Orhan Asena – Sığıntı

KİŞİLER

Şehzade Bayezit : 35-39 yaşlarında.

Şehzade Orhan : 20-24 yaşlarında.

Aksak Seyfüddin

Kuduz Ferhat

Turgutoğlu Pir Hüseyin

Şah Veli

Ferruh Bey : Bayezit’in adamları.

Tahmasp : İran Şah’ı. (50 yaşlarında)

Mehpare Sultan : Eşi.

Şahnez Sultan : Kızı. (15-18 yaşlarında)

Cafer Sultan

Seyfüddin İrişti Ağa

Nizamüddin Şahkulu : Şahın adamları.

Murat Ali

Karaağırlu

Çerkez Mahmut

Pazarcılar…

Sipahiler…

Leventler…

Ali Paşa : Süleyman’ın elçisi.

Selim’in iki adamı

Şahın maiyet adamları…

Hekimbaşı.

Güllabi Çavuş : Şehzade Selim’in elçisi.

ÖN OYUN

SAHNE: Şehzade Bayezit’in Kazvin’deki otağının önü. Şehzade Bayezit, yanında Şehzade Orhan ve komutanları, Kuduz Ferhat, Aksak Seyfüddin, Turgutoğlu Pir Hüseyin, Şah Veli, Fer-ruh Bey, vb. Bir bekleme sabırsızlığı içindedirler…

BAYEZİT — (Ta uzaklardan gelenleri göstererek) Geliyorlar.. Doğrusu Şah Tahmasp’dan bu kadarını beklemiyordum, hatta bir çatışmaya gireceğimizden çekiniyordum. Arkamda bıraktığım cehennem mi, önümdeki cehennem mi? Hangisi bizi yutacak, düşündüğüm buydu. Ta Amasya’dan yola çıktığımdan beri.

AKSAK SEYFÜDDİN — Şehzadem, unutmayın ki Tanrı, herkesin bıraktığını tutar.

TURGUTOĞLU— Benim düşündüğüm; Anadolu’dan kaldırıp getirdiğimiz şu on beş bin kişilik ordu. Nereye sığdırabileceğiz bunca askeri?

BAYEZİT— Ben Amasya’dan yola çıktığımda üç bin kişiydi askerim. Yol boyu beklediğimden daha çok katılma oldu.

AKSAK SEYFÜDDİN— Bu, şehzademizin kullarınca ne kadar sevildiğini, sayıldığını gösterir. Üstünüze hünkâr babanızın fetvası olduğu halde. “Nerede görülürse orada durdurula” fermanı gönderildiği halde. Karagün dostlarınız gösterdiler kendilerini. Sivas’dan geçerken, Ali Paşa harekete geçiremedi askerlerini,

Erzurum Beylerbeyi Ayaş Paşa ordunuzun nal ve çivi eksiğini ta ayağınıza dek getirdi. Üstünüze salınan Karaman Beylerbeyi Ferhat Paşa, Sivas Beylerbeyi Ali Paşa, Diyarbekir Beyberbeyi İskender Paşa, sizin Aras’ı atlayıp bu yana geçmenizi engelleyemedi. Antep Beylerbeyi Hüsrev Paşa ile Malatya Beylerbeyi Mustafa Bey’in, askerlerini Saad çukurunda bozdunuz.

ŞEHZADE ORHAN— Bana öyle gelir ki biraz yüklenseydik teslim alabilirdik o orduyu.

BAYEZİT — (Garip bir sevecenlikle bakar oğluna, elini omuzu üstüne kor.) Yanılıyorsun oğlum! Onlara aman veren biz olmadık. Asıl onlar bize aman verdiler. Hiç mi farketmedin karşındaki askerin nasıl gönülsüz dövüştüğünü? Bir an bile karşıla-rındakilerin Şehzade Bayezit olduğunu unutmadılar. Komutanlarının onca zorlamalarına karşın. Sonunda güya zafer bizim oldu, aslında ben asıl orada, Saad çukurunda kaybettim.

ŞEHZADE ORHAN— Anlayamadım efendimiz!

BAYEZİT— Hünkâr babamızın bu yenilgiyi sindirebileceğini mi sanıyorsun oğlum? Hep yendiği, yenebileceğine inandığı şehzadesine karşı bir gün bağışlayıcı olabilirdi belki. Ama bundan böyle hiç sanmam. (Birden Kuduz Ferhat’a döner.) Sen hep susarsın Ferhat Ağa! Söyleyecek sözün yok mu?

KUDUZ FERHAT — (Kurt gibi dişlerini göstererek gülümser.) Var şehzadem! Lakin korkarım ki pek aykırı düşecek sözlerim düşüncelerinize.

BAYEZİT— (Buyurgan) Söyle!

KUDUZ FERHAT— Bir taht isterdiniz şehzadem, işte taht! (Bunu derken bir baş işaretiyle karşıdan gelenleri gösterir.)

BAYEZİT— (Anlamamış bakar onun gösterdiği tarafa.)

KUDUZ FERHAT—Tahmasp, bin kadar atlısıyla karşılamaya gelir sizi. Sizin burdaki on beş bin kişilik ordunuza yalnızca bir işaret buyurmanız yeter. Bir saate kalmaz, tahtı da tacı da sizin olur.

Bir an çok gergin bir sessizlik.

BAYEZİT— (Sertçe) Bu sözü ne sen söylemiş ol, ne de ben duymuş olayım. Bana kucak açmakla yetinmeyip, ta ayağımıza varan, topraklarını topraklarımız gibi ta ardına dek bize açan, bizi oğlu gibi kollamakta, konuklamakta kusur etmeyen bir akbahtlıya kılıç çalmak ha!

KUDUZ FERHAT— Bağışlayın şehzadem! Ben başka türlü düşünüyorum. Tahmasp’ın o dibi bulanık fikrinden neler geçer şu anda bilmem, lakin şu anda çok daha güçlüyüz, şu anda biz hâkimiz duruma…

BAYEZİT— (Susturur onu.) Burada da yanılıyorsun Ferhat! Sözüne uysam Şah’ın tahtına kolaycacık oturabilirim belki, lakin orada ne kadar kalabilirim? Koskoca Acem mülkü yalnızca Tahmasp’ın tahtından ve sarayından ibaret değildir. Dünyayı dar etmeyelim kendimize.

KUDUZ FERHAT — Eh, görelim bakalım öyleyse şehzadem, Tahmasp sizi, şehzadelerinizi, beylerinizi, on beş bin kişilik ordunuzu ne vakte dek, nasıl ve nerede ağırlayacak? Ve bunun karşılığında hiç mi bir şey istemeyecek?

Tahmasp, yanında Revan Valisi Nizamüddin Şahkulu ve maiyetiyle girer, Şehzade Bayezit öne çıkar, bir baba-oğul gibi kucaklaşırlar.

TAHMASP— İlkin özür dilemek isteriz şehzadeden. Kendilerini ilkin Revan önünde, sonra da Kazvin’de beklettiğim için. Esterabat’taki bir ayaklanmayı bastırmak için gitmiştim. Revan önlerinde göründüğünüzü oradayken, valim Nizamüddin Şahku-lu’ndan öğrendim. (Bunu derken Nizamüddin Şahkulu’yu gösterir.) Ancak bu gaileyi giderdikten sonra sizi bizzat karşılamayı uygun buldum. Büyük Süleyman’ın değerli şehzadeleri Bayezit Han’a evim de yurdum da, ta en uç bucaklarına dek açıktır. Bunu böyle bilmenizi rica ederim.

BAYEZİT— Şahım, Büyük Süleyman’ın artık gözden düşmüş şehzadeleri için biraz aşırı konukseverlik gösterirler. İnşallah pişman olmazlar ilerde.

TAHMASP — Bizim için her zaman Büyük Süleyman’ın gözde oğlusunuz siz şehzadem! Şu ya da bu nedenle babalar yanılabilirler bazen. Ama halk yanılmaz. Tüm nimetleri teperek, belki de ucunda ölüm bulunan bir serüvene sizinle katılmaktan çekinmeyen şu on beş bin kişi bunu kanıtlıyor.

BAYEZİT— (Koluna girer Şah’ın, onu otağa doğru götürür.) Çok teşekkür ederim ilginize Şahım!

Bayezit’le Tahmasp önde, Şehzade Orhan’la Şahkulu arkada otağa girerler. Osmanlı ümerasıyla Şah’ın maiyetindekiler dostça, birbirlerini ağırlayarak çıkarlar. Şehzade Bayezit, baş köşeyi ikram eder Tahmasp’a.

BAYEZİT— Buyurmaz mısınız Şahım?

TAHMASP — (Şehzadenin ikram ettiği yere otururken) Bir iki ay geç kaldık şehzademizi karşılamada, ama bu vakti boş geçirmedik. Gerek Revan Valimiz Nizamüddin Şahkulu, gerekse

ben Anadolu’daki adamlarımızdan düzenli olarak haber edindik. (Şahkulu’ya döner.) İlkin siz anlatınız şehzadeye.

NİZAMÜDDİN ŞAHKULU— Sizin hemen arkanızdan Selim Han’la Sokollu Mehmet Paşa büyük bir orduyla sizi istetti. Gönül hoşluğuyla teslim etmezsek taş üstünde taş bırakmamakla tehdit etti bizi. Bize sığınmış bir şehzadeyi teslim etmenin adetimiz olmadığını bildirdim kendilerine. Sonunda ayrıldılar, ama geri dönmediler.

BAYEZİT— Geri dönselerdi şaşardım.

NİZAMÜDDİN ŞAHKULU— Hünkâr, Şehzade Bayezit davasından vazgeçmediğini, hatta eskisinden de çok önemsediğini göstermek istercesine Üsküdar yakasına geçerek otağını orada kurdurdu. Bu yanda Selim Han’ı kışlamak üzere Diyarbekir’e, Sokollu Paşa’yı Sivas’a çekti.

TAHMASP — (Yüzünde buruk bir gülümseme) Vaktiyle küçük karındaşımız Elkas Mirza hünkâr babanıza sığındığında, Süleyman Han, bunu fırsat bilerek, sözümona onun hakkını arıyor-muşcasına topraklarımızı bir kez daha çiğnemekten kaçınmamıştı. Sanırım şimdi de bizim, sizin haklarınızı bayrak yaparak Anadolu’yu karıştırmamızdan çekinir.

BAYEZİT— (Düşünceli, bakar Tahmasp’a.) Buna biz de güven getirmek isteriz Şahım! Bir kez size sığınmak bahtsızlığına uğramış bulunuyorum. Bir ikincisine, kendi halkıma karşı, hatta hakkımı savunma pahasına bile olsa, yabancı güçlerle işbirliği yapmak alçaklığına katlanamam. Bunu, ta başında belirtmek isteriz.

TAHMASP —(Babaca gülümser, ama bu babaca gülümseme gerisinde hangi emelleri vardır, hiç belli etmez.) Niçin hünkâr babanıza yazıp bağışlanmanızı dilemezsiniz?

BAYEZİT— Yaptım Şahım! Birkaç kez yaptım. Konya yenilgisinin hemen arkasından hünkâr babamıza, karındaşımız Mihri-mah Sultan’a ve bize yakın saydığımız Veziriazam Rüstem Pa-şa’ya ayrı ayrı yazdım. Hiçbir yanıt alamadım.

TAHMASP — (Koynundan bir kâğıt çıkarıp yüksek sesle okumaya başlar.)

Ey seraser aleme Sultan Süleymanım baba!

Tende canım, canımın içinde cananım baba!

Bayezidi’ne kıyar mısın benim canım baba!

Bi günahım hakbilir, devletlu sultanım baba!

BAYEZİT— (Birden doğrulmuştur, gözleri faltaşı gibi açılmış, bu mısraları dinlemektedir, sonra kendi sürdürür şiiri, büyülenmiş bir halde?)

Enbiya serdefteri yani ki Adem hakkıyçün,

Hem dahi Musa ile, İsa ü Meryem hakkıyçün,

Kainatın serveri ol ruhu azam hakkıyçün,

Bi günahım hakbilir, devletlu sultanım baba!

Bunu siz nereden, nasıl bilebilirsiniz? Bu benim Anadolu-dayken ve kaçmaya karar vermeden önceki son çığlığımdı.

TAHMASP — (Biraz alaycı bir gülümsemeyle.) Görüyorsunuz ya, Osmanlı’da bir sinek kanadını kıpırdatsa, bizim burada haberimiz oluyor.

BAYEZİT — (Gülümsemesi dudağında) Evet, gözlerinizin en gizli gözeneklerimizde dolaştığını hep sezer, bundan tedirgin olurduk.

TAHMASP — (Gülümser, kaldığı yerden okumasını sürdürür.)

Sanki mecnunum, bana dağlarbaşı oldu durak,

Ayrılıp bilcümle malümülkten düştüm ırak,

Dökerim gözyaşımı ve hasreta dad-el-fırak,

Bigünahım hakbilir, devletlu sultanım baba!

BAYEZİT— (Şaşkınlıkla âdeta kekeler.) Bunu bir ben, bir Neveser, bir de hünkâr babamız biliyorduk.

TAHMASP — (Gözü satırlarda) Hiçbir baba yüreğinin şu mısralara direnebileceğini sanmam şehzade! (Okur)

Bir nice masumum olduğun şeha bilmez misin?

Anların kanına girmekten hazer kılmaz mısın?

Yoksa ben kulunla hak dergahına varmaz mısın

Bigünahım hakbilir, devletlu sultanım baba!

BAYEZİT— (Âdeta isyanla) Onun yüreği direndi, direnebildi.

TAHMASP—(Okur.)

Tutalım iki elim baştanbaşa kanda ola,

Bu meseldir söylenir kim kul günah etse nola?

Bayezit’in suçunu bağışla, kıyma bu kula,

Bigünahım hakbilir, devletlu sultanım baba!

BAYEZİT— (Ayağa fırlamıştır, bir yaralı kaplan gibi dolaşmaktadır otağın içinde.) Daha da ötesine gittim, o demirden yüreğini yumuşatabilmek için, haklıyken suçlamaktan çekinmedim kendimi. Gördüğünüz gibi işte. Bu feryadıma, bu feryadıma bile bir yanıt alamadım.

TAHMASP— (Yine o esrarlı gülümsemesi dudaklarında, bir başka kâğıt çıkarır koynundan.) Oysa babanız cevap vermişti sizin feryadınıza. Hem de sizin o duygulu üslubunuzla. Dinleyin! (Okur.)

Ey demadem mazharı tuğyanı isyanım oğul!

Takmayan boynuna hergiz tavkı fermanım oğul!

Ben kıyar mıydım sana ey Bayezid Hanım oğul!

Bigünahım deme bari, tövbe kıl canım oğul!

BAYEZİT— (Heyecanla titrer.) Nasıl? Bunu hünkâr babamız mı yazmış bize? Fakat nasıl oluyor da benim elime geçmiyor? Sizin elinize geçiyor?

TAHMASP— Bunun, sizin elinize geçmesine engel olanlar, benim elime geçmesine engel olmadılar.

BAYEZİT — Anlıyorum, Selim Han’ın yanındaki çaşıtlarınız…

TAHMASP— (Okumasını sürdürür.)

Enbiya ü evliya ervahı azam hakkıyçün,

Nuh u, İbrahim ü, Musa, İbni Meryem hakkıyçün,

Hatm ı asar ı nübüvvet fahri alem hakkıyçün,

Bigünahım deme bari, tövbe kıl canım oğul!

BAYEZİT (Gittikçe daha heyecanlanmaktadır.) Ah düşünmeliydim bunu. Hünkâr babamızın bu kadar katı yürekli olmadığını düşünmeliydim. Hep onlar… Selim’le adamları… Hep aynı şeyi yaptılar bana. Her yerde yolumu kestiler… Kem kişi göstermek için bizi pederimize, en olmayacak şeyleri yaptılar…

TAHMASP— (Okumasını sürdürür.)

Adem adın etmiyen mecnuna sahralar durak,

Kurb ü taatten kaçanlar daima düşer ırak,

Tan değildir der isen ve hasreta – dad – el firak,

Bigünahım deme bari, tövbe kıl canım oğul!

BAYEZİT — (Âdeta çıldırmıştır, hem sevinçten, hem üzüntüden gözleri yaş içindedir.) Evet, babam bu benim. Babam! Nasıl nasıl anlayamamışım onun o yüce ruhunu? (Birden kapar âdeta Şah’ın elinden kağıdı.) Bağışlayın sultanım! Kendi gözlerimizle görmek isteriz. Kendimiz okumak isteriz. (Yüksek sesle okur.)

Rahm ü şefkat, zib i iman olduğum bilmez misin?

Ya dem i masumu dökmekten hazer kılmaz mısın?

Abd-i azad ile hak dergâhına varmaz mısın?

Bigünahım deme bari, tövbe kıl canım oğul!

(Tıkanır, okuyamaz, kağıdı geri verir.) Okuyamayacağım.

TAHMASP— (Alır, sözcüklerin üstüne bastıra bastıra okur.)

Tutalım iki elin baştanbaşa kanda ola,

O ki istiğfar edersin, biz de af etsek nola?

Bayezit’im, suçunu bağışlarım gelsen yola.

Bigünahım deme bari, tövbe kıl canım oğul!

Gergin bir sessizlik.

ŞEHZADE ORHAN— (O da heyecanlanmıştır.) Hünkar babamız sizi bağışlamış baba! Daha ne dururuz? Hemen geri dönelim. (Şah’a bakar.) Tabii Şah izin verirse.

BAYEZİT— (Sert bir hareketle gözlerini siler.) Hayır oğlum! Biz bir kez daha kaçırdık fırsatı. Bu bağışlama daha önceki kusurlarımız içindi. Ama biz ne yaptık? Onun belki de bizi asla bağışlayamayacağı bir suçtan geri çevirmek için üstümüze gönderdiği ordulara kılıç çektik. Hatta bunlardan birini Saad çukurunda bozduk. Bu ordunun, hiç yenilgi tanımamış bir ordu olduğunu unutarak. Hatta belki onlar, hünkâr babamızın buyrultularıyla ke-

sin bir savaştan öylesine kaçındılar. Ah Selim! Asıl şimdi mahvettin beni. Bu bağışlanmanın elime geçmesini önleyerek.

TAHMASP— (Kalkar yerinden.) Bana kalırsa bir bağışlama mektubu daha göndermenizde yarar vardır şehzade! Buna biz de gerekirse yakarımızı ekleriz. Sanmayın ki: Sizi ağırlamaktan kaçıyorum. Hükümdarlık onurum üstüne yemin ederim ki: Sizi babanıza teslim etmeyeceğim. Asla. Ama barışırsanız buna da en sevinen ben olacağım. Gelecek hafta onurunuza düzenleyeceğim büyük, yarışmalı şölende bahadırlarınızı görmekten zevk alacağım. Umarım o vakte dek iyice düşünür kararınızı verirsiniz.

Şehzade Bayezit, Şehzade Orhan, Tahmasp’ı ve Revan Valisi Nizamüddin Şahkulu’yu dışarıya geçirirler.

BAYEZİT— (Şah iyice uzaklaştıktan sonra oğluna döner.) Bu adam ya bizim en büyük dostumuz ya da en korkunç düşmanımız oğlum.

ŞEHZADE ORHAN— (Şaşırmıştır.) Fakat baba! Nasıl böyle düşünebilirsiniz? Düşümüzde bile kuramayacağımız bir törenle bizi karşıladı, sizi hünkâr babanızla barıştırmak için elinden geleni yapar.

BAYEZİT— Gözleri oğlum, gözleri… Bilmem farkettin mi? Gözlerinden ışık sızmıyor.

Işıklar kararır.

BİRİNCİ PERDE

SAHNE: l

Şah’ın sarayında bir salon. Şah Tahmasp ve Seyfüddin İrişti Ağa.

SEYFÜDDİN İRİŞTİ— Buyruğunuz üzere ilkin Dersaadet’e

vardım, Süleyman Han’ı üzgün, ama kararlı gördüm. “Benim Şehzade Bayezit adında bir oğlum yoktur” diyerek kesip attı. Ondan sonra Selim Han’ın ayağına vardık.

TAHMASP— O ne dedi?

SEYFÜDDİN İRİŞTİ — Sanırım, biz onun ayağına varmasaydık, o varacaktı bizim ayağımıza. İlkin hünkâr babasından aldığımız yanıtı iletmek düştü bize. Gözleri parladı. “Evet Seyfüddin İrişti Ağa! Babamız doğru söyler, onun artık Şehzade Bayezit adında bir oğlu yoktur, ben hünkâr babımızdan da ileri gideceğim diyeceğim ki: Keşke hiç olmasaydı. Olmuşsa bu onun kara yazgısıdır. Ve olmamış olması için veremeyeceğim şey yoktur.

TAHMASP— Sonra?

SEYFÜDDİN İRİŞTİ— Sonra teşrifata aldırış etmeden bizi kapıdan geçirdi, orada öyle ayaküstü tuttu, “Şahınıza şu dileğimi götürün” dedi. O bir kez Bayezit gailesini gidersin, bizden yok, olmaz, sözünü duymayacaktır. Hatta Bağdat’ı istese bile. Babamızdan sonra tabii.

TAHMASP (Heyecanla doğrulmuştur.) Demek Bağdat’ı bile vermeye hazır. O kadar korkar konuğumuzdan. Bayezit Han’dan? Peki çıkabilirsin!

Seyfüddin İrişti Ağa çıkarken, Mehpare Sultan girer.

MEHPARE SULTAN — (Girerken) Beni buyurmuşsunuz Şahım!

TAHMASP— Çok büyük bir şölen vermek istiyorum Mehpare! Bir benzeri görülmemiş bir şölen. Kırk otağ kuracağım Kazvin düzlüğüne. Osmanlı’dan ve Kazvin halkından kendine güvenen herkesin katılabileceği yarışlar düzenleyeceğim. Cirit, ok, kılıç, güreş yarışları… Bir gün bir gece sürecek bu şölende çengi rebap eksik olmayacak. Bu şölenin ev sahipliğini sen yapacaksın. İsterim ki: Bayezit Han, baba evindeki kasvetli, üzüntülü yaşamını burada unutsun. Meydanın uygun bir köşesine de saray kadınları için ayrı bir otağ kurulması arzumuzdur.

MEHPARE SULTAN — Bir sığıntı şehzade için biraz aşırı düşmüyor mu bu gösterişli karşılama?

TAHMASP— (Gözünde kurnaz bir parıltı) Bir kez, çok eskiden Süleyman, bizim bir kolumuzu kapmış, yere çalmıştı. Şimdi bizim elimizde onun karaciğeri.

MEHPARE SULTAN — Ne yapmayı düşünüyorsunuz? Amacınız ne?

TAHMASP — (Yüzünde hiçbir sır sızdırmayan bir gülümseme) Amacımız mı? Hiç. Ben yalnızca konuğumuzun bizim için ne kadar değerli olduğunu belirtmek istedim, o kadar. Elbette Süleyman’ın yaptığını yapamayız biz. Yalnızca biz burada Bayezit Han’ı ne kadar ağırlar, onurlandırırsak, ne kadar uzun tutarsak o yanda o kadar sıkılacaktır canı hünkârın. “Bayezit diye bir oğlu yokmuş!” Laf! İnsan en sancıyan yanını ne kadar yok sayarsa o kadar azdırır yarasını.

MEHPARE— Ne haber getirdi Seyfüddin İrişti Ağa Osmanlı’dan?

TAHMASP — Şehzade Selim Han, Bayezit’in giderilmesi karşılığında Bağdat’ı vermeye hazır bize.

MEHPARE SULTAN— Nasıl? Yapacak mısınız bunu?

TAHMASP— (Dolaşır salonda.) Öyle bir korkuyor ki Selim Han karındaşından, bu korkuyu işlemek daha da zevk verecektir

bana. Bana öyle gelir ki: Bayezit Han, Bağdat’tan da, Erzurum’dan da, Van’dan da çok değerlidir bizim için.

MEHPARE SULTAN— Nasıl? Anlamadım.

TAHMASP — Bizim asıl çıkarımız Bayezit’la anlaşmaktır. Bu nasıl olur ne zaman olur, bilemiyorum, ama olmalı. İşte bu nedenledir ki kucağımı en geniş açıyorum şehzadeye.

MEHPARE SULTAN — Ne kadar geniş?

TAHMASP — Düşünüyorum: Osmanlı’ya düşman olacağımıza, rakip olacağımıza niçin dost olmayalım? Hısım olmayalım?

MEHPARE SULTAN — Hısım mı dediniz?

TAHMASP — (Bir an durur.) Bayezit Han’ın oğlu Şehzade Orhan’ı çok beğendim. İyi bir eş olabilir Şahnez Sultan’a.

MEHPARE SULTAN— (İsyanla doğrulur.) Kızımızı siyasetiniz için feda edemem.

TAHMASP — Ben feda edebilir miyim sanıyorsun Mehpa-re? Amacım bu şölende birkaç kez karşı karşıya getirmek ikisini. Bu yarışmalara Şehzade Orhan da mutlaka katılacaktır. Ve sezgilerim beni yanıltmıyorsa birçok dallarda yarışmayı o götürecektir. Çok iyi yetiştirildiği muhakkak. Senden istediğim: Biraz olsun kızımızın dikkatini Orhan Bey üzerine çekmen. Hiçbir şey belli etmeden. Sonra konuşuruz seninle.

MEHPARE SULTAN — Ne umuyorsunuz bu yakınlıktan?

TAHMASP — (Gözleri parlayarak) Kimbilir, bir gün belki Osmanlı tacıyla Safevi tacı bir tek başı süsleyebilir. Bu, neden bizim torunumuz olmasın? Böyle bir çözüm İran’ı da Turan’ı da bir araya getirir. Üstelik iki yanı da onurlandırarak. Böyle bir düş görüyorsam eğer kim günahkâr sayabilir beni?

MEHPARE SULTAN — Tomurcuğun açması Tanrı’dandır! ille açsın diye tomurcuğu zorlamak ise Tanrı işi değil, şeytan işi olabilir ancak.

TAHMASP — Kanadı kırık bir kuş gibi uçtu geldi, Osmanlı şehzadesi dalımıza kondu. Bu neden Tanrı’nın bir işareti olmasın?

MEHPARE SULTAN— Onun için yere göğe sığdıramazsı-nız şehzadeyi demek. Süleyman Han’ın kendisi gelseydi ancak bu kadar ağırlayabilirdiniz.

TAHMASP — Bir kez değil, on kez borçlu kılmak isterim kendime şehzadeyi. On kez alacaklı olmalıyım ki birini isteyebileyim. Onun o yaralı gururunu incitmeden.

Işıklar kararır.

PERDE: l

SAHNE: II

Tahmasp’ın otağı. Büyük bir şölen verilmektedir. Tahmasp Şehzade Bayezit’i sağına, Mehpare Sultan’ı soluna almıştır. İki tarafın uluları ise iki yanlı sıralanmışlardır. Bu tarafta Aksak Sey-füddin, Kuduz Ferhat, Turgutoğlu Pir Hüseyin, Şah Veli, Ferruh Bey, öte yanda ise Seyfüddin İrişti Ağa, Cafer Sultan göze çarparlar.

TAHMASP — Umarım ki şehzadem! Bu yakınlığımız halkımızı da yaklaştırır birbirine. Gerçi aynı boydan değiliz, ama aynı soydanız. Safeviler de Kayıhanlılar kadar Türktürler. Sizi ne kadar kendimizden saydığımızı kanıtlamak için eşimiz sultanı da sol yanımıza aldık.

BAYEZİT— Doğrusu şu ki: Sınırlarınız içine girdiğimden beri kaygılarımızdan da, korkularımızdan da arınmış bulunuyoruz.

(Dalgın mırıldanır.)

Red ettilerse ger bizi Osman erenleri,

Etti kabul i dil Acemistan erenleri.

Dil mezrama tahm ı muhabbet bıraktılar

İzzet ile Berat ü Sefahan erenleri…

Bilmem bu mısralarım duygularımızı dile getirebilir mi?

TAHMASP — Sizin gerçekten Osmanlı’nın yüzakı bir şehzade olduğunuzu kanıtlar bu duygulu mısralarınız. Bu şiiri lütfeder miydiniz bana?

BAYEZİT— (Koynundan çıkarıp uzatır bir kağıdı.)

O zaman Tahmasp bir işaret eder, saray mabeyncileri altın ve inci dolu tepsileri başına avuç avuç serperler. Sonra da bizzat Şah, elmaslarla incilerle süslü bir takkeyi iliştirir şehzadenin kavuğuna.

TAHMASP (Bunu yaparken.) Has tavlamdan sizin kendi seçeceğiniz dokuz atı takımlarıyla birlikte size armağan etmek isterim. (Cafer Sultan’a döner.) Tavlalarımı gezdir şehzadeye Cafer Sultan!

Önde Şehzade Bayezit’le adamları, arkada Cafer Sultan çıkarlar. Şimdi Tahmasp ile Mehpare Sultan başbaşa kalmışlardır.

MEHPARE SULTAN — Öyle sanıyorum ki sultanım; bizim uğraşmamıza gerek kalmayacak. Orhan Bey’in yarış alanında görünmesiyle birlikte kızımızdaki değişikliği farkettim. Hele o ciritteki ustalığını gösterdikçe yüzü nasıl da al al oluyordu. Bir şey daha farkettim Şahım, Orhan Bey’in kaçamak bakışlarını. Gerçekten de Tanrı’nın bir işareti olmalı bu.

TAHMASP — Düşüncelerim durulmuş, belirmiş değil henüz, ama bu birleşme Asya’nın da Avrupa’nın da, Afrika’nın da bir araya gelmesi demektir. Bir cihan imparatorluğu geliyor gözlerimin önüne. Cengiz Han’ın, Timurlenk’in erişemediği sınırlar geçiyor gözlerimin önünden.

MEHPARE SULTAN — Ben ise yalnız bir açıdan bakıyorum: Pek rabıtalı bir şehzadeye benziyor Şehzade Orhan.

TAHMASP —Ah kadınlar!

MEHPARE SULTAN — Ne yapmayı düşünüyorsunuz peki?

TAHMASP — Orhan Bey’in damadımız olabilmesi için mutlaka Osmanlı tahtına oturması gerek. (Öne gelir, düşler içinde bir yüz.) Bir yanda bizim topraklarımız, bir koluyla Hindistan’ı kucaklamış, bir yanda Osmanlı toprakları, bir kolu Atlas Okyanu-su’na uzanmış. Bu uçsuz bucaksız toprakların sahibini bizim kızımız dünyaya getirecek.

MEHPARE SULTAN —Ama bugün bir yabancı ülkeye sığınmış, bir zavallı şehzadeden başka bir şey değil.

TAHMASP — (Birden geri döner, kurnaz bir gülümseme vardır yüzünde.) Çaşıtlarım durmadan haber toplarlar bana Osmanlı’dan. Bizzat hünkâr varmak istemiş şehzadesinin üstüne, hatta bu amaçla Üsküdar’a bile geçmiş, ama güvenememiş ordusuna, öylesine büyükmüş şehzadesinin itibarı ordusu içinde. Onun için Bayezit’in takibini paşalarına bırakmış. Ama paşalar da pek gönülsüz savaş vermişler Bayezit’e karşı. İşte Bayezit’in asıl gücü bu. Yani henüz ortaya çıkmamış yandaşları. İlk göründüğü yerde kendine katılacak eyalet askeri. Yoksa şu arkasına katıp buraya sürüklediği on beş bin kişilik kuvvet değil. Süleyman’ı asıl korkutan da bu.

Bayezit ve beraberinde gidenler geri dönerler.

BAYEZİT— Çok teşekkür ederim Şahım! Hepsi birbirinden güzel atlarınız içinden bir seçim yapmak o kadar güç oldu ki.

Tahmasp onu ta otağının kapısından karşılamıştır, yerine oturtur ve sorar.

TAHMASP — Hünkâr babanıza ve karındaşınız Selim Han’a yazmaya söz vermiştiniz bana. Bağışlanmanızı yakara-caktınız mektubunuzda, yazdınız mı?

BAYEZİT— (Koynundan çıkardığı bir mektubu uzatır.) Yalnız hünkâr babamıza yazdık. Çünkü kendimizi yalnız ona karşı suçlu sayarız. Selim’e gelince, Lalamız Mustafa Ağa’yla durmadan tuzak üstüne tuzak kurmakla asıl onlar suçludurlar bana karşı.

TAHMASP— Nasıl?

BAYEZİT— Konya savaşı benden bilinir. Yarın tarih de bunu böyle yazacak. Oysa ben bilmeden Selim Han’ın beni çekmek istediği noktaya, ihanet çizgisine, biraz da Lalamız Mustafa Ağa’nın iteklemeleriyle geldim. (Dehşetten ürperen bir sesle) Konya savaşı! ihanetlere alışkınım Şah! Ama lalamızın ihaneti bin başlı bir ejderha gibi dikiliverince karşımıza yitirdiğimizi anladık. Tam da Selim’in belini kırdığımızı sanırken, lalamızı gördük karşımızda. Dostumuz yandaşımız içerdeki yumruğumuz sandığımız lalamızı. Doğrusu cesareti de ihaneti kadar korkunçtu. Bizi o yendi. O sırada Selim Han, Konya yolunu tutmuştu, kaçmak üzere. (Bir kez daha ürperen bir sesle) Konya savaşı!.. O anı bir daha yaşamak istemiyorum Şahım, bağışlayın.

TAHMASP—Anlıyorum. Peki, ihanetinin nedenleri üzerine düşündünüz mü hiç?

BAYEZİT— Şu anda bile inanıyorum ki yüreği benden yanadır, Selim’den yana değil.

TAHMASP— Anlayamadım.

BAYEZİT — Ama o korkunç zekâsı… O şeytanca sezgisi yok mu? Ta başından biliyordu. Kaybedecek olanın ben olduğumu biliyordu. Kaybedecek tarafta bulunmak istemiyordu. O zaman bu şeytanca oyuna beni getirmeyi düşündü.

TAHMASP— Peki, neden?

BAYEZİT— Nedeni, benden bir an önce kurtulmak. İçinde beni tutan ne varsa; sevgisi, dostluğu, vicdanı, ortak anılarımızın güzelliği, hepsinden birden, bir an önce kurtulmak. Ta içinden gelen ve yüzüne bir tokat gibi inen azarlardan bir an önce kurtulmak.

TAHMASP — Bana öyle geliyor ki şehzade, hâlâ içinizde lalanıza karşı bir muhabbet var.

BAYEZİT— (Dalgın) O, Konya savaşındaydı yine. Önümde dövüşen birini hatırlıyorum. Bir kılıç darbesi sol kolunu omu-zuna yakın bir yerden uçurmuştu, incecik bir deri tutuyordu o kolu. İnanın o anda o savaşçıyı ne acısı, ne yitirmekte olduğu kolu, ne de gittikçe yaklaşmakta olan ölümü tedirgin ediyordu. O incecik deri parçasıyla oraya tutunmuş, düşmek bilmeyen koluydu onu rahatsız eden. Çekti kopardı kolunu ve bir iki adım daha atabildi. İşte biz de lalamızı o rahatsızlık veren kol gibi anımsıyoruz.

Şehzade Orhan gelir, yarışmaları tüm kazanmıştır. Tah-masp ayağa kalkar.

TAHMASP — Bugünkü yarışların galibini nasıl ödüllendireceğimizi bilemiyorum. Dünya malını mülkünü arkanızda bıraktığı-

nız toz duman içinde tepip gelmişsiniz. Mademki karşımdaki kahramanı ödüllendiremiyorum, ben onun ödülüne muhtacım demektir. (Şehzade Bayezit’e döner.) Pek isterdim Bayezit Han, yiğit oğlunuzu hassa alayımın başında göreyim.

BAYEZİT— Oğlum sizin de oğlunuzdur.

Işıklar kararır.

PERDE: l

SAHNE: III

Bayezit’in Kazvin’deki konağı. Sahne boştur ilkin, sonra en önde Şah Tahmasp ile Şehzade Bayezit ve onları izleyerek Osmanlı ve İran ümerası girerler. Şehzade Orhan da bu aradadır. Dışardan zaman zaman Bayezit’in askerlerinin katıldığı türküler, bir ucu Bağdat’ta, bir ucu Avrupa ortalarında Osmanlı’nın folklorundan ses getirirler.

TAHMASP — (Girerken) Yedirdiniz, içirdiniz, birbirinden güzel, birbirinden çevik elli atla gönlümüzü hoş ettiniz, ama ne yalan söyleyeyim biraz da incittiniz bizi.

BAYEZİT— İncittik mi?

TAHMASP— İkramda bizi aşmakla utandırdınız daha doğrusu. Küçük düşürdünüz.

BAYEZİT— (Mücevherle süslü bir kılıç takar Şah’ın beline.) Estağfurullah! Biz yalnızca minnettarlığımızın büyüklüğünü göstermeye çalışıyoruz. Ayakta duracak bir toprak parçası arıyorduk biz, siz başkentinizin kapılarını açtınız bize.

O sırada Orhan Bey ileri çıkar, murassa bir hançer sunar Şah’a. Tahmasp çok özel bir ilgiyle incelemektedir Orhan Bey’i.

ŞEHZADE ORHAN — Bu hançer hünkâr dedemizin çok özel bir armağanıdır bize.

TAHMASP— (Biraz sevecen, biraz muzip bir gülümsemeyle) Ve çok özel bir nedenle bana veriyorsunuz umarım.

Bayezit, Şah’ı sahnenin sonuna doğru bir balkona dönüşen yere götürür, kapıyı açar ve Şah’a yol verir. Dışardan gelen ezgiler daha net duyulur.

BAYEZİT— (Özür dilercesine) Şahımın gönüllerini eğlemek için çengiler ve rabaplar her ne kadar eksikse de meclisimiz de, biz de dünyanın dört bucağından ses getiren yiğitlerimizi davet ettik.

TAHMASP—Ne tuhaf! Belki bir başka dilde, bir başka deyişte bu türküleri çok dinledim ben. Bu da gösteriyor ki coğrafya değişiyor, devlet değişiyor, dil değişiyor ama insan değişmiyor, insanın özlemi değişmiyor. (Bayezit’in kulağına eğilir, bir sır fısıl-darcasına.) Bu da Tanrı’nın çok ulu bir hikmeti olsa gerek.

Geri dönerler.

TAHMASP — (Sürdürmektedir sözlerini.) Yıllardır savaşırız, kan dökeriz, oysa birbirimizi tanısak, belki de kucaklaşaca-ğız. (Birden Orhan Beye döner.) Ne dersiniz şehzade?

ORHAN BEY — (Hafif bir kızartı yayılır yüzüne.) Ben burada kendimi, yani hizmetinizde demek istedim, kendi yurdumda gibi hissediyorum Şahım!

BAYEZİT— (Düşünceli bakar oğluna.)

TAHMASP — (Yüzünde birçok anlama gelen bir gülücükle) Çok memnun oldum. Adetlerinizle adetlerimiz arasında önemli bir fark görmediğim için. (Bayezit’in ikram ettiği sedire oturur, Bayezit de bir ucuna oturur sedirin. Öbürleri ayakta kalmışlardır. Bu arada şerbetler gelir.)

TAHMASP — (Şerbetten bir yudum alır.) Hünkâr babanızdan dün bir mektup aldım. Sizin gönderdiğiniz yakarı mektubunun karşılığını. Sizi bağışlamaya hazır. Ancak (Gözleri Bayezit’in ümerasına çevrilir ve mektubu uzatır Bayezit’e.)

BAYEZİT — (Daha ilk satırlara göz gezdirirken sararır, istemsiz olarak dökülür dudaklarından.) Ancak en dar günümde beni desteklemiş, benden yana olmuş, beylerimi, komutanlarımı, feda etmem karşılığında. (Birden kalkar ayağa, gururla kaldırır başını, sanki babası karşısındaymışcasına savunur adamlarını.) O sanır ki bu adamlardır beni kışkırtan. Oysa uğradığım haksızlıklardır bu adamları, böyle bilenmiş, çevremde toplayan. (Aksak Seyfüddin’in önünde durur.) Aksak Seyfüddin bir zeamet beyiyken varını yoğunu benim için tüketti ardıma düştü, (Kuduz Ferhat’ın önünde durur.) Kuduz Ferhat çoluğunu çocuğunu, toprağını, işini bıraktı, yazgımı kendi yazgısı bildi. (Turgutoğlu Pir Hüseyin’in önünde durur.) Turgutoğlu Pir Hüseyin, bir bölüğü sizin topraklarınızda yaşayan bir büyük oymağın en sözü geçen beyiydi. Rahatını huzurunu tepti benim için, gurbet ellere düştü. Ve hünkâr babamız der ki; seni bağışlarım, ama ilkin bu adamları cezalandırman gerek.

TAHMASP — Sizi kınayamam şehzade, hünkâr babanıza hayır derseniz eğer. Sizi Kazvin’e davet ederken hesabımızda bu da vardı. Yani gerektiğinde Muhteşem Süleyman’la bir kez daha kapışmak. (Kalkar, buruk bir gülümseme vardır yüzünde.) Gerçi bu kapışmalar her zaman felaket getirmiştir bize. (Babacan bir tavırla Bayezit’i kavrar omuzlarından.) Ama bu kararı siz vereceksiniz! Artık gitmeliyim.

Bayezit, onu uğurlamak için merdiven sahanlığına doğru yürür, Tahmasp orda durur bir an.

TAHMASP — Şimdi sizden çok önemli bir ricam olacak şehzade! Esterabat’taki karışıklıklar hâlâ sürüp gidiyor. Acaba yiğit adamlarınızdan yararlanabilir miyim?

Birlikte inmişlerdir. Bayezit’in ne cevap verdiği anlaşılmaz.

KUDUZ FERHAT— (Bozuk bir yüzle) Tahmasp, yavaş yavaş yüzündeki nikabı atıyor.

TURGUTOĞLU— Ve ardından bir kurdun dişleri görünüyor.

AKSAK SEYFÜDDİN — Ben derim ki: Kendimizi bir de Şah’ın yerine koyup öyle düşünelim.

KUDUZ FERHAT— Nasıl yani?

AKSAK SEYFÜDDİN — Kolay mıdır Şehzade Bayezit’i ağırlamak? Arkasındaki on beş bin kişilik askeriyle?

Bayezit girer, düşüncelidir. Gergin bir sessizlik.

BAYEZİT— Ne anladınız Şah’ın dediklerinden? Gergin sessizlik devam eder.

BAYEZİT— (Kuduz Ferhat’a) Sen söyle Ferhat Ağa?

KUDUZ FERHAT— (Gizleyemediği bir öfkeyle) Şah’ın siyaseti gittikçe açığa çıkıyor efendimiz! Niyeti bizi iyice eritmek. Ve sizi iyice avucu içine almak. Bugün bin kişi ister verirsiniz ve bu yol olur. Bir gün bir de bakarsınız çevrenizde kimse kalmamış.

BAYEZİT— (Çehresi iyice kararmış) Sen ne dersin Seyfüd-din Ağa?

AKSAK SEYFÜDDİN — (Düşünceli) On beş bin kişilik bir

orduyla kalkıp geldik. Bu orduyu ne vakte dek ve nasıl tutabiliriz elde? Bir gün besleyemez hale gelirsek bu orduyu -ki o gün uzak değildir- ya şehir uğruluğuna ya da dağlarda eşkiyalığa başlamayacaklar mıdır? Ben derim ki: Şah’la bu konuyu apaçık konuşmalıyız?

BAYEZİT— (Turgutoğlu Pir Hüseyin’e döner.) Sen ne dersin Turgutoğlu.

TURGUTOĞLU — Seyfüddin Ağa bir şeyi unutmuş görünür. Aradaki mezhep farkını. Daha şimdiden için için kaynaşır ordu şehzadem “Şehzade Bayezit niçin bizi getirdi bu yadellere” diye soranları duyarız. Bizi Safeviler teslim etmek için ölmekse, yurdumuzda da ölebilirdik diye sızlananlara verecek cevap bulamayız. Bu düşünce bir gün bir patlamaya neden olabilir.

BAYEZİT— (Kendi kendini yemektedir âdeta.) İşte beni en çok korkutan da bu. Üç güvendiğim komutan üç ayrı dilde konuştular. Üçü de doğru söylediler üçüne de verecek cevap bulamam. Şah’ı karşıma alamam, arkamı ise hiç dönemem. Bu on beş bin kişiyle Kazvi’nde kışlamamız olanaksız, ama bir kez oraya buraya dağıtırsak toplan borusunu biz çalamayız artık. Şehzadem Orhan’ı kendisine muhafız komutanı yaptı, maksadı oğluma kendini korutmak mı gerçekten, yoksa onu elinde tutarak beni etkisiz kılmak mı? (Bir an susar, sonra kararlı.) Her neyse düşünmeye ihtiyacım var. Yalnız kalmak isterim.

Aksak Seyfüddin, Kuduz Ferhat, Turgutoğlu Pir Hüseyin ve Orhan Bey çıkacak gibi olurlar.

BAYEZİT— (Orhan Bey’e) Sen kal Orhan ! Soracaklarım var sana.

Orhan Bey döner.

BAYEZİT— Sana karşı davranışı nasıl Şah’ın?

ORHAN BEY —Bir baba gibi davranır bana efendimiz! Sen bir şehzadesin, asker tayını yemen yakışık almaz diyerek özel sofrasında ağırlar. Birlikte satranç oynadığımız, ava çıktığımız olur. Bazı geceler aile sofrasında Mehpare Sultan’la, Şahnez Sultanla sohbetlerimiz de olur.

BAYEZİT — (Araştırıcı bir bakışla) Biraz aşırı gelmiyor mu sana gösterdiği bu iltifat?

ORHAN BEY— (Kızarır.) Öyle sanıyorum ki benimle Şahnez Sultan arasında duygusal bir yakınlık yaratmaya çalışırlar.

BAYEZİT— Peki, sonuç ne? Boşa mı gidiyor çabaları?

ORHAN BEY— (Gözlerini indirir yere.) Bir başka zaman olsaydı, başka koşullar altında olsaydı, daha kolay cevap verebilirdim size efendimiz! Burada bir sığıntıdan başka bir şey olmadığımızı aklımdan çıkarmamaya çalışıyorum. Ama…

BAYEZİT—Ama?

ORHAN BEY— (Tedirgin) Keşke bu görevi kabul etmeme izin vermeseydiniz.

BAYEZİT— (Kucaklar oğlunu.) Anlıyorum oğlum! Hiç kuşkusuz Mehpare Sultan da Şah da damatları olarak düşünüyorlar seni. Bu, gerçekten sana karşı duydukları temiz ve içtenlikli bir hayranlıktan da kaynaklanabilir, kimbilir hangi siyasal oyunun bir aşaması da olabilir. Ama bizim durumumuzda bulunanlar, gönüllerine söz geçirebilmelidirler. Bunu bir an bile aklından çıkarma, şimdi gidebilirsin.

Işıklar kararır.

PERDE: l

SAHNE: IV

Tahmasp’ın sarayında bir salon. Şehzade Orhan’la Tahmasp.

TAHMASP — Bazı konular var ki şehzade, babanızla görüşmeden önce sizinle konuşmada yarar görürüm.

ŞEHZADE ORHAN — (Susar, sorucu bakışlarla Şah’a bakar.)

TAHMASP — Bugün Şehzade Selim’den bir mektup aldım. Sizleri teslim etmem karşılığında Bağdat’ı vermeye hazır bana. Üstüne düşsem daha fazlasını da koparabilirim. Ama ben sizi korumaya söz verdim. Ve sözümden döndüğüm görülmemiştir.

ŞEHZADE ORHAN — (Yüzünde tedirgin bir ifadeyle bakmaktadır hâlâ Şah’a.)

TAHMASP — (Bir süre bu gergin yüzü seyreder, sonra içtenlikle.) Sizi oğlum gibi severim, bilirsiniz. (Sözcüklerin üstüne bastırarak) Kimbilir belki bir gün gelir gerçekten oğlum olursunuz.

Mehpare Sultan girer.

TAHMASP — İşte Mehpare Sultan da geldi. Sanırım onun da size söyleyecekleri var. (Çıkar.)

Bir süre gergin bir sessizlik olur.

MEHPARE SULTAN — (Sevecen, seyretmektedir şehzadeyi.) Şah düşünüyor ki şehzade: Osmanlı, Safevi düşmanlığı bir kan bağıyla sonsuza dek bir dostluğa dönüştürülebilir. Siz ne dersiniz?

ŞEHZADE ORHAN — (Bir an dili tutulmuşcasına kalakalır, yüzünü bir hüzün kaplar.)

MEHPARE SULTAN — (Orhan Bey’in yüzündeki hüzne dikkat etmiştir.) Ayrıca bu sırf siyasal bir seçim sayılmaz. Bir kör bile fark edebilir içinizdeki yangını. Yanılmıyorum değil mi?

ŞEHZADE ORHAN — (İçtenlikle) Bahtıma teşekkür mü, lanet mi etmeliyim bilemiyorum. Bu baht beni yurdumdan, devletimden etti, bu baht, karşıma sizi ve Şahnez Sultan’ı çıkardı. Bu baht aynı zamanda Şahnez Sultan’la arama giriyor. Yarınıma güvenim yok ki ona vaat edebileyim. Bugünüm ise yalnızca bir karadüş.

MEHPARE SUTAN — Bugününüzü bir geçici bulut karartmış, yarınınızı ise parlak görüyor Şah. Osmanlı tahtına ancak babanızın yakışacağını söylüyor. Sonra sıra sizde.

ŞEHZADE ORHAN — Buna bir de biz inanabilsek!

MEHPARE SULTAN — Şah diyor ki: “İçten Osmanlı ümerası ve ulemasının desteği, dışta bizim desteğimiz oldukça Selim Han tutunamaz Bayezit Han’ın karşısında.” Bir Osmanlı – Safevi birliği demek bir Asya – Avrupa – Afrika birliği demektir.

Böyle konuşarak, o salona açılan bir başka salona sürüklemiştir Orhan Bey’i. Salonda Şahnez Sultan, elinde gergefiyle görülür. Orhan Bey’i görünce, şaşkın, ayağa kalkar Şahnez Sultan. Aynı anda Mehpare Sultan sessizce çekilmiştir.

ŞEHZADE ORHAN — (O da en azından Şahnez Sultan kadar şaşkındır, mırıldanır.) Sultanım!

ŞAHNEZ SULTAN — (Ayağa kalkar, hâlâ öyle şaşkın.) Şehzade!

Bir an gergin bir sessizlik olur, ikisi de ne söyleyeceğini bilememenin sıkıntısı içinda karşı tarafın söze başlamasını bekler.

ŞAHNEZ SULTAN — (Kendini daha önce toplayan olur, biraz boğuk bir sesle.) Sizi de beni de çok zor durumda bıraktılar Şehzade! Ama asıl ben bir ömür boyu yaşayacağım bu anın utancını.

ŞEHZADE ORHAN — (Kekeler.) Sultanım!..

ŞAHNEZ SULTAN — Bazı duygular var ki zorlanmaya gelmez. O ya kendiliğinden fışkırır bir yerlerden pınar gibi, duru ve berrak. Ya da hep öyle saklı kalır. Kazmayla kürekle ancak bulanık ve kirli bir kuyu açılır.

ŞEHZADE ORHAN — (Yine kekeler.) Sultanım ben…

ŞAHNEZ SULTAN — (Bir el hareketiyle susturur şehzadeyi.) Susun şehzade. Sizi bir gün pişman edecek hiçbir söz söylemek zorunda değilsiniz.

ŞEHZADE ORHAN — Sanırım ben saklayamamışım yeterince. Bastıramamışım içimdeki duyguyu, anlamışlar…

ŞAHNEZ SULTAN — (Yüzünde hüzünlü bir gülümseme, ayağa kalkar.) Suskumuz ne kadar güzeldi. Öyle de mutluydum ben. Ama sizi zorladılar konuşmaya.

ŞEHZADE ORHAN — Evet, susuyordum sultanım! Çünkü susmak zorundaydım, belki de bir ömür boyu.

ŞAHNEZ SULTAN — (İlk kez isyan eder.) Peki ama niçin? Niçin?

ŞEHZADE ORHAN — (Birden coşkuyla) Siz benim şu kara günlerimin ışığıydınız. Ne yazık ki bir sığıntıdan başka bir şey de-

ğildim ben. Bir sığıntı olmanın utancıyla, sevgimin utancı dilimi bağlıyorsa eğer, hoş görün beni. Nem var ki sunabileyim size?

ŞAHNEZ SULTAN — (Aynı coşkuyla) Yüreğiniz var şehzade, yüreğiniz.

ŞEHZADE ORHAN — (Heyecandan tıkanacak haldedir.) Yüreğim, aklım karmakarışık. Öyle korkunç bir çatışma ki bu. Biz vermeden almaya alışık değiliz sultanım! Birine borçlu kalmak ezer bizi.

ŞAHNEZ SULTAN — (Gücenik) Çok gururlusunuz şehzade!

ŞEHZADE ORHAN — Bir sığıntıda gurur mu kalır sultanım?

ŞAHNEZ SULTAN— (Birden değişivermiştir, şimdi seven, sevdiği üstüne titreyen bir kadın oluvermiştir.) Demek ki Şah babamız en değerli konuklarını ağırlamayı bilememişler. Bakın, hâlâ siz kendinizi bir sığıntı gibi hissedebiliyorsunuz.

ŞEHZADE ORHAN — (Gizleyemediği bir üzüntüyle) Şah babanızın örnek konukseverliği bile gideremiyor içimizdeki bu, öksüzlüğe çok benzer duyguyu. (Bir an durur, yüzünde bir kasılma olur.) Öksüzlük dedim ha! Ne laf! Yurtsuzluğun yanında hiç kalır öksüzlük.

ŞAHNEZ SULTAN — Şah babamız size yurdunu açmadı mı? Ta en uç sınırlarına dek?

ŞEHZADE ORHAN — (Kaçamak bir geçişle yanıtlamak ister bu soruyu.) Yurdunuz çok güzel. Bundan sonra kutsaldır da benim için.

ŞAHNEZ SULTAN — (Artık dayanamaz, ellerinden tutar Orhan Bey’i, gözleri içine bakar, tir tir titremektedir heyecandan.) Ya ben?

ŞEHZADE ORHAN — (O kadar yakındırlar ki birbirlerine, o da elinde olmadan titrer, âdeta yakarırcasına.) Sultanım!

ŞAHNEZ SULTAN — (Gözyaşları içinde) Babamdan almak, hiçbir şey vermeden almak dokunuyor gururunuza, anlıyorum. Peki, benden almak, sizin olanı almak, bu da mı incitiyor ruhunuzu. Ben ki isteseniz de istemeseniz de verdim bende olanın hepsini size. Geri mi çevireceksiniz? Peki, ya o zaman benim gururum?

ŞEHZADE ORHAN — (Umutsuz, bakışlarını çevirir gökyüzüne.) Tanrım! Ne kadar yanlış, ne kadar ters bir durum bu ! Peki bu aşk değil de nedir? (Şahnez Sultan’ı çeker kendine..)

Işıklar kararır.

PERDE: l

SAHNE: V

Şehzade Bayezit’in konağında bir salon. Bayezit bir şiir üstünde çalışmaktadır. Okur yüksek sesle yazdıklarını.

BAYEZİT —

Her zaman ol bivefadan bir cefa eksik değil.

Canda gam, dilde elem, başta bela eksik değil.

Hiç bilemem neyleyim, ya rab, aceptir talihim,

Her yakadan güreşir bir ifitra eksik değil.

Şehzade Orhan girer.

BAYEZİT— (Onu görünce yüzü ışır âdeta.) Gel bakalım evlat! Yeni bir şey var mı?

ŞEHZADE ORHAN — (Üzgün susar.)

BAYEZİT — Yoksa sen de mi sırlar, sırlar gerisine çekilirsin?

ŞEHZADE ORHAN — Hayır baba, ben.. Ben henüz anlamış değilim.

BAYEZİT — (İlk kez araştırıcı bir bakışla bakar şehzadesine.) Neyi?

ŞEHZADE ORHAN — Benden ne istediğini.

BAYEZİT— (Hayranlıkla bakar oğluna.) Demek sen de far-kındasın bunun. Bizden bir şeyler istendiğinin? Adı henüz konmamış, ama bir şeyler istendiği muhakkak.

ŞEHZADE ORHAN — (Yaşadığı olayları anlayabilmek için zorlamaktadır kendini âdeta.) Şah bizi niçin Mehpare Sultanla yalnız bıraktı. Mehpare Sultan beni niçin Şahnez Sultan’la bir araya getirdi.

BAYEZİT—Demek Şahnez Sultan’la yalnız kaldınız ha!

ŞEHZADE ORHAN — Bizim aşkımızdan ne türlü bir yarar umabilir Tahmasp?

BAYEZİT — Aşk ha! Demek o raddeye gelindi. Şimdi artık bizden bekliyorlar ilk adımı. (Canı sıkılmış, dolaşır gelişigüzel.) Evet, bizden bir şeyler istiyorlar… Hiçbir şey istemez görünüp, pek çok şeyler istiyorlar… Belki de veremeyeceğimiz kadar büyük şeyler… (Birden durur oğlunun önünde, onun gözleri içine bakar.) Bilindiği gibi oğlum, Şah benim için gerekirse hünkâr babamızla kapışmayı göze aldı. Üstelik yenilgiyi kaçınılmaz gördüğü halde, göze aldı. Ama kararı biz verecekmişiz.

Yeniden birkaç adım atar salonun içinde.

BAYEZİT — Ben, kaçak bir Osmanlı şehzadesi, ben karar vereceğim ve Şah yenileceğini bile bile hünkâr babamızla savaşacak. (Birden döner, yüksek sesle sorar oğluna.) Bunun bedeli ne?

Sessiz birkaç adım daha atar.

BAYEZİT — (Sanki sesli sesli düşünmektedir.) Beni nasıl kullanacak bu savaşta? Timur’un Anadolu beylerini kullandığı gibi mi? Yani Osmanlı’daki yandaşlarımızı kendine çekmek için göstermelik mi? Yoksa sıkıştığında kurban mı sunacak bizi hünkâr babamıza? Kısaca ben neyim hesabında? Ödül mü? Ödün mü? (Yeniden başlar dolaşmasına. Orhan Bey suskun onu seyretmektedir.)

BAYEZİT — Savaşa karar verecek olan benim, yani sorumluluk benim olacak. Yenilirsek beni verip kurtarabilir kendini. Ya kazanırsak? En korkuncu da bu. Nerede duracağız? Onun istediği yerde mi? Benim istediğim yerde mi? (Yine gelir, oğlunun önünde durur, yine ona sorar.) Demek ki Tahmasp ordularını alıp ardıma, taaa Dersaadet’e dek yürüyeceğim. Ve orada buyuracağım Âl-i-Osman’a. Şah’ın kuklası olarak.

ŞEHZADE ORHAN — Şehzade Selim’in önerilerini Şah’ın geri çevirdiğini biliyor muydunuz?

BAYEZİT — (Gözleri faltaşı gibi açılmış.) Selim’in hangi önerisi bu.

ŞEHZADE ORHAN — Bizi teslim etmesi pahasına, amcamız Bağdat’ı vermeye hazırmış günü geldiğinde.

BAYEZİT — (Yüzünde seğirtiler dolaşır.) Tanrım, ne alçalış!

(Tedirginliği daha da artmıştır.) Öyleyse Şah’ın bizden beklediği daha alçakça bir şey olmalı. Çünkü biz çok daha güç durumdayız. Selim saltanatını perçinlemek ister, biz bir soluk daha alma çabasındayız. Mademki bizi teslim etme pahasına Bağdat’ı reddedebiliyor Şah, en azından şöyle bir öneri getirebilir bize. “Sizi teslim etmeyeyim, siz vaat edin Bağdat’ı bana” (Utançla kapar yüzünü.) Tanrım, ne kadar güç durumdayız! (Gene o gelişigüzel yürüyüşlerini sürdürür.) Bu kadar yüce ruhlu mu ki bu adam, hiçbir şey istemeden versin bize, hep versin, hep versin, hep ver sin…

ŞEHZADE ORHAN — (Biraz çekingen) Sanırım, beni damadı olarak düşünüyor. Osmanlı – Safevi dayanışmasından söz edildi bir ara.

BAYEZİT— Ancak eş güçler arasında oğlum, bir dayanışma söz konusu olabilir. Yoksa dayanışma değil, dayanmadır bunun adı. Bu durumda söz, ağırlığı kaldırana düşer.

ŞEHZADE ORHAN — (Sesi titrer konuşurken.) Böyle düşünüyorsanız eğer baba ben içime gömebilirim aşkımı.

BAYEZİT — (Bam teline dokunulmuşcasına) Aşk ya! Bir de aşk var. Tam zamanında yetişmiş bir aşk.

ŞEHZADE ORHAN — (Kahrolurcasına) Baba!

BAYEZİT— (Sevecen kucaklar oğlunu.) Hiç kuşkusuz ikinizin de aşkı içtendir. Ama ne kadar da bu plana uyuyor. İşte bir minnet borcumuz daha Tahmasp’a. Nasıl ödeyeceğiz bunca lüt-funu Şah’ın? Bir Bağdat yeter mi acaba?

ŞEHZADE ORHAN — (Âdeta isyanla) Baba, lütfen baba! Yalvarırım.

BAYEZİT — (Yeniden o cehennemi yürüyüşünü sürdürür.) Dört bir yanımda Şah. İyi, cömert, sevecen dost. Ve şimdi de oğlumu istiyor benden. Silahşör olarak değil, hayır, damat olarak. (Birkaç kez yineler bu sözü.) Damat olarak… Damat olarak… Damat olarak… (Gene gelir, oğlu önünde durur, her şeyi anlamıştır artık.) Öyle ya, anlamalıydım bunu. Bayezit’ın işinin bittiği yerde işe yarayacaktır oğul. (Oğlunun gözleri içine bakar.) İlkin Osmanlı’yı Bayezit’le vurmak, sonra da Bayezit’i oğluyla. Bunun için bir aşk mı gerekiyor? İşte aşk!

ŞEHZADE ORHAN — (Gözleri dolu dolu, boğuk bir sesle) Öyleyse bir daha oraya gitmeyeceğim baba!..

BAYEZİT (Buyurucu) Hayır oğlum, gideceksin. Her şey bizim bu planı bilmemize, Şah’ın ise bunu bizim bildiğimizi bilmemesine bağlı.

Birden Aksak Seyfüddin girer ve haber verir.

AKSAKSEYFÜDDİN — Şehzadem! Şah hazretleri!..

Şah, yanında Cafer Sultan olduğu halde girmiştir.

TAHMASP — Harika bir gün şehzadem! Düşündüm ki böyle bir günü heba etmek günahtır, sizi bir sürek avı için davet etmeye geldim.

BAYEZİT— (Tüm nezaketiyle karşılamıştır Şah’ı, hatta kucaklaşıp öpüşmüşlerdir de.) Ne kadar düşüncelisiniz, ben de sizi görmeye gelecektim. (İşaret eder.)

Orhan Bey çıkar, Aksak Seyfüddin ile Cafer Sultan da onu izlerler.

BAYEZİT— (Onların çıkmasını bekler, sonra devam eder.)

Sizinle Orhan hakkında konuşacaktım. Sonra arzu ederseniz ava da çıkarız.

TAHMASP — Şehzadenizi oğlum gibi severim.

BAYEZİT— (Yüzünde belli belirsiz bir gülümseme) O da sizi babası gibi sever Şahım! (Şah’a yer gösterir, ama kendisi oturmaz.) Eski durumumda olsaydı, çok kolay olacaktı konuşmam. (Gene susar bir süre.) Bizde bir başka hanedandan kız isteme geleneği yoktur. Nedeni açık. Miras kavgalarına meydan vermemek. Bu nedenle kendi içimizde çözegeldik bu sorunu. (İç çeker.) Fakat gönül ferman dinlemiyor her zaman.

TAHMASP — (Yüzünde sabırlı bir gülümseme ile bekler.)

BAYEZİT— Belki siz de farkına varmışsınızdır Şahım! Şehzadem kızınıza tutkun.

TAHMASP — (Bir kahkaha atar.) Ben de soruyordum kendime: Şehzade hiç mi farkında değil bunun? Zaten sanırım şehzadeniz ikimizden de sabırsız. (Dost tavrını takınır.) En büyük isteğim: Osmanlı – Safevi düşmanlığını ortadan kaldırmaktır.

BAYEZİT— (Kaygılıdır.) Ben ise korkuyorum, böyle bir yakınlaşmanın yeni yeni düşmanlıklara yol açmasından.

TAHMASP (Kuşkulu bakar.) Nasıl?

BAYEZİT — Muhteşem Süleyman’ın kaçak şehzadesine kucak açtınız. Bu yeterince bir suç değil mi dersiniz?

TAHMASP — (Tetikte) Eğer bir hükümdar, dostunu bile kendi seçemeyecekse utanmalıdır tacından.

BAYEZİT — (Her sözcüğün üstüne bastırarak) Ve kızınızı veriyorsunuz bu bahtsız şehzadenin bahtsız oğluna!

TAHMASP — (Gülümser.) Dünyanın en hayırlı işi seven iki gönlü mutlu kılmaktır.

BAYEZİT — (Buruk bir gülümsemeyle) Hünkâr babamız düşünecek ki: Biz burada sizinle gizli bir anlaşma yaptık. Amacımız Osmanlı tahtını ele geçirmek. Bu evlilik ise kanıtı işbirliğimizin.

TAHMASP — (Biraz sinirli) Hünkâr babanızı memnun etmek için ne yapmalı peki? İki seven gönlü mahzun mu kılmalı? Tehditlere vaadlere kaptırıp kendimizi, hükümdarlık geleneklerini de çiğneyerek sizi teslim mi etmeli düşmanlarınıza?

BAYEZİT — (Birden düşünceli bir hal almıştır yüzü.) Çok düşündüm bu konuda Şahım! Ancak bir tek çıkar yol bulabildim. Tüm haklarımdan ve iddialarımdan vaz geçersem eğer ve inan-dırabilirsem bunu hünkâra, burada olup bitenlere göz yumabilir belki.

TAHMASP — (Heyecanla fırlar yerinden.) Nasıl?

BAYEZİT— (Şah’la karşı karşıyadırlar şimdi.) Açıkça yazabilirim babam çağırırsa geri döneceğimi. Kemendi de göze alarak. Ama benim dışımda bir başka suçlu aramaması koşuluyla.

TAHMASP (Bu kez seğirtiler Şah’ın yüzündedir.) Çıldırmışsınız siz şehzade!

BAYEZİT — (Kararlı) Hayır, en doğrusu bu. Bu benimle başlayan bir anlaşmazlık. Hünkâr babamızla halkı arasında, hünkâr babamızla yandaşlarım arasında, hünkâr babamızla sizin aranızda, hünkâr babamızla çocuklarımız arasında. Ve benim aradan çekilivermemle her şey düzelebilir.

TAHMASP (Ürkütmek istercesine.) Öldürürler sizi şehzadem!

BAYEZİT— (Bezgin.) Uzun ve sıkıcı bir can çekişmeyi sona erdirmek günü geldi artık. Ne yalan söyleyeyim, bu davayı kaybettiğimin çoktandır farkındayım.

TAHMASP— (Kaygısı kuşkuya dönüşmüş.) Ya adamlarınız?

BAYEZİT— (Kendisini feda etmeye hazır müminlerin özverisinin rahatlığı içindedir.) Dileyen yurduna döner, dileyen burada kalır, ben hepsinin birden kefaretini ödemeye hazırım.

TAHMASP — (Asıl meramını anlamaya çalışmaktadır şehzadenin.) Sizi hiç anlayamıyorum şehzade!

BAYEZİT — (İçtenliği bir ışık gibi yüzüne vurmuştur.) Benim ancak böyle bir katkım olabilir iki gencin mutluluğuna. Ancak böyle kaldırabilirim üstünüzdeki dağı.

TAHMASP — (Yine gülümser, ama ilk kez bu gülümsemede karanlık, bir mana, korkunç bir mana vardır..) Bu olay sizinle başladı, doğru. Ama sizinle bitmeyecek şehzade! Fırat, başladığı yerde değil, bittiği yerde Fırat’tır. Yani dağlar dağlar aşarak, yan kollarla büyüyerek, değişerek, değiştirerek, çağıl çağıl çağlayarak, kıraç toprakları şenlendirerek vardığı yerde Fırat’tır. Teslim olmanız, sizi kurtarır belki, şu türlü ya da bu türlü. Ama sizinle başlayan olay çoktan aşıp geçmiştir sizi. Şimdi siz, bir Şehzade Bayezit’siniz yalnızca.

BAYEZİT — (Şah’ın gülümsemesi kadar korkunç bir gülümsemeyle bakar Şah’ın yüzüne.) Şimdi anlıyorum ki biz burada konuk değil, tutsağız.

Işıklar kararır.

PERDE:l

SAHNE: VI

Sahne boştur. Fonda bir kahve önündeki bir şadırvandan başka bir şey yoktur. Ama bu sahne de şamatacı pazarcılarla, alışveriş için gelmiş kalabalığın gerisinde kalır, görünmez.

Bayezit’in kılık değiştirmiş iki yevimlusu da pazarcılık yapmaktadırlar. Derken üç sipahi girerler pazara, arkadaşlarını tanırlar pazarcıların arasında.

1. SİPAHİ — Yahu, bu bizim Süleyman değil mi?

2. SİPAHİ — Yanındaki de Karaşahinoğlu.

3. SİPAHİ— Pazarcılık yaparlar, kara sürerler adımıza.

Tehdit edici yürürler arkadaşları üstüne. Berikiler de gelenleri görmüş ve hemen savunma durumuna geçmişlerdir.

1.SİPAHİ — (Alaycı yaklaşır.) Kazancınız bol olsun bezirganlar!

2. SİPAHİ— (Aynı oyun) Ne alır, ne satarsınız?

3. SİPAHİ— (Aynı oyun) Kaça alır, kaça satarsınız?

1. PAZARCI — (Sinirli öne çıkar.) Rahat bırakınız bizi?

2. PAZARCI — İşinize gidin! Haydi!

1. SİPAHİ — (Şöyle bir dolaşır, birinci pazarcının tablası çevresinde bir elma alır, ısırır..) Aç mı bırakıyor şehzade sizi? İki paraya satarsınız onurunu?

2. SİPAHİ — (İkinci pazarcının çevresinde dolaşır, bir balık

alır eline koklar, kötü bir koku almışcasına buruşturur yüzünü.) Utanmaz mısınız Osmanlı’nın altın adını pul eylemeye? Şehzade Bayezit’in bir yevimlusu, balıkçı ha!

2. PAZARCI — Ben yevimlu olmadan önce de balıkçılık yapardım. İnan olsun, bir balıkçı olmanın utancı, bir sığıntı olmanın utancı kadar ağır değil.

3.sipahi öfkeyle devirir ikinci pazarcının tablasını, balıklar ye-re saçılır, bir anda ortalık karışır. İki taraf da birbirine girer. Bu arada başkaları da zarar görür. Kavga genel bir hal almak üzereyken Aksak Seyfüddin ile Ferruh Bey geçerler. Aksak Seyfüd-din kılıcını çeker kavga edenlerin arasına girerek ayırır onları.

AKSAK SEYFÜDDİN — Bre bu ne densizliktir, utanmaz mısınız?

1. SİPAHİ — (Hemen toparlanır.) Gizli gizli pazarcılık yaparken yakaladık bunları devletlû!

2. SİPAHİ — Osmanlı’nın altın adını pul eylerlerdi.

3. SİPAHİ — İhanet ederlerdi şehzadeye.

1. PAZARCI — Biz şehzadeye yük olmadan nafakamızı çıkarmaya çalışırız. Bir gün başımıza gelecek olan budur, korkarız.

2. PAZARCI— Haini bizim içimizde aramayın devletlû! Hain, yarın yiyecek lokma bulamadığında neyleyeceğini bilemeyenler arasından çıkacaktır.

AKSAK SEYFÜDDİN — (Buyurur.) Hepiniz benimle gelin!

Sipahilerle pazarcılar Aksak Seyfüddin ile Ferruh Bey’in arkasına takılırlar.

AKSAK SEYFÜDDİN — (Ferruh Bey’in kulağına eğilir, fısıl-darcasına.) Öyle sanıyorum ki Ferruh Bey, bu pazarcılar bize de ders verirler.

Işıklar kararır.

Karanlıkta pazarcılar pazar meydanını boşaltırlar. O zaman fondaki şadırvanla kahve ocağı ortaya çıkar. Birkaç çerağ ışığıyla sahne aydınlandığında, şadırvan çevresinde kürsülerde üç le-ventin oturmuş olduğu görülür. Kendi aralarında dertleşmektedirler.

1.LEVENT — Geldik ve saplandık şu batağa, ne aşılır, ne geri dönülür.

2. LEVENTE — Bayezit Han’a gönüllü yazıldığımda umduğum bir gün ocaklıya yazılmaktı.

3. LEVENT — Artık mahiyelerimizi bile doğru dürüst alamıyoruz. Bayezit Han tükenmede yavaş yavaş. Ama biz ondan önce tükeneceğiz.

Murat Ali girer. Levent boylu, palabıyıklı gösterişli bir gençtir. Çerağ ışığında olduğundan da heybetli görünür. Belli ki onların başıdır. Onu görünce üçü de saygıyla ayağa kalkar. O bir işaretle üçünü de yerine oturtur, ama kendisi oturmaz.

1.LEVENT —Ne haber Murat Ali Ağa?

MURAT ALİ — Şu Acem mülküne girdiğimizden beri dikkat ederim, Dülkadirliler kendi aralarında söyleşirler, Karamanlılar kendi aralarında. Turgutlular kendi aralarında. Şehzade Bayezit çevresindeki birlik, bir aşiretler arasındaki birliğe dönüştü. Ve her aşiret Şah’ın ülkesinde kendine en yakın aşireti arar.

2. LEVENT — Ya Bayezit’in Safevi yandaşları? Onlar kendi ülkelerinde bulunduklarından daha da yüksek sesle konuşurlar.

3. LEVENT — Hiç kınamam, Bayezit’i bırakıp, Şah’a katılmayı düşünürlerse eğer. Çünkü daha Anadolu’dayken Şah özlemi çekerlerdi.

1. LEVENT — Biz sonuna dek durduk sözümüzde. Gurbettir, mihnettir demedik katıldık peşine. Bugün böyle dini eğriler içinde kaldıysak bu şehzadenin kusuru.

Murat Ali öne gelir. Arkası dönüktür arkadaşlarına. Seyirciye dönük yüzünde seğirtiler dolaşır.

MURAT ALİ — En son duyduğuma göre, Şehzade Bayezit kurban sunmak istermiş kendini. Bizim bağışlanmamız karşılığında.

SESLER —Olmaz!

— Bu kadarı çılgınlık!

— Önümüze düştü, getirdi bizi buralara… Önümüze düşüp çıkarmalı bizi aydınlığa.

— Lakin geri dönmek olmaz.

— Nasıl güvenebiliriz padişaha?

— Bir kez fetva çıkmış adımıza.

— Şehzade Bayezit’i durdurmalı bu eğri yolundan.

MURAT ALİ — (Sakin, ama kararlı bir sesle) Şehzade Bayezit durdurulacak bu eğri yolundan.

Yeni bir heyecan kasırgası eser.

SESLER — Kim durduracak?

— Nasıl durduracak?

— Dur demekle durur mu hiç?

MURAT ALİ — Şehzade kurban mı sunmak ister kendini bizim için padişaha? Pek âlâ, karar kendisinin. Ama onu ancak biz kurban sunarsak hünkâra, bağışlatabiliriz kendimizi. Yoksa gittiğiyle kalır, hiçbir yararı olmaz bize.

Işıklar kararır.

Sahne yine aynıdır. Yalnız bu kez bir gündüz saati. Ve şadırvanın yanındaki kürsülerde Arap Mehmet Ağa ile Cafer Sultan oturmuşlardır karşılıklı. Bir yandan şerbetlerini yudumlamakta bir yandan dertleşmektedirler.

CAFER SULTAN — Bin adamınızla bize katıldınız da Este-rabat’taki fitne sona erdi. Bir gönlü gani, lütfü sonsuz akbahtlıdır ki Şah, sizi nasıl memnun edeceğini bilemez.

ARAP MEHMET — (Düşünceli) Ben daha sonrasını düşünürüm Cafer Sultan! Takıldık Şehzade Bayezit’in ardına, saplandık bu batağa. Çoluk çocuk, nice hayallerimizle birlikte ötede kaldık. Şimdi ne yapacağız, bilemeyiz.

CAFER SULTAN — (Araştırıcı bakışlarını dikmiştir Arap Mehmet’e.) İşiniz gerçekten zor Arap Mehmet!

ARAP MEHMET — Sandığınızdan da fazla. Şu on beş bin kişilik ordu içinde on beş bin ejderha. Biri baş kaldırmasın, o zaman bitiktir işi şehzadenin.

CAFER SULTAN — (Belli etmemeye çalıştığı bir kışkırtıcılıkla) Niçin ?

ARAP MEHMET — Eyalet askeriyle ocaklı arasında ezelden bir rekabet sürer bizde. Ocaklılar en gözde askeri padişahın, lakin kapalı bize. Ocaklı titrer bu ayrıcalıkları üstüne. Yıllardır bunun kavgasını verir sipahiler. Çift bozmuş levent yazılmış, reayanın gönlünde ise bir gün ocaklı yazılmak isteği yatar. Kim baş-kaldırmışsa, onun ardına takılışları bundandır. Bu yeni gelenin gözdeleri olarak bir gün ocaklara yazılmak. Bir kez yazıldın mı, önün artık açık demektir.

CAFER SULTAN — Sanırım içinizde bir hayli de şii vardır.

ARAP MEHMET — Benim gibi. Evet. En çok yanan da bizler olacağız. Hele Şah’ın, şehzademize gösterdiği bu yakınlıktan sonra her şey bizden bilinecek, iki kez kâfir sayılacağız.

CAFER SULTAN — (Biraz çekingen açılır.) Burada kalıp, Şah’ın hizmetinde çalışmak istemez misiniz?

ARAP MEHMET — (Cafer Sultan’ın ellerine sarılır heyecanla.) Bu mümkün müdür dersin Cafer Sultan?

CAFER SULTAN— (Rahatlamış, atar yüzündeki maskesini artık.) Şu anda Şah adına ve onun verdiği yetkiyle konuşuyorum. Bu öneriyi güvendiğin arkadaşlarına da açabilirsin.

Işıklar kararır.

PERDE: l

SAHNE: VII

Sahne, Şah’ın sarayında bir salon. Bayezit girer, Şah onu kapıdan karşılar, baş köşeye buyur eder.

BAYEZİT— Zamanınızı bize bağışladığınız için çok teşek-

kür ederim Şahım! Sanırım anlamışsınızdır, sizi niçin rahatsız ettiğimizi?

TAHMASP — (Gülümser.) Herhalde bırakın beni, babama teslim olayım demeye gelmediniz.

BAYEZİT— (Aynı gülümsemeyle) Tam da bunu söylemeye geldim, Şahım bu tam kurtuluşumuz olur. İkimizin de.

TAHMASP — (Gülümsemesini sürdürür.) İnanınız şehzadem, burada benim desteğimi, gücümü kattığım bir şehzade, hünkâr babasının öfkesinden korkmamalı. Ayrıca siz de bana kendi gücünüzden katıyorsunuz. İkimiz iki kez değil, dört kez daha güçlü oluyoruz Süleyman Han’a karşı.

BAYEZİT— (Ciddileşir, gözleri içine bakar Şah’ın ve apaçık sorar.) Açıkça soruyorum Şahım! Niçin beni, bana karşın koruyorsunuz?

TAHMASP — (Bir süre düşünceli susar.) Tarihsel bir hata olur şehzadem, benim sizi düşmanınıza teslim etmem.

BAYEZİT — Bu her yana çekilebilir bir yanıt.

TAHMASP — Tarih de her yana çekebilir bu davranışımı.

BAYEZİT— Size sığınmak benim için bir bahtsızlık olmuştur.

TAHMASP— Sizi teslim etmek de benim için bir bahtsızlık olur.

BAYEZİT — (Sesinde gizli bir tehdit) Daha büyük bir bahtsızlık olur sizin için. Bir gün Şehzade Bayezit’i öldürmek zorunda kalırsanız eğer.

TAHMASP — Sizi öldürmeyeceğim şehzade! Tanrı ve tarih karşısında söz veririm.

BAYEZİT — Umarım bu sözünüze pişman olmazsınız.

TAHMASP — (Bir pencere önündedir, dışarıda bir yerlere bakmaktadır yüzünde bir sevecen gülümseme belirir, Şehzade Bayezit’i çağırır yanına.) Gelir misiniz şehzade?

BAYEZİT — (Gider yanına, onun gösterdiği yere bakar, onun da yüzünde belli belirsiz bir yumuşama olur.)

TAHMASP — Bakınız şehzade: Şahnez’le Orhan Bey nasıl da yakışıyorlar birbirlerine. Bu çifte kıymak haksızlık değil mi?

BAYEZİT— (Hemen kararır yüzü, iç çeker.) Ben tek başına bir adam değilim Şahım! On bin kişinin sorumluluğu var üstümde. On beş bindik, on bin kaldık. Ben bu on bin kişinin dirliğini, düzenini düşünmek zorundayım.

TAHMASP — (Hep öyle gülümseyerek) Dilerseniz bu yükü kaldırabilirim üstünüzden.

BAYEZİT— (Buruk bir gülümsemeyle) Evet, dağıtarak onları. Oysa ben onlarla varım ancak. Hastalıklı olsa da gövdem bu benim.

TAHMASP — Başsız bir gövde düşünemiyorum.

BAYEZİT— (Şahı’n gözlerine diker gözlerini.) Doğru söyleyiniz, karındaşımız Selim Han, size Bağdat’ı önerdi mi bana karşılık?

TAHMASP — (Gülümser.) Ama ben reddettim kendisini.

BAYEZİT— (Pencereden dışarıya bakar.) Demek ki şimdi-

lik bana bir Bağdat’tan daha fazla paha biçiyorsunuz. Belki de benimle bir ucundan Osmanlı tahtına ilişebileceğinizi sanıyorsunuz. Belki de benden sonrası için Orhan’la yürüteceğinizi sandığınız tasarılarınız var.

TAHMASP — (Bir kahkaha atar.) Ne kadar ters işliyor mu-ayyileniz şehzade! Neden bir Osmanlı-Safevi dostluğu yetmesin bana?

BAYEZİT — Evet, koşullarını Safevilerin saptayacağı bir dostluk. Siz üzümü değil, bağı istiyorsunuz. Bağdat’ı değil, Osmanlı ülkesini. Bir gün farkına varırsanız eğer, hiç bir değerimin kalmadığının, pişman olursunuz Bağdat’ı kaçırdığınız için.

TAHMASP — Kendinize iftira ediyorsunuz.

BAYEZİT — Öyle sanıyorum ki içimizde gözünüz kulağınız var Şah? Onlar size fısıldamıyorlar mı ne halde olduğumu? İtibarımın nasıl gittikçe erimekte olduğunu? Bana ilk darbe onlardan mı gelecek, sizden mi bilemiyorum, hiç değilse kendi seçtiğim bir ölümle ölmek istiyorum. Bir ölüm ki, gerçekten yarasın barışa. Tarihin beni bağışlamasını istiyorum.

TAHMASP — (Bu kez kendi durur Bayezit’in önünde, birden şaşılacak kadar değişmiştir. Yüzündeki kuzu maskesini atmıştır, kurt çehresi tüm ürkünçlüğüyle çıkmıştır ortaya.) Peki şehzade mademki bu kadar susamışsınız, bırakıyorum sizi, koşunuz ölümünüze. Yalnız saltanat iddianızı ve hakkınızı, Şehzadeniz Orhan Bey’e bırakınız!

BAYEZİT— (Bir kahkaha atar.) İşte nihayet o kurt yüzünüz çıktı ortaya. Sizi ilgilendiren ne bendim, ne de Şehzade Orhan’dı. Siz bir kukla istiyorsunuz Osmanlı tahtı için. Minnet borcunu asla unutmayacak bir kukla. Sanır mısınız ki oğlum benden

başka türlü düşünür? Başka türlü düşünürse zaten oğlum değildir benim.

Birden döner, hızlı adımlarla çıkıp gider. O zaman Şah, bir başka kapıya gider, el çırpar Cafer Sultan girer.

TAHMASP — Adamları getirdin mi?

CAFER SULTAN — Beli sultanım!

TAHMASP — Al içeriye!

Cafer Sultan çıkar.

TAHMASP — (Bir kez daha el çırpar, giren iç oğlanına buyurur.) Mehpare Sultan’a söyleyin, kendisiyle görüşmek istiyorum. Ama ancak içerdekiler dışarıya çıktıktan sonra içeriye alın!

Bu sırada Cafer Sultan, Karaağırlu ile Çerkez Mahmut’u içeriye almıştır. İkisi de ayaklarına kapanırlar Şah’ın.

TAHMASP — İddia ediyormuşsunuz ki Bayezit’in kasti var bana.

KARAAĞIRLU — Kuduz Ferhat Ağa iki tüfekli seçmiştir şehzadenin buyruğu ile. Vur dediği anda vuracaklar sizi.

TAHMASP — Kim bu Kuduz Ferhat Ağa?

KARAAĞIRLU — Bu adam öyle bir nabekârdır ki; siz şehzadeyi Kazvin dışında karşıladığınızda, bu adam şehzadeye, sizi hemen orada öldürüp tacınıza konmayı öğütlemişti. Bunu kulaklarımla duydum.

TAHMASP —Kanıt isterim.

ÇERKEZ MAHMUT — (Koynundan bir kağıt çıkarıp uzatır Şah’a.) Kanıt bende efendimiz!

TAHMASP — (Kağıdı alır.) Ne bu?

ÇERKEZ MAHMUT — Bir şiir efendimiz! Şehzadenin size genç yaştan beri nasıl düşman olduğunu belgeler eski bir Farsça şiiri. Şu dünyada padişahlık bana nasip olsa da, kahraman kılıcımı kuşansam, Tahmasp’ı ezip, Semerkand’a, Buhara’ya dek duyursam sesimi diyor bu şiirinde.

TAHMASP — (Bu sırada okumaktadır şiiri yüksek sesle.)

Eğer tacı-ı cihandari müyesser mişveret marâ

Ki tiğ i kahraman! berküşayem ruy i dünyara.

Ser i – Tahmasp’ı ez-ten be darbet-i tiği berdarem

Be zir i hükm ü hisarem Semerkand u Buharara.

Tahmasp bir işaret yapar, Karaağırlu ile Çerkez Mahmut çıkarlar. İç oğlanı aynı anda Mehpare Sultan’ı alır içeriye.

TAHMASP — (Mehpare Sultan’ı elinden tutup içeriye alırken.) Şehzade Bayezit’in kararı kesin Mehpare! Dönüp teslim olmak istiyor hünkâr babasına. Tüm planlarımı altüst edebilir bu.

MEHPARE SULTAN — Peki, planınız ne?

TAHMASP — Siyasette en sonra baş vuracağım bir şeydir savaş. Osmanlı -Safevi yakınlaşmasını sağlar diye ve bir isteyebilmek için bin verdim şehzadeye. Şimdi o bir hiç için oyun bo-zanlık ediyor.

Bu sırada Şahnez Sultan görünür bir merdiven sahanlığında, konu ilgisini çektiği için yavaşça oraya çöker ve dinlemeye koyulur.

MEHPARE SULTAN — (Biraz kırık bir sesle) Kızınızı da siyasetiniz gereği mi kullanıyorsunuz? O da mı şu verdiğiniz binler içinde?

TAHMASP — Akıllı siyasetçiler hiçbir şeyi zorlamadan, her şeyi de düşünmeyi bilirler. Orhan Bey siyasetim gereği bağlanmadı kızımıza, Şahnez siyasetim gereği gönül vermedi şehzadeye, Tanrı’ya hoş gelmiş olmalı ki siyasetim, bu fırsatı da kattı olanaklarım arasına.

Bir süre gergin bir sessizlik, Tahmasp enine boyuna dolaşır bir süre. Sonra gelir, Mehpare Sultan’ın önünde durur.

TAHMASP — Süleyman’dan sonra, hatta Süleyman’a karşın Bayezit oturmalı Osmanlı tahtına. Orhan Bey veliaht ilan edilmeli. İşte burada siyasetim hepimizin muradı oluveriyor.

MEHPARE SULTAN — Bu durumu nasıl kabul ettireceksiniz Osmanlı’nın yaşlı kartalına?

TAHMASP — Ondan önce Bayezit’e nasıl kabul ettireceğim? Bunu bilemiyorum. Bayezit’in geri dönmesi ne bize hayır getirir, ne kendisine ne de adamlarına. Hep bunu anlatmaya çalışıyorum, ama o korkunç bir önseziyle, söylemediklerimi de sezinliyor. Doğrusu çok yürekli bir şehzade yazık.!

MEHPARE SULTAN — (Araştırıcı bir bakışla) Niçin yazık!

TAHMASP — Bu nitelikleriyle iyi bir hükümdar olabilirdi. Ama asla varamayacak ereğine. Çünkü tuttuğu siyaset yok olmaya götürüyor onu. (Omuzlarını silker.) İsterse ölebilir. Kendi bileceği şey bu. Ama ölmeden önce mutlaka istediğimiz şeyi ve-rebilmeli bize.

MEHPARE SULTAN— İstediğimiz şey?

TAHMASP — Orhan Bey’i, mutlaka mirasçı yapmalı kendisine, ölmeden önce.

MEHPARE SULTAN — Bazı sözcükler nasıl da yitiriyorlar ağırlıklarını siyasette. Örneğin ölüm.

TAHMASP — Bayezit’in teslim olma kararını verdikten sonra uzun süre yaşayabileceğini sanmıyorum. Şimdiden kaynaşır ordusu. Üçe dörde bölünmüş durumda. Ama hiçbir bölüğü istemez teslim olmasını.

MEHPARE SULTAN — Bütün bunları nerden biliyorsunuz?

TAHMASP — İçlerinde gözüm kulağım ve elim. Cehennem kazanları kaynatabilirim istersem.

MEHPARE SULTAN — Orhan Bey pek bağlıdır babasına. Asla bağışlamaz ona bir kötülük edeni.

TAHMASP — İşte bunun için çağırttım seni. Orhan Bey’i tarafımıza çekmek görevi de artık kızımıza düşüyor.

ŞAHNEZ SULTAN — (İsyanla doğrulur ve bağırır.) Hayır! (Ağır ağır iner merdivenleri.) Ben siyasetinizin içinde yokum baba! Çaşıtlar… Tuzaklar … Tuzakçılar… Hesaplar… Kitaplar… Ölümler… Kızınızı tüm bunların üstünde tutarsınız sanmıştım. Bir bahtsız şehzade beni sevdi diye neden borçlu kalacakmışım size? Belki de tüm yaşamı boyunca bana ilenecek kadar borçlu?

TAHMASP — (Kızını karşılamak için birkaç adım atar ona doğru.) Şahnez!

ŞAHNEZ SULTAN — (Soğuk bir gururla geçip gider babasının yanından.) İnsanlar nasıl da amansız erişemedikleri güzelliklere. Tanrı sizin siyasetinize hizmet için bizi karşı karşıya getirmedi, hayır! Tanrı bu güzel duyguyu salmadı içime sizin pazarlık gücünüzü artırmak için. Daha ilk adımda ikimiz de sanmıştık ki: Sizin dışınızda, sizin ulaşamayacağınız bir yerde, kendimize bir

sığınak bulabiliriz. Tahtları tepmenin coşkusu içinde biçimliyorduk geleceğimizi. (Birden döner babasına.) Orhan Bey asla kabul etmeyecektir ödülünüzü.

TAHMASP — (Avutucu, yaklaşır kızına.) Seni siyasetim içinde asla düşünmedim kızım! Ama siyasetime uygun düştü ilişkiniz. Orhan Bey’i bu ilişki dışında da beğenirim. Ve ona yardım etmek isterim.

ŞAHNEZ SULTAN — (Gözünde yaşlar toplanmıştır.) Nasıl? Babasını ölüme gönderirken, onu korumalığınıza alarak mı?

TAHMASP — O hiçbir şey yapmayacak kızım! Her şey onun dışında olacak. Olayların akışı içinde olacak. Hiç kimse zorlamadan olacak. Biz istesek de istemesek de.

ŞAHNEZ SULTAN — (İsyanla.) Ama olacak.

TAHMASP — (Gülümser, duruma hakim olduğunu sanmaktadır.) Olacakları engelleyemem.

ŞAHNEZ SULTAN — Bugüne dek engelleyebildiniz ama.

TAHMASP — Doğru, engelledim. Bayezit’in içindeki şiiler benimle temastalar. Ve bu bana pek pahalıya mal oluyor.

ŞAHNEZ SULTAN — Şehzade Bayezit’ten bir malmışcası-na söz ediyorsunuz. Değeri aşınırsa, hemen elden çıkarıverece-ğiniz bir mal gibi.

TAHMASP — (Yavaş yavaş yitirmektedir soğukkanlılığını.) Bu, babasına karındaşına söz getirmiş küstah şehzadeyi yeterince savundun bana karşı. İç yüzünü tanımak ister misin onun ha? İçyüzünü? (Bayezit’in şiirini uzatır ona) Oku öyleyse şu şiirini, baban hakkında neler düşünür öğren!

ŞAHNEZ SULTAN (Şiire göz gezdirir, sessiz.)

TAHMASP — (Âdeta yenemediği bir öfkeyle konuşmaktadır.) Dünya tacını niçin ele geçirmek istermiş, gör! Kahraman kılıcını niçin kuşanmak istermiş, anla! Tahmasp’ın kafasını ezip, ününü Semerkand’a, Buhara’ya yaymak için. Şimdi söyle, ne diyorsun?

ŞAHNEZ SULTAN – (Buruk bir gülümseme dudaklarında) Ancak şunu diyebilirim baba: Kötü duygulardan iyi bir şiir çıkmıyor.

TAHMASP— (Şaşırmış) Yalnızca bu kadar mı?

ŞAHNEZ SULTAN — Çok gençken yazdığı belli olan bu şiirden şimdi kendisi de utanıyordur. Hem bana düşmez Şehzade Bayezit’i savunmak.

TAHMASP — (Yeniden yumuşar, kızının saçlarını okşamak ister, sevecen.) En doğru sözün, en son söylediğin.

ŞAHNEZ SULTAN — (Kurtulur babasının okşamalarından, yürür öne doğru.) Ama Orhan Bey’i ve beni kullanamayacaksınız Şehzade Bayezit’e karşı.

TAHMASP — Sen nasıl, sen nasıl konuşabilirsin böyle? Babanla?

ŞAHNEZ SULTAN (Arkası dönüktür babasına, onun yüzündeki öfkeyi görmemektedir. Düşler içinde) Söz verdik birbirimize: Bu aşk, birimizden birinin aleyhine döndüğü yerde, bu aşk birimizi o birine bağımlı kıldığı yerde, bu aşk saflığını yitirip de siyaset konusu olduğu yerde dürüstçe veda edecektik birbirimize. Şimdi o noktadayız baba! İçim paramparça. Ama veda etmem gerekiyor ona.

TAHMASP — (Ürkünç) Hayır, edemeyeceksin.

ŞAHNEZ SULTAN — (İlk kez babasının sesindeki ürkünçlü-ğünü algılar, birden döner.) Baba!

TAHMASP — (Buyurgan) Odandan çıkmayacaksın, ben izin verinceye dek. Gerekirse iki muhafız diktiririm kapına. (Mehpare Sultan’a döner.) Götürün kızınızı odasına!

Önde Şahnez Sultan, arkada Mehpare Sultan, ağır ağır merdivenleri çıkarken Tahmasp hışımla terkeder salonu. O zaman Şahnez Sultan birden durur, kollarına atılır annesinin. Başını onun yumuşak göğsüne gömerek hıçkırır.

ŞAHNEZ SULTAN — Onu görmem gerek valide! Ona söylemem gerek. Onu uyarmam gerek. Yoksa… Yoksa ölürüm.

Mehpare Sultan, kızı böyle göğsü üstünde çırpınırken direnmeye çalışır ilkin, sonra eli yavaş yavaş kalkar, kızının saçlarına dokunur. Bu saçları sevgiyle okşar okşar.

Işıklar kararır.

PERDE: l

SAHNE: VII

Bir yerel ışık düşer sahneye; Tüm gerideki dekoru gizleyerek. Bayezit girer bu yerel ışığa. O imaj sağlanmalıdır ki, Bayezit daha yeni çıkmıştır Tahmasp’ın sarayından, kendi konağına gitmektedir. Birden biri fırlar karanlıktan, atılır şehzadenin üstüne, elindeki hançeri onun iki omuzu arasına saplar. Şehzade yere düşerken korkunç bir irade gücüyle üstündekini alır altına ve hançerini yüreğine saplar, sonra sendeleyerek doğrulur, kurbanına bakar. Murat Ali’yi tanır.

BAYEZİT — (Kendi öz oğlunu yerde yatar görmüşcesine üzüntülü ve şaşkın) Murat Ali, sen ha!.. Benim özel muhafız komutanım! Düşümde görsem inanmazdım.

MURAT ALİ — (Güçlükle açar gözlerini, güçlükle konuşur.) Bağışlayın şehzadem! Başka umarımız kalmamıştır. Ya siz ya biz. (Ölür.)

BAYEZİT — (Ne dediğini bilmeden birkaç kez yineler.) Ya siz ya biz. Ya siz ya biz… (O da Murat Ali’nin üstüne düşer, Murat Ali’nin sapladığı hançer hâlâ sırtındadır.)

İKİNCİ PERDE

SAHNE: l

Bayezit’in konağı. Bayezit sedirde yatmaktadır. Ve hâlâ zaman zaman sayıklamaktadır. Bir yanında hekimbaşı, bir yanında Şehzade Orhan.

BAYEZİT — Ya siz ya biz… Ya siz ya biz… Ya siz ya biz…

ORHAN BEY— Hep aynı sözleri sayıklıyor. İyi ki hemen arkasından ben de çıkmışım. Biraz daha gecikseydim, kan kaybından ölebilirdi.

HEKİMBAŞI — Benim bildiğim: Şehzade Bayezit’in güçlü bünyesi çoktan atlatmalıydı bunu. Sanki kendine gelmek istemiyor. Günlerdir gidip geliyor. Bir o yana, bir bu yana.

ORHAN BEY — Neden dersiniz?

HEKİMBAŞI — Sanırım içindeki yara dışındakinden daha zorlu. Pis bir dünyaya açmak istemiyor gözlerini. Murat Ali’yi çok severmiş. Öyle diyorlar.

ORHAN BEY — Oğullarından sonra en sevdiğiydi.

BAYEZİT — (Bir kez daha kıpırdar dudakları.) Ya siz ya biz…

ORHAN BEY — (Diz çöker babasının yanına, elini tutar.) Baba!

BAYEZİT— (Bu temasla kendine gelir sanki, gözlerini açar, karşısındakini seçinceye dek bir hayli zaman geçer, tanıyınca soluk bir gülümseme belirir dudaklarında.) Orhan sen ha! Kendimi yitirmeden önce son düşüncem sen olmuştun. Seni bir daha göremeyeceğimi düşünmüştüm.

ŞEHZADE ORHAN — (Babasının ellerine kapanarak hıçkı-rır.) Baba!

BAYEZİT — (Toparlayabilmiştir kendini buyururcasına.) Toplayın komutanlarımı! (Ama hâlâ acı çektiği bellidir.)

HEKİMBAŞI — Henüz erken değil mi şehzadem?

BAYEZİT— (Yüzünde kararlı bir ifade) Hayır, çok geç. (Sarılı omuzunu gösterir bir baş işaretiyle.) İşte bu noktaya vardıysa çok geç. Bayezit’i, muhafız kuvvetlerinin komutanı ortadan kaldırmaktan başka çare bulamıyorsa çok geç. (Orhan Bey’e döner.) Komutanlarımı çağır oğlum!

Orhan Bey kapıya doğru gider, el çırpar, içeri giren içoğlanı-na bir şeyler fısıldar.

BAYEZİT— (Bu sırada hekimbaşına dönmüştür.) Teşekkür ederim hekimbaşı! Siz gidebilirsiniz! Oğluma söyleyeceğim iki çift sözüm var.

Hekimbaşı çıkar.

