Borçlar Hukuku Genel Hükümler Final Ders Notu

Borçlar Hukuku Final Konuları

SÖZLEŞME SERBESTİSİ

Sözleşme özgürlüğü, tarafların aralarında bir sözleşme kurarken onun içeriğini ve kapsamını diledikleri gibi belirleyebilmeleri demektir. Nitekim Borçlar Kanunumuz, 26. maddesinde “taraflar, bir sözleşmenin içeriğini kanunda öngörülen sınırlar içinde özgürce belirleyebilirler” ifadesine yer vermektedir.

Sözleşme yapma özgürlüğü kavramına aynı zamanda sözleşme yapıp yapmama özgürlüğü, sözleşmenin karşı tarafını seçme özgürlüğü, dilediği sözleşmeyi yapma özgürlüğü ve sözleşmenin içeriğini dilediği gibi değiştirme özgürlüğü gibi özgürlükler de girmektedir. Bütün bunlar irade özerkliği ilkesinin borçlar hukukuna yansımasından başka bir şey değildir.

Sözleşme özgürlüğü ilkesi kural olmakla birlikte bu ilkeye çeşitli sebep ve düşüncelerle bir takım sınırlamalar da getirilmiştir. Aşağıda bunlara kısaca değineceğiz;

SÖZLEŞME SERBESTİSİNİN SINIRLAMALARI;

Sözleşmenin konusu kanunun emredici kurallarına aykırı olamaz; Emredici hukuk kuralları, tarafların aksini kararlaştıramayacakları, aynen uymak zorunda oldukları hükümler ya da kurallardır.

Sözleşmenin konusu kamu düzenine aykırı olamaz

Sözleşmenin konusu kişilik haklarına aykırı olamaz; (Kişilik hakları; bir kimsenin maddi, manevi ve iktisadi bütünlükleri ve varlıkları üzerinde sahip bulunduğu ve herkesten onlara karşı saygılı davranmalarını isteyebileceği mutlak haklardır.)

Sözleşmenin konusu ahlaka aykırı olamaz; (Sözleşmenin konusunun ahlaka aykırı olup olmadığının saptanmasında hakim, objektif ahlak anlayışına, yani toplumda dürüst, namuslu ve orta zekalı kişilerin ahlak anlayışına göre karar vermelidir.

Sözleşmenin konusu imkansız olamaz; Yapılan bir sözleşmenin ve dolayısıyla bu sözleşmeyle yüklenilen edimin konusu imkansız olmamalıdır.

SINIRLARIN AŞILMASININ YAPTIRIMI;

Kesin Hükümsüzlük: Sınırları aşmanın yaptırımı kesin hükümsüzlük (mutlak butlan) yaptırımına tabidir. Taraflar arasında kurulmuş olan böyle bir sözleşmeden hiç bir hüküm doğmaz; sözleşme kurulduğu andan itibaren sanki hiç kurulmamış gibidir ve kanuni sonuçlar doğurmaz. Sözleşmenin batıl olduğunu, yani kesin hükümsüzlük yaptırımına tabi bulunduğunu sadece taraflar değil, üçüncü kişiler de ileri sürebilir. Hakim re’sen göz önünde bulundurmak zorundadır. Sözleşmenin kesin hükümsüzlükle sakatlanmış olması konusu, bir def’i değil, bir itirazdır. Kesin hükümsüzlük yaptırımına tabi olan bir sözleşme, belli bir zamanın geçmiş ya da edimlerin yerine getirilmiş olmasıyla sonradan geçerli bir sözleşme haline getirilemez. Edimler yerine getirilmişse, taraflar edimlerini sebepsiz zenginleşmeye dayanarak geri isteyebilir.

Kısmi Hükümsüzlük: Sözleşmenin içerdiği hükümlerden bir kısmının hükümsüz olması, diğerlerinin geçerliliğini etkilemez. Ancak, bu hükümler olmaksızın sözleşmenin yapılmayacağı açıkça anlaşılırsa, sözleşmenin tamamı kesin olarak hükümsüz olur.

Yani, yapılan bir sözleşmede yer alan şartlardan bazıları kesin hükümsüzlüğü gerektiriyor, örneğin emredici hükümlere veya kişilik haklarına aykırı bulunuyorsa, bu yüzden sözleşmenin tamamı hükümsüz olmamakta, sadece kesin hükümsüzlük sebebini oluşturan şartlar ve kayıtlar hükümsüz sayılmaktadır. Sözleşme hükümsüz sayılan bu kısmın dışında geçerli olarak devam edecektir. Ancak, sözleşmenin bundan yararlanan tarafının hükümsüz sayılan bu kısım olmaksızın sözleşmeyi yapmayacağı hal ve şartlardan çıkarılabiliyorsa ya da o taraf bunu ispat ederse, sözleşmenin tamamı kesin hükümsüzlüğe tabi olur.

MUVAZAA (İki taraflı olarak yaratılan irade uygunsuzluklarındandır)

Muvazaa, bir sözleşmede tarafların iradeleri ile irade açıklamaları arasında bilerek ve istenerek yaratılmış olan uyumsuzluktur. İrade ile irade açıklaması arasındaki uyumsuzluktan her iki taraf da haberdardır, zaten muvazaada her iki tarafın da asıl amaç ve niyeti, yaptıkları sözde işlemle başkalarını aldatmaktır.

Mutlak Muvazaa; taraflar gerçekte hiçbir işlem yapmadıkları halde, başkalarına karşı sanki bir hukuki işlem yapmış gibi görünmek konusunda anlaşırlar. Örneğin, televizyonunu bir arkadaşına satmış gibi işlem yapması hallerinde, mutlak muvazaa söz konusudur.

