Millet Nedir? Millet Kavramının Oluşumu

Devletin topluluk unsurundan, o devletteki insanların anlaşılacağı bellidir. Devletin topluluk unsurunu iki farklı boyutta ele alabiliriz. Bunlar “HALK” ve “MİLLET=ULUS” tur. Halk denildiğinde, bir devlette şu anda yaşamakta olan ve haliyle sayı ile ifade edilebilen kişiler anlaşılmaktadır. Millet denildiğinde ise, sadece şu anda yaşamakta olanlar değil, onların yanı sıra, geçmişte yaşamış olanlar ve ileride yaşayacak olanlar da kastedilmektedir. Yani, millette, geçmiş, hal ve gelecek bir arada bulunmaktadır. Bu nedenle, halk somut iken, millet (=ulus) soyut bir nitelik taşımaktadır.

Milletin oluşumunu açıklayan iki farklı kuram:

  1. a) Objektif millet anlayışı (Alman görüşü): Bu anlayış uyarınca, bir milletten söz edebilmek için, o toplumdaki insanların aynı ırktan gelmeleri (=ırk birliği), aynı dili konuşmaları (=dil birliği) gerekmektedir. Zaman zaman bu anlayışta, din birliği de, yani toplumdaki kişilerin aynı dine inanmaları da aranmaktadır. Objektif millet anlayışında gözden uzak tutulmaması gereken husus, bu niteliklerin, milletin oluşumunda “olmaz ise olmaz” (Latincesi: sine qua non) (İngilizcesi: without which not /without which it could not be = an indispensable condition) bir koşul olarak görülmesidir. Örneğin Nazi Almanyasında Volksgemeinschaft -okunuşu folksgemaynşaft- olarak adlandırılan halk topluluğu, Cermen ırkından gelen insanlardan oluşan bir beraberliği ifade etmekteydi. Vikipedia’da bu kavram hakkında şu açıklamanın yer aldığını görüyoruz: Upon rising to power in 1933, the Nazis sought to gain support of various elements of society. Their concept of Volksgemeinschaft was racially unified and organized hierarchically. This involved a mystical unity, a form of racial soul uniting all Germans…” 
  2. b) Sübjektif millet anlayışı (Fransız görüşü, E. Renan): Bu anlayış uyarınca, uzun bir süre birlikte yaşamış ve iyi günle kötü günü birlikte tüketmiş olan insanlar, aynı ırka, aynı dine mensup olmasalar, hatta aynı dili konuşmasalar dahi, bu tarih birliği ve onun beraberinde getirdiği kültür birliğinden ötürü bir millet (=ulus) oluşturabilmeleri mümkündür. Kuşku yok ki, “dil”in, insanların birbirlerini anlayabilmelerindeki çok önemli rolünü dikkate aldığımızda, burada sözü geçen dil birliğinin zorunlu bir unsur olarak görülmeyişini “ana dil” için söyleyebiliriz. Buradan hareketle, bir devlet haline gelmiş olan insan topluluğunda, o topluluk içinde yer alan insanların ana dilleri farklı olsa ve bunu değişik ortamlarda kullansalar da, o devlette geçerli olan bir resmi dilin bulunması gerekecektir.

Gerek Osmanlı İmparatorluğu gerek Cumhuriyet Dönemi Anayasalarında benimsenen millet anlayışı, burada sözü geçen  sübjektif millet anlayışını yansıtmaktadırlar. Gerçekten, Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk anayasası olan 1876 (1293) Anayasası’nın 8. maddesinde, “Devlet-i Osmaniye tabiyetinde efradın cümlesine herhangi din ve mezhepten olur ise olsun bilâ istisna Osmanlı tâbir olunur ve Osmanlı sıfatı kanunen muayyen olan ahvale göre istihsal izae edilir.”; Türkiye Cumhuriyeti’nin 1924 tarihli Anayasası’nın 88. maddesinde “Türkiye’de din ve ırk ayırdedilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese ‘Türk’ denir.” ; 1961 Anayasası’nın 54. maddesinde “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.” ; aynı şekilde halen yürürlükte olan 1982 Anayasası’nın 66. maddesinde de “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.” denilmektedir. Dikkat edileceği gibi, bütün bu kurallarda ele alınan tanım, VATANDAŞLIK açısından bir tanım getirmekte, yoksa ırk ve din yönünden bir belirlemede bulunmamaktadır.

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir