıkça, hakimin verdiği sürenin kesin olması için, hakimin, bu hususu kararında belirtmesi gerekir. Aksi takdirde hakimin verdiği süre kesin süre sayılmaz, ve süreyi geçiren taraf, yeniden süre isteyebilir.
O halde, hakimin verdiği ilk sürenin kesin olup olmadığı, kural olarak hakimin kararından anlaşılacaktır.
Hakim, ilk kesin süreyi usulüne uygun biçimde vermemişse, taraf, ikinci kez süre isteyebilir; bu kez (ikinci kez) verilen sürenin kesin olduğu belirtilmese bile, Kanun gereği süre kesin olacağından, süre sonunda kanunun öngördüğü sonuçlar doğar; yeni bir süre de talep edilemez (m. 94/2).
Sürelerin Başlaması ve Hesaplanması
Kanun, sürelerin işlemeye başlaması bakımından genel bir düzenleme yapmıştır. Buna göre süreler, taraflara tebliğ tarihinden veya kanunda öngörülen hallerde, tefhim tarihinden itibaren işlemeye başlar (m. 91).
Tebliğ, herhangi bir hususun muhatabına bildirildiğinin yazılı olarak belgelendirilmesi; tefhim ise, hakim tarafından yüze karşı okuma veya sözlü anlatma anlamına gelir.
Sürelerin nasıl işleyeceği konusunda kanunun getirdiği temel kural, süreye bağlı işlemin, ilgilisine tebliğ edilmiş olmasıdır.
HMK, kural olarak, sürelerin tebliğle işlemeye başlayacağını, tefhimle bir sürenin işleyebilmesi için bu hususun açıkça kanunda öngörülmesi gerektiğini belirtmiştir (m. 91). O nedenle sürelerin başlangıcını belirlemek için kanunda yer alan ifadelere dikkatlice bakmak gerekir. Ve çok istisnai de olsa, bazı durumlarda kanun sürelerin başlamasını öğrenmeye bağlamıştır. Kanuna iyi bakmak gerek!
HMK, süreleri genellikle hafta olarak düzenlemiştir. Ancak bunun yanında sürelerin gün, ay veya yıl olarak ifade edilmiş olması da mümkündür.
Süreler gün olarak belirlenmiş ise tebliğ veya tefhim edildiği gün hesaba katılmaz, ertesi gün tebliğin birinci günü olarak kabul edilir ve süre, son günün tatil saatinde biter (m. 92).
Süre hafta, ay veya yıl olarak belirlenmiş ise başladığı güne son hafta, ay veya yıl içindeki karşılık gelen günün tatil saatinde biter. (Sürenin bittiği ayda, başladığı güne karşılık gelen bir günm yoksa, süre bu ayın son günü tatil saatinde biter (m. 92)).
Resmi tatil günleri, süreye dahildir (m. 93/1).
Öğleden sonraları tatil olan günler iş günüdür. Bu nedenle son günü öğleden sonrası tatil olan bir güne rastlayan bir süre, o gün saat 13.00’te sona erer.
Bakanlar Kurulu tarafından zaman zaman ilan edilen idari tatil veya idari izinler, sürelerin işlemesi bakımından dikkate alınmaz.
Adli tatilin sürelere etkisi ise ayrıca düzenlenmiştir (m. 104 vd.)
Adli Tatil
Adli tatil, kural olarak yargılamaların ertelendiği bir dönemi ifade eder. Buna göre, mahkemeler, her yıl 20 Temmuz ile 31 Ağustos tarihleri arasında tatil yaparlar, yeni adli yıl, 01 Eylülde başlar (m. 102).
Adli tatil, dava açılmasına değil, davaların görülmesine engel olur.
Kanun koyucu, ertelemeye tahammülü olmayan veya ivedi saydığı işler bakımından adli tatil hükümlerinin geçerli olmayacağını kabul etmiştir. Hangi davaların adli tatilde görüleceği kanunda sayılmıştır (m. 103).
Adli tatilde görülecek olan bu davalara ve işlere nöbetçi mahkemeler tarafından bakılır. Adli tatilden yararlanamayan nöbetçi hakimler, adli tatilden sonra yıllık izinlerini kullanırlar. Tek hakimli yerlerdeki hakimler adli tatilden yararlanamazlar.
Adli tatilde her türlü dava açılabilir; ancak bu davaların görülmesi, adli tatil sonuna kalır. Öte yandan, dava açılmasından başka, karşı dava, istinaf ve temyiz dilekçeleri ile bunlara karşı verilen cevap dilekçelerinin ve dosyası işlemden kaldırılan davaları yenileme dilekçelerinin alınması, ilam verilmesi, her türlü tebligat, dosyanın başka bir mahkemeye, bölge adliye mahkemesine veya Yargıtay’a gönderilmesi işlemleri de yapılır (m. 103/2).
Adli tatile tabi olan dava ve işlerde, bu kanunun tayin ettiği sürelerin bitmesi tatil zamanına rastlarsa, bu süreler ayrıca bir karara gerek olmaksızın adli tatilin bittiği günden itibaren bir hafta uzatılmış sayılır hükmünü getirmiştir (m. 104) Burada uzayacak süreler, yalnızca usul kanunlarında belirtilen süreler olup, örneğin, dava açma süresinin son günü adli tatile rastlayan ve dava açmayan kişi, böyle bir uzatmadan yararlanamaz.
Eski Hale Getirme
Kanunda belirtilen süreler ve hakim tarafından usulüne uygun verilen kesin süreler içerisinde, ilgililerin gerekli işlemleri yapmamaları halinde, haklarının düşeceği (m. 94) yukarıda belirtilmişti. Ancak taraflar, bu süreleri bazen ellerinde olmayan bir nedenle veya kusurları olmaksızın geçirebilirler. İşte bu hallerde de, hakkın düşmüş sayılması, süreyi kaçıran için ağır bir sonuçtur. Bu nedenle kanun koyucu, adeta bir telafi mekanizması öngörmüş, böylece durumu eski haline getirmek suretiyle sanki o süre hiç kaçırılmamış gibi bir hukuki sonuç düzenlemiştir.
Eski Hale Getirme Talebinin Koşulları
Elde olmayan sebeplerle, kanunda belirtilen veya hakimin kesin olarak
belirlediği süre içinde bir işlemi yapamayan kimse, eski hale getirme talebinde
bulunabilir (m. 95/1).
Eski hale getirme yoluna gidebilmek için, ilk olarak, kesin bir sürenin
kaçırılması gerekir.
İkinci koşul, işlemi yapmak zorunda olan kimsenin veya vekilinin, elde olmayan
sebeplerle (kusuru olmaksızın) o işlemi süresi içinde yapamamış olması gerekir
(m. 95); elde olmayan sebep, tarafın iradesi dışında ortaya çıkan haklı ve
objektif bir engel veya durum olmalıdır.
Üçüncü koşul, başka bir hukuki yola başvurma olanağının bulunmamasıdır.
Eski Hale Getirme Talebinin Süresi
Eski hale getirme talebinin süresi, işlemin süresinde yapılamamasına sebep olan engelin ortadan kalkmasından itibaren iki haftadır (m. 96/1).
Davada pek çok işlem art arda sıralanmakta, davanın değişik aşamalarında kesin süreler söz konusu olmaktadır. O nedenle, davanın değişik evrelerinde eski hale getirme yoluna başvurulması ihtiyacı olabilir. Bu bakımdan kanun koyucu, kural olarak, en geç nihai karar verilinceye kadar eski hale getirme talebinde bulunulabileceğini kabul etmiştir (m. 96/2).
HMK m. 96/2 hükmü ile, bir tarafın yokluğunda (m. 186) verilen nihai karardan (hükümden) sonra, tahkikat aşamasında kaçırılmış olan sürelerden dolayı, bir tarafın yokluğunda hüküm vermiş olan mahkemeden eski hale getirme istenebilir.
Taraflar, koşulları mevcut olduğu sürece, aynı davada birden fazla eski hale getirme yoluna gidebilirler; kanunda bu konuda bir sınırlama yoktur.
Eski Hale Getirme Talebinin Şekli, Kapsamı ve İncelenmesi
Eski hale getirme, dilekçeyle talep edilir; duruşmada yapılan sözlü talepler kabul edilmez, talebin mutlaka yazılı olması aranır (m. 97).
Eski hale getirme talebinde bulunan tarafın talepte bulurken, aynı zamanda süresinde yapılamayan işlemi de eski hale getirme talebinde bulunmak için öngörülen süre içinde yapması zorunludur.
Yapılamayacak işlem için eski hale getirme, bu işlem hakkında hangi mahkemede inceleme yapılacak idiyse, o mahkemeden talep edilir (m. 98/1).
Kanun yoluna başvuru süresi kaçırılmışsa, kanun yolu incelemesini yapacak mahkemeden eski hale getirme talep edilir. Buna göre, örneğin, istinaf süresini elinde olmayan nedenlerle kaçıran taraf, bu konudaki mazeretini ve delillerini istinaf mahkemesine başvurmak suretiyle eski hale getirme ister (m. 98/2).
Eski hale getirme talebi sebebiyle ortaya çıkan giderlerin talepte bulunan tarafça üstlenileceği kabul edilmiştir. Ancak, karşı taraf eski hale getirme talebine karşı asılsız itirazlar ileri sürerek giderlerin artmasına sebep olmuşsa, hakim, giderlerin tümünün veya bir kısmının karşı tarafa yükletilmesine karar verebilir (m. 101).