Nisbi Muvazaa; taraflar, aralarında yaptıkları gerçek hukuki işlemi görünürdeki işlemin arkasına gizlemek, yani sanki görünürdeki hukuki işlemi yapmış gibi görünmek konusunda anlaşırlar. Örneğin bir kimse, çok beğendiği çalışma arkadaşı hanıma doğum günü dolayısıyla bir altın dolmakalem hediye etmek (bağışlamak) istediği halde, diğer çalışma arkadaşları arasında bu davranışının yanlış değerlendirilmesinden çekindiği için, hanım arkadaşıyla anlaşarak satış sözleşmesi yaparsa, bu bir nisbi muvazaadır. Nisbi muvazaada taraflar bazen yaptıkları muvazaalı işlemle sözleşmenin bir şartını ya da unsurunu gizleme veya yanlış gösterme konusunda anlaşırlar. Örneğin satılan taşınmazın satış bedelini daha az tapu harcı ödemek maksadıyla düşük göstermeyi kararlaştırırlar.

MUVAZAA’NIN HÜKÜMLERİ;

Mutlak muvazaada iki işlem vardır. Bunlardan biri, tarafların başkalarını aldatmak, gerçek iradelerini aldatmak ,gerçek iradelerini onlardan saklamak maksadıyla yaptıkları işlemdir ki, buna görünürdeki işlem denir. İkincisi ise, tarafların görünürdeki bu işlemin kendi gerçek iradelerine uymadığı, bunun sırf dışa karşı başkalarını aldatmak maksadıyla yapıldığı hususunda uyuşmaya varmalarıdır ki, buna da muvazaa anlaşması denir.

Nisbi muvazaada bu iki işleme ek olarak bir üçüncü işlem daha vardır ki, o da tarafların görünürdeki işlemin arkasına sakladıkları gerçek işlemdir. Bu işleme gizli işlem denir.

Görünürdeki işlem hükümsüz olup bu hükümsüzlük kural olarak bütün üçüncü kişilere karşı ileri sürülebilirse de, kanun bazı hallerde hükümsüzlüğün ileri sürülemeyeceğini belirtmekte, yani bu kurala bir takım istisnalar getirmektedir. Gizli işlem ise, şekle uygun surette, örneğin yukarıdaki altın dolmakalem örneğinde bağışlama sözünün yazılı şekilde yapılmış olması şarttır.

ZİHNİ KAYIT

Zihni kayıt, bir kişinin hukuki muamele yapmak istemediği halde sanki hukuki muamele yapmak istiyormuş gibi irade açıklamasıdır. Hiç kimse zihni kaydı ileri sürerek yapılmış olan bir hukuki muameleyi geçersiz kılamaz.

LATİFE BEYANI

Hukuki muamele yapılmak istenmemesine rağmen sadece eğlence olsun, hatta oyun olsun diye, sanki bir hukuki muamele yapmak istiyormuşçasına, şaka olarak yapılan irade açıklamasına latife beyanı denir. Latife olarak söylenen sözler gerçek bir sözleşme iradesi taşımadığından hukuki sonuç doğurmaz. Buna mukabil bazen şaka ile gerçek birbirinden ayrılamaz ve muhatap da şakayı ciddi bir beyan olarak anlar. Böyle durumlarda latife beyanı, zihni kayıtla aynı anlama gelir. Ciddi anlaşılan, ama gerçekte şaka olarak sarf edilen sözler hukuki sonuç doğururlar; şaka beyanı savunması ile bunların geçersizliği sağlanamaz.

GABİN (Aşırı Sömürü)

Borçlar kanunumuzun 28. maddesine göre bir sözleşmede edimler arasında açık bir orantısızlık bulunduğu takdirde, eğer bu açık oransızlık (gabin) zarara uğrayanın zor durumda kalmasından veya düşüncesizliğinden ya da deneyimsizliğinden yararlanılmak suretiyle yaratılmış ise, zarar gören tarafın iki seçimlik hakkı doğmaktadır. Buna göre zarar gören durumun özelliğine göre ya “sözleşme ile bağlı olmadığını diğer tarafa bildirerek edimin geri verilmesini” ya da “sözleşmeye bağlı kalarak edimler arasındaki oransızlığın giderilmesini” isteyebilir. Bu anlamda aşırı yararlanmayı şöyle tanımlamak mümkündür;

Aşırı yararlanma (gabin), iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerde taraflardan birinin darda kalmasından, düşüncesizliğinden veya deneyimsizliğinden yararlanılarak edimler arasında yaratılan açık orantısızlıktır.

Aşırı yararlanma, ancak iki tarafa borç yükleyen, daha doğru deyişle edimlerin karşılıklı olarak değiş-tokuş (mübadele) edildiği sözleşmelerde söz konusu olabilir.

GABİNİN ŞARTLARI;

Edimler arasında açık bir oransızlığın bulunması

Açık oransızlığın karşı tarafın özel durumundan yararlanılarak yaratılması (zor durumda kalma, düşüncesizlik, deneyimsizlik)

GABİNİN HÜKÜMLERİ;

Borçlar kanununa göre aşırı yararlanma sebebiyle zarara uğramış kişiye iki seçimlik hak tanınır. Buna göre zarar gören durumun özelliğine göre ya da sözleşme ile bağlı olmadığını diğer tarafa bildirerek yani tek yanlı bir irade açıklamasıyla sözleşmenin hükümsüzlüğünü ileri sürer ve edimin iade edilmesini ister ya da sözleşme ilişkisini sona erdirmeden sadece edimler arasındaki söz konusu oransızlığın giderilmesini talep eder. Sözleşmenin iptali halinde karşılıklı olarak iade edilecek hükümler sebepsiz zenginleşme hükümlerine tabidir. Diğer yandan, aşırı yararlanma yüzünden zarara uğramış olan taraf, kullanacağı hakkını, düşüncesizlik veya deneyimsizliğini öğrendiği; zor durumda kalmada ise, bu durumun ortadan kalktığı tarihten başlayarak bir yıl ve her halde sözleşmenin kurulduğu tarihten başlayarak beş yıl içinde karşı tarafa bildirmelidir.

İRADE BOZUKLUĞU

İrade bozukluğu, irade ile irade açıklaması arasındaki uyumsuzluğun bilmeyerek ve istenmeyerek meydana gelmesi demektir. İrade ile irade açıklaması arasındaki istenmeyen uyumsuzluğu doğuran sebepler, yani irade bozukluğu halleri hata, hile ve korkutma (ikrah) olmak üzere üç tanedir.

 

HATA; Hata, sözleşmenin karşı tarafı, niteliği, konusu, gerek kendi ediminin ve gerekse karşı edimin niteliği, miktarı ile ilgili olarak eksik veya yanlış bilgi ile sözleşme yapmaya karar vermek ve bu yanlışlıkla sakatlanmış irade ile sözleşme yapmaktır. Eğer ilgili şahıs doğru bilgi sahibi olsaydı o hukuki muamele için iradesini açıklamayacak idi ise iradesi esaslı yanılma ile sakatlanmış olur.

Hata, gerçek irade ile açıklanan irade arasında oluşan farklılıktır.

Beyan Hatası : İrade açıklamasında bulunan tarafın, iradesini dış dünyaya açıklama aşamasında yanılmış olması beyan hatasıdır. Kanunda sayılan açıklamada yanılma hallerinin esaslı yanılma hükmünde oldukları belirtilmiştir. buna göre başlıca hata halleri şunlardır;

Sözleşmenin Niteliğinde Hata: Yanıldığını iddia eden tarafın bir sözleşme hakkında rızasını açıklarken başka bir sözleşmeyi kastetmiş olması halinde sözleşmenin niteliğinde hata söz konusu olur. Mesela vekalet sözleşmesini düşünürken kefalet sözleşmesini imzalama gibi.

Sözleşmenin Konusunda Hata: Yanıldığını iddia eden taraf, istediğinden başka bir konu için iradesini açıklamışsa, sözleşmenin konusunda yanılmıştır.

Şahısta Hata: Yanıldığını iddia eden tarafın sözleşme yapmayı istediği şahsın dışında bir başkasıyla sözleşme yapması; başka bir ifadeyle sözleşme yapma iradesini gerçekte sözleşme yapmak istediği kişiden farklı bir kişiye açıklamış olması halinde şahısta hata söz konusudur. Yanılanın sözleşmeyi yaparken belirli nitelikleri olan bir kişiyi dikkate almasına karşın, başka bir kişi için irade beyanında bulunmuş olması da esaslı yanılma oluşturur.

Miktarda Hata: Yanıldığını iddia eden tarafın kendi ediminin miktarı veya karşı tarafın ediminin miktarı konusunda düşündüğünden farklı bir miktarla sözleşme yapması halinde miktarda yanılma söz konusu olur.

2) Saik Hatası: Bir kimseyi belirli bir sözleşme yapmaya sevk eden sebebe saik denir. Kural olarak saikte hata, esaslı hata sayılmaz. Mesela bir malın fiyatının artacağını tahmin ederek ondan bol miktarda satın alan fakat tahminin yanılan kişinin durumu, saikte hatadır. Bazı durumlarda saikte yanılmanın da esaslı hata olarak nitelendirilmesi söz konusu olabilir. Saikte hatanın; yanılanın, yanıldığı saiki sözleşmenin temeli sayması ve bunun da iş ilişkilerinde geçerli dürüstlük kurallarına uygun olması halinde esaslı yanılma niteliği taşıyacağı düzenlenmiştir. Ancak, bu durumun karşı tarafça da bilinebilir olması gerekir.

3) İletmede Hata: Vasıtanın hatası, aslın hatası olarak kabul edilir. Haberci veya çevirmen gibi bir aracı ya da bir araç tarafından yanlış iletilmiş olması halinde, hata hükümleri uygulanır.

Esaslı hata için kusur aranmaz. Hatalı olarak irade açıklayan taraf bu duruma kendi kusuruyla da düşmüş olsa sonuç değişmez. Şüphesiz kasten yanıltmak mümkün değildir. Esaslı hata halinde sadece yanılarak sözleşme yapan taraf bu durumu öğrendiği andan itibaren bir yıl içinde sözleşmeyi iptal edebilir. Ancak iptal hakkını kullanmadan bir yılı geçirir ise, sözleşmeyi onamış (icazet vermiş) sayılır. Yanılan, yanılmayı öğrenmesine rağmen sözleşmeyi iptal hakkından vazgeçebilir. Bu durumda artık sözleşme kurulduğu andan itibaren sakatlık ortadan kalkar.

Yanılan, yanıldığını dürüstlük kurallarına aykırı olarak ileri süremez. Özellikle diğer tarafın, sözleşmenin yanılanın iradesine uygun olarak kurulmasına razı olduğunu bildirmesi durumunda sözleşme bu irade üzerinden kurulmuş sayılır. Mesela bir malın fiyatı olarak 50 TL kastedilirken 150 TL beyan edilmiş, iptal edilmek istenirken karşı taraf 50 TL’yi de kabul ettiğini bildirirse artık sözleşme hataya dayanılarak iptal edilemez.

Kendi kusuru ile yanılan, buna rağmen sözleşmeyi iptal edebilir. Ancak bu durumda karşı tarafın uğramış olduğu zararı tazmin etmek zorundadır. Bu zarar, karşı tarafın sözleşmenin geçerli olacağına dair duyduğu güvenin boşa çıkması sebebiyle uğradığı zarar olup menfi zarar olarak da adlandırılır.

HİLE; Kişiler bizzat kendilerinden kaynaklanan bilgi eksikliği veya tasavvur ile yanılabilecekleri gibi muhataplarının veya üçüncü şahısların yanıltıcı hareketleri sonucunda da yanılabilirler. Bu durumda yanılarak iradesi sakatlanan kimse, aldatmaya maruz kalmış olur. Aldatma sonucu oluşan sakat irade de bir yanılmadır. Aralarındaki temel farklılık, hata halinde sözleşmenin iptali için esaslı hata aranırken; hilede hata esaslı olmasa da sözleşmenin iptal edilebilmesidir.

Yanıltıcı söz ve davranışı üçüncü şahıs yapmış olabilir. Kural olarak üçüncü şahsın aldatması sebebiyle ortaya çıkan yanılma, hile olarak kabul edilmez. Ancak lehine hile yapılan bu durumu bildiği taktirde, bizzat kendisi hile yapmış gibi kabul edilir.

Hile sonucu yanılmanın öğrenilmesi ile birlikte sözleşme iptal edilir. İptal hakkının hileyi öğrenildiği andan itibaren bir yıl içinde kullanılması gerekir. Aksi taktirde sözleşmeye onay verilmiş sayılır. Hile aynı zamanda bir haksız fiildir. Bu sebeple hileye maruz kalan taraf isterse sözleşmeyi hem iptal eder ve uğradığı zararı ister; ya da sözleşmeyi iptal etmeden, yalnızca uğradığı zararı ister. Üçüncü şahsın aldatmasında ise bunu muhatabın bilmemesi halinde sözleşme iptal edilemez; fakat uğranılan zarar aldatmayı yapan üçüncü şahıstan istenebilir. Üçüncü şahsın aldatmasını muhatap biliyorsa, sözleşme iptal edilerek, meydana gelen zarar hem aldatandan hem de muhataptan istenebilir.

KORKUTMA (İKRAH); Korkutma, bir korku altında sözleşme yapmaya razı olma halidir. Bir kimsenin sözleşme yapması, ağır ve ciddi bir zarar tehdidi altında sağlanmışsa bu korkutmadır. Zarar tehdidi bizzat o kişinin şahsına yahut yakın akrabalarından birine yöneltilmiş olmalıdır. Korkutma, derhal vuku bulacak bir zarar tehlikesini içermelidir. Korkutma konusu haksız olmalı; korkutma, muhatabı üzerinde ciddi bir korku uyandırmalıdır. Korkunun sözleşmenin yapılmasına sebep olması gerekir.

Sözleşmenin yapılmaması halinde bir hakkın kullanılacağı tehdidi korkutma sayılmaz.

Korkutma ile yapılan sözleşme, korkunun ortadan kalkması anından itibaren bir yıl içinde iptal edilebilir. Korkutmaya maruz kalan uğradığı zararı da isteyebilir. Korkutma aynı zamanda bir haksız fiil olduğundan, sözleşme iptal edilmeden de uğranılan zararın tazmini istenebilir.

Üçüncü şahsın tehdidini karşı tarafın bilip bilmemesi korkutmanın sonucunu değiştirmez. Başka bir ifadeyle, üçüncü şahsın korkutması halinde de korkutulan, sözleşmeyi iptal edebilir. Ancak üçüncü şahsın korkutmasını, lehine korkutma yapılan taraf bilmiyorsa, zarar ziyanın tazmini sadece korkutmayı yapan üçüncü şahıstan istenebilir. Buna karşılık korkutmadan haberdar olmayan karşı tarafın, sözleşmenin iptali sebebiyle uğradığı zarar, hakkaniyet gerektiriyorsa tazmin edilir.

İRADE BOZUKLUĞU HALLERİNİN HÜKÜMLERİ;

Yukarıda gördüğümüz irade bozukluğu hallerinden birinin yani hata, hile veya korkutmanın söz konusu olduğu bir sözleşme, iradesi bozulmuş bulunan tarafı bağlamaz, fakat karşı taraf sözleşmeyle bağlıdır. Diğer bir deyişle irade bozukluğu hallerinin yaptırımı, tek taraflı bağlamazlıktır.

İradesi hata, hile, korkutma dolayısıyla bozulmuş olan taraf, sözleşmeyi iptal edebilir. Bunun için de bu yoldaki iptal iradesini, yani sözleşme ile bağlı olmadığını açıklaması gerekli ve yeterlidir. Ayrıca mahkemeden karar almaya ihtiyaç yoktur. Bu açıklaması karşı tarafa vardığı andan itibaren sözleşme ortadan kalkmış olur. Sanki sözleşme baştan itibaren geçersizmiş gibi olur. Bir fesih değil, kesin geçersizlik söz konusu olur. Ancak, kanunumuz bu açıklamayı bir yıllık bir hak düşümü süresine bağlamıştır. İradesi bozulmuş olan taraf hata veya hileyi öğrendiği yahutta korkutmanın etkisinin ortadan kalktığı andan itibaren bir yıl içinde sözleşme ile bağlı olmadığını karşı tarafa bildirmezse, sözleşmeye onama (icazet) verilmiş gözüyle bakılır.

İradesi bozulmuş olan taraf, eğer bu bozukluğa karşın sözleşme ile bağlı kalmak istiyorsa, bu isteğini karşı tarafa açıkça beyan eder; yani onama (icazet) verebilir; bu taktirde sözleşme yapıldığı andan itibaren her iki taraf için de bağlayıcı olur, yani sağlık kazanır.

TEMSİL

Birçok hukuki muamele, hukuki muameleye taraf olanlarca bizzat yapılmaz. Günlük hayat şartları, uzmanlık bilgisi ve tecrübesi, iş yoğunluğu gibi sebeplerle bir başkasının hukuki muamelelerin yapımında bizzat yer alması gerekebilir.

Hukuki ilişkinin tarafının yerine, onun adına ve hesabına irade açıklamak suretiyle bir başkasının işlem yapması mümkündür. Buna göre temsil, başkasına adına ve hesabına veya sadece hesabına hukuki muamele yapmaktır.

Temsil ilişkisinde temsil edilen, temsil eden ve bir de muhatap bulunur. Temsil edene temsilci veya mümessil de denir. Temsilci, hukuki muamele yapılırken kendi iradesini açıklar; ancak bunun sonuçları, temsil edilenin hukuk alanında doğar. Kendi iradesini açıklamayıp da yalnızca bir başkasının iradesini muhatabına taşıyan, temsilci değildir; bu tür bir ilişkide temsil yoktur. Bu manada habercinin yaptığı haber taşıma işi, temsil değildir.

TEMSİL YETKİSİ

Temsil ilişkisinin tam hukuki sonuç doğurabilmesi için temsil yetkisine ihtiyaç vardır. Temsil yetkisi ya bizzat temsil edilenin iradesi ile verilir veya kanun gereği kendiliğinden doğar ya da mahkeme kararı ile verilir.

Temsil yetkisi, temsil edilenin tek taraflı irade açıklaması ile verilir; geçerli olması için temsilcinin kabulüne ihtiyaç yoktur. Temsil yetkisi verebilmek için tam ehliyetli olmak gerekir; buna karşı temsilci olmak için ayırt etme gücüne sahip olmak yeterlidir.

Temsil yetkisi verildiği gibi, yine temsil edilenin tek taraflı iradesi ile temsilcinin rızasına gerek olmaksızın geri alınabilir.

Temsil yetkisi temsil edilen tarafından başlangıçta sınırlı olarak verilebileceği gibi sonradan da sınırlandırılabilir. Temsil yetkisinin sınırlandırılması zaman bakımından, şahıs bakımından, yer bakımından, konu bakımından ya da miktar bakımından olabilir.

Kanundan doğan yetkinin ne zaman doğacağı, kim tarafından kullanılacağı, sona ermesi yine kanunda belirtilir. Mesela yaşı küçük olup da velayet altında bulunanlar ana babaları tarafından temsil edilir. Bu durumda temsil yetkisi çocuğun doğumu ile kendiliğinden doğar, velayetin sona ermesi ile kendiliğinden sona erer.

Yetkisiz olarak fakat temsilci sıfatı ile hareket etmek mümkündür. Bu durumda yetkisiz temsilcinin yaptığı hukuki muamele, temsil edilen tarafından onandığı taktirde tam olarak doğar; onanmadığı taktirde temsil edileni bağlamaz.

TEMSİLİN ÇEŞİTLERİ

Temsilin, meydana getirdiği sonuç itibari ile doğrudan temsil ve dolaylı temsil olarak iki çeşidi vardır;

Doğrudan temsilde temsilcinin yaptığı hukuki muameleden doğan hak ve borçlar, temsil edilenin mal varlığında ve hukuki alanında sonuç doğurur. Temsil ile yapılan hukuki muameleden doğan hak ve borçlar, temsil edilenin mal varlığına girer.

Dolaylı temsilde ise temsilci kendi adına fakat başkasının hesabına hukuki muamele yapmaktadır. Böylece temsil ile yapılan hukuki muamelenin sonucunda doğan hak ve borçlar önce temsilcinin hukuki alanında doğar; sonra temsilci bunları teslim veya temlik ile temsil edilene devreder.

Temsil yetkiye dayanıp dayanmamasına göre yetkili temsil ve yetkisiz temsil olmak üzere ikiye ayrılır;

Bir kimsenin kendisine verilen temsil yetkisine dayanarak hareket ettiği durumlarda yetkili temsilden söz edilir. Yetkili temsilde temsilci, hem temsil yetkisine sahip olmalı hem de temsilci sıfatı ile hareket etmelidir. Temsilci sıfatı, ya temsil durumunun açıkça beyan edilmesiyle veya hal ve şartlardan anlaşılır.

Temsil yetkisinin hiç bulunmaması veya sona ermesi ya da sınırlarının aşılması halinde ise yetkisiz temsil söz konusu olur.

Temsil, yetkinin kaynağına göre de iradi temsil, kanuni temsil ve kazai temsil olarak sınıflandırılır. İradi temsil, temsil edilenin iradesine, kanuni temsil kanuna, kazai temsil ise bir mahkeme kararına dayanan temsildir.

TEMSİLİN HÜKÜM VE SONUÇLARI

Doğrudan temsil ile yapılan hukuki muamelenin bütün sonuçları temsil edilenin hukuk alanında doğar. Temsilcinin yaptığı sözleşmenin tarafı, temsil edilendir; temsilci sözleşmeye taraf olmaz, yalnızca sözleşmeyi akdeder, onun sıfatı akittir. Dolaylı temsilde ise hukuki sonuçlar önce temsilcinin hukuki alanında doğar, sonra temsilci bu sonuçları temsil edilene devreder. Yetkisiz temsilde eğer temsilcinin yetkisiz olduğu biliniyorsa temsil edilenin yapılan hukuki muameleyi onaması beklenir; onamadığı taktirde işlem baştan itibaren geçersiz olur. Eğer temsilci yetkisiz olduğunu saklamış ve hukuki muamele yapmışsa, bu muamelenin geçerli olması da temsil edilenin onamasına bağlıdır. Onanmadığı taktirde sözleşmenin geçersiz olmasından ileri gelen zarardan, kendini yetkiliymiş gibi gösteren yetkisiz temsilci sorumlu olur.

Temsil yetkisi her zaman geri alınabilir. Yetkinin geri alınması iradesinin temsilciye ulaşması şart değildir. Bununla birlikte yetkisi geri alınan veya sona eren temsilci, bu durumu bilmeden işlem yapmışsa, bu işlem geçerli olur ve temsil olunan işlemin sonuçlarıyla bağlıdır.

Temsil yetkisi yazılı belgi ile verilmişse yetkinin geri alınmasının da yazılı olarak yapılması şart değildir. Ancak temsilciye verilmiş olan yetki belgesinin geri alınmaması halinde, bu belgeye güvenerek yetkisiz temsilciyle işlem yapan iyi niyetli üçüncü şahısların iyi niyeti korunur. Temsil yetkisinin verilmiş olduğu önceden üçüncü şahıslara duyurulmuşsa bunların iyi niyet iddiasını etkisiz hale getirmek için geri almanın da duyurulması gerekir.

Aksi önceden anlaşılmadıkça; taraflardan birinin ölümü, gaipliği, kısıtlanması ve iflas etmesi halinde sona erer.z

SEBEPSİZ ZENGİNLEŞME

Hukuken geçerli olmayan fakat yasak da olmayan bir yolla mal varlığı hakkı kazanmak da mümkündür. Böyle bir durumda da, kazanım hukuken yasaklanmadığından ve dolayısıyla hukuka aykırı olmadığından geçerlidir. Bu şekilde bir mal varlığı hakkı kazanılması, bir başkasının aleyhine de olabilir; bu da geçerlidir. Bununla birlikte kazanımın sebepsiz olmasını, hukuk düzeni bir borç kaynağı olarak kabul etmiştir.

SEBEPSİZ ZENGİNLEŞMENİN ŞARTLARI

Zenginleşme

Fakirleşme

İlliyet Bağı: Sebepsiz zenginleşmede illiyet bağı, bir tarafın zenginleşmesinin, diğer tarafın fakirleşmesinin sebebini teşkil etmesidir.

Sebepsizlik: Bir kazandırıcı muamelenin hiçbir sebebe dayanmadan veya geçerli bir sebebe dayanmadan ya da başlangıçta mevcut olmakla beraber sona ermiş ya da geçersiz bir sebebe dayanılarak yapılmasıdır.

SEBEPSİZ ZENGİNLEŞMENİN SONUÇLARI

Sebepsiz zenginleşme, zenginleşen aleyhine ve fakirleşen lehine bir borç ilişkisi doğurur. Bu ilişkiden fakirleşen alacaklı, zenginleşen borçluya karşı ileri sürebileceği bir nispi alacak hakkı kazanır. Borçlunun sebepsiz zenginleşmeden kaynaklanan borcuna iade borcu denir.

İade borcu, sebepsiz zenginleşenin iyiniyetli olup olmamasına göre farklıdır;

İyiniyetli Zenginleşenin İade Borcu: İyiniyetli zenginleşen, iade zamanında elinde kalan zenginleşme miktarı ile sorumludur. Borçlunun iyiniyetli olmadığını alacaklı ispat etmelidir. İade zamanında iade konusu, zenginleşenin eline herhangi bir ikame değer geçmeksizin yok olmuş ise, iade borcu da sona erer. İade borçlusu, zenginleşmeyi sağlayan olay için yaptığı masrafları, zenginleşme konusunun verdiği zararları, zenginleşmenin geçerliliğine güvenerek yaptığı tasarruflar sebebiyle uğradığı zararları ve zorunlu ve faydalı masrafları, iadeden düşer. Lüks masraflar eğer iade konusu şeyden ayrılabiliyorsa, iade borçlusu bunu ayırarak alıkoyabilir. Bununla birlikte iade alacaklısı sökülerek alınabilecek lüks masrafların bedelini ödemeye hazır olduğu taktirde, iade borçlusu artık bunları alıkoyamaz.

Kötüniyetli Zenginleşenin İade Borcu: Kötüniyetli zenginleşen iade konusunu elinden çıkarmış olsa bile onun objektif değerini, ikame değer elde etmişse ikame değeri objektif değerinin altında olmamak kaydıyla onu, elde ettiği ve ihmal ettiği semereleri, kullanma dolayısıyla sağladığı faydaları iade etmekle yükümlüdür. Kötüniyetli iade borçlusu zenginleşme konusuna yapmış olduğu zorunlu masrafların tamamını iadeden indirebilir. Buna karşılık faydalı masraflardan iade anında ne kadar mevcut ise onu indirebilir. Lüks masraflar bakımından iyiniyetli zenginleşen ile kötü niyetli zenginleşen arasında bir fark yoktur. Sebepsiz zenginleşmede iyiniyetli sayılmayan (kötüniyetli) iade borçlusu, zenginleşmenin gerçekleştiği anda kendiliğinden (ihtar gerekmeksizin) temerrüde düşer.

SEBEPSİZ ZENGİNLEŞME DAVASI AÇILAMAYACAK HALLER

Eksik Borçların Ödenmesi
a) Zamanaşımına Uğramış Borcun Ödenmesi
Bir alacak hakkı, zamanaşımı süresinin dolmasıyla kendiliğinden sona ermez; bu durumda sadece borçlu bir ödememe hakkı kazanır. Eğer borçlu zamanaşımı sebebiyle sahip olduğu ödememe hakkına rağmen ödeme yapmışsa, bu bir borç ödemesi olduğundan, ödediği miktar sebepsiz zenginleşme davasına konu olmaz.
b) Evlenme Simsarlığı Borcu, Evlenme Vaadi ve Başlık Parası Ödenmesi
Evlenme simsarlığı, evlenenlerin evlenmelerini sağlamak üzere aracılık ederek tarafları birbiri ile evlenmeye ikna ederek evliliği kolaylaştıran kişinin faaliyetidir. Bu işi ücret karşılığında yapan kişiler ücret alacağı ödenmediği taktirde dava açamaz, icra yoluyla takibe geçemez. Evlenme vaadi ve başlık parası da eksik borçlardan olup dava ve takip edilemez. Buna rağmen borçlu tarafından ödenmiş olması halinde ise sebepsiz zenginleşme davası ile geri istenemez.
c) Kumar ve Bahis Borçlarının Ödenmesi
Kumar ve bahisten doğan alacak hakkında dava açılamaz ve icra takibi yapılamaz. İsteyerek ödenen bir kumar ve bahis borcu sebepsiz zenginleşme davası ile geri istenemez.

Ahlaki Bir Ödevin Yerine Getirilmesi
Yardıma muhtaç durumda olan kimselere özellikle yakın hısım ve akrabalara yardım ahlaki bir davranıştır. Yardımda bulunma halinde yapılan yardım sebepsiz zenginleşme davası ile geri istenemez.

Hukuka Ve Ahlaka Aykırı Bir Amaç İçin Verilen Şeyler
Batıl bir sözleşme gereğince ödeme yapan taraflar, yapmış oldukları ödemeleri sebepsiz zenginleşme davası ile geri isteyebilirler. Ancak hukuka ve ahlaka aykırı bir amaçla yapılmış olduğu için batıl olan bir sözleşme gereğince yapılan ödeme, sebepsiz zenginleşme davası ile geri istenemez.

SEBEPSİZ ZENGİNLEŞMEDE ZAMAN AŞIMI

Sebepsiz zenginleşmeden doğan talep hakkı, hak sahibinin geri isteme hakkı olduğunu öğrendiği tarihten başlayarak iki yılın ve herhalde sebepsiz zenginleşmenin gerçekleştiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar.

ALACAĞIN TEMLİKİ (DEVRİ)

Alacağın devri (temliki), alacaklının kanun hükmü, mahkeme kararı veya alacaklının tasarruf iradesi ile değişmesidir. Alacağın temlikinde alacağını temlik ederek devredene temlik eden, borç ilişkisine yabancı olan ve alacağı devralana temellük eden denir. Borçlu ise esasen değişmez.

ALACAĞIN DEVRİNİN ÇEŞİTLERİ

Alacağın devri eğer bir kanun hükmü ile oluşuyorsa eski alacaklı, yeni alacaklı ve borçlu arasındaki hukuki ilişkiler yine kanunda belirtilir. Kanunda belirtilen hukuki durum oluşmakla temlik de kendiliğinden gerçekleşir; ayrıca başka bir işleme ihtiyaç olmaz. Alacaklının ölmesiyle mirasçıları kanun gereği alacaklı olurlar.

Bir ortaklığın tasfiyesinde ortaklığa ait alacak haklarının tasfiye sonucu olarak mahkeme kararı ile tahsis edilmesi söz konusu olabilir; bu da yargısal (kazai) devre örnek olur. Yargısal devirde devir sonucu, hakim kararı ile gerçekleşir.

ALACAĞIN DEVRİNİN ŞEKLİ

Alacağın iradi devri, bir hukuki muameledir. Alacağın devri muamelesi, alacaklı ile üçüncü şahıs arasında yapılan ve konusu alacak hakkının devri olan bir sözleşme ile olur. Bu sözleşmeye borçlunun iştiraki veya rızası gerekmez. Alacağın devri sözleşmesi yazılı şekle bağlıdır. Adi yazılı şekil yeterlidir. Yazılı şekil geçerlilik şeklidir. Ancak alacağın devri vaadi şekle bağlı olmaksızın yapılabilir.

ALACAĞIN DEVRİNİN HUKUKİ NİTELİĞİ

Alacağın devri, alacak hakkının devrini sağladığı için bir tasarruf muamelesidir. Bu sebeple devredenin hem fiil ehliyetine hem de tasarruf yetkisine sahip olması gerekir. Alacağın devri tasarruf muamelesi olduğundan aynı alacakla ilgili birden çok devir yapılmışsa bunlardan zaman bakımından ilk önce yapılan geçerlidir.

Alacağın devri bir kazandırıcı muameledir. Bütün kazandırıcı muameleler gibi alacağın devri de sebebe bağlıdır.

ALACAĞIN DEVRİNİN KONUSU VE KAPSAMI

Devrin konusu alacak hakkıdır. Alacağın devri ile sadece alacak hakkı sahip değiştirir. Borç ilişkisinin alacaklı tarafı değişmez. Alacağın devrinin konusu yalın olarak alacak hakkıdır.

Kural olarak bütün alacaklar, kaynağına bakılmaksızın devredilebilir. Devrin konusu alacak hakkıdır; ayni haklar alacağın devrine konu olmaz. İleride doğacak bir alacak hakkının devri de mümkündür.

Bazı alacakların devre konu olması, kanun hükmü ile yasaklanmıştır. Mesela manevi tazminat alacağı, zarar veren tarafından kabul edilmedikçe başkalarına devredilemez.

Alacak hakkının bizzat alacaklının şahsı ile ilgili olması halinde de alacağın devri mümkün değildir. Mesela nafaka alacağı, müvekkilin vekilden iş görme alacağı, menfi edimlerle ilgili alacaklar devre konu olamaz.

Sözleşme ile de alacak hakkının devri yasaklanmış olabilir. Alacaklı ile borçlu arasında alacağa kaynaklık eden sözleşmede bir kural olarak devir yasağı konabilir. Sonradan yine alacaklı ve borçlu arasında yapılan bir sözleşme ile devir yasağı getirilebilir.

Eğer devir yasağı bir kanun hükmünden kaynaklanıyorsa devir geçersizdir ve bu durumu hakim re’sen göz gönünde bulundurur. Buna karşılık devir yasağı sözleşmeden kaynaklanmaktaysa, borçlu bir savunma hakkı kazandığından, dilerse bu hakkını kullanır dilerse kullanmaz.

Alacağın devrinin kapsamına asıl alacak ve ona bağlı fer’i haklar girer. Fer’i haklardan olmak üzere işlemiş ve işleyecek faizler, kefalet ve rehin gibi teminat hakları, alacaklının şahsına ait olmayan rüçhan hakları devir kapsamındadır. Alacak hakkı bölünebilir bir edim ile ilgili ise kısmi temlik de mümkündür.

ALACAĞIN DEVRİNİN HÜKÜM VE SONUÇLARI

Alacağın devri ile devralan, asıl alacakla birlikte ona bağlı hakları ve diğer yenilik doğurucu hakları da iktisap eder. Devreden, alacağın varlığından ve borçlunun ödeme gücünden sorumlu değildir. Ancak alacağın devri bir edim karşılığında yapılmış ise, devreden devir sırasında alacağın varlığını ve borçlunun ödeme gücüne sahip olduğunu garanti etmiş sayılır. Buna karşılık alacak bir edim karşılığı olmaksızın devredilmişse ya da kanun gereğince başkasına geçmişse, devreden alacağın varlığından ve borçlunun ödeme gücünden sorumlu değildir.

Devredenin sorumluluğu, almış olduğu ivaz ve faizi kadardır. Devralan, devredenden kusursuzluğunu ispat etmedikçe uğradığı diğer zararlarını da talep edebilir.

Alacaklı, üçüncü şahsa olan bir borcunu ödemek için alacağını devredebilir. Ödeme için devirde aksi belirtilmemişse ifa amacıyla devir yapıldığı anlaşılır. Bu bir ifa ikamesidir.

Alacağın devri ifa yerine de yapılabilir.

Borçlu devri öğrendiği andan itibaren artık borcu devralana ifa etmekle yükümlüdür; devirden haberdar olmasına rağmen devreden alacaklıya ödeme yaparsa bu bir kötü ödemedir. Bu durumda borçlu, borçtan kurtulamaz; yeni alacaklıya bir daha ödeme yapmak zorundadır.

Borçlu devralan alacaklıya, borcun hiç doğmadığını, geçersiz ve batıl olduğunu, sona erdiğini itiraz olarak ileri sürebilir. Alacaklı yazılı olarak oluşturulan muvazaalı alacağını üçüncü şahsa devrederse, borçlu üçüncü şahsa karşı muvazaa iddiasında bulunamaz. Çünkü yazılı bir borç ikrarına güvenerek hak kazanan iyi niyetli üçüncü şahıslara karşı muvazaa iddiası ileri sürülemez.

Borçlu alacaklı ile aralarında takası mümkün bir mukabil alacağa sahipse takas beyanında bulunma hakkı vardır.

İNANÇLI İŞLEM

Taraflardan biri diğerine bir hakkını devrediyor. Fakat aralarında bir de inanç anlaşması yapıyorlar. Hakkı devralan kişi onu belli bir amaç için kullanacak sonra geri verecek. Vekalet sözleşmesinin varlığı gerekir. Devralan devraldığı malı devreden adına kullanma yükümlülüğü altına girer. İnanç anlaşması taraflar arasında hüküm doğurur. 3. kişilere karşı ileri sürülemez. Taşınır nesne söz konusuysa temlik edilen kişi mal sahibi sayılır. Borçlar kanununda inançlı işlem düzenlenmemiştir. Malı devralan, inanç anlaşmasına uymazsa hukuki işlem geçerli olur.

EK OLARAK;

Clausula Rebus: Clausula rebus sic stantibus, Latince “koşullar değişmediği sürece” anlamına gelen, antlaşmaların yapıldığı koşullarda köklü bir değişim olması durumunda uygulanmamasına imkan veren uluslararası hukuk ilkesidir. Türkçede emprevizyon nazariyesi olarak da anılır.

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir