Medeni Usul Hukuku Kapsamlı Ders Notu

*MEDENİ USUL HUKUKUNUN YARGI ÇEŞİTLERİ İÇİNDEKİ YERİ VE BÖLÜMLERİ*

I. Genel Bakış

  • Yargı, yasama, yürütme gibi Cumhuriyet’in temel organlarından biridir. Yargı faaliyeti biçimsel ve şeklî olarak ikiye ayrılır. Biçimsel olarak faaliyette bulunan makamdır.
  • Maddi anlamda yargı ise, maddi hukuk kurallarının bağımsız hakimler tarafından uygulanmasıdır.

II. Yargı Çeşitleri

II.a. Anayasa Yargısı

  • Anayasa madde 146 ile 153 arası ve 158. Maddelerde yer almaktadır.
  • Bireysel başvuruları inceleyip karara bağlamak, AYM ve Yüce Divan sıfatıyla baktığı işlerdeki faaliyet yargısal faaliyettir.
  • Usulü Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’da yer alır.

II.b. İdari Yargı

  • İdari makamların kamu hukuku alanındaki faaliyetlerinden doğan uyuşmazlıkların çözülmesi söz konusudur.
  • Genel İdari Yargı ve Askeri İdari Yargı olarak ikiye ayrılmaktadır.

Genel İdari Yargı;

İdare, Vergi, Bölge İdare Mahkemeleri, idari mahkemelerdir. Yüksek Mahkemesi Danıştay’dır. Usulü İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda yer alır.

Askeri İdari Yargı;

Asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesidir. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’dir. Usul Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’dur.

II.c. Adli Yargı

c.1. Ceza Yargısı

c.1.1. Genel Ceza Yargısı

– Konusu; ceza mahkemelerinin ceza hukuku alanındaki faaliyetleridir. Ceza Usulü Hukuku da denir.

– Usulü, Ceza Muhakemesi Kanunu’nda yer alır. Yüksek mahkeme Yargıtay’dır.

c.1.2. Askeri Ceza Yargısı

– Konusu; Askeri Mahkemelerin askeri ceza hukuku alanındaki yargısal faaliyetleridir.

– Usulü Askeri Mahkemeleri Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu’nda yer alır. Yüksek mahkeme Askerî Yargıtay’dır.

c.2. Medeni Yargı

– Hukuk mahkemelerinin özel hukuk alanındaki yargısal faaliyetleridir.

– Çekişmeli ve çekişmesiz yargı yani nizalı ve nizasız kaza olarak ikiye ayrılır.

III. Medeni Yargı ve Diğer Yargı Kolları Arasındaki Farklar

III.a. Medeni Yargı – Anayasa Yargısı

-Ana fark, anayasa yargısının konusu, anayasa hukuku, yani kanunlar, KHK’ler, TBMM iç tüzüğünün Anayasa’ya uygunluğunu denetlemek ve Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden AİHS kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla, 23.09.2012 tarihinden itibaren sonra kesinleşen işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları karara bağlamaktır. Medeni yargının konusu ise, özel hukuk alanındaki uyuşmazlıklardır.

III.b. Medeni Yargı – İdari Yargı

b.1. Genel Kural

– İdari yargının konusui idarenin idare hukuku alanındaki faaliyetleriyle ilgili uyuşmazlıklardır. Medeni yargının konusu özel hukuk alanındaki uyuşmazlıklardır.

– İdare, bir işlemi, eylemi veya sözleşmeyi yaparken özel hukuk kişilerinin üzerinde kamu gücü kullanarak bir kamu tüzel kişisi olarak hareket etmiş ise, uygulanacak hukuk idare hukukudur, idari yargı mercilerinde görülür.

– İdarenin istisnai olarak bazı hallerde bir kamu kurumu olarak değil de özel hukuk tüzel kişisi gibi özel hukuk kurallarına göre işlem eylem ve sözleşme yapabilmesi de mümkündür. İdarenin özel hukuk alanına giren bir faaliyeti söz konusudur ve özel hukuk alanında idarenin özel hukuk kişilerine karşı bir üstünlüğü yoktur.

– İdarî davalar, İYUK ve AYİMK’da sayılmıştır.

b.2 İdari Yargının Görev Alanına Girmeyen (Medeni Yargının Görev Alanına Giren) Bazı Davalar

b.2.1. Özel Kanun Hükümlerine Göre İdari Yargının Görev Alanına Girmeyen Bazı Davalar

– Kural olarak, idari davaları çözümlemek yetkisi idarî yargı mercilerine ait ise de, kanun koyucu idari yargının görevine dahil bulunan bir uyuşmazlığın çözümlenmesini adlî yargının görevi içinde değerlendirerek bu yolda açık bir hüküm koyabilir.

b.2.1.1. Kamulaştırma ile ilgili bazı davalar

b.2.1.2. İmar kanununa göre açılan bedelin indirilmesi davası

b.2.1.3.Hakimin sorumluluğuna ilişkin davalar

b.2.1.4.Bilirkişinin hukuki sorumluluğuna ilişkin davalar

b.2.1.5. İcra ve iflas dairesi görevlilerinin kusurundan doğan tazminat davaları

b.2.1.6. Tapu sicilinin tutulmasından doğan zarardan dolayı devlete karşı açılan tazminat davaları

b.2.1.7. Devlete ait araçların verdikleri zararlara ilişkin sorumluluk

b.2.1.8. Sular hakkında kanuna göre açılan davalar

b.2.1.9. Sosyal sigortalar ve genel sağlık sigortası kanununa göre açılan davalar

b.2.1.10. Milli müdafaa mükellefiyeti kanununa göre açılan davalar

b.2.1.11. Orman sınırlamasına itiraz davaları

b.2.1.12. Olağanüstü hal kanununa göre açılan davalar

b.2.1.13. Diğer

b.2.2. Özel Hukuk Kişilerine Karşı Açılan Davalar

-Gerçek kişilere ve özel hukuk tüzel kişilerine karşı idari mahkemelerde idari dava açılamaz, idari davalar idareye karşı açılır.

-Bunlar, adliye mahkemelerinde görülür.

-Bir idari işlem veya idari eylemle ilgili olsa bile, özel hukuk kişilerine karşı dava, adliye mahkemelerinde açılır.

-Hukuk mahkemesinde özel hukuk kişisine karşı açılan bir davada idare de davalı gösterilirse, hukuk mahkemesi, idareye karşı açılmış davayı ayırarak davanın bu bölümü için görevsizlik kararı verir.

b.2.3. İdare Tarafından Açılan Davalar

– İdare tarafından açılan davalar kural olarak adliye mahkemelerinde görülür. Çünkü idari davalarda idarenin davacı olması mümkün değildir.

III.c. Medeni Yargı – Ceza Yargısı

-Ceza yargısının konusu, devletin cezayı gerektiren fiillerden ötürü faili cezalandırma hakkıdır. Medeni yargının konusu, hukuk mahkemelerinin özel hukuk alanındaki yargısal faaliyetleridir.

-Bazı hallerde, aslında medeni yargıya tabi olan bir davanın özel bir kanun hükmü ile ceza yargısında görüleceği hükme bağlanmıştır.

-Bazı hallerde ise, aslında ceza yargısına tabi olan bir davanın özel bir kanun hükmü ile medeni yargıda görüleceği hükme bağlanmıştır.

-HMK bazı halleri suç sayarak bu suçlar için disiplin para cezası verileceği hükme bağlamıştır. Bunlara hukuk mahkemesi tarafından hükmolunur.

-Bir fiilin suç sayılıp sayılmaması, özel hukuka ilişkin bir meselenin halline bağlı ise, ceza mahkemesi bu meseleyi ceza yargısı kurallarına göre kendisi halledebilir.

-Askeri ceza yargısı niteliği bakımından ceza yargısının özel bir çeşidi olduğundan medeni yargı – ceza yargısı ayrımına ilişkin açıklamalar burası için de geçerlidir.

IV. ÇEKİŞMELİ – ÇEKİŞMESİZ YARGI FARKI

-Burada en önemli kıstas, çekişme yokluğudur. Çekişmeli yargı, taraflar arasında ortaya çıkmış bulunan bir uyuşmazlık hakkında karar verilmesi talebi ile açılan davalarla meşgul olur. Buna karşılık, çekişmesiz yargıya tabi işlerde, ortada ilgililer arasında kural olarak bir çekişme yoktur.

-İlgililerin özel hukuk kişilerine karşı ileri sürebilecekleri sübjektif haklarının bulunmadığı işler, sübjektif hakkın yokluğu ölçütüne göre çekişmesiz yargıya tabidir.

-Çekişmeli yargıda mahkemenin bir davaya kendiliğinden bakması imkansızdır.

-Uygulamada çekişmesiz yargı işleri için “dava”, “hasımsız dava” ve “tek taraflı dava” terimleri kullanılmaktadır.

-Bazı Yargıtay kararlarında çekişmesiz yargı işlerinde herhangi bir kişinin hasım olarak gösterilmesinin gereksiz olduğu belirtilmekte ve çekişmesiz yargı işleri için dava terimini kullanmayıp, istek veya istem terimleri kullanılmaktadır.

-Yalnız çekişme yokluğundan dolayı çekişmesiz yargıya tabi olan bir işin, sonradan çekişmesiz yargıdan çıkıp çekişmeli yargıya geçmesi söz konusu olabilmektedir.

-Çekişmesiz yargı kararları maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmezler.

V.YARGI YOLU İTİRAZI VE UYUŞMAZLIĞI

-Bir dava, ait olduğu yargı çeşidinden başka bir yargı çeşidine dahil olan bir mahkemede açılırsa, davalı buna itiraz edebilir. Bu itiraza, yargı yolu itirazı denir.

-Bir işin hangi yargı çeşidine ait olduğu hakkında iki ayrı yargı kolundaki mahkemeler arasında olumlu veya olumsuz uyuşmazlık çıkabilir. Buna da yargı yolu uyuşmazlığı denir.

*ÇEKİŞMELİ YARGININ NİTELİĞİ VE ÖNEMİ*

-Çekişmeli yargı, özel hukuk alanında doğan ve mahkemelerin önüne gelen uyuşmazlıkların hangi mahkemeler tarafından ve hangi usullere göre incelenip karara bağlanacağını düzenleyen hukuk koludur.

– Kişiler, hukukun kendilerine tanımış olduğu haklara bir tecavüz olmadığı, bunlara uyulduğu sürece, başkaları ile uyuşmazlığa düşmezler.

-Bazı hallerde, objektif hukukun kişilere tanıdığı sübjektif haklar üzerinde kişiler arasında uyuşmazlık çıkabilir. Bu kasten tanımama veya bilerek ve isteyerek ihlal etme şeklinde olabilir veya kendi hakları sanarak uyuşmazlığa düşebilirler. Burada, kimin haklı olduğunun tespiti, haklı olanın hakkının tanınması ve yerine getirilmesi için mahkemeye başvurulur.

-Hakkı tecavüze uğrayan ve tanınmayan kimse, kendiliğinden, mahkeme dışı yollarla hakkına kavuşmaya çalışması caiz değildir. Ancak devletin yardımının zamanında yetişememesi hali olan bazı istisnai hallerde, hukukumuzda kendiliğinden hak alma kabul edilmiştir.

-Hakkına tecavüz edilen kimsenin hakkı almak için mahkeme dışı bir yol da tahkim yoludur. Bazı durumlarda mecburi tahkim söz konusudur. Hiçbir resmi sıfatı bulunmayan hakemler, tıpkı bir mahkeme gibi, taraflar arasındaki davayı inceleyip karara bağlar.

-Çekişmeli yargı, kişiler lehine yeni haklar doğmasına hizmet etmez. Objektif hukukun kişilere tanıdığı ancak çekişmeli olan sübjektif hakların gerçekleştirilmesi için mahkemeye başvurulur. Mahkemenin hükmü davacının iddia ettiği sübjektif hakkının mevcut olup olmadığı tespit edilir. Mahkemenin kararı iddia edilen hak bakımından inşai değil, belirtici bir karardır.

-Bazı hallerde davacı, aslında haksız olmasına rağmen davalı kendisini gereği gibi savunamadığı veya savunmasını gereği gibi ispat edemediği için davayı kazanabilir. Bu durumda mahkemenin kararı ile davacı lehine yeni bir hak yaratılmış olur. Bu örnek, çekişmeli yargının önemi bakımından dikkate alınmalıdır.

-Devlet mahkemesinin kararı ile kesin olarak tespit edilen hakkın yerine getirilmesi için son aşama cebri icradır. Cebri icra hukukunun yardımı ile, kişilerin hakkı devletin cebri icra organları tarafından yerine getirilir ve kişiler haklarına kavuşur.

-Şu halde, çekişmeli yargı, objektif hukukun kişilere tanıdığı fakat başkaları tarafından itiraza uğrayan sübjektif hakların gerçekleşmesini sağlamak suretiyle toplum içinde hukuk barışını sağlamak görevindedir.

*MEDENİ USUL HUKUKUNUN KAYNAKLARI*

I.HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU (6100)

– Medeni usul hukukunun en önemli kaynağıdır.

– Esas itibariyle 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun aksayan ve eskiyen yanlarının düzeltilmesi, ihtiyaç duyulan bazı yeni hükümlerin kabulü, yargılama sistemimizin daha basitleştirilmesi, usul hukukunun amacı olan maddî gerçeğe ulaşılmasını sağlama yönünde düzenlemeler yapılması, mahkeme dışı çözüm yolları ile sulh veya uzlaşmayı mümkün kılacak altyapının oluşturulması ve yargılamada güncel teknik gelişme ve kolaylıklardan yararlanılması gibi temel ilkeler çerçevesinde hazırlanmıştır.

-Medeni yargıya dahil hukuk mahkemelerinde bölge adliye mahkemelerinde ve Yargıtay’da uygulanır.

II. MADDİ HUKUKA AİT KANUNLARDAKİ USUL HÜKÜMLERİ

-Maddi hukuk ilişkilerini düzenleyen bazı kanunlarda da bazı usul hükümleri vardır. Örnek; TMK.

– Bazı özel kanunlarda konularıyla ilgili hususlar hakkında özel usul hükümleri de vardır. Örnek; Kamulaştırma Kanunu m.14-18)

-İcra iflas işlerine ilişkin davalar için özel yetki ve usul hükümleri vardır.

– Bu açıklamalar, çekişmeli yargı için söz konusudur.

– Çekişmesiz yargıya ilişkin usul hükümleri de vardır.

III. ÖZEL MAHKEMELER İÇİN KONULMUŞ ÖZEL USUL HÜKÜMLERİ

-İş Mahkemeleri Kanunu, Kadastro Kanunu, Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanun, Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun vb.

IV. MEDENİ USUL HUKUKU İLE İLGİLİ YÖNETMELİKLER

-HMK, bu kanunun uygulanması ile ilgili bazı yönetmelikler çıkartılacağını ve yeni yönetmelikler yürürlüğe konuluncaya kadar, mevcut yönetmeliklerin 6100 sayılı HMK’na aykırı olmayan hükümlerinin kullanılmaya devam olunacağını belirtmektedir.

V. YARGITAY KARARLARI

-Bu kararlar yardımıyla, kanunun açık olmayan noktaları aydınlanmakta, boşluklar doldurulmakta ve usul kurallarının yurdun her yerinde aynı şekilde uygulanması sağlanmaktadır.

*MAHKEMELER*

-Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır. (Anayasa m.9)

-Mahkemeler teşkilatını, çalışan kişileri, dış şartları, görev ve yetkileri, işbölümünü, yargı yolu itirazı ve uyuşmazlığını, hukuki yardımı ve yardımcı organları inceleyeceğiz.

MAHKEMELER TEŞKİLATI

-Mahkemelerin kuruluşu kanunla düzenlenmektedir. Mahkemeler teşkilatı yurdumuzda, 5235 sayılı Adli Mahkemeler Kanunu ile düzenlenmiştir. Bu kanun, ilk derece mahkemeleri ile bölge adliye mahkemelerinin teşkilatını düzenlemekte olup, Yargıtay teşkilatı 2797 sayılı Yargıtay Kanunu ile düzenlenmiştir.

– 5235 sayılı kanunla yurdumuzda mahkemeler 3 dereceli hale getirilmiştir;

1) İlk Derece Mahkemeleri

2) İstinaf (Bölge Adliye Mahkemeleri)

3) Yargıtay

I.İlk Derece Mahkemeleri

-Adli yargı ilk derece mahkemeleri hukuk ve ceza mahkemeleridir.

-İlk derece mahkemeleri genel ve özel olarak ikiye ayrılır.

I.a. GENEL MAHKEMELER

-Buradaki genel görevli mahkemeler terimi, özel mahkemeler teriminin karşıtı olarak kullanılmaktadır.

-Bakacağı işler/davalar, belli bir kişi ve iş gruplarına göre sınırlandırılmamış olan, bilakis aksi yazılı olmadıkça medeni usul hukukuna giren her türlü işe bakan mahkemelere denir.

– ADLİ MAHKEMELER KANUNU MADDE 4. – Hukuk mahkemeleri, sulh hukuk ve asliye hukuk mahkemeleri ile özel kanunlarla kurulan diğer hukuk mahkemeleridir.

ADLİ MAHKEMELER KANUNU MADDE 6. – Sulh hukuk mahkemeleri, 18.6.1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile diğer kanunlarda belirtilen görevleri yerine getirir.

Asliye hukuk mahkemeleri, sulh hukuk mahkemelerinin görevleri dışında kalan ve özel hukuk ilişkilerinden doğan her türlü dava ve işler ile kanunların verdiği diğer dava ve işlere bakar.

Özel kanunlarla kurulan hukuk mahkemelerinin görevleri saklıdır.

-Asliye hukuk mahkemeleri, sulh hukuk mahkemeleri ile özel mahkemelerin görevleri dışında kalan ve özel hukuk ilişkilerinden doğan her türlü dava ve işler ile kanunların verdiği diğer dava ve işlere bakar.

-Sulh hukuk mahkemeleri, HMK m.4’de sayılan davalarla HMK’nun ve diğer kanunların sulh hukuk mahkemesi veya sulh hukuk hâkimini görevlendirdiği dava ve işlere bakar.

HMK MADDE 4- (1) Sulh hukuk mahkemeleri, dava konusunun değer veya tutarına bakılmaksızın;

a) Kiralanan taşınmazların, 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununa göre ilamsız icra yoluyla tahliyesine ilişkin hükümler ayrık olmak üzere, kira ilişkisinden doğan alacak davaları da dâhil olmak üzere tüm uyuşmazlıkları konu alan davalar ile bu davalara karşı açılan davaları,

b) Taşınır ve taşınmaz mal veya hakkın paylaştırılmasına ve ortaklığın giderilmesine ilişkin davaları,

c) Taşınır ve taşınmaz mallarda, sadece zilyetliğin korunmasına yönelik olan davaları,

ç) Bu Kanun ile diğer kanunların, sulh hukuk mahkemesi veya sulh hukuk hâkimini görevlendirdiği davaları,

görürler.

– 6100 sayılı HMK m.2.1’e göre dava konusunun değer ve miktarına bakılmaksızın malvarlığına ilişkin davalar ve şahıs varlığına ilişkin davalarda görevli mahkeme, aksine bir düzenleme bulunmadıkça asliye hukuk mahkemesidir.

-Tek hakimli olan sulh hukuk mahkemelerinin görevlerini gösteren HMK m.4, saydığı davalarda, dava konusunun değer ve miktarına bakmaksızın saydığı davalarda sulh hukuk mahkemesinin görevli olduğunu düzenlemiştir.

-HMK m.2 ve HUMK m.8’in asliye hukuk ve sulh hukuk ayrımıyla ilgili sınırı kaldırmış olması sebebiyle kanunlarda sulh hukuk mahkemesinin görevli olduğunun açıkça gösterilmediği malvarlığı davalarında değer veya miktarı ne olursa olsun asliye hukuk mahkemesi görevli mahkemedir.

-Sulh hukuk mahkemelerinin alanı böylece daralmış olsa da hala özel görevli mahkemelere göre alanları nispeten daha geniştir.

-Çok geniş bir uygulama alanı bulunan çekişmesiz yargı işlerinde de görevli mahkeme aksine hüküm bulunmadıkça sulh hukuk mahkemesidir.

-Asıl olan bir davanın genel mahkemede görülmesidir. Yani, özel mahkemede bakılacağına dair bir hüküm bulunmayan her dava genel mahkemelerde görülür.

-Bir yerde iş azlığı nedeniyle özel bir mahkeme kurulmamışsa o özel mahkemenin iş ve davalarına da o yerdeki genel mahkeme tarafından bakılır.

-Asliye hukuk mahkemesi, sulh hukuk mahkemesinin üzerinde bir yargı yeri değildir. Her iki mahkeme de ilk derece hüküm mahkemesidir.

– Her il merkezi ile bölgelerin coğrafi durumları göz önünde bulundurularak belirlenen ilçelerde asliye hukuk mahkemesi vardır.

-Asliye hukuk mahkemeleri tek hakimlidir.

-Adliye teşkilatı bulunan her yerde en az iki hakim görev yapmaktadır. İşi az olan ilçelerde, HSYK kararı ile asliye hukuk ve sulh hukuk hakiminin görevlerini aynı hakim yapabilmektedir. İşi daha çok olan yerlerde, hukuk dairelerinin birden fazla dairesi oluşturulabilir.

-Bu daireler numaralandırılır. Daireler, tevzi edilen davalara bakmak durumundadır. Bunların hepsi, o yer asliye hukuk mahkemesine dahil olup, asliye hukuk mahkemelerinin her biri o yer asliye mahkemesinin birer dairesi durumundadır.

-Asliye Hukuk Mahkemeleri ve Asliye Ticaret Mahkemeleri arasındaki ilişki, TTK m.5’de düzenlenmiştir. Asliye ticaret mahkemeleri yalnızca ticari davalara ve işlere bakar. Bazı ticaretin çok olduğu yerde bu ihtiyaç doğmuştur ve bu ticaret mahkemeleri de asliye hukuk mahkemesinin daireleri durumundadır. Ayrı bir asliye ticaret mahkemesi bulunmayan yerlerde, o yer asliye hukuk mahkemesi aynı zamanda asliye ticaret mahkemesi görevini de yapmaktadır.

-Birden fazla asliye hukuk mahkemesi arasındaki ilişki: iş dağılımı

-Asliye hukuk mahkemeleri ve asliye ticaret mahkemeleri arasındaki ilişki: görev ilişkisi

I.b.ÖZEL MAHKEMELER

-Belirli kişiler arasında çıkan uyuşmazlıklara veya belli çeşit uyuşmazlıklara bakmak için kurulmuş olan mahkemelerdir.

-Baktıkları işler genel değil, özeldir. Belli kişiler ve konular bakımından sınırlandırılmıştır. Özel mahkemeler yalnızca özel kanunlarda gösterilmiş olan işlere ve davalara bakarlar, bunun dışındaki işler ve davalar genel mahkemelerin görev alanına girer.

-Bu mahkemeler, AY m.37’deki tabii yargıç ilkesine aykırı değildir. Bu yasak, hali hazırda bu mahkemeler varken, belli kişilere ilişkin mahkeme kurulmasını engellemek içindir.

-Kuruluşları mutlaka özel bir kanun hükmü ile düzenlenir. AY m.37’ye aykırı olmama koşulları bu şekildedir.

-Her özel mahkemede uygulanacak yargılama usulü hakkında bazı özel usul hükümleri konulmuştur. HMK hükümleri bu özle usul hükümleri dışında özel mahkemelerde de uygulanır.

-Özel mahkemelerin kuruluşu, işleyişi ve özel mahkemelerde uygulanan yargılama usulü, genel mahkemeye oranla bazı özellikler arz eder. Bu nedenle özel mahkemelerin çeşitleri, kuruluşu, işleyişi, görevleri ve yargılama usulleri, genel mahkemelerde uygulanan yargılama usulü görüldükten sonra incelenecektir.

-Genel mahkemeler ile özel mahkemeler arasındaki ilişki görev ilişkisidir.

II.Bölge Adliye Mahkemeleri (İstinaf)

-Asıl görevleri, ilk derece mahkemelerince verilen kesin olmamış hüküm ve kararlarına karşı yapılacak başvuruları incelemektir.

II.a.Teşkilatı

-Bölgenin coğrafi durumları ve iş yoğunluğu göz önünde bulundurularak belirlenen yerlerde kurulur.

-5235 sayılı kanun, bu mahkemelerin kuruluşları, yargı çevreleri ve tüm yurtta göreve başlayacakları tarihin Resmi Gazete ile ilan edileceğini öngörmüştür.

-Hali hazırda kurulan istinaf mahkemeleri vardır, ancak bu mahkemelerin faaliyete geçecekleri tarih henüz belli değildir.

-İstinaf mahkemeleri, başkanlık, başkanlar kurulu, daireler, bölge adliye mahkemesi Cumhuriyet başsavcılığı ve adalet komisyonu, müdürlüklerden oluşur. Her istinaf mahkemesinde en az 3 hukuk ve en az 2 ceza dairesi bulunur (arttırılıp azaltılabilir). Dairelerde 1 başkan ve yeteri kadar üye bulunur.

-Her daire 1 başkan ve 2 üyenin katılmasıyla toplanır. Görüşmeler gizli yapılır. Kararlar çoğunlukla verilir. Hukukî ya da fiilî nedenlerle bir daire toplanamazsa, başkanlar kurulunun kararıyla diğer dairelerden, bu da mümkün olmazsa HSYK tarafından diğer istinaf mahkemelerinden yetkili olarak görevlendirilen üyelerle eksiklik tamamlanır. Daire başkanının hukuki veya fiilî nedenlerle bulunamaması halinde, dairenin en kıdemli üyesi başkanlık eder.

II.b.Görevleri

-Genel olarak şu şekildedir;

1) Adli yargı ilk derece mahkemelerince verilen ve kesin olmayan hüküm ve kararlara karşı yapılacak başvuruları inceleyip karara bağlamak,

2) Kanunlarca verilen diğer görevleri yapmak;

Bu görevler 5235 sayılı kanunun 33.maddesinde tanımlanır.

  • Adlî yargı ilk derece hukuk mahkemelerinden verilen ve kesin olmayan hüküm ve kararlara karşı yapılan başvuruları inceleyip karara bağlamak,
  • Yargı çevresi içinde bulunan adlî yargı ilk derece hukuk mahkemeleri arasındaki yetki ve görev uyuşmazlıklarını çözmek
  • Yargı çevresindeki yetkili adlî yargı ilk derece hukuk mahkemesinin bir davaya bakmasına fiili veya hukuki bir engel çıktığı, veya iki mahkemenin yargı sınırları kapsamının belirlenmesinde tereddüt edildiği takdirde, o davanın istinaf mahkemesi içerisinde başka hukuk mahkemesine nakline veya yetkili mahkemenin tayinine karar vermek
  • Kanunlarla verilen diğer görevleri yapmak

ADLİ MAHKEMELER KANUNU MADDE 36. – Bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinin görevleri şunlardır:

1. Adlî yargı ilk derece hukuk mahkemelerinden verilen ve kesin olmayan hüküm ve kararlara karşı yapılan başvuruları inceleyip karara bağlamak,

2. Adlî yargı ilk derece mahkemesi olarak; yargı çevresi içerisindeki adlî yargı ilk derece mahkemesi hâkimleri aleyhine Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa göre açılan tazminat davalarına bakmak,

3. Yargı çevresi içerisinde bulunan adlî yargı ilk derece hukuk mahkemeleri arasındaki yetki ve görev uyuşmazlıklarını çözmek,

4. Yargı çevresindeki yetkili adlî yargı ilk derece hukuk mahkemesinin bir davaya bakmasına fiilî veya hukukî bir engel çıktığı veya iki mahkemenin yargı sınırları kapsamının belirlenmesinde tereddüt edildiği takdirde, o davanın bölge adliye mahkemesi yargı çevresi içerisinde başka bir hukuk mahkemesine nakline veya yetkili mahkemenin tayinine karar vermek,

5. Kanunlarla verilen diğer görevleri yapmak.

III.Yargıtay

-Adli yargı alanındaki en yüksek mahkemedir. Adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme mercii Yargıtay’dır.

-Yargıtay, bölge istinaf mahkemeleri kurulana kadar ilk derece mahkemelerinden verilen temyizi kabil nihai kararlara karşı temyiz başvurularını; adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı nihai karar ve hükümleri son merci olarak inceleyip karara bağlar, kanunla gösterilen belli davalarda da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakar. Bundan başka Yargıtay, içtihat birliğini gerçekleştirmede de görevlidir.

III.a.Teşkilat

-2797 sayılı Yargıtay Kanunu ve Yargıtay İç Yönetmeliği uygulamadadır.

-Birinci Başkanlık, Birinci Başkanlık Kurulu, Yönetim Kurulu, Daireler, Cumhuriyet Başsavcılığı, idari birimler ve bürolardan oluşur.

-38 daire vardır. Daireler hukuk ve ceza daireleri olarak Yargıtay Büyük Genel Kurulu tarafından belirlenir. Her dairede 1 daire başkanı ve yeteri kadar Yargıtay üyesi bulunur.

-Birinci Başkan’ın başkanlığında, birinci başkanvekilleri, daire başkanları, Cumhuriyet Başsavcısı, Cumhuriyet Başsavcı Vekili ve Yargıtay üyelerinden meydana gelen kurula, Yargıtay Büyük Genel Kurulu denir.

– Hukuk dairelerinin başkan ve üyelerinin oluşturduğu kurula Hukuk Genel Kurulu, ceza dairelerinin başkan ve üyelerinin oluşturduğu kurula Ceza Genel Kurulu denir.

III.a.1. Hukuk Daireleri

-Daire başkanı ve dört üyenin katılması ile toplanır. İşi görüşür ve salt çoğunluk ile karar verirler.

-Her dairede yeteri kadar tetkik hakimi bulunur. Tetkik hakimleri, daire başkanlarının kendilerine verecekleri dosyaları süresinde incelerler, incelemeleri sonucu düşünceleriyle birlikte bütün delilleri kapsayacak şekilde düzenleyecekleri raporları kurulda okurlar ve gerekli açıklamayı yaparlar.

III.a.2. Hukuk Genel Kurulu

-Tüm hukuk dairelerinin başkan ve üyelerinin oluşturdukları kurula denir.

-Hukuk ve ceza genel kurulları, görevlerinin özelliği gözönüne alınarak kanunda belirlenen sayıya göre toplanır.

III.b. Görevleri

III.b.1. Genel Bilgi

-Anayasa m.154 ve Yargıtay Kanunu m.13’e göre Yargıtay’ın görevleri şunlardır;

YARGITAY KANUNU MADDE 13 – Yargıtayın görevleri şunlardır:

1. Adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümleri ilk ve son merci

olarak inceleyip karara bağlamak,

2. Yargıtay Başkan ve üyeleri ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekili ve özel

kanunlarında belirtilen kimseler aleyhindeki görevden doğan tazminat davalarına ve bunların kişisel suçlarına ait ceza

davalarına ve kanunlarda gösterilen diğer davalara ilk ve son derece mahkemesi olarak bakmak,

3. Kanunlarla verilen diğer işleri görmek.

ANAYASA MADDE 154- Yargıtay, adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adlî yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir. Kanunla gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakar.

Yargıtay üyeleri, birinci sınıfa ayrılmış adlî yargı hâkim ve Cumhuriyet savcıları ile bu meslekten sayılanlar arasından Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca üye tamsayısının salt çoğunluğu ile ve gizli oyla seçilir.

Yargıtay Birinci Başkanı, birinci başkanvekilleri ve daire başkanları kendi üyeleri arasından Yargıtay Genel Kurulunca üye tamsayısının salt çoğunluğu ve gizli oyla dört yıl için seçilirler; süresi bitenler yeniden seçilebilirler.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Cumhuriyet Başsavcıvekili, Yargıtay Genel Kurulunun kendi üyeleri

arasından gizli oyla belirleyeceği beşer aday arasından Cumhurbaşkanı tarafından dört yıl için seçilirler. Süresi bitenler yeniden seçilebilirler.

Yargıtayın kuruluşu, işleyişi, Başkan, başkanvekilleri, daire başkanları ve üyeleri ile Cumhuriyet Başsavcısı ve Cumhuriyet Başsavcıvekilinin nitelikleri ve seçim usulleri, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir.

III.b.2. Yargıtay Hukuk Dairelerinin Görevleri

-Kendi aralarında işbölümü esasına göre çalışır. Daireler arasındaki işbölümü, Yargıtay Başkanlar Kurulunca hazırlanan karar tasarısının Yargıtay Büyük Genel Kurulu tarafından onaylanmasının takiben Resmi Gazete ’de yayınlanması ile yürürlüğe girer.

-Bir mahkeme kararı temyiz edilince, kararı vermiş olan mahkeme dava dosyasını görevli Yargıtay dairesine gönderir. Mahkeme, dava dosyasını yanlış Yargıtay dairesine gönderirse bu daire, dosyayı görevli Yargıtay dairesine havale eder.

-Mahkeme hakimi, dava dosyasını Yargıtay’a gönderirken, temyiz dilekçesinde gösterilmiş olan daire ismi ile bağlı kalmaksızın dosyanın görevli daireye gönderilmesini sağlar.

-Daireler arası işbölümü, görev ilişkisi değildir.

-Bir Yargıtay dairesi, temyiz için kendisine gelen dosyayı önce aidiyet yani işbölümü bakımından inceler, temyiz incelemesinin kendi işbölümü alanına girdiği kanısına varır ve başkaca usuli eksiklik yoksa esas hakkında temyiz incelemesi yapar ve karar verir.

-Eğer kendisinin işbölümü alanına girmediğine kanaat getirilirse, görevsizlik kararı vererek dosyayı mahkemeye geri göndermez, dosyayı kendi kanısına göre görevli sandığı Yargıtay dairesine gönderir. Gönderilen daire, temyiz incelemesinin kendi iş alanına girdiği kanısında ise, dosya hakkında temyiz incelemesi yapar ve karar verir.

-Bu daire de kendini görevli saymaz dosyayı gönderen dairenin görevli olduğunu söylerse, Yargıtay daireleri arasında görev uyuşmazlığı çıkmış olur. Bu görev uyuşmazlığı Yargıtay Hukuk Daireleri Başkanlığı Kurulu’nca kesin olarak karara bağlanır.

III.b.3. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun Görevleri

-Dört çeşit görevi vardır;

* Mahkemelerin vermiş oldukları direnme kararlarını temyizen inceleyip kesin olarak karara bağlar

* Yargıtay Başkan ve üyeleri, C.Başssavcısı ve C.Başsavcı vekili ile kanunen onlar durumunda bulunan kimselere karşı açılan görevden doğan tazminat davalarına ilk mahkeme olarak bakar ve bu davaları kesin hükme bağlar.

* Yargıtay özel dairelerinin ilk mahkeme olarak verdikleri hüküm ve kararları temyizen inceler.

*Bazı hallerde içtihatların birleştirilmesine de karar verir.

*MAHKEMELERDE ÇALIŞAN KİŞİLER*

I.HAKİMLER

-Hakimlik ile ilgili düzenlemeler Anayasa’nın 140.3 ve Hakimler ve Savcılar Kanunu’nda yapılmıştır.

I.a. Hakimlik Mesleğine Giriş

I.a.1. Adaylık

-Bir adaylık(staj) döneminden geçilmesi ve bunun sonucunda adayın hakimliğe ehil olduğunun anlaşılması gerekmektedir.

-Hakim ve savcı adayları, Adalet Bakanlığı tarafından sınavla tespit ve tayin edilir.

-Adli, idari ve askeri yargı hakim ve savcı adayları ile noterler ve talep halinde avukatların, meslek öncesi ve meslek içi eğitimi görevini yerine getirmek üzere Türkiye Adalet Akademisi kurulmuştur.

-Atananların meslek öncesi eğitim süresi 2 yıldır. Hazırlık eğitimi, staj dönemi ve son eğitim dönemi olmak üzere 3 dönemi kapsar.

I.a.2. Hakimliğe Tayin

-Meslek öncesi eğitim (staj) sonunda, başarılı olan adayların mesleğe kabullerine HSYK karar verir. Görev yerleri HSYK tarafından yapılacak olan kurada belirlenip, atamaları HSYK tarafından yapılır.

-Meslek, üçüncü sınıf, ikinci sınıf, birinci sınıfa ayrılma ve birinci sınıf olmak üzere 4’e ayrılır.

I.b.Hakimlik Mesleği

-Görevlerinde bağımsızdırlar.(Anayasa m.138) Anayasa’ya, kanuna uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. (Anayasa m.138/1)

-Hakim, Anayasa’ya aykırı gördüğü bir kanun hükmünü uygulamamakla yükümlüdür. Böyle bir durumda, bunu Anayasa Mahkemesi’ne bildirir ve bu konuda verilecek karara kadar davayı geri bırakır.

-Hakimler diğer devlet memurlarından farklı bir statüye tabi tutulmuşlardır. Tayin, nakil, terfi, izin gibi özlük işlerinde karar verme yetkisi HSYK’ya aitir. Aynı zamanda her 3 yılda 1 değil, 2 yılda 1 derece yükselmesi incelemesine tabi tutulurlar.

-Bazı genel yükümlülüklerden muaflardır. Kanunda belirtilenlerden başka hiçbir resmi ve özel görev alamazlar.

-Yargı görevinden başka bir görev yapmaları ancak özel kanun hükümleriyle mümkündür.

I.c. Hakimlerin Bağımsızlığı ve Teminatı

I.c.1. Hakimlerin Bağımsızlığı

-Onların gerek yürütme gerek yasama organına bağlı olmadıkları, bu organların hakimlere talimat ve emir veremeyeceği, genelge gönderemeyeceği, tavsiyede bulunamayacağı anlamına gelir.

-Hakimin bağımsızlığını korumak için kabul edilmiş ilkeler şunlardır;

* Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez, genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz.

* Görülmekte olan bir dava hakkında, Yasama Meclisi’nde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz ve herhangi bir beyanda bulunulamaz. Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak durumundadır. Bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.

* Hakimlerin atama, terfi, disiplin, yer değiştirme gibi bütün özlük işleri hakkında karar verme yetkisi, yasama, yürütme ve hatta yargı organlarından bağımsız olan HSYK’na aittir.

* Hakimlerin bütün özlük işleri, mahkemenin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre düzenlenir.

* Hakimlerin basına karşı bağımsızlığı söz konusudur.

= HSYK NEDİR? =

  • 22 asil 14 yedek üyeden oluşur.
  • 3 daire halinde çalışır.
  • Bakanlığın bir mahkemenin kaldırılması veya yargı çevresinin değiştirilmesi konusundaki teklifleri karara bağlar.
  • Hakim ve savcıların mesleğe kabul, atama ve nakil, geçici yetki verme, yükselme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, görevde kalmayanlar hakkında karar verme, disiplin cezası verme ve görevden uzaklaştırma işlemlerini yapar.
  • Anayasa’ya göre Adalet Bakanı kurulun başkanı ve Adalet Bakanlığı müsteşarı HSYK’nın tabi üyesidir.

I.c.2. Hakimlik Teminatı

-Hakimlik teminatı, hakimlerin kamu yararına kişisel bağımsızlığıdır.

-Hakim her türlü maddi ve manevi etki ve kaygılardan uzak olarak görevini kurallara uygun yapabilmeli.

– Hakimlik teminatının unsurları şunlardır;

* Hakimler azlolunamaz.

* Hakimler kendileri istemedikçe 65 yaşından önce emekliye sevk edilemezler.

* Hakimler bir mahkemenin veya kadronun kaldırılması sebebiyle de olsa, aylık ve ödeneklerden ve diğer özlük haklarından yoksun kılınamazlar.

* Anayasa’ya göre hakimler idarî görevler yönünden Adalet Bakanlığı’na bağlıdırlar. Adalet Bakanı, yargı yetkisinin kullanılmasına ilişkin görevler hariç olmak üzere, hakimler üzerinde gözetim hakkını haizdir.

* Hakimlerin coğrafi teminatı yoktur. Onun yerine, hakimlerin ve savcıların HSYK’nın hazırlayacağı Atama ve Nakil Yönetmeliği’ne uygun olarak aynı veya başka yerdeki eşit veya daha üst görevlere kazanılmış hak, aylık ve kadro dereceleriyle naklen atanacakları ilkesi kabul edilmiştir.

* Hakimlere diğer kamu görevlilerinden farklı bir şekilde yeteri kadar aylık ve ödenek verilir.

I.d. Hakimlerin Sorumluluğu

-Üçe ayrılır;

1) Hakimlerin Disiplin Sorumluluğu

– Hangi disiplin suçlarından, hangi disiplin cezaları verileceği: HSK m.62-81

– Bu yetki ancak HSYK’ya aittir.

2) Hakimlerin Ceza Sorumluluğu

-Görevden doğan veya görev sırasında işledikleri suçlardan dolayı yapılacak soruşturma ve kovuşturma hakkında: HSK m.82-92

-Hakimlerin kişisel suçlarından dolayı yapılacak soruşturma için: HSK m.93

I.e. Hakimlerin Davaya Bakamaması ve Reddi

-Hakimin tarafsız kalamayacağı varsayılan veya tarafsızlığından kuşku duyulabilecek hallerde, hakimin kendi mahkemesinin yetki ve görevine giren belli bir davaya bakamayacağı kabul edilmiştir.

-Hakimin davaya bakmasının yasak olması demek hakimin tarafsız olamayacağı varsayılan ve HSK m.34 tarafından sınırlı sayıda belirlenmiş bazı hallerde hakimin davaya bakmasının hukuken mümkün olmaması demektir.

I.e.1. Hakimin Davaya Bakmasının Yasak Olması

I.e.1.1. Yasak Olduğu Haller

1) Hakim kendisine ait olan veya doğrudan doğruya veya dolaylı ilgili bulunduğu davalara bakamaz.

2) Hakim, aralarında evlilik bağı kalkmış olsa bile eşinin, kan veya kayın hısımlığı yönünden altsoy ve üstsoyunun, üçüncü dereceye kadar kan veya kayın hısımlığı yönünden yansoy hısımlarının veya aralarında evlatlık bağı bulunan kimselerin ve nişanlısının davalarına bakamaz.

Hakim ile taraflardan birinin kanunî temsilcisi arasında m.34.1’deki şekilde bir yakınlık bulunması halinde de hakim davaya bakamaz.

Hakim ile taraflardan birinin iradi temsilcisi arasında yakın hısımlık bulunmasına gelince; bir hakimin eşi, kan veya kayın hısımlığı itibariyle alt ve üst soyundan veya ikinci dereceye kadar hısımlarından olan avukat, o hakimin baktığı dava ve işlerde avukatlık edemez.

3) Hakim, iki taraftan birinin vekili, vasisi, kayyımı veya yasal danışmanı sıfatıyla hareket etmiş olduğu davalara bakamaz.

4) Cumhuriyet Savcısı, bir hukuk davasını açtıktan sonra o hukuk mahkemesine hakim olarak tayin edilirse, kendi açtığı davaya bakmamalıdır.

I.e.1.2. Hakimin Çekinmesi Usulü

– Hakimin m.34’deki hallerde davaya bakması yasaktır ve bu durumda çekinmek zorundadır. Taraflar da her zaman hakimin davaya bakamayacağını, bu nedenle çekinmek zorunda olduğunu ileri sürebilirler.

-Hakim çekinme kararını kendisi verir.

-Harçtan muaftır.

-Çekinme sebebinin doğduğu andan itibaren yapmış olduğu bütün işlemler üst mahkeme kararıyla iptal olunabilir. Vermiş olduğu kararlar her halde iptal olunur. Giderleri ödemeye mahkum edilebilir.

-Davaya bakması yasak hakimin vermiş olduğu hüküm, kesin olması, süresinde kanun yoluna gidilmemesi veya kanun yoluna gidilmiş olmasına rağmen bu durumun farkına varılmamış olması nedeniyle kesinleşmiş ise, hükmün iptali için yargılamanın iadesi yoluna gidilebilir. Üç aylık yargılanmanın iadesi süresi geçtikten sonra artık hükmün iptali istenemez.

I.e.2. Hakimin Reddi

I.e.2.1. Ret Sebepleri

– Hâkimin tarafsızlığından şüpheyi gerektiren önemli bir sebebin bulunması hâlinde, taraflardan biri hâkimi reddedebileceği gibi hâkim de bizzat çekilebilir. (HMK m.36.1)

– Hakimin reddi sebepleri sınırlı değildir, az veya çok takdire bağlıdır. Ret sebeplerinin varlığı başka bir mahkeme tarafından araştırılıp tespit edildikten sonra, hakimin reddi talebi kabul edilir.

-Ret sebepleri şahsidir.

– 5 adet ret sebebi sayılabilmektedir. (HMK m.36.1)

a) Davada, iki taraftan birine öğüt vermiş ya da yol göstermiş olması.

b) Davada, iki taraftan birine veya üçüncü kişiye kanunen gerekmediği hâlde görüşünü açıklamış olması.

-Verdiği hüküm üst dereceli mahkeme tarafından bozulan hakimin, bozma kararı gereğince inceleme yaptığı sırada, reyini beyan etmiş olduğu gerekçesiyle reddi istenemez.

-Bozma kararından sonra verilen hükmü üst dereceli mahkeme olarak inceleyen mahkemenin veya Yargıtay dairesinin başkan ve üyeleri daha önceki bozma kararında reylerini beyan etmiş oldukları gerekçesiyle reddedilemez.

-Yargılanmanın yenilenmesi davasına bakan hakim, asıl dava sırasında görüşünü beyan etmiş olduğu gerekçesiyle reddedilemez.

-Bir kısmi davayı karara bağlamış olan hakim, alacağın ikinci kesimi için açılan davada, önceki kısımda görüşünü açıklamış olduğu için reddedilemez.

-İhtiyati tedbir, ihtiyati haciz, delil tespiti veya adli yardım kararı vermiş veya bu taleplerin reddine karar vermiş hakim bu karar nedeniyle reddedilemez. Bu durumların hepsi kanunen gerektiği için görüş açıklandığı durumlardır.

c) Davada, tanık veya bilirkişi olarak dinlenmiş veya hâkim ya da hakem sıfatıyla hareket etmiş olması.

-Hakim görevsiz mahkemede esas hakkında karar vermiş, üst derece mahkemesi bu kararı görev yönünden bozmuş, hakim bunun üzerine görevsizlik kararı vermiş ise aynı hakimin bu defa tayin edildiği görevli mahkemede o davaya bakamayacağı kanısı vardır.

ç) Davanın, dördüncü derece de dâhil yansoy hısımlarına ait olması.

-Davanın hakimin dördüncü dereceye kadar kayınlık yönünden yansoy hısımlarına ait bulunması da ret sebebi sayılmalıdır.

d) Dava esnasında, iki taraftan birisi ile davası veya aralarında bir düşmanlık bulunması.

-Bir ret sebebi yaratmak için böyle bir durumun uydurulup uydurulmadığına çok dikkatli bakmak gerekir.

-Hakimin onu reddeden tarafa borçlu olması ve bundan dolayı hakime protesto tebliğ edilmiş olması durumu ret talebinin kabulünü gerektirir.

-Hakim ile taraflardan birinin vekili arasında dava veya düşmanlık bulunması ret sebebi oluşturmaz.

-Kanunda sayılandan daha uzak derecede hısım olması halimin taraflardan birinden mali yardım görmesi gibi sebepler önemli sebeplerdir.

I.e.2.2. Hakimin Reddi Usulü

-Konuyu ikiye ayırarak incelemek doğru olacaktır.

1) Taraflardan birinin hakimi reddetmesi

2) Hakimin kendini reddetmesi

I.e.2.2.1. Taraflardan Birinin Hakimi Reddetmesi

-İki taraftan her biri hakimi reddedebilir.

-Mecburi dava arkadaşlığında, dava arkadaşları hakimi hep birlikte reddedebilirler.

-İhtiyari dava arkadaşlarından her biri yalnız başına hakimi reddedebilir.

-Fer’i müdahil yalnız başına hakimi reddedemez.

-Asli müdahil davada taraf olduğundan, hakimi tek başına reddedebilir.

I.e.2.2.1.1. Hakimin Reddi Zamanı

-Reddin sebebini bilen tarafın ret isteğini en geç ilk duruşmada bildirmesi gerekir. Aksi halde ret isteği dinlenmez.

-Taraflardan biri hakimin reddini gerektiren bir sebep olduğunu davaya bakıldığı sırada öğrenmiş ise, en geç ondan sonraki ilk duruşma ya da yeni bir işlem yapmadan önce bu ret isteğini hemen mahkemeye bildirmek durumundadır. Aksi halde ret isteği dinlenmez.

-Hüküm verilinceye kadar yapılabilir. Sonraki ret talepleri dinlenmez.

-Hakkında ret sebebi bulunan bir hakimin taraflarca reddi istenmemiş ve hakim de hüküm vermiş ise, bu hüküm bozulamaz. Ancak hakkındaki ret talebi merciince kabul edilen hakimin karar vermesi, yargılamanın iadesi sebebidir. Temyiz sebebi de oluşturur.

 

I.e.2.2.1.2. Ret Talebinin Yapılması

-Dilekçe ile yapılır.

-Hakimi çekinmeye davet, hakimin reddi hükmündedir.

-Ret dilekçesinde ret isteğinin dayandığı durum ve olaylarla ilgili delillerin açıkça gösterilmesi ve varsa belgelerin ret dilekçesine eklenmesi gerekmektedir.

-Birinin vekilinin müvekkili adına hakimin reddi talebinde bulunabilmesi için vekaletnamesinde açıkça bir ret yetkisinin bulunması gerekir.

-Dilekçe reddolunacak hakimin mensup olduğu mahkemeye verilir.

-Hakimi reddetmiş tarafın bu isteğinden vazgeçmesi hükümsüzdür. Vazgeçilmiş olmasına rağmen ret talebinin incelenmesi ve haksız görülürse, ret talebinde bulunan tarafın para cezasına çarptırılması gerekir.

I.e.2.2.1.3. Ret Talebinin İncelenmesi

aa. Genel Bilgi

-Ret dilekçesinin bir örneğini karşı tarafa tebliğ ettirme görevi hakimi reddeden taraftadır. Karşı taraf buna 1 hafta içinde cevap verebilir.

-Bu süre geçtikten sonra ret dilekçesi varsa karşı tarafın cevabı ve ekleri dosya ile birlikte yazı işleri müdürü tarafından reddi istenen hakime verilir.

-Hakim 1 hafta içinde dosyayı inceler ve ret sebeplerinin yerinde olup olmadığı hakkındaki düşüncelerini yazı ile bildirerek dosyayı hemen ret talebini inceleyecek olan merciye göndermek üzere yazı işleri müdürüne verir.

-Reddededilen hakim bazı hallerde kendisi ret talebinin geri çevrilmesine karar verebilir.

bb. Ret talebinin geri çevrilmesi

1) Ret isteği süresinde yapılmamışsa,

2) Ret sebebi ve bu sebebe ilişkin inandırıcı delil veya emare gösterilememişse,

3) Ret talebinin davayı uzatmak amaçlı olduğu açıkça anlaşılıyorsa,

 

-Yukarıdaki hallerde ret talebinin toplu mahkemelerde reddedilen hakimin müzakereye katılmasıyla, tek hakimli mahkemelerde de reddedilen hakimin kendisi tarafından geri çevrilmesine karar verilir.

-Bu karara karşı ancak asıl hükümle birlikte duruma göre bir üst derece mahkemesinde kanun yoluna başvurulabilir.

-Ret talebinin geri çevrilmesi kararında hakimi reddeden tarafa para cezası verilemez.

-Karar veren mahkeme veya hakim davaya hemen kaldığı yerden devam eder.

cc. Ret talebinin yetkili merci tarafından incelenmesi

Hakim, ret talebinin geri çevrilemeyeceği kanısına varırsa, 1 hafta içinde dosyayı inceler ve ret sebeplerinin yerinde olup olmadığı hakkındaki düşüncesini yazılı olarak bildirerek dosyayı hemen merciine gönderilmek üzere yazı işleri müdürüne verir.

1. Ret talebini inceleyecek yetkili merci

-HMK m.41’deki haller dışında, hakimin reddi talebi, reddi istenen hakimden başka bir hakim veya mahkeme tarafından incelenir.

-Toplu mahkemelerde bir hakim hakkındaki ret talebi reddi istenen hakim katılmaksızın mensup olduğu mahkemece incelenir.

-Reddedilen hakimin katılmamasından dolayı mahkeme toplanamıyor veya mahkeme tek hakimden oluşuyorsa, ret talebi o yerde asliye hukuk hakimliği yapan diğer bir mahkeme veya hakim tarafından incelenir.

-O yerdeki asliye hukuk hakimliği görevi bir hakim tarafından yerine getiriliyorsa o hakim hakkındaki ret talebi, asliye ceza hakimi varsa onun tarafından, yoksa en yakın asliye hukuk mahkemesince incelenir.

-Sulh hukuk hakimi reddedildiğinde, ret talebi o yerdeki diğer sulh hukuk hakimi tarafından incelenir. Görevi tek hakim yapıyorsa, bulunma sıralarına göre o yerdeki sulh ceza hakimi, asliye hukuk hakimi, asliye ceza hakimi ve bunların da bulunmaması halinde, en yakın yerdeki sulh hukuk hakimi tarafından incelenir.

-İstinaf mahkemesi hukuk dairelerinin başkan ve üyelerinin reddi talebi, reddedilen başkan ve üye katılmaksızın, görevli olduğu daire tarafından karara bağlanır.

2. Ret talebinin incelenmesi usulü

-Karar isteğe göre duruşmalı veya duruşmasız verilebilir.

-Gecikmesi sakıncalı işler haricinde kural olarak hakim, reddi istenen davaya bakamaz.

-Hakkındaki ret talebi incelenen hakim, aynı durum ve olaylara dayanılarak daha önce de reddedilmiş ve bu talebi uygun bulunmamış ise, inceleme sırasında davaya bakabilir.

-Ret talebi yazılı delile dayanmakta ise, bu yazılı delilin ret dilekçesine eklenmemiş olması yazılı delil için süre vermeksizin ret talebinin reddine karar verdirebilir.

-Talebi inceleyen merciinin ret sebebinin varlığı hakkında kesin bir kanaat edinmesine gerek yoktur, muhtemel görülmesi yeterlidir.

-Ret sebepleri hakkında yemin teklif olunamaz.

3. Ret talebinin kabul edilmemesi

-Yetkili merci, usul veya esas yönünden kabul etmez ve reddine karar verirse, reddi istenen hakim davaya bakmaya devam eder.

-Kötü niyetle yapıldığının anlaşılması veya esas yönünden kabul edilmemesi halinde talepte bulunanlara para cezası yaptırımı uygulanır.

4.Ret talebinin kabulü

-Ret talebinin kabul edilmesi ve buna karşılık kanun yoluna başvurulması durumunda, reddi istenen hakimin o davaya bakma yasağı devam eder.

-Kabule dair yetkili merci kararının üst mahkemece onanması halinde, ret sebebinin doğduğu tarihten başlayarak reddedilen hakimce yapılmış olan ve ret isteminde bulunan tarafından itiraz edilen esasa etkili işlemler davaya daha sonra bakacak hakim tarafından iptal olunur.

5. Ret talebine ilişkin kararlara karşı kanun yolları

-İstinaf yolu kapalı olan dava ve işlerde, kararlar kesindir.

-İstinaf yolu açık ise, ret talebi ile ilgili merci kararlarına karşı tebliğden itibaren 1 hafta içerisinde istinaf yoluna başvurulabilir. İstinaf mahkemesinin bu konudaki kararı kesindir.

-Ancak istinaf mahkemeleri göreve başlayıncaya kadar bu mahkemelere görev verilen hallerde temyiz yoluna başvurulması gerekeceği için ret talebine ilişkin kararlara karşı istinaf kanun yolu yerine temyiz kanun yoluna başvurulacaktır.

-Esas hüküm bakımından temyiz yolu kapalı olan dava ve işlerde istinaf mahkemesinin başkan ve üyelerinin reddi talebi ile ilgili kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren 1 hafta içerisinde temyiz yoluna gidilebilir. Yargıtay’ın kararı kesindir.

I.e.2.2.1.4. Reddin Sonuçları

-Hakimin ret talebinden önce yapmış olduğu işlemler geçerlidir.

-Yetkili merciin ret talebinin reddine ilişkin kararının uygun bulunmayarak kaldırsa veya ret talebinin kabulüne ilişkin kararını uygun bulursa, ret sebebinin doğduğu tarihten itibaren reddedilen hakim tarafından yapılmış olan ve ret talebinde bulunan tarafça itiraz edilen esasa etkili işlemler sonra bakacak hakimce iptal olunur.

-İstinaf mahkemesi, hakimin reddine ilişkin talebin kabul edilmemesi kararının temyizi üzerine Yargıtay, bu kararı bozarsa veya ret talebinin kabulüne ilişkin kararı onarsa, reddedilen hