Federico Garcia Lorca – Don Perlimplin ile Belisa’nın Bahçede Sevişmesi
DON PERLIMPLIN İLE BELISA’NIN BAHÇEDE SEVİŞMESİ
İngilizce’den çeviren: Tarık Okyay
KİŞİLER
PERLIMPLIN
MARKOLFA
BELISA
ANNE
BİRİNCİ PERİ
İKİNCİ PERİ
ÖN OYUN
(Don Perlimplin’in evi. Yeşil duvarlar. İskemle ve eşya siyaha boyalıdır. Arkada derinliği olan bir pencere, öyle ki Belisa’nın balkonu buradan görülebilsin. Perlimplin’in sırtında yeşil bir cüppe, başında bol bukleli bir peruka vardır. Markolfa ise çizgili klasik hizmetçi elbisesi giymiştir.)
PERLIMPLIN : Evet?
MARKOLFA : Evet.
PERLIMPLIN: Peki ama niye «evet?»
MARKOLFA : Çünkü sadece evet.
PERLIMPLIN : Peki hayır demiş olsaydım?
MARKOLFA (acı ) : Hayır mı?
PERLIMPLIN : Hayır.
MARKOLFA : Sayın senyor, söyle bakayım bana o «hayır»ın sebebini.
PERLIMPLIN : Asıl sen söyle bana, inatçı kan, o «evet» in sebebini.
(Kısa sessizlik.)
MARKOLFA : Yirmi yirmi daha kırk eder.
PERLIMPLIN (dinleyerek) : Eeee…
MARKOLFA : On daha, elli.
PERLIMPLIN : Sonra?
MARKOLFA : Eh, ellisinde de insan artık çocukluktan çıkmıştır.
PERLIMPLIN : Elbette!
MARKOLFA : Ben de her an ölebilirim.
PERLIMPLIN : Elbette!
MARKOLFA (ağlayarak) : Ya sen ne olacaksın, sen yayapayalnız, bu dünyada?
PERLIMPLIN : Ne mi olacağım?
MARKOLFA : Onun için evlenmen lazım işte.
PERLIMPLIN (ilgisiz) : Evet?
MARKOLFA (ciddi) : Evet.
PERLIMPLIN (mutsuz) : İyi ama Markolfa’cığım, niçin «evet?» Ben küçükken kadının biri kocasını boğazlamıştı. Ayakkabıcıydı adamcağız. Hiç unutmam. Ben evlenmeyeceğim, demiştim hep. Kitaplarım yeter bana. Evlenip de ne olacak sanki?
MARKOLFA : Ama senyor, evliliğin çok çekici yanları vardır. Dıştan göründüğü gibi değildir öyle. Gizli şeylerle doludur… Şeyler, bir hizmetçinin sözünü etmesi pek uygun olmayacak şeyler. Görüyorsunuz ki…
PERLIMPLIN : Ki ne?
MARKOLFA : Ki yüzüm kızardı.
(Kısa sessizlik. Bir piyano sesi duyulur.)
BELISA’NIN SESİ (içerden şarkı söylemektedir) :
Aşk, aşk
Saklı bacaklarımda,
Güneş bir balık gibi yüzüyor.
Çalılıklarda ılık su,
Aşk.
Sabah horozu, gece bitiyor.
Bitmese hiç bitmese ne olur?
MARKOLFA : Sayın senyor ne demek istediğimi anlayacaklardır sanırım.
PERLIMPLIN (kafasını kaşıyarak) : Tatlı söylüyor.
MARKOLFA : İşte. Beyefendimin kadını, güzel Belisa.
PERLIMPLIN : Belisa… Ama daha iyi olmaz mıydı, şey?.
MARKOLFA : Hayır. Gelin şimdi. (Elinden tutar, pencereye götürür.) «Belisa» deyin bakayım.
PERLIMPLIN : Belisa…
MARKOLFA : Daha yüksek sesle.
PERLIMPLIN : Belisa!
(Karşı evin balkonu açılır. Belisa çıkar. Güzelliği içinde pırıl pırıl ve yarı çıplaktır.)
BELİSA : Kim çağırıyor beni?
(Markolfa perdelerin arkasına saklanır.)
MARKOLFA : Cevap versene!
PERLIMPLIN (titreyerek) : Ben çağırmıştım da.
BELİSA : Evet?
PERLIMPLIN : Evet.
BELİSA : Peki ama niye «evet?»
PERLIMPLIN : Çünkü sadece evet.
BELİSA : Ya hayır demiş olsaydım?
PERLIMPLIN : Üzülürdüm, çünkü… Karar verdik ben evlenmek istiyorum.
BELİSA (kahkaha atar) : Kiminle?
PERLIMPLIN : Seninle.
BELİSA (ciddi) : Ama… (Çağırarak) Anne. Anneeeee!
MARKOLFA : İyi gidiyor.
(Anne girer. Başında kuşlar, kurdeleler, cam boncuklarla donanmış bir on sekizinci yüzyıl perukası vardır.)
BELİSA : Don Perlimplin benimle evlenmek istiyor. Ne yapacağım şimdi?
ANNE : Aaa, benim sevgili komşucuğum. İyi günlerin en iyisini dilerim size. Kızcağızıma söyleyip dururum hep, sizde annenizin o zerafet ve inceliği var. Anneniz, o saygıdeğer hanımefendi; ne yazık ki bir türlü kısmet olmadı kendisiyle tanışmak.
PERLIMPLIN : Teşekkür ederim.
MARKOLFA (perdenin arkasında öfkeli) : Ben karar verdim, gidiyoruz.
ANNE : Nikâh kıydırmaya. Öyle değil mi?
PERLIMPLIN : Evet öyle.
BELISA : Ama anne, ya ben?
ANNE : Sen de razısın elbette ki. Don Perlimplin eşsiz bir adamdır.
PERLIMPLIN : Öyle olmaya çalışırım hanımefendi.
MARKOLFA (Don Perlimplin’i çağırarak) : Bu iş hemen hemen oldu demektir.
PERLIMPLIN : Öyle mi dersin?
(Birlikte fısıldaşırlar.)
ANNE (Belisa’ya) : Don Perlimplin’in çiftlikleri var. Çiftliklerinde koyunları, kazları var. Koyunları pazara sürersin. Pazarda koyunlardan para kazanırsın, Para güzellik yaratır… Güzellik bütün erkeklerin aradığı şeydir.
PERLIMPLIN : Öyleyse…
ANNE : Öyle sevindi, öyle sevindi ki. Belisa, haydi sen içeri git. Bazı şeyleri genç kızların duyması doğru olmaz.
BELISA : Şimdilik hoşça kalın. (Çıkar.)
ANNE : Çiçek gibi. Yüzünü gördünüz, değil mi? (Sesini alçaltarak.) Ah, bir de başka yerlerini görseniz. Şeker gibi. Aman efendim, böyle sizin gibi çağdaş ve tuttuğunu koparan bir kişinin bu gibi şeylere dikkatini çekmek zaten gereksiz…
PERLIMPLIN : Eee?
ANNE : Evet. Alay olsun diye söylemiyorum.
PERLIMPLIN : Size olan şükran borcumuzu nasıl ödeyeceğimizi bir türlü bilemiyoruz doğrusu.
ANNE : Ooo, «şükran borcu». Bu ne olağanüstü incelik, efendim! Kalbinizin ve şahsınızın şükranlığı… Anladım… Hissettim. Erkeklerle son ilişkim ancak yirmi
yıl önce olmuştu, evet, yine de hissettim, beyefendi.
MARKOLFA (hatırlatarak) : Düğün.
PERLIMPLIN : Düğün…
ANNE : Ne zaman isterseniz. Gerçi… (Bir mendil çıkarır, ağlamaya başlar.) Her anneye… Yine görüşürüz.
(Çıkar.)
MARKOLFA : En sonunda!
PERLIMPLIN : Ah Markolfa, Markolfa! Beni hangi dünyaların içine yuvarlıyorsun sen?
MARKOLFA : Evlilik dünyasının, senyor.
PERLIMPLIN : Doğrusunu sana açıkça söylemek gerekirse… susadım diyecektim. Biraz su getirsene.
MARKOLFA (yaklaşıp kulağına fısıldayarak) : Kim inanırdı?
(Piyano sesi duyulur. Sahne karanlığa gömülmüştür. Belisa balkonun perdelerini açar. Hemen hemen çırılçıplaktır. Kayıtsız şarkı söyler.)
BELISA :
Aşk, aşk
Saklı bacaklarımda,
Güneş bir balık gibi yüzüyor.
MARKOLFA : Güzel kız.
PERLIMPLIN : Şeker gibi… içi beyaz. Beni boğazlayabilecek mi acaba?
MARKOLFA : Kadın güçsüzdür, zamanında korkutulursa.
BELISA :
Aşk.
Sabah horozu, gece bitiyor.
Bitmese hiç bitmese ne olur?
PERLIMPLIN : Ne demek istiyor Markolfa? Ne demek istiyor?
MARKOLFA : Bu hissettiğim nedir acaba? Nedir?
(Piyano sesi devam etmektedir. Balkonun önünden bir küme siyah kuş uçup gider.)
TABLO I
(Don Perlimplin’in odası. Ortada bir yatak. Üstüne yığılı yüksek yastıklar. Örtüler ve kuştüyü işlemeli bir perde. Bütün sahnede perspektifi kötü eski bir resmin eğikliği vardır. Yuvarlak arka duvarda altı tane kapı. İlki Don Perlimplin’in giriş çıkışı içindir. Düğün gecesi. Markolfa, elinde bir şamdan, soldan ilk kapının önünde konuşur.)
MARKOLFA : İyi geceler.
BELISA (sahne dışında) : Sana da Markolfa.
(Don Perlimplin girer. Eşsiz bir on sekizinci yüzyıl elbisesi giymiştir. Üzerinde yakası kürklü bir yeşil ceket ve gerçek dantelden bir kravat vardır.)
MARKOLFA : Efendime hayırlı bir düğün gecesi dilerim.
PERLİMPLİN : İyi geceler, Markolfa,
(Markolfa çıkar. Perlimplin, ayakları ucunda ön odaya doğru ilerler ve kapıdan bakar.)
PERLIMPLIN : Belisa, o köpükten dantellerin içinde bir dalgayı andırıyorsun. Küçüklüğümde ürkerdim denizden. Sen de aynı korkuyu veriyorsun bana şimdi. Kiliseden döndüğümden beri evim gizli fısıltılarla doldu. Ve su ısınıyor kendiliğinden ağır ağır bardaklarda. Ah! Perlimplin… Neredesin Perlimplin?
(Ayakları ucunda geriler. Bol dantelli bir gecelik içinde Belisa görünür. Saçları dağınık, kolları çıplaktır.)
BELISA : Hizmetçi odaya lavanta serpti, oysaki ben misk istemiştim… (Yatağa doğru ilerler.) Keten çar-
şaflarla yatak örtüsünü de koymamış. Markolfa… (O
anda tatlı bir gitar sesi duyulur. Belisa, kollarını göğsünde çapraz kavuşturur.) Oh! Kimin içi tutuşmak isterse o beni bulur. Susuzluğum dinmek bilmez benim. Havuzlarda su fışkıran nilüferlerin susuzluğu nasıl dinmek bilmezse hiç. (Müzik devam eder.) Ah, ne müzik! Ne müzik. Yumuşak, ılık tüyleri gibi kuğunun. Ah! Acaba ben miyim? Yoksa müzik mi?
(Omuzlarına geniş bir kadife şal atar ve odada gezinir. Müzik susar. Beş ıslık sesi.)
BELİSA : Beşi birden.
(Perlimplin girer.)
PERLİMPLİN : Acaba rahatsız mı ediyorum sizi?
BELİSA : Hiç öyle şey olur mu?
PERLİMPLİN : Uykunuz mu var?
BELISA (alaycı) : Uyku mu?
PERLİMPLİN : Gece biraz soğuk çıktı da. (Ellerini ovuşturur. Bekleyiş.)
BELISA (kararlı) : Perlimplin.
PERLİMPLİN (titreyerek) : Ne istiyorsunuz?
BELISA (garipsi) : Şirin bir ad; Perlimplin.
PERLİMPLİN : Sizinki daha şirin; Belisa.
BELISA (gülerek) : Ah, teşekkür ederim.
(Kısa sessizlik.)’
PERLİMPLİN : Size bir şey söylemek istiyordum.
BELISA : Neydi o şey?
PERLİMPLİN : Karar vermekte biraz geç kaldım ama…
BELISA : Söylesene.
PERLİMPLİN : Belisa, sizi seviyorum.
BELISA : Ah, seni gidi küçük yaramaz, o ödevin ayol.
PERLİMPLİN : Evet?
BELISA : Evet.
PERLİMPLİN : Peki ama niye «evet?»
BELISA (çocuksu) : Çünkü.
PERLİMPLİN : Hayır.
BELISA : Perlimplin!
PERLIMPLIN : Hayır Belisa, evlenmeden önce seni sevmiyordum.
BELISA (alay ederek) : Ne diyorsun?
PERLIMPLIN : Evlendim… İş olsun diye, ama seni sevmiyordum. Vücudunu hayal etmiş olamazdım, gelinliğini giyerken anahtar deliğinden seni görmeden önce. İşte o an içimde birden aşkı duydum. O anda! Sanki bir bıçak boğazıma saplanmış gibi.
BELISA (merakla) : Ya öbür kadınlar?
PERLIMPLIN : Hangi öbür .kadınlar?
BELISA : Benden önce tanıdıkların.
PERLIMPLIN : Ama, öbür kadınlar mı?
BELISA : Beni şaşırtıyorsun.
PERLIMPLIN : İlk şaşıran bendim ama. (Kısa sessizlik. Beş ıslık.) Bu ne bu?
BELISA : Saat.
PERLIMPLIN : Beş mi oldu?
BELISA : Yatma zamanı.
PERLIMPLIN : Ceketimi çıkarmama izin verir misiniz?
BELISA : Tabii kocacığım. (Esneyerek) Işığı da söndür. Eğer istediğin oysa.
(Perlimplin ışığı söndürür.)
PERLIMPLIN (alçak sesle) : Belisa.
BELISA (yüksek sesle) : Ne var yavrucuğum?
PERLIMPLIN (fısıldayarak) : Işığı söndürdüm.
BELISA (şaka ederek) : Gördüm.
PERLIMPLIN (daha alçak sesle) : Belisa.
BELISA (yüksek sesle) : Ne var hayatım?
PERLIMPLIN : Sana tapıyorum.
(Sahnenin iki yanından giren iki Peri, tablonun önüne sisli bir boz perde çekerler. Tiyatro karanlıktır. Tatlı, uykulu flütler duyulur. Periler iki çocuk olmalıdır sahnenin önünde. Seyircilere dönük otururlar.)
BİRİNCİ PERİ : Nasıl gidiyor bakalım işler bu minik karanlıkta?
İKİNCİ PERİ : Ne iyi, ne de kötü, dostum.
BİRİNCİ PERİ : İşte geldik.
İKİNCİ PERİ : Hoşuna gidiyor mu? Başkalarının kusurlarını örtmek her zaman iyidir…
BİRİNCİ PERİ : Ki seyirciler sonra örtüyü kaldırıp onları açığa vurabilsinler.
İKİNCİ PERİ : Bu örtüp açma faslı da olmasaydı yani…
BİRİNCİ PERİ : Zavallı insanlar ne yaparlardı ki?
İKİNCİ PERİ (perdeye bakarak) : Aralık bile bırakayım d’eme sakın.
BİRİNCİ PERİ : Bugün aralık olan yarın karanlıktır.
(Kahkaha atarlar.)
İKİNCİ PERİ : Her şey hemen hemen apaçıkken…
BİRİNCİ PERİ : İnsan sanır ki onları araştırmak gerekmez…
İKİNCİ PERİ : Sonra tutup karanlık şeyleri araştırmaya kalkar. Hep bildiği gizleri bulmak için.
BİRİNCİ PERİ : Biz de onun için buradayız ya işte. Biz periler!
İKİNCİ PERİ : Perlimplin’i tanır mıydın?
BİRİNCİ PERİ : Çocukluğundan beri.
İKİNCİ PERİ : Ya Belisa’yı?
BİRİNCİ PERİ : Vallahi odasında öyle bir parfüm kokusu vardı ki bir defasında uyuyakalmışım. Onun küçük kedi pençeleri arasında uyandım.
(Kahkaha atarlar.)
İKİNCİ PERİ : Bu iş…
BİRİNCİ PERİ : O kadar belliydi ki!
İKİNCİ PERİ : Dünya âlem tahmin etti.
BİRİNCİ PERİ : Üstüne bir de dedikodu esrar perdesi örtünce…
İKİNCİ PERİ : Yaa işte, onun için de bizim toplumsever perdemizin daha açılmaması gerek.
BİRİNCİ PERİ : Evet, evet bilmesinler.
İKİNCİ PERİ : Perlimplin’in ördek yavrusu kadar minicik, ürkek ruhu bayram ediyor şu anlarda, yüceliyor.
(Kahkaha atarlar.)
BİRİNCİ PERİ : Seyirciler kıpır kıpır.
İKİNCİ PERİ : Hakları da var. Gitsek mi dersin?
BİRİNCİ PERİ : Haydi gidelim. Sırtımda serin bir yel duyar gibi oldum, zaten.
İKİNCİ PERİ : Yatak odasının duvarlarında tanyerinin beş serin kamelyası açmış.
BİRİNCİ PERİ : Tam beş tane balkon… Şehrin üzerinde.
(Ayağa kalkarlar ve omuzlarına kocaman mavi bir şal atarlar.)
İKİNCİ PERİ : Don Perlimplin, biz sana yardım mı ediyoruz, yoksa kötülük mü?
BİRİNCİ PERİ : Yardım. Çünkü iyi bir adamın başına gelen felaketleri seyircilerin önüne sermek doğru olmaz.
İKİNCİ PERİ : Orası doğru, küçük dostum, çünkü «Gördüm» demekle «Diyorlar» demek hiçbir zaman aynı şey değildir.
BİRİNCİ PERİ : Yarın herkesler bilecek ama.
İKİNCİ PERİ : Bizim de istediğimiz bu ya zaten.
BİRİNCİ PERİ : Bir söz, bir dedikodu, bakıyorsun ooo, bütün dünyanın ağzında…
İKİNCİ PERİ : Şşşşşşşşh. (Flüt sesleri duyulur.)
BİRİNCİ PERİ : Şu minik karanlığın içinden mi geçip gideceğiz?
İKİNCİ PERİ : Haydi gidelim artık dostum,
BİRİNCİ PERİ : Hemen mi?
İKİNCİ PERİ : Hemen.
(Perdeyi açarlar. Don Perlimplin yataktadır. Giyimlidir. Alnında yaldızlı ve çiçeklerle süslü ikit boynuz çıkmıştır. Belisa yanındadır. Sahnenin beş balkonunun beşinin de kapıları açık-
tır. Tanyerinin beyaz ışığı süzülmektedir kapılardan içeri.)
PERLIMPLIN : Belisa! Belisa! Cevap ver bana!
BELİSA (uyanır gibi yaparak) : Perlimplin, pinito… Ne istiyorsun?
PERLİMPLİN : Çabuk söyle bana.
BELİSA : Ne söylememi istiyorsun? Senden çok önce uykuya dalmadım ki.
PERLİMPLİN (yataktan fırlar, üzerinde cübbesi vardır) : Balkonun kapıları niye açık?
BELİSA : Dün gece rüzgâr her zamankinden daha hızlı esti de.
PERLİMPLİN : Peki niye beş balkonun beşinin de sokağa inen beş merdiveni var?
BELİSA : Annemin ülkesinde töre böyledir.
PERLİMPLİN.: Peki, beş balkonun beşinin de altında gördüğüm beş şapka kimin?
BELİSA (yataktan fırlayarak) : Gelip geçen sarhoşcukların cicim. Perlimplin, pinito! Sevgilim!
(Perlimplin aptal aptal Belisa’ya bakar.)
PERLİMPLİN : Belisa! Belisa! Neden olmasın? Sen her şeyi o kadar iyi açıklıyorsun ki verdiğin cevaplar bana yetiyor. Niçin dediğin gibi olmasın sanki?
BELİSA (çocuksu) : Ben küçücük bir yalancı değilim.
PERLİMPLİN : Seni her an daha çok seviyorum!
BELİSA : Ben de öylesinden hoşlanıyorum zaten.
PERLİMPLİN : Hayatımda ilk olarak kendimi mutlu hissediyorum. (Yaklaşıp Belisa’yı kucaklar, ama o anda birden geri döner.) Belisa. Kim öptü seni? Yalan söyleme, çünkü biliyorum!
BELİSA (saçlarını toplayarak) : Elbette biliyorsun. Ne yaramaz kocacığım varmış benim. (Sesini alçaltarak) Sen! Sen öptün beni!
PERLİMPLİN : Evet. Ben öptüm seni… Ama… Ya başkası öpmüş olsaydı… Beni seviyor musun? Ya baş-
kası öpmüş olsaydı… Ya başkası öpmüş olsaydı…
BELISA (kucaklamak için çıplak kolunu kaldırarak) :
Evet. Perlimplin’ciğim.
PERLIMPLIN : Eh, öyleyse bana ne! (Kucaklar.) Sen, sen Belisa mısın?
BELISA (nazlı) : Evet! Evet! Evet!
PERLIMPLIN : Sanki bir düşteyim.
BELISA (kendini toplayarak) : Bak Perlimplin. Git şu balkon kapılarını kapat. Yoksa sen farkına varmadan uyananlar olacak.
PERLIMPLIN : Niçin? İkimiz de yeteri kadar uykumuzu almadık mı? Tanyerini seyredeceğiz şimdi. İstemiyor musun?
BELISA : Evet, ama… (Yatakta doğrulur.)
PERLIMPLIN : Ben güneşin doğuşunu hiç görmedim.
(Belisa bitkin, yastıklara gömülür.)
PERLİMPLİN : Bu söyleyeceğim doğru da olmayabilir… Ama… tüylerimi ürperten bir manzara gördüğüm! Senin hoşuna gitmiyor mu? (Yatağa doğru ilerler.) Belisa, uyuyor musun?
BELISA (düşler içinde) : Evet.
(Perlimplin ayaklarının ucuna basarak yaklaşır ve Belisa’nın üstüne kırmızı şalını örter. Balkon kapılarından içeri yoğun bir altın ışık süzülmektedir. Birkaç küme siyah kuş balkon kapılarının önünden uçup giderler. Sabah çanları duyulmaktadır. Perlimplin yatağın kenarına oturmuştur.)
PERLIMPLIN :
Aşk, aşk
İşte yatıyor, yaralanmış.
Aşkın gidişiyle öyle yaralı;
Öyle yaralı!
Aşktan ölgün!
Söyle herkese o sadece bir bülbüldü.
Dört keskin ağzıyla bir cerrah bıçağı;
Kanayan bir boğaz — unutkanlık.
Beni ellerimden tut sevgilim
Çünkü kanlar içinde dönüyorum.
Aşkın gidişiyle öyle yaralı;
Öyle yaralı!
Aşktan ölgün!
TABLO II
(Perlimplin’in yemek odası. Bütün perspektifler tatlı bir yanlışlık içindedir. Masanın üstünde olan her şey ilkel bir «Son yemek»de olduğu gibi.)
PERLIMPLIN : O zaman, dediğim gibi yapacak mısın?
MARKOLFA (ağlayarak) : Merak etmeyin efendim.
PERLIMPLIN : Markolfa, niye durmadan ağlıyorsun?
MARKOLFA : Biliyorsunuz senyor. Düğün gecesi yatak odanıza tam beş tane erkek girdi —her biri bir balkondan — sonra şapkalarını unutup gittiler. Siz ise sakin mi sakin! Beş tane. Tanrım, tam beş tane. Dünya yüzünde yaşayan, beş ırkın beş temsilcisi. Avrupalı sakalıyla, Hintlisi, zencisi, bir de sarı ırkın temsilcisi, bir de Amerikalı. Siz de bütün bunlardan habersizsiniz.
PERLIMPLIN : Bence bir önemi yok.
MARKOLFA : Aman senyor düşünün bir kere: Daha dün onu başka birisiyle gördüm.
PERLIMPLIN (merakla) : Öyle mi?
MARKOLFA : Beni görünce saklanmadı bile.
PERLIMPLIN : Ama ben mutluyum Markolfa.
MARKOLFA : Efendimiz beni şaşkına çeviriyorlar.
PERLIMPLIN : Sen benim ne kadar mutlu olduğumu bilmiyorsun ki. Ben çok şeyler öğrendim. Ama hep-
sinden önemlisi daha birçok şeyleri de hayal edebiliyorum.
MARKOLFA : Senyor onu çok seviyorlar.
PERLIMPLIN : Daha fazlasına bile değer.
MARKOLFA : İşte geliyor.
PERLIMPLIN : Bizi yalnız bıraksana!
(Markolfa çıkar. Perlimplin bir köşeye saklanır. Belisa girer. Kırmızı bir on sekizinci yüzyıl kostümü giymiştir. Eteği, arkadan ipek çoraplarını gösterecek şekilde ortadan yırtmaçlıdır. Kulaklarında kocaman küpeler, başında uzun devekuşu tüyleriyle çevrelenmiş kırmızı bir şapka vardır.)
BELİSA : Yine göremedim onu. Ben parkta yürürken hepsi arkama takılmışlardı. Bir o yoktu. Teni esmer olmalı. Ya öpüşleri… Hem tatlı kokmalı, hem de yakmalı aynı anda: safran ve karanfil gibi. Arasıra balkonun altından geçiyor. Eliyle verdiği ağır selam içimi titretiyor.
PERLIMPLIN : Öhöö!
BELISA (dönerek) : Ah! Korkuttun beni.
PERLIMPLIN (sevgiyle yaklaşarak) : Kendi kendine konuşuyordun galiba.
BELİSA (hiç hoşlanmaz) : Çekil git!
PERLIMPLIN : Biraz yürüyüşe çıkalım mı?
BELİSA : Hayır.
PERLIMPLIN : Güzel kokular almaya gidelim mi?
BELİSA : Hayır dedim!
PERLIMPLIN : Özür dilerim.
(Taşa sarılı bir mektup balkon kapısından içeri düşer. Perlimplin mektubu yerden alır.)
BELİSA : Bana ver onu.
PERLIMPLIN : Niçin?
BELİSA : Bana geliyor da ondan.
PERLIMPLIN (şaka ederek) : Peki sana geldiğini kim
söyledi?
BELİSA : Perlimplin! Onu sakın okuyayım deme!
PERLIMPLIN (hem sert, hem de şaka ederek) : Ne demek istiyorsun yani?
BELİSA (ağlayarak) : Ver bana onu!
PERLIMPLIN (yaklaşarak) : Zavallı Belisa. İşte, veriyorum, senin için pek değerli olan bu kâğıt parçasını. Neler hissettiğini anlıyorum çünkü. Gözümden kaçmaz. Beni içten yaralasa bile bir dramın içinde yaşadığını anlıyorum.
BELİSA (tatlı) : Perlimplin.
PERLIMPLIN : Biliyorum, bana sadık değilsin, olmamaya da devam edeceksin.
BELİSA (hoşlanarak) : Perlimplin, senden başka hiçbir erkek bilmedim ki ben.
PERLIMPLIN : İşte onun için ben de sana yardım etmek istiyorum. Karısı erdemlik örneği olan her kocanın yapması gerektiği gibi… Bak. (Kapıyı kapar ve esrarlı bir tavır takınır.) Her şeyi biliyorum. Her şeyin hemen farkına vardım! Sen gençsin, ben yaşlıyım… Ne yapacağız? Ama çok iyi anlıyorum. (Kısa sessizlik, sonra alçak sesle) Buradan geçti mi hiç?
BELİSA : İki kere.
PERLIMPLIN : Sana işaret etti mi?
BELİSA : Evet… Ama azıcık tepeden bakarmış gibi… Bu da beni üzüyor işte.
PERLIMPLIN : Korkma. Ben iki hafta önce o delikanlıyı gördüm. İlk görüşümdü. Ve içten söyleyebilirim ki erkeklikle güzelliği kendinde bu kadar iyi bağdaştırabilen bir insan daha ömrümde görmedim. Sebebini bilmiyorum, ama o an seni düşünmüştüm.
BELİSA : Ben onun yüzünü görmedim… ama…
PERLIMPLIN : Benimle konuşmaktan çekinme. Onu sevdiğini biliyorum… Ben seni şu anda bir baba gibi seviyorum. O aptallıklardan çok uzaklardayım ben
artık. Onun için de…
BELISA : Bana mektup yazıyor.
PERLIMPLIN : Biliyorum.
BELISA : Ama kendisini görmemi istemiyor.
PERLIMPLIN : Tuhaf.
BELISA : Hatta beni… küçümsüyor gibi.
PERLIMPLIN : Ne kadar da masumsun.
BELISA : Ama beni tam istediğim gibi sevdiğine kuşkum yok.
PERLIMPLIN : Nasıl?
BELISA : Öbür erkeklerden gelen mektuplar —ama benim kocacığım olduğu için onlara cevap vermiyorum tabii — hep hayal ülkelerinden, düşlerden, yaralı kalplerden söz ediyorlardı. Ama ondan gelen mektuplar… onlar…
PERLIMPLIN : Korkma, söyle,
BELISA : Onlar hep benden söz ediyorlar. Benim vücudumdan.
PERLIMPLIN (kollarını okşayarak) : Vücudundan mı?
BELISA : «Senin ruhunu ne yapayım» diyor bana o: «Ruh zayıf insanların mirasıdır, donmuş kahramanların, hastaların. Güzel ruhlar ölüm döşeğinde var olurlar, en beyaz saçların, kemikli ellerin üstüne eğilerek… Belisa, benim istediğim senin ruhun değil, yumuşak, beyaz, titreyen vücudun.»
PERLIMPLIN : Bu güzel delikanlı kim olabilir?
BELISA : Kimse bilmiyor.
PERLIMPLIN (merakla) : Bilmiyor mu?
BELISA : Bütün arkadaşlarıma sordum.
PERLIMPLIN (gizine erişilmez bir hava ve kararlı bir deyişle) : Ya sana: «Ben onu tanıyorum» desem?
BELISA : Olacak şey mi?
PERLIMPLIN : Bekle, (Balkon kapısına gider.) İşte.
BELISA (koşar) : Evet.
PERLIMPLIN : Şimdi köşeyi döndü.
BELISA (boğazı tıkanarak) : Ah!
PERLIMPLIN : Ben yaşlı bir adam olduğuma göre, kendimi senin için feda etmek istiyorum. Bu yaptığımı şimdiye kadar daha kimse yapmadı. Ama ben bu dünyanın ve insanlarının gülünç ahlak kurallarının ötesine vardım artık. Hoşça kal.
BELISA : Nereye gidiyorsun?
PERLIMPLIN (kapıda, sözlerine büyük bir anlam katarak) : Sonra her şeyi öğreneceksin. Sonra.
TABLO III
(Servi ve portakal ağaçlarından bir koru. Perde açıldığında Markolfa ve Perlimplin bahçede görünürler.)
MARKOLFA : Vakit geldi mi?
PERLIMPLIN : Hayır daha gelmedi.
MARKOLFA : Ama senyor ne düşündüler acaba?
PERLIMPLIN : Önceleri düşünmemiş olduğu her şeyi.
MARKOLPA (ağlayarak) : Benim suçum!
PERLIMPLIN : Ah, kalbimde sana karşı duyduğum şükranı bir bilsen.
MARKOLPA : Bunlar olmadan önce her şey o kadar iyi gidiyordu ki. Sabahları sütünü, kahveni, üzümlerini koyardım önüne…
PERLIMPLIN : Evet… Üzümleri! Üzümleri! Ama… ben? Sanki aradan yüzyıl geçmiş gibi. Dünyada bulunan olağanüstü şeyleri önceleri düşünemezdim bile. Daha eşikteydim o zamanlar. Bugün ise!… Belisa’nın âşkı eskiden hiç aldırmadığım değerli bir zenginlik kazandırdı bana. Anlamıyor musun? Artık gözlerimi kapayabilir ve ne istersem hayal edebilirim. Mesela annemi. Periler onu ziyarete gelmişlerdi. Bilirsin perileri… Minik minik. Ah, ne güzel. Nerdeyse parmağımı
kaldırsam üstünde dans edecekler.
MARKOLFA : Evet, evet, periler, periler ama öbür işten ne haber?
PERLIMPLIN : Hangi öbür iş? Haa, (Memnun.) karıma ne söyledin?
MARKOLFA : Bu gibi işlerde pek becerikli olmamakla birlikte senyorun emrettiği şeyleri söyledim. O delikanlının… saat tam onda her zamanki kırmızı pelerinine sarılı, bahçeye geleceğini…
PERLIMPLIN : Ya o?
MARKOLFA : Sardunya çiçeği gibi kıpkırmızı kesildi, ellerini kalbine bastırıp tatlı örgülerini öptü, öptü.
PERLIMPLIN (heyecanlı) : Demek sardunya çiçeği gibi kızardı, ha? Peki, ne dedi?
MARKOLFA : Hiç. Sadece içini çekti, o kadar. Ama ah, öyle bir iç çekiş!…
PERLIMPLIN : Öyleee! Hiçbir kadın şimdiye kadar öyle içini çekmemiştir! Değil mi?
MARKOLFA : Aşktan neredeyse çıldıracak.
PERLIMPLIN (titreyerek) : Öyle! Bana gerekli olan, o delikanlıyı kendi vücudundan daha çok sevmesi. Yoksa onu sevdiğine kuşku yok.
MARKOLFA (ağlayarak) : Sizi dinlemek beni korkutuyor… Ama olacak şey mi? Don Perlimplin sen nasıl olur da karını kendi elinle günahların en kötüsüne sürükleyebilirsin ?
PERLIMPLIN : Çünkü Perlimplin şerefsizin biri. Çünkü Perlimplin eğlenmek istiyor. Bu gece Belisa Hanımın bilinmeyen yeni sevgilisi gelecek. Bu durumda şarkı söylemeyip de ne yapayım yani? (Şarkı söyleyerek) Don Perlimplin şerefsizdir! Şerefsiz!
MARKOLFA : Senyor bilsinler ki şu andan sonra kendimi onun hizmetinden tamamen ayrılmış sayıyorum. Biz hizmetçilerin ne de olsa az çok bir utanma duygusu vardır.
PERLIMPLIN : Ah benim masum Markolfa’cığım. Yarın bir kuş kadar hür olacaksın. Yarına kadar bir sabretsen. Dediğimi yapacaksın değil mi?
MARKOLFA (gözyaşlarını kurulayarak) : Başka ne yapabilirim ki? Ne yapabilirim ki? (Ayrılır.)
(Tatlı bir serenat duyulur. Don Perlinmplin gül fidanlarının arkasına saklanır.)
BELİSA (içerden şarkı söyleyerek) :
Irmak kıyılarında
Geçen gece nemleniyor.
SESLER :
Geçen gece nemleniyor.
BELİSA :
Belisa’nın göğüslerinde
Çiçekler aşktan ölüyor.
SESLER :
Çiçekler aşktan ölüyor.
PERLIMPLIN :
Çiçekler aşktan ölüyor.
BELİSA :
Gece soyunmuş şarkı söylüyor
Mart köprüsü üstünde.
SESLER :
Mart köprüsü üstünde.
BELİSA :
Belisa vücudunu yıkıyor
Tuzlu sularla yağlarla.
PERLIMPLIN :
Çiçekler aşktan ölüyor.
BELİSA :
Anason, gümüş gecesi
Parıldayan dam üstlerinde.
SESLER :
Dam üstlerinde.
BELİSA :
Akarsuların aynaların gümüşü
Anasonu beyaz bacakların.
SESLER :
Çiçekler ,aşktan ölüyor.
(Belisa bahçede görünür. Çok hoş giyinmiştir. Ay sahneyi aydınlatır.)
BELİSA : Nedir bu her yanı saran tatlı sesler gecede? Senin sıcaklığını duydum, senin ağırlığını, ruhumun tatlı gençliği. Aaa! Dallar kıpırdanıyor…
(Kırmızı pelerinli bir genç adam çıkar. Sağlam adımlarla bahçeyi geçer.)
BELİSA : Şşşş. Buraya! Buraya!
(Genç adam eliyle işaret ederek hemen döneceğini söyler.)
BELİSA : Ah! Evet… Dön sevgilim! Yüzen bir yasemin. gibi köksüz, gök inecek nemli omuzlarının üstüne. Gece!
(Perlimplin saklandığı yerden çıkar.)
PERLIMPLIN : Ne arıyorsun burada?
BELİSA : Yürüyordum.
PERLİMPLİN : Sadece o kadar mı?
BELİSA : Duru gecede.
PERLİMPLİN (sert) : Ne yapıyordun burada?
BELİSA (şaşkın) : Bilmiyor musun?
PERLİMPLİN : Bir şey bilmiyorum ben.
BELİSA : Bana haber gönderen sensin.
PERLİMPLİN : Belisa… Hâlâ onu mu bekliyorsun?
BELİSA : Her zamankinden daha büyük bir özlemle.
PERLİMPLİN (yüksek sesle) : Neden?
BELİSA : Çünkü seviyorum onu.
PERLİMPLİN : Pekâlâ. Gelecek.
BELİSA : Teninin tatlı kokusu elbiselerinden taşıyor. Onu seviyorum, Perlimplin, onu seviyorum! Sanki bambaşka bir kadın olmuşum gibi geliyor bana.
PERLİMPLİN : O da benim zaferim.
BELİSA : Ne zaferi?
PERLİMPLİN : Hayalimin zaferi.
BELİSA : Onu sevmeme yardım ettiğin doğru.
PERLİMPLİN : Şimdi de yas tutmana yardım edeceğim gibi.
BELİSA (afallayarak) : Perlimplin! Neler söylüyorsun?
(Saat on’u çalar. Bir bülbül öter.)
PERLİMPLİN : Vakit geldi.
BELİSA : Şu anda burada olmalı.
PERLİMPLİN : Bahçenin duvarından atlıyor.
BELİSA : Kırmızı pelerinine sarınmış.
PERLİMPLİN (bir bıçak çekerek) : Kanı gibi kıpkırmızı.
BELİSA (tutarak) : Ne yapmak istiyorsun?
PERLİMPLİN (kucaklayarak) : Belisa, onu seviyor musun?
BELİSA : Evet!
PERLİMPLİN : Mademki onu o kadar çok seviyorsun, seni bırakmasını hiçbir zaman istemem, ona büsbütün sahip olabilmen için de en iyi çare bu bıçağı onun yiğit kalbine saplamak diye düşündüm. İster misin?
BELİSA : Tanrı adına, Don Perlimplin!
PERLİMPLİN : Sonra ölünce, onu yatağına alıp okşarsın —öylesine yakışıklı, öylesine güzel bir damat — «Ya beni sevmezse» diye en ufak bir korkuya kapılmadan. O ölülerin sonsuz aşkıyla sevecek seni. Bense senin karanlık vücudunun küçük kâbuslarından sıyrılacağım artık. (Kucaklayarak) Vücudun… hiçbir zaman elde edemeyeceğim vücudun! (Bahçeye bakarak) Bak nereden geliyor. Bırak Belisa! Bırak! (Koşarak çıkar.)
BELİSA (çaresiz) : Markolfa yemek odasından kılıcı getir bana. Kocamın boğazını keseceğim. (Bağırarak}
Don Perlimplin!
Kötü adam!
Sen onu öldürürsen,
Ben de seni öldürürüm!
(Geniş, kırmızı pelerine sarınmış bir adam dalların arasından çıkar. Yaralıdır, sendelemektedir.)
BELISA (onu kucaklayarak) : Damarlarını kim yardı da bahçemi kanınla suluyorsun? Sevgilim, bir an için olsun yüzünü göster bana. Ah! Seni kim öldürdü… Kim?
PERLIMPLIN (yüzünü açıp kişiliğini ortaya koyarak) : Kocan öldürdü beni. İşte şu zümrüt saplı bıçakla. (Göğsüne saplı bıçağı gösterir.)
BELISA (korkarak) : Perlimplin!
PERLIMPLIN : Ağaçların arasından kaçıp kayboldu. Onu artık bir daha göremeyeceksin. Beni öldürdü, çünkü seni sevdiğimi biliyordu. Şimdiye kadar hiç kimsenin sevmediği kadar çok… Bıçağı saplarken haykırıyordu: «Belisa’nın bir ruhu var artık.» Yaklaş. (Sıraya uzanmıştır.)
BELISA : Neden ama? Hem gerçekten de yaralısın.
PERLIMPLIN : Perlimplin öldürdü beni… Ah! Don Perlimplin! Genç bozuntusu ihtiyar, güçsüz kukla, Belisa’nın vücudunun zevkine erişemedin… Belisa’nın vücudu daha genç adaleler içindir. Sıcak dudaklar… Bense senin sadece vücudunu sevdim, sadece… vücudunu! Ama beni öldürdü o. Değerli taşlarla bezenmiş şu parıldayan dalla.
BELİSA : Ne yaptın?
PERLIMPLIN (ölüme yakın) : Anlamıyor musun? Ben ruhumum. Sen de vücudumsun. Bırak şu son anımda kollarının arasında öleyim, madem beni bu kadar çok seviyordun.
(Belisa yaklaşır ve onu kucaklar.)
BELISA : Evet… Ama ya o delikanlı? Beni neden aldattın?
PERLIMPLIN : O delikanlı!
(Gözlerini kapar. Sahne normal ışıkta kalmıştır, Markolfa girer.)
MARKOLFA : Senyora.
BELISA : Don Perlimplin öldü!
MARKOLFA : Biliyordum! Onu artık kırmızı gençlik elbiselerine sarabiliriz, hani kendi balkonu altında dolaşırken giydiklerine.
BELISA (ağlayarak) : Sözünden böyle döneceğini hiç tahmin etmemiştim.
MARKOLFA : Geç farkına vardın. Ona çiçekten bir taç yapacağım. Öğle güneşi gibi bir taç.
BELISA (şaşkın, başka dünyalarda gibi) : Perlimplin, ne yaptın Perlimplin?
MARKOLFA : Belisa sen artık bambaşka bir kadınsın. Sen efendinin en şanlı kanına büründün.
BELISA : O adam kimdi ama? Kimdi o?
MARKOLFA : Yüzünü hiçbir zaman göremeyeceğin güzel bir delikanlı.
BELISA : Evet, evet, Markolfa —onu seviyorum… vücudumun, ruhumun bütün gücüyle seviyorum— ama kırmızı pelerinli genç adam… O nerede?
MARKOLFA : Don Perlimplin, sen uyu, sakin uyu… Duyuyor musun? Don Perlimplin… Duyuyor musun?
(Çanlar çalar.)
PERDE