BAYEZİT— (Ağır ağır, tane tane konuşur, zorluk çekmektedir konuşurken.) Yanılmadığımı gösterdi bu olay Orhan! Kendime en yakın bildiklerim arasından çıktı katilim. Umut ve ekmek verebildiğin sürece sana en bağlı kişiler, umut ve ekmekleri kesildiği gün, en önce harcarlar seni. Hiç kimseye kızmıyorum, ama kaygı duyuyorum. Murat Ali sabredemeyenlerden. Ya sab-redebilenler?

ŞEHZADE ORHAN — (Daha ötesini duymak istemiyormuş-casına atılır.) Bir alçağın sapık davranışını bir orduya mal etmeyin efendim, lütfen!

BAYEZİT — Alçaklık görece bir kavramdır oğlum! Ya siz ya biz demişti o, son soluğunda. Bu söze dikkat et. Hiçbir söz bu söz kadar açık dile getiremez durumumuzu. Bunun bende farkındayım. Ama üstümüzde Şah’ın baskısı. Kıpırdayamıyorum.

Gergin bir sessizlik.

BAYEZİT — Tam zamanında karar verip kararımı uygulaya-mazsam eğer, bu on bin kişi birbirini kırabilir. Sanırım Şah’ın istediği de biraz bu. Kolu kanadı kırık bir Bayezit’i, bir dama taşı gibi istediği yere sürebilir sanıyor. Yeri geldiğinde kırıp atabileceği bir taş. Yerine bir başka şehzade oturtabileceği bir Bayezit.

ŞEHZADE ORHAN — (İsyanla) Baba! Böyle nasıl düşüne-bilirsiniz baba!

BAYEZİT — (Bir el hareketiyle susturur oğlunu.) Dinle oğlum! Sözümü kesme iki de bir. Çok yanlış yaşadık ikimiz de. Yanlış yerlere oturduk, yanlış dallarda çiçek açtık. Şimdi hiç değilse ölümümün doğru olmasını istiyorum. Benim yüzümden Anadolu’nun bölünmesini istemiyorum. Bir karış toprak bile daha değerlidir bir şehzadenin hayatından. Ama Şah’ın planında ben

de, sen de pazarlık gücünü artırdığımız ölçüde varız, ya da yokuz.

ŞEHZADE ORHAN — (Gene isyan etmek ister.)

BAYEZİT — (Gene bir el hareketiyle susturur onu.) Şu on bin kişiyi kurtarmam gerek oğlum! Ne pahasına olursa olsun. Çünkü benim yaşamım içinde onların yerleri de yanlış.

ŞEHZADE ORHAN — (Sabırsız atılır.) Şu on bin kişi içinde sizin teslim olmanızı isteyecek tek kişi çıkmayacaktır.

BEYAZİD — (Buruk bir gülümseme ile) Ben de bundan korkuyorum oğlum. Şu on bin kişi içinde benim için ölmek isteyen vardır, beni öldürmek isteyen vardır, beni Şah’a teslim etmek isteyen vardır, hepsinin de kendilerine göre nedenleri vardır. Ama hiçbirinin işine gelmez benim teslim olmam.

ŞEHZADE ORHAN — Siz ki bunca insanın başına geçip buraya getirdiniz, artık sizin yazgınız onların da yazgısı oldu.

BAYEZİT— İşte bu yanlıştan kendime düşeni ödeyip aklanmak istiyorum tarih önünde.

Bayezit’in beyleri girerler. Aksak Seyfüddin, Kuduz Ferhat, Turgutoğlu Pir Hüseyin, Şah Veli, Ferruh Bey, hepsi de Bayezit’in ellerine kapanıp bir bir öperler.

BAYEZİT— Sizleri çağırttım ki istemimi bildireyim. Ben arkamda takıp getirdiğim on bin adamımla buradaki sığıntı yaşamımı sona erdirmeye kararlıyım. Ancak buraya gelirken bana gösterdiğiniz desteğe ve güvene şimdi daha muhtacım. Size diyorum ki: Ben büyük bir yanlış yaptım. Şimdi o yanlışı düzeltme olanağı verin bana.

Bir an durur, adamlarının yüzünü inceler tek tek. Hiçbirinin yüzünde aradığı anlamı bulamaz.

BAYEZİT — (Daha da kararlı) Geri döneceğiz. Şah istese de, istemese de. Eğer aynı inançla, aynı itaatle beni izlerseniz, Şah asla yolumuzu kesemez. Revan’da konaklarız ilk, orada temasımızı yaparız hünkâr babamızla. Ona diyeceğim ki: İşte ben işte sen. Hesabın benimle. Şunları bırak. Şunların tek suçu beni senden artık sevmek. Öyle de olsa bak hepsini geri getirdim, se-ninkilere katmak için getirdim.

Bayezit bir kez daha susar, bir kez daha araştırır karşısındaki yüzleri, gene bulamaz umduğu yanıtı.

BAYEZİT — (Buruk bir gülümsemeyle) Susarsınız! Çünkü katılmazsınız fikirlerime. İsterdim ki ok gibi de olsa sözleriniz, onu göğsüme atasınız, sırtımdan vurmayasınız.

AKSAK SEYFÜDDİN — (Öne çıkar, konuşurken sesi titremektedir.) Bize diyorsunuz ki: Bir yanlış yaptım ben, o yanlışı düzeltme fırsatı verin bana. Hiç kimse, hiç kimseden böyle bir şey isteyemez şehzade! Binlerce ölü verdik bu yanlış uğruna. O binlerce ölüyü diriltebilecek misiniz? Her şeyi, hiçbir şey olmamışçasına eski haline getirebilir misiniz? Yakınlaştırabilir misiniz birbirine bunca uzak düşmüş kişileri birbirine? Hınçları unutturabilir misiniz? Hünkarımız efendimiz bir daha bizi eski güvenilir kulları arasına korlar mı? Bağışlasalar bile.

Gergin bir sessizlik.

AKSAK SEYFÜDDİN — (Ağırbaşlı bir sitemle) Bir zeamet beyiydim ben. Ailemi, ocağımı, sağlığımı, varımı yoğumu yitirdim bu inanç için. Şimdi siz onun da bir yanlış, bir hata olduğunu söylüyorsunuz. Peki, ne bıraktınız elimde şehzade? İlk kez bugün duyuyorum, feda ettiklerimin yokluğunu.

BAYEZİT — (Yaralı bir sesle) Siz bir dine bağlanırcasına bağlanmışsınız bana. Ben bir yeni din muştusuyla gelmemiştim size. Bir taç davasıyla gelmiştim. Şimdi yitirdiğimi anladığım dava işte bu davadır.

AKSAK SEYFÜDDİN — (Gözünde bir damla yaş, öylece donup kalmıştır.) Evet, ben de bu yanlışı yaptım şehzade! Size en önce ve en çok ben inandım, ben bağlandım. Onun için benim kaybım, öbürlerininkinden çok büyük. İzninizle.

Eğilir, selamlar ve çıkar. Kuduz Ferhat, hemen okunu yayını çıkarır, balkona koşar, belli ki uzaklaştırmamaya niyetlidir Aksak Seyfüddin’i.

KUDUZ FERHAT— Bu haini buradan çıkmaya bırakırsanız eğer, soluğu Tahmasp’ın huzurunda alacaktır.

Bayezit bir baş işaretiyle oradakileri Kuduz Ferhat’a engel olmalarını buyurur. Ferruh Bey’le, Şah Veli, balkona gidip Kuduz Ferhat’ı sararlar kollarından.

BAYEZİT- Dur Ferhat Ağa! Sen de bir başka delisin. Ferruh Bey’le Şah Veli, Kuduz Ferhat’ı içeri getirirler.

BAYEZİT— (Sürdürür konuşmasını.) Üstelik senin çılgınlığın daha da tehlikeli. O bir kişide bir inanca bağlanmıştı, sen o kişinin kendisine tapıyorsun. (Turgutoğlu’na döner.) İtiraf et Tur-gutoğlu! Senin için bu kavga bir Şehzade Bayezit kavgası bile değildi. Bir Turgutlular kavgasıydı. Burada başka Turgutluları buldun, ne diye arkama takılıp geri dönesin. Öldürmeyip de sağ bıraksalar bile seni, bu kez orada bir gurbetteymişcesine yaşayacaksın.

TURGUTOĞLU — (Başını eğer ve susar.)

BAYEZİT— (Şah Veli’ye döner.) Senin bu kavgadan umduğun Şah Veli, Alevilerin sünnilerle aynı hakları paylaşmasıydı. Onların da ocaklıya yazılabilmeleri, devlet katında söz ve oy sahibi olabilmeleriydi. Senin için bu umut kalmadı ötede. Ama burada bir başka umudu, Şah’ını buldun. Kavgayı yitirmedin sayılır.

ŞAH VELİ — (İçten) Ama size ihaneti asla düşünmedim şehzadem!

BAYEZİT— (Ferruh Bey’e döner.) Sen Ferruh Bey! İnanmıştın ki bu yeteneklerinle bir yerlere beylerbeyi olabilirsin. Gerçekten de o yetenektesin, tahta oturabilseydim eğer. (Sevecen bakar ona.) Ne yazık ki tahta oturamayacağım.

FERRUH BEY— (Başını eğer ve susar.)

BAYEZİT — (Şehzade Orhan’a döner.) Bir tek sen takip edebilirsin oğlum, o da ikiye bölünerek. Bir yarını burada bırakarak.

Sessizlik, bir süre.

BAYEZİT — (Ortaya) İtiraf ederim ki benim de istediğim tahttı. Şimdi, ilk kez kendimi değil, sizi düşünüyorum. Kırka bölünüyoruz.

Gene o gergin sessizlik. Komutanlar teker teker çıkarlar. En son Kuduz Ferhat da çıkacak olurken Tahmasp’ın geldiği görülür. Tahmasp, bir an Kuduz Ferhat’ın arkasından bakarken, kendini karşılamaya gelmiş olan Şehzade Orhan’a sorar.

TAHMASP —- (Ancak Şehzade Orhan’ın duyabileceği bir fısıltıyla) Sanırım babanızın onca değer verdiği Kuduz Ferhat, bu olacak?

ŞEHZADE ORHAN — Evet, Kuduz Ferhat budur. Ve babamın, ona çok değer verdiği doğrudur.

TAHMASP — (Uzun bir hımmm çeker ve Şehzade Baye-zit’e doğru yürür.) Hatırınızı sormaya geldim şehzadem!

BAYEZİT — (Tahmasp’ı kucaklamak için yarı doğrulur.) Onur verdiniz sultanım!

TAHMASP — (Şehzadenin gösterdiği yere oturur.) Artık hiçbir şeye şaşmamalı.

BAYEZİT— (Tedirgin bakar Tahmasp’ın yüzüne.) Artık hiçbir şeye şaştığım yok sultanım!

TAHMASP — (Yüzünde batıcı bir gülümseme belirir, koynundan bir mektup çıkarıp şehzadeye uzatır.) Bu mektup da şaşırtmayacak mı sizi şehzade?

BAYEZİT — (Mektubu alır, göz gezdirirken, şaşmadan da öte bir ürperti dolaşır yüzünde.) Benim mektubum bu.

TAHMASP — (O batıcı ton sesindedir.) Hünkâr babanıza yazdığınız.

Orhan Bey de şaşırmıştır, belli ki beklemediği bir şeydir bu.

BAYEZİT— (Şaşkınlığı geçmiştir, şimdi bir yargıç edasıyla konuşur.) Nasıl geçti elinize mektubum? Hünkâr babamıza çok özel bir durumdan söz ediyorduk.

TAHMASP — Evet, dönmekten ve hesap vermekten söz ediyordunuz.

BAYEZİT— Nasıl geçti elinize?

TAHMASP — (Görmezlikten gelir Bayezit’in öfkesini.) Size söylemeyi unuttum şehzade! Kazvin’in tüm kapıları gözetim altındadır. Adamlarıma kesin emir verilmiştir, uçan kuşa bile izin verilmeyecektir.

BAYEZİT — Öyleyse ulağım… (Sözünü tamamlayamaz, kahredici bir bakışla bakar Tahmasp’a.)

TAHMASP — Adamlarım iyi nişancıdırlar. Üzgünüm şehzade!

BAYEZİT — (Yüzünde bir fırtına dolaşır, kabar kabar olmuştur alnının damarları.) Bir cinayet bu.

TAHMASP — (Belli belirsiz bir gülümseme dudaklarında) Askerlerim görevlerini yapmışlardır.

BAYEZİT— (Gizlemeye çalışmadığı bir nefret vardır yüzünde.) Bana açıkça söyleyebilirdiniz bunu. Gözetiminiz altında olduğumu.

TAHMASP — (Protesto etmek istercesine ayağa kalkar.) Sizi gözetim altında tuttuğum yok, haşa! Ancak yetmiş iki buçuk milletten adamımız var şehzade! Yetmiş iki buçuk çeşit tehlikeye karşı önlem almam gerekirdi. Hem sizin hayatınız için, hem ken-diminki için.

BAYEZİT — Ben kendimi korumasını bilirim.

TAHMASP — (Gülümser ve sargılı omuzuna bakar.) Biraz beceriksizce yapıyorsunuz bu işi şehzade!

BAYEZİT — Bundan size ne?

TAHMASP — İsteseniz de istemeseniz de, siz bir yerde benim sorumluluğum altındasınız.

BAYEZİT — (Âdeta haykırır.) Sizden kurtulamayacak mı-yım?

TAHMASP — (Yüzünde o esrarlı gülümseme) Kurtulabilirsiniz. Ve sanırım bu yolda bir hayli adım atmış durumdasınız.

BAYEZİT — (Tedirgin olmuştur bu sözlerden ve alaycı gülümsemeden.) Ne demek istiyorsunuz?

TAHMASP — (Çok önemli bir şeyden söz ediyormuşcası-na) Duyduğuma göre Kuduz Ferhat iki tüfekli gezdirirmiş arkamda.

BAYEZİT— (Kahredercesine bakar.) Yalan bu.

TAHMASP — (Hep öyle alaycı) Bu adam çok daha önce de size önermiş beni ortadan kaldırmayı.

BAYEZİT— (Dudak büker.) Haa, şu mesele?

TAHMASP — Demek böyle bir teklif geldi size?

BAYEZİT— Bu teklif budalaca bir şeydi, teklife önem vermek daha budalaca bir şey olacaktı. Fakat bunun size duyurulması alçaklıktır.

TAHMASP — Sizin bu suikaste katılmadığınızı biliyorum. Ama bu Kuduz Ferhat’ı isterim sizden.

BAYEZİT— (Kanı beynine sıçramıştır, sonra belli belirsiz bir eğlenişle bastırır öfkesini.) Ben adamlarımı hünkâr babamızdan bile esirgedim. Esirgemeseydim bugün burada olmazdım. Ve bu aşağılayıcı teklifinizle karşılaşmazdım.

TAHMASP — (Birden ciddileşmiştir.) Şehzade! Size topraklarımı, sarayımı açtım, adamlarınızı adamlarım gibi korudum. Ba-

zen beni, çok gücendirdiğiniz halde bir an bile saygıda kusur etmedim size karşı, oğlunuzu oğlum bildim, sarayımın mahremiyetini serdim önlerine ve bugün sizden bir tek şey istiyorum tüm verdiklerime karşı tek bir şey.

BAYEZİT — (Acı bir gülümseme belirir yüzünde.) O bir tek şeyi size verdiğim an, bunca çabaladığım, uğruna ölümü göze aldığım, hünkâr babamı, karındaşımı kırmaktan kaçınmadığım, bu yüzden gurbetlere düştüğüm, bunca aşağılamalara karşın içimde pırıl pırıl tutmaya çalıştığım bir cevheri, insanlık cevherini çamurlara bulamış olacağım. Nasıl isteyebilirsiniz böyle bir şeyi benden?

TAHMASP — (Oturmuşken ayağa kalkar.) Onu alacağım sizden şehzade!

BAYEZİT— (Şehzade Orhan’a) Şah’ın muhafız alayı komutanısın Orhan! Güvenliğinden sorumlusun. O sana güvensizliğini bildirene dek ona eşlik etmek zorundasın.

Orhan Bey Şah’la çıkar. Onlar çıktıktan sonra Bayezit el çırpar, içeri giren iç oğlanına buyurur.

BAYEZİT — (Kendi kendine) İşler kızışıyor. Devran hızlandı. Öyle görünüyor ki: Bir aylık gelişmeler bir güne sığdırılmak istenir. (Göğsünü yumruklar.) Ve tam da böyle bir zamanda şu-ramdaki yara.

Kuduz Ferhat girer.

KUDUZ FERHAT— Beni çağırtmışsınız şehzadem!

BAYEZİT— (Düşüncelidir yüzü.) Tahmasp’ın çaşıtları var içimizde Ferhat Ağa! Lazımdır ki bunlar iliğimizi kemiğimizden sıyırmadan biz onları aramızdan sıyırıp atalım.

KUDUZ FERHAT— (Kaşlarını çatar.) Beli şehzadem!

BAYEZİT — Tahmasp kötü şeyler tasarlıyor, sanırım saldırıya geçecek. Ya kendi adamlarıyla doğrudan doğruya. Ya da içimizdeki hempalarıyla dolaylı olarak. Önlemlerini ona göre al.

Kuduz Ferhat etekler ve çıkar.

Işıklar kararır.

PERDE: l

SAHNE: II

Tahmasp’ın sarayında bir salon. Cafer Sultan, Arap Mehmet’i alır içeriye. Arap Mehmet girer girmez yerlere kapanır.

CAFER SULTAN — Arap Mehmet Ağa buyruğunuzu bekler Şahım!

Tahmasp yaklaşır Arap Mehmet’e, tam önünde durur, öyle ki bu haliyle Arap Mehmet Şah’ın önünde secdeye kapanmış gibidir.

TAHMASP — Vakit geldi Mehmet Ağa! Kalk ve kaldır ötekileri de!.. Sizi bugün için tuttum.

ARAP MEHMET — (Başını kaldırmadan) Şehzade Baye-zit’in işi bitiktir Şahım. Ordu paramparça. Her parça bir başka yöne doğru kayar. Biz bu yanda harekete geçtik mi, her bölük kendi telaşına düşer. Bundan hiç kuşkunuz olmasın!

TAHMASP — Bayezit’i de şehzadelerini de sağ isterim. Bunu unutma! Şimdi gidebilirsin.

Arap Mehmet çıkar.

TAHMASP – (Cafer Sultan’a buyurur.) Şimdi Süleyman’ın elçisini, Dülkadriye Beylerbeyi Ali Paşa’yı içeriye al!

Cafer Sultan çıkar.

TAHMASP — İşte böyle çağımızın güneşi Muşteşem Süleyman! Karşı karşıyayız şimdi. Sen benim bir kolumu kapmış, yerlere çalmıştın, ben ise sana kendi karaciğerini yedireceğim. Oğlunu, Bayezit’ini pazarlığa çıkarıyorum. Ya sen, ya Şehzade Selim. Hanginiz daha artırırsanız onda kalacak.

Dülkadriye Beylerbeyi Ali Paşa girer. Boyun kırarak selamlar Şah’ı

ALİ PAŞA — Hünkârımız efendimiz bizi gönderdiler ki, dostluklarını ileterek, kendilerini de sizi de üzen bu anlaşmazlığa bir çözüm yolu bulalım. Hünkârımız efendimiz çok teşekkür ederler: Bugüne dek gösterdiğiniz konukseverliğiniz için. Eğer Şehzade Bayezit’i sınıra dek gönderirseniz, orada bir vezir ya da beylerbeyi tarafından alınarak bir şehzadeye yaraşır biçimde eski sancağına götürülecektir. Cümle hakları, ayrıcalıkları sancak beyliği ve dirliği geri verilecektir.

TAHMASP — (Oturduğu yerden, soğukça.) Hünkâra şükranımızı ve bağlılığımızı sunarız. Ancak bizim de bir sözümüz vardır. Şehzade henüz Revan’da iken Nizamüddin Şahkulu ile ilk görüşmesinde alınmış verilmiş bir söz. Bu söze göre Bayezit asla tarafımızdan öldürülmeyecek, gözlerine mil çekilmeyecek ve hünkâr babasına teslim edilmeyecektir.

ALİ PAŞA — Fakat beri yanda duyarız ki biz, Şehzade Se-lim’e görüşmeciler gönderir pazarlıklar yaparmışsınız. Buna ne demeli?

TAHMASP — Bizi buna zorlayan yine Süleyman Han’ın kendileri olmuştur. Biz Cafer Sultan’ı gönderdik Dersaadet’e, sorduk: Osmanlı’yla İran arasında sonra bir sorun olmasın, nasıl buyururlarsa öyle yapalım diye. Aldığım cevap işte burda. (Koynundan çıkardığı bir mektubu yüksek sesle okur.) Ne buyurmamı beklersiniz. Kellesini koparıp bana gönderin mi diyeceğim? Aman üstüme salmayın da yüz bin yıl hapislerinizde çürütün mü diyeceğim? Diyeceğimizi dedik daha önce. Uygun bir törenle sınıra gönderin, biz ordan aldırırız dedik. O günden bugüne bizce değişen bir şey olmadı. Orada bir değişiklik olduysa bu da bizi ilgilendirmez. Anladığım kadarıyla Şah satmak ister bize oğlumuzu. Elde etmek istediğini etti, ya da edemedi. Ettiyse artık işine yaramayacağı için, etmediyse gene işine yaramayacağı için pazarlığa çıkarır şehzadeyi. (Başını kaldırır.) İşte aldığım yanıt bu.

ALİ PAŞA — Peki, Şehzade Bayezit’i, kendini tutuklamaya-cağınıza dair bize söz de vermemiş miydiniz? İki gündür ülkeniz-deyiz, iki gündür Kazvin’de bunun sözü edilir hep. Elbette Süleyman Han, bir yaramaz kulu da olsa, şehzadesinin zindanlarınızda çürütülmesini istemez, bir satılık mal gibi açık artırmalara sürülmesini istemez.

TAHMASP — (Öfkeyle fırlar tahtından.) Siz bizim iç işlerimize karışıyorsunuz.

ALİ PAŞA — (Yüzünde belli belirsiz bir eğleniş) Siz bizim içişlerimize karışmıyor musunuz peki? Nerede görülmüş sizin gibi bir hükümdarın, bir başka ülkenin hükümdarı dururken, onun bir sancak beyi ile görüşmeler yaptığı? Şehzade Selim Osmanlı’nın bir sancak beyidir yalnızca.

TAHMASP — (Yılışık bir gülüşle geçip oturur yerine.) Ama yarının hükümdarı.

ALİ PAŞA — Evet yarının hükümdarı. Size yarınki mülkünden çok şeyler vaat edebilir. Ama bugünün hükümdarının işine gelmezse, hesabı bugünden sorulur.

TAHMASP — (Bir kez daha sıçrar yerinden.) Ne demek istiyorsunuz?

ALİ PAŞA — Kaç kez tattınız Osmanlı’nın yumruğunu, hünkârımız efendimizin. Yeri geldiğinde size bunu hatırlatmama da izin vermiştir.

TAHMASP — (Öfkeyle kalkar yerinden, yüzünde kasılmalar vardır.) Hünkârınız efendinize aynen iletin şu sözlerimi. Şehzade henüz tutuklanmış değildir. Kimbilir belki de hemen bir anlaşmaya gider, Osmanlı tahtı üstündeki hakkını destekleyebilirim. Bunca haksızlığa uğramış şehzadenin, Anadolu’da efsaneleşmiş adı bile uykularını kaçıracaktır Süleyman Han’ın. Kaldı ki duyarız: Anadolu’da da Rumeli’de de işi iyi gitmez padişahın.

ALİ PAŞA — (Bir kez daha eğilir Tahmasp’ın önünde, ama hâlâ tehditkâr.) Hünkârım sizden memnun kalmayacaktır Şah!

(Geri geri gider, çıkar.)

Onlar çıkar çıkmaz, Tahmasp el çırpar giren iç oğlanına buyurur.

TAHMASP — İlkin Cafer Sultan’ı al içeriye, sonra da Selim Han’ın elçisi Güllabi Çavuş’u çağır. Ama dışarda beklet biraz.

İç oğlanı çıkar, Cafer Sultan girer.

TAHMASP — (Hemen buyurur.) Yaz Cafer Sultan!

CAFER SULTAN — (Yazar.)

TAHMASP — Karaman’da Şehzade Selim Han’a.. Bağdat ve Kars üzerindeki ısrarımızı anlayışla karşıladığınıza sevindim.

Siz ki, geleceğin hükümdarısınız, geleceği belirleyecek olan da sizsiniz. Amasya anlaşması güçlü olanın zayıfa zorla imzalattığı bir belgedir. Elbette sonsuza dek geçerli kalamazdı. Bunu görebilmeniz uzak görüşlülüğünüzü gösterir. Sayenizde sonsuza dek sürecek bir İran-Osmanlı barışına kavuşacağız. Buyruğunuzu ve adamlarınızı bekliyorum. (Tekrar el çırpar, giren iç oğlanına.) Şimdi Güllabi Çavuş’u içeri alınız! (İç oğlanı çıkar, Güllabi Çavuş girer. Yerlere kapanır.)

TAHMASP — Şehzade Selim emin olabilir Güllabi Çavuş! Bayezit kendilerinindir. Ancak Bayezit ve oğullarının ellerine geçtiğine güven getirebilmem için has adamlarından bir ikisiyle, birkaç yüz de asker göndersin.

Güllabi Çavuş etek öpüp çıkarken;

TAHMASP —(Cafer Sultan’a buyurur.) Cafer Sultan! Mektubumuzu Güllabi Çavuş’a veriniz. (Güllabi Çavuş’a döner.) Şartlarımız bu mektupta bildirilmiştir.

Güllabi Çavuş çıkar.

Işıklar kararır.

PERDE: II

SAHNE: III

Gecedir. Canlı bir ayışığı, mehtaplı bir gökyüzü aydınlatmaktadır sahneyi. Biraz ilerde bir kameriyeden başka hiçbir şey yoktur sahnede. Mehpare Sultan’la Şehzade Orhan girerler. Meh-pare Sultan telaşlanır, sık sık arkasına dönüp bakar, bir yandan da âdeta korkusunu bastırmak için konuşur.

MEHPARE SULTAN (Kısık bir sesle) Doğru mu eğri mi yapıyorum, bilmiyorum şehzade! Ama bir kadın güdüsüyle seziyorum ki: Bu yaptığım Tanrı katında da makbule geçecektir.

ŞEHZADE ORHAN (Minnettar) Sultanım!

MEHPARE SULTAN — Üstelik sizi beklemekte olan büyük tehlikeyi de seziyorum. Şah’ın karanlık oyunlarına ne derece bulaştım, bilemiyorum. Ama ne kadar bulaşmışsam istemeden olmuştur. Buna inanınız!

ŞEHZADE ORHAN — Size inanıyorum!

MEHPARE SULTAN — Hem sizin, hem de kızımın, hem de bizim iyiliğimize inandığım sürece yer aldım yanında, ama nicedir farkındayım ki: Şah da o eski Şah değil. Artık o da yüreğini bize kapadı, iyice. İşte bu sezgidir ki korkularımı ve kuşkularımı artırıyor. Öyle sanıyorum ki büyük bir tuzak hazırlığında Şah.

ŞEHZADE ORHAN — Tuzak mı dediniz?

MEHPARE SULTAN — Ne olduğunu, nasıl olacağını söyleyemeyeceğim, çünkü bilmiyorum. Şahnez Sultan’ın o gün öyle babasına karşı gelmesiyle Şah sürdü çıkardı bizi yaşamından. Ama şunu söyleyebilirim: Birbiri ardınca Osmanlı elçileri gelip gelip gidiyorlar. Bazılarının Selim tarafından gönderildiğini ise bir raslantı sonucu öğrenmiş bulunuyorum.

ŞEHZADE ORHAN — Bizden de gidip gelenler oluyor mu acaba?

MEHPARE SULTAN — O kesin. Ama kimler, bilemeyeceğim.

Bu sırada kameriyeye yaklaşmışlardır.

MEHPARE SULTAN — (Kameriyenin kapısını açarken) Sizi Şahnez Sultan’la biraraya getirmeye söz vermiştim. Şahnez Sul-

tan içerde. (Böyle söyleyerek Orhan Bey’i içeriye iter ve kapıyı kapayıp gider.)

Kameriyenin içi aydınlanır. Orhan Bey’in içeri adımını atmasıyla birlikte Şahnez’in fırtına gibi atılıp boynuna sarılması bir olur. Küçük öpücüklere boğar şehzadenin yüzünü.

ŞAHNEZ SULTAN — (Tutkulu ve titrek sesle) Şehzadem!.. Şehzadem!.. Şehzadem!.. Bu gece tüm yaşamımdır benim. Bu gece ve sonrası yok. Ya da sonrası bu gecenin anısı olacak hep.

ŞEHZADE ORHAN — (Şaşırmıştır.) Hiçbir şey anlamıyorum sultanım!

ŞAHNEZ SULTAN — (Yüzünü gizleyecek bir yer aramaktadır Şehzade Orhan’ın omuzunda.) Sus!.. Hiçbir şey anlamayın daha iyi. Yalnız sarılın bana!… Daha… Daha sarılın.. Bu gece can vermek istiyorum kollarınızda.

ŞEHZADE ORHAN — (Sarılır Şahnez Sultan’a.)

ŞAHNEZ SULTAN — Babam sizi tuzağa düşürmek için kullandı beni. O tuzakta benim de can verebileceğimi düşünmeden.

İkisi de ayaktadırlar. Sımsıkı sarılmışlardır birbirlerine. Tutkuları içinde tiril tiril titremektedir ikisi de.

ŞEHZADE ORHAN — Söyleyecek söz bulamıyorum sultanım.

ŞAHNEZ SULTAN — Hiçbir şey söylemeyin, yalnızca sarılın bana!.. Daha!.. Daha!..

Bir garip aydınlığa yuvarlanırlar.

Işıklar kararır.

PERDE: II

SAHNE: IV

Bayezit’in konağı. Kuduz Ferhat, Karaağırlu ile Çerkez Mahmut’u çıkarır Bayezit’in huzuruna. Bayezit hâlâ hasta yatağında-dır.

KUDUZ FERHAT — Hainleri yakaladım şehzadem!

BAYEZİT— (Yarı oturur.) Sen Karaağırlu! Seni ben zorlamadım bana katılmaya. Sen düştün ardıma. Yolum cennete de cehenneme de çıkabilirdi.

KARAAĞIRLU — Cennet de cehennem de vardı kavlimizde şehzadem! Lakin sürünmek yoktu.

BAYEZİT— (Çerkez Mahmut’a döner.) Hele seni hiç anlamıyorum Çerkez Mahmut! Sen bu adamlarla aynı mezhepten bile değilsin.

ÇERKEZ MAHMUT — Yorulduk sizin yolunuzda şehzadem!

Aynı anda kapı devrilircesine açılır, Arap Mehmet dalar içeriye.

ARAP MEHMET— (Küstahça) Çok büyük bir hata işliyorsunuz şehzadem! Şu balkondan bakarsanız göreceksiniz ki: Adamlarım çepeçevre sarmış sizi. En ufak bir zarar getirecek olursanız bizimkilere, Şah’a hesap vermek zorunda kalırsınız!

BAYEZİT — (Yüzü karmakarışık olur, seğirtiler dolaşır bu yüzde.) Sizinkiler ha!… Şah ha!..

Bayezit asasına tutunarak kalkar ayağa, balkona doğru yürür.

ARAP MEHMET — (Hâlâ tehdit etmektedir Bayezit’i.) Bize güvence vermiştir Şah! Ona karşı gelecek olursanız,dünyayı yıkar başınıza.

BAYEZİT — (Birden geri döner, korkunç bir kararlılıkla buyurur Ferhat’a.) Ferhat Ağa! (Arap Mehmet’i gösterir.) En tepeye bu adamı as, öbür ikisini de bacaklarından sallandır! Ne kadar yüksekten selama dururlarsa, o kadar onurlandırırlar Tahmasp Bahadırı.

Bu arada Kuduz Ferhat ile adamları Arap Mehmet’i de yakalamışlardır.

ARAP MEHMET— (Hâlâ tehdit etmektedir Bayezit’i.) Bu sizin sonunuz olacaktır şehzade!

BAYEZİT — (Balkona çıkar, Orhan Bey de yanındadır.) İçinizde Şehzade Bayezit’ten davacı biri varsa beri gelsin!

Aşağıdaki kalabalıktan uğultulu bir gürültü yükselir. Tek tek tehdit edici sesler gelir.

SESLER — Altı aydır avareyiz yadellerde…

— Artık tahammülümüz kalmadı şehzade!..

— Henüz vaktiyken yerimizi yurdumuzu bilelim…

— Sahibimizi tanıyalım!..

Bu arada Şah Veli soluk soluğa girmiştir içeriye, hemen çıkar balkona.

ŞAH VELİ — İzin verirseniz bir de ben konuşayım bu yolunu şaşırmış zındıklarla şehzadem!

BAYEZİT — (Bir el hareketiyle durdurur Şah Veli’yi ve konuşmasını sürdürür.) Ben mi sizi aradım buldum? Siz beni buldunuz! Şimdi burada bunun tartışmasını yapmak saçma. Ama buradayız. Yenik ve umutsuz. Ne yapsak söküp atamayız içimizdeki bu yurt özlemini. Böyle zamanlarda birlik çok daha önem kazanır. Bölünme, dağılma felaket getirir.

SESLER — Biz bölünmeyeceğiz, şehzade!

— Şahımızı bulduk, ululandık.

— Dünyamız da cennetimiz de burada.

— Şah’a karşı gelmek Tanrı’ya karşı gelmektir.

Şah Veli bir kez daha öne çıkmaya çalışır.

ŞAH VELİ — Bir de ben konuşayım onlarla şehzadem! Belki benim dilimi daha iyi anlarlar. (Öne çıkar.)

ŞAH VELİ— Hepiniz beni tanırsınız! Ben Şah Veli! Bu adı bana siz verdiniz! Ve bugüne dek bir sözümü iki etmediniz. Allah sizden razı olsun. Burada yılgınlığınızdan, bıkkınlığınızdan, ezikliğinizden yararlanarak ta içimize dek sokulan birtakım hainler, size yolunuzu şaşırttılar. Burada Şehzade Bayezit’le Şah Tahmasp arasındaki anlaşmazlık dinsel değildir, siyasaldır. Şehzade Bayezit’i — o sizi kendisinden ayrı tutmaz akbahtlıyı— nasıl unutur, nasıl terkedebilirsiniz? Kaldı ki sizi kurtaracak kararı, kendini feda etme pahasına almış bulunur Bayezit Han.

BİR SES — Susturun şu kâfiri!

Aynı anda bir ok uçarak gelir, Şah Veli cansız yere düşer. Bayezit ve Şehzade Orhan, Şah Veli’yi içeri taşırlar.

BAYEZİT— (Orhan Bey’e buyurur.) Silaha silahla yanıt ver-

mek anı geldi oğlum! (Kucaklar Orhan Bey’i.) Hiçbirimiz bu alçakların eline sağ geçmeyeceğiz.

Orhan Bey çıkar. Bayezit bir süre üzgün bakar Şah Veli’ye Sonra balkona çıkar.

BAYEZİT— (Batıcı bir eğlenişle seslenir.) Tahmasp Bahadır! Beni duyuyor musun? Biliyorum buralarda bir yerdesin. Beni teslim alacağını sanıyorsan yanılıyorsun. Şurada, şu anda seninle son konuşmamı yapıyorum. Sonra içeri geçeceğim, senin eline düşmesinler diye şehzadelerimi teker teker vuracağım. Şu kanlı meydan ne işine yarayacaktır bilemiyorum, ama adının tarihe nasıl geçeceğini biliyorum. Dönek Şah kalacaktır adın tarihte.

İçeri geçer. Derin bir hüzün vardır yüzünde. Tüfeğini doldurur, daha iç bir odaya geçer.

BAYEZİT— (Sesi gelir içerden.) Sizi bu canavarlara bırakmamı ister misiniz? Osman, en büyükleri sensin, sen cevap ver ilkin.

GENÇ BİR SES — Hayır baba! Ölümü tercih ederim.

BAYEZİT—Şimdi sana soruyorum Mahmut! Sen ver kararını.

ERGENLİK ÇAĞINDA BİR SES — Siz daha iyi bilirsiniz baba!

BAYEZİT — Sen ne dersin Abdullah!… Benim zavallı yavrum?

ON YAŞINDAKİ BİR ÇOCUK SESİ — (Ağlamaklı) Hayır baba! Burada yaşamak istemem.

BAYEZİT — (Sesi boğuk çıkar.) Tanrım!.. Tanrım!.. Tanrım!.. (Ferruh Bey telaşla girer içeriye.)

FERRUH BEY— (Şehzade Bayezit’in kapısına vurur.) Şehzadem! Saldırı durdu. Şah’ın elçisi olarak Cafer Sultan huzurlarınıza alınmak ister.

BAYEZİT— (Çıkar içerden, perişan bir haldedir, tüfeği elinde, ama elleri tir tir titremektedir.) Gelsin bakalım.

Ferruh Bey kapıyı açar, Cafer Sultan’a yol verir.

CAFER SULTAN (Etek öper.) Şah’ın üzüntülerini bildirmeye geldim şehzade! Bir yanlış anlamadan koptu bunca kıyamet. Balkondan bakacak olursanız suçluların cezalandırıldıklarını görürsünüz.

BAYEZİT — (Tüfeği elinde bir kez daha çıkar balkona, acı bir gülüşle.) Demek suçlular şu üç baldırıçıplak ha! Eh, demek üçe üç uygun görmüş Şah.

CAFER SULTAN — Soruşturma sürüyor şehzadem! Suçlular birer birer ortaya çıktıkça cezalandırılacaklar.

BAYEZİT— (Yine o acı gülüşle) Bana sorarsan Cafer Sultan, suçlular ne bizim ipe çektiğimiz şu üç zavallı, ne de sizin o yanda ipe çektiğiniz şu üç baldırıçıplak. Suçlu biz. Bu yanda ben, o yanda da Şah.

CAFER SULTAN — Şah hazretleri özür dilemek için bizzat ziyaretinize gelmek diler. Bizi ricacı gönderdiler.

BAYEZİT— (İsteksiz) Buyursunlar.

Cafer Sultan çıkar.

BAYEZİT — Tahmasp’ın işine gelmedi demek bizim ölümümüz. Bir başka tuzak hazırlar. (Eliyle, demin çıktığı odayı gösterir.) Demin orada, demin orada aklım başıma geldi. İnsan ölümünü kabullendi mi bir kez, nasıl da rahatlayıveriyor.

Tahmasp, Orhan Bey’in kolunda girer içeriye. Orhan Bey tedirgindir.

TAHMASP — (Kucaklar Bayezit’i.) Şehzadem, bağışla beni. Şöyle biraz karıştırmak istedim adamlarınızı. Gücüme inana-sınız diye. Ama bu kıya!.. Bu kıyayı kat’iyyen istemedim. Suçlular cezalandırılacaktır. Gönül ne kadar isterdi ki: Birbirimize yine eskisi gibi güvenebilelim.

BAYEZİT— Kurdun ininde kuzu nasıl kendini güvende duyar Şahım?

TAHMASP — Ya gitmenize izin verirsem?

BAYEZİT — Bir başka tuzakta bizi mahvetmek için mi?

TAHMASP — Sizi öldürmekte ne yararım olabilir şehzade? Ölümünüzü isteseydim sağ çıkabilir miydiniz bu kırımdan?

BAYEZİT — Ölmemizi istemediğiniz doğru. Yoksa o hengamede ölmüş gitmiştik. Demek dirimiz üstüne yapacaksınız pazarlığınızı.

TAHMASP — Birbirimizi burada, böyle ayaküstü ikna edemeyeceğiz şehzade. Bir şölen hazırlanmasını buyurdum. Kırk otağ kurduracağım yine Kazvin önünde. Ödüller ve yarışlar düzenleyeceğim İran ve Osmanlı yiğitlerini bir araya getirmek için. Biz de orada onların gözleri önünde kucaklaşarak, öpüşerek dünyaya ilan ederiz barışık olduğumuzu. O zaman bu yanlış anlamalar da ortadan kalkar. Ne dersiniz?

BAYEZİT— (Hep o acı gülümseme dudaklarında) Peki derim Şahım!

TAHMASP — (Bir daha kucaklar Bayezit’i) Demek anlaştık.

Şah çıkar. Bayezit ve Orhan Bey onu uğurlayıp geri dönerler.

ŞEHZADE ORHAN — (Şaşkın sorar.) Gerçekten gidecek miyiz Şah’ın şölenine baba?

BAYEZİT— (Yüzünde esrarlı bir ifade) Gideceğiz oğlum!

ŞEHZADE ORHAN —Ama tuzak bu baba! Kesin olarak biliyorum, tuzak.

BAYEZİT— Hiç kuşkusuz.

ŞEHZADE ORHAN — Duyduğuma göre hem hünkâr efendimizin elçileri hem de Selim Han’ın elçileri eksik olmazlarmış Şah’ın huzurundan.

BAYEZİT— Kan kokusu almış leş kargaları… Elbette eksik olmayacaklardır. Çünkü şölen onlara hazırlanıyor, bize değil.

ŞEHZADE ORHAN (Hep öyle alaycı) Ölmek. Şurada ya da orada. Şu biçim ya da bu biçim.

BAYEZİT— (Alaycı) Çünkü bir Şah’ın barış şölenini redde-demeyiz oğlum! Reddedersek haklı olarak silahımızı düşmanımıza kaptırmış oluruz.

ŞEHZADE ORHAN (Hep öyle alaycı) Ölmek. Şurada ya da orada. Şu biçim ya da bu biçim.

BAYEZİT — (Yüzü birden ciddileşir, ürperen bir sesle.) Ama Tanrı beni bir daha (Eliyle çocuklarının bulunduğu odayı gösterir.) Orada az önce sınadığı biçimde sınamasın. (Kolunu atar oğlunun omuzuna, gözleri içine bakar, sesi titremeden.) Şu anda Tanrı’ya ve tarihe teslim oluyoruz.

ŞEHZADE ORHAN — Ama sizdiniz hep, teslim olmaktan kaçınan baba!

BAYEZİT — Teslim alabileceğini sanıyor beni Şah, ama al-danıyor. Beni ele geçirdiğini sandığı anda, bir de bakacak ki elinde değil. Çünkü ben çoktan kendimi reddetmiş durumdayım. Tahmasp işte bunun farkında değil.

Işıklar kararır.

PERDE: II

SAHNE: V

Şah’ın sarayında bir salon. Tahmasp tahtındadır. Bayezit’i getirirler. Tahmasp kalkar, Bayezit’e yaklaşır, ama ölçülü bir mesafede durur.

TAHMASP — (İçten midir, değil midir bilinmez.) Çok üzgünüm şehzade başka çarem kalmamıştır.

BAYEZİT— (Alaycı bir gülümsemeyle) Bizim de başka çaremiz kalmamıştı. Bile bile tuzağınıza düşmekten başka. Ta başından biliyordum bu şölenin bir tuzak olduğunu.

TAHMASP — Demek bile bile geldiniz.

BAYEZİT — (Batıcı bir eğlenişle) Ben kavgaların her türlüsünü bilirim Şah! En korkuncu insanın kendi kendisiyle yaptığıdır. Eh, işte sayenizde bu kavga bitti. Elinizdeyim. Şimdi başka bir kavga başlıyor, kavgamız.. Sanırım ilk kez ben saptayacağım kavganın koşullarını. Ve ilk kez kazanan yanda olacağım. Çünkü bana, benim istemediğim bir şeyi kimse yaptıramaz.

TAHMASP — (Alaycı gülümser.) Yazık, inandırdınız beni sonunda buna şehzade! Biz de pazarlığı başkalarıyla yaparız.

Bayezit’i çıkarırlar. Mehpare Sultan girer.

MEHPARE SULTAN — Şehzade Bayezit’i çıkarırlarken gördüm. Göz göze gelmemek için saklandım.

TAHMASP — Evet. İnsan bazen kendi tutsağından utanacak hallere düşebilir.

MEHPARE SULTAN — (Belirsiz bir sitemle) Şehzade Bayezit’i, hünkâr babasına mı yoksa karındaşına mı teslim edeceksiniz?

TAHMASP — (Toparlanmıştır, yeniden o tüccar tavrını takınmıştır.) Şimdilik Şehzade Selim daha uygun görünür. Bir kez Süleyman hiçbir zaman oğlu Selim kadar cömert değildir. Ya da Bayezit, karındaşını yıldırdığı kadar yıldıramamıştır hünkâr babasını. Selim istediğimizi verecektir. Karsı, Bağdat’ı, belki Van’ı bile. Ve en önemlisi ebedi bir barış. Yalnız bizi değil, bizden sonrakileri de, kuşaklar boyu bağlayıcı bir barış. Ama ilkin bu sınır düzeltimi şart.

MEHPARE SULTAN —Ama duyarız ki Cafer Sultan’ı göndermişsiniz yine hünkâra.

TAHMASP — (Yüzünde kurnazca bir ifade) Evet. Görüşmelerin birden kesilmesi doğru değil. Bizim, kendisinden sonrası için, Şehzade Selim’le birtakım hesaplar içinde olduğumuzu sezmesi, ne Selim için doğru olur, ne de bizim için. Vurup dağıtabilir bunca özenle kurmaya çalıştığımız ortaklığı. (Bir an durur, sonra düşünceli sürdürür konuşmasını.) Hem Süleyman’dan da çok şeyler koparabiliriz daha. Eğer dikkatle seçersek isteklerimizi.

MEHPARE SULTAN — Ne gibi?

TAHMASP — Para, altın, gümüş, mücevher… Bunlar Süleyman’ın cömertçe saçabileceği armağanlardır. Bağdat’ı isteye-

ceğim, vermeyecektir, biliyorum. Ama bu arada öbür isteklerimi kabul ettirebilirim.

MEHPARE SULTAN — Öbür istekleriniz?

TAHMASP — Bağdat’taki Safevi hayratının yönetimi ve gerektikçe onarımı için bizden iki mütevellinin bulundurulmasını sağlayabilirim.

MEHPARE SULTAN — O kadar önemli mi bu?

TAHMASP — Hem de nasıl. Bu, Bağdat’ın kapısına ayak dayamak gibi bir şey.

MEHPARE SULTAN — Başka?

TAHMASP — Bizden kaçıp, Osmanlı’ya sığınmış yüz binlerce kaçağı geri isteyebilirim.

MEHPARE SULTAN — Verir mi?

TAHMASP — Hayır. Ama bundan sonra sığınacak olanlara karşı daha az istekli davranır belki. (Coşmuştur artık, düşlerini dile getirircesine.) Bir sancak beyliği isteyebilirim Abbas Mir-za’ya. Osmanlı sınırı içinde, İran’a yakın. İran Osmanlı dostluğunun simgesi olarak.

MEHPARE SULTAN — Beş yaşındaki torunumuz ha?

TAHMASP — Yirmi beş yaşına bastığında o sancağına, sancağı ona öyle bir ısınmış olacak ki.

MEHPARE SULTAN — (Yüzündeki maskeyi atar, acılı bir yüzdür ortaya çıkan.) Peki, ya kızımız?

TAHMASP — (Âdeta yerinden sıçrar.) Ne olmuş kızımıza?

MEHPARE SULTAN — (Gözlerinde yaşlar birikmiştir.) Onun ne kadar acı çektiğini hiç mi görmüyorsunuz?

TAHMASP — (Suratı asılır.) Bir yanda koskoca bir ülkenin koskoca çıkarları, bir yanda küçücük bir kadının küçücük yüreği.

MEHPARE SULTAN (Dize gelir Tahmasp’ın önünde.) Ama bu sizin kızınız sultanım!

TAHMASP — (Dim dik durur.) Bu baba-evlat ilişkisinde, hangimiz hangimize borçluyuz, söyler misin?

MEHPARE SULTAN — (Yüzünü gözünü yerlere sürmektedir.) Benim ana yüreğim bu tür hesaplara aldırış etmez Şahım! Kim kimi kurtarabilir ona bakarım ben. Kızımız elden gidiyor efendimiz!

TAHMASP — (İlk kez insanca bir duygu uyanır yüzünde, kaldırır kadını yerden.) Ne dedin?

MEHPARE SULTAN — Uykusu uyku değil, uyanıklığı uyanıklık değil. Yemiyor içmiyor, susuz bırakılmış bir çiçek gibi kuruyor saksısında. Günden güne eriyor.

TAHMASP — Bana niçin söz etmedin bundan hiç!

MEHPARE SULTAN — (Yüzünde belli belirsiz bir umut uyanmıştır.) Çünkü sizin gözleriniz on yıl sonrasındaydı, yüz yıl sonrasındaydı, bin yıl sonrasındaydı. Sanki o günlere kalacakmı-şız gibi. Ben ise yarının korkusundayım, öbür günün, belki daha öbür günün. Hekimler diyorlar ki bu böyle süremez.

TAHMASP -— (İçinde fırtınalar, dolaşıp durur odanın içinde.) İyi ama, ben hep korumadım mı Orhan Bey’i? Neden birazcık da

o bulunmaz özveride? Kızımızı azıcık seviyorsa, o da biraz ödemeli.

MEHPARE SULTAN — Babasını mı isteyeceğiz Orhan Bey’den?

TAHMASP — Peki, nasıl vazgeçmemi isteyebilirsiniz benden? İş bu noktaya vardıktan sonra? Hiçbir şey istemeden elimi uzatsam Bayezit’e, hiçbir şey istemeden tahtına oturtabilsem, gene de Süleyman’dan bile daha düşman kalacaktır bize. Unutur mu hiç onun gibi bir adam, uğradığı bunca aşağılamaları? Hayır. Bizim için en tehlikeli düşman, bundan böyle Şehzade Bayezit’tir. Onu diri diri babasına teslim etmektense, ölü olarak Selim’e karşılıksız vermeye hazırım.

MEHPARE SULTAN — Bu kadar mı korkuyorsunuz ondan?

TAHMASP — Adamın gücünü görmüyor musun? Kızımla karşı karşıya getirdi beni. Seninle karşı karşıya getirdi.

MEHPARE SULTAN — İzin verir misiniz efendimiz, bir de Şahnez konuşsun Orhan Beyle. Belki de ikna edebilir onu. Orhan Bey’i babasının elinden alarak öcünüzü de almış olursunuz Bayezit’ten.

TAHMASP — (Umutla parlar gözleri.) Olur mu dersin?

MEHPARE SULTAN — Hiç değilse bir umuttur

TAHMASP — Ama sen de bulunacaksın oralarda bir yerde.

Işıklar kararır.

Işıklar yandığında sahne aynıdır, yalnız taht kalmıştır. Bir yerlerde Mehpare Sultan’ın, gizlice olup bitenleri seyretmek üze-

re orda bulunduğu görülür. Muhafızlar Orhan Bey’i getirip içeri sokarlar. İyice zayıflamıştır Orhan Bey. Fakat gururu içinde yine de bir yıldız gibi parıldar.

O anda Şahnez Sultan girer, o da süzülmüş, erimiş, bitmiştir.

ŞEHZADE ORHAN — (Şaşkınlığının doruğunda bir adım atar Şahnez Sultan’a doğru.) Sultanım!

ŞAHNEZ SULTAN (O da en azından Orhan Bey kadar şaşkındır, kendine hakim olmak için olağanüstü bir çaba harcadığı bellidir.) Şehzade!

ikisi de bir süre oldukları yerde heykel gibi kalakalırlar. İkisi de sezinlemişlerdir bir plan içinde kendilerine bir rol oynatmak istendiğini. Onun için ilk söze başlayan Şahnez Sultan olur.

ŞAHNEZ SULTAN — (Göremediği birilerine duyurmak istercesine) Bu buluşmayı ben istemedim şehzade! İsteyenlerin amacı ne, bilemiyorum. Ama sizi bir kez daha gördüğüme sevindim.

ŞEHZADE ORHAN — (Şahnez Sultan’a doğru bir adım daha atar.) Sultanım!

ŞAHNEZ SULTAN — (Bir adım daha geri çekilir.) Durunuz şehzade! Öyle sanıyorum ki yalnız değiliz. Ağzınızdan çıkmasını istemediğiniz bir sözün, başkaları tarafından duyulmasına razı olamam.

Saklandığı yerde Mehpare Sultan’ın gözlerinden yaşlar aktığı görülür. O da bu anı tüm duygusallığıyla yaşamaktadır.

ŞAHNEZ SULTAN — (Sürdürür konuşmasını.) Çok zayıflamışsınız. Renginiz soluk.

ŞEHZADE ORHAN — Sizi de solmuş gördüm. Ama yakışmış.

ŞAHNEZ SULTAN — (Buruk bir gülümseme dudaklarında) Evet, solduk. Siz zindanınızda, ben kafesimde. Devletlû babalarımızın, dedelerimizin dünya siyasetleri gereği.

ŞEHZADE ORHAN — Bu dünyadan göçerken götüreceğim en güzel anı siz olacaksınız.

ŞAHNEZ SULTAN — (Gözleri yaşarmıştır. Ama hâlâ kendine hakim olmaya çalışmaktadır.) Öyle sanıyorum ki bu sözlerinizi Tanrı da tarih de duyuyor. Tanrı da tarih de seziyor: İçimden taşan, ama dilimin ucunda tuttuğum, tutmak zorunda olduğum sözleri… Şu koca dünyada bir başka türlü de karşı karşıya gelebilirdik. Ama yazgımız bizi birbirine düşman saraylarda dünyaya getirdi. Ve dünyanın en acımasız serüveni içinde karşılaştırdı. En güzel duygularımız, en çirkin pazarlıklara araç kılındı.

ŞEHZADE ORHAN — (Yüzünde özverinin parıltıları) Belki de ölüme yakın olmanın rahatlığı bu içimde. Utanmıyorum artık seni sevdiğimi söylerken. Bir sığıntı olarak tutmak zorunda değilim artık dilimi. Aştım kendimi çoktan, sığıntılığımı da. Dünyanın en büyük hükümdarı benim şimdi. Ve sen benim alnımın yazısısın. Bu dünyada da, o dünyada da. Hiç kimse engel olmayacaktır buna.

ŞAHNEZ SULTAN — Seni seviyorum şehzade! Eğer hemen arkandan gelmezsem bil ki, yalnız çocuğun için yaşıyorum. Eğer izin verirlerse. (Saklandığı yerde Mehpare Sultan gözyaşları içinde kendinden geçmiş gibidir. Hıçkırığını önlemek için eliyle ağzını kapar.)

Işıklar kararır.

PERDE: II

SAHNE: VI

Sahne Bayezit’in zindanı. Loş bir aydınlık. Bayezit’in zincire vurulmuş olduğu görülür. Boynu lalelidir. Kapı açılır, hücre biraz daha aydınlanır. Tahmasp girer içeriye. Başını, boynundaki lalenin olanak tanıdığı kadar ışıktan kaçırır Bayezit. Tahmasp kapıyı açık bırakır. Dışardaki koridorda iki muhafız, onların da gerisinde hayal meyal seçilen, kim olduğu anlaşılmayan iki kişi daha vardır.

BAYEZİT— (Alaycılığı bırakmamıştır, bu durumda bile.) Kusura bakmayın Şah! Ayağa kalkamıyorum. Oturacak yer bulabilirseniz buyurun oturun.

TAHMASP — (Belli bir mesafede durur, yarı takdir, yarı öfke sesinde.) Hep aynı dik kafalı, burnu havalarda şehzade.

BAYEZİT— Ne beklerdiniz başka? Düşkünlüğümüzü göreceğinizi mi? (Sırıtır.) Bir sır vereyim mi size Şah? Göz hapsin-deyken daha rahat değildim buradakinden. Tüm o pohpohlamalarınıza karşın.

TAHMASP — (İçtendir hayranlığı.) Size hayranım gerçekten şehzade. Ne olurdu sizinle anlaşabilseydik. Dünyayı zaptedebilirdim.

BAYEZİT — Tabii ilkin Osmanlı’yı- Belki beni Osmanlı valisi yapardınız.

TAHMASP (Silkinir, gerçeğe dönmüştür bir anda, o kurt yüzüne pek yakışan alaycı gülümsemeyi takınır yine.) Bugün bana iki elçi birden geldi. Hünkâr babanız Hüsrev Paşa’yı göndermiş çok aşırı armağanlarla.

BAYEZİT— Beni teslim almak ister herhalde. Bari verecek misiniz?

TAHMASP — (Bir adım daha atar, ama yine o belli mesafeyi korur.) Hayır. Beni öteki teklif biraz daha ilgilendiriyor.

BAYEZİT — (Bakışlarıyla Şah’ı hançerlemektedir âdeta.) Yani karındaşımız Selim Han’ın teklifi.

TAHMASP — Selim Han, yarış edememiş hünkâr babasının armağanlarıyla ama vaadleri…

BAYEZİT— (En sivri alaycılığıyla) Bağdat… Kars… Van… Vesaire..

TAHMASP — (En sivri alaycılığıyla) Ve karşılığında kelleniz.

Sanki bir düellodur bu. ikisi arasında yalnız söze dayanan. Kılıç yerine bıçak gibi gülümsemelerin kullanıldığı.

BAYEZİT— Kolaydır başkasının kellesinin pazarlığını yapmak Şah! Ama her vaat kolay tutulmaz.

TAHMASP — (Birden ciddileşir.) Şehzade! Sizden de yalnız bir vaat istiyorum. Selim Han’ın vaat ettiğini vaat edin, yeter bana . Sizi o tahta sırtımda çıkarırım.

BAYEZİT— (Korkunç bir kahkaha atar.) Sırtta tahta çıkan, tekmeyle devrilir.

TAHMASP — (Yüzünde garip bir hüzün vardır.) İyi düşünün şehzade! Çünkü burdan bir kez çıktım mı…

BAYEZİT — (Ciddileşmiştir, onun da yüzüne o garip hüzün gelip oturmuştur.) Farkındayım. Son konuşmamızı yapıyoruz. Onun için son sözümü söyleyeceğim ben de. Tarih benim için

ne diyecek yarın, bilmiyorum. Belki çılgın, belki hırslı, belki bahtsız biriydi diyecek, ama haindi diyemeyecek. İster beni diri olarak teslim edin hünkâr babamıza, ister kellemizi bir altın tepsi içinde sunun karındaşımıza. Alacağınız o altın tepsi dolusu altın olacaktır yalnızca. Bir karış bile toprak değil. Ne hünkâr babamız alçalır bu kadar, ne de şehzade karındaşımız. Geriye bir siz, bir tarih kalacaksınız. Birbirinizin yüzüne nasıl bakacaksınız bilmem.

Bayezit, arkasını döner, zincirlerini zorlayarak, şıngırdata-rak. Gözlerini kapar ve Şah çıkıncaya dek açmaz gözlerini.

Şah çıkar, Bayezit açar gözlerini. Dışarda Şah o yüzü seçilmeyen iki kişiye doğru yürür.

TAHMASP — Emanetinizi alabilirsiniz çavuşbaşı. Ben elimi yudum arındım. Vebali Selim Han’ın ve sizin boynunuza.

Çavuşbaşı Ali Ağa’yla cellat girer içeriye. Tahmasp bekler.

TAHMASP — (Muhafızlarına buyurur.) Tamam! (Ama yine ayrılmaz oradan. Kendini kendine karşı mı, tarihe karşı mı savunuyor, belli değildir..) Biz sözümüzde durduk, canınıza kıymayacağız dedik, kıymadık. Gözünüze mil çektirmeyeceğiz dedik, çektirmedik. Babanıza teslim etmeyeceğiz dedik, teslim etmedik. Ama karındaşınıza teslim etmeyeceğiz diye verilmiş bir sözümüz yoktu.

İçerden boğuk çığlığı duyulur Şehzade Bayezit’ın.

TAHMASP — (Bir an, yüzünde bir ürperti dolaşır.) Bu bizi aşan bir sorundur. İki Osmanlı şehzadesi arasında eski bir hesaplaşma. Bizim çok dışımızda.

Çabuk adımlarla çıkar. Aynı anda bir ağıt başlar. Yalnız erkek seslerinin egemen olduğu bir ağıt.

KORO —- Reddettilerse ger bizi Osman erenleri

Etti kabul-i dil Acemistan erenleri…

Dil Mezrama tahm-ı muhabbet bıraktılar

İzzet ile Berat ü-Sefahan erenleri…

Rahmettiler felakatimiz çün gördüler

Tabriz i Nahcevan ile Şirvan erenleri…

İki cihanda nola safi olsalar bize

İran erenleri ile Turan erenleri.

Perde.

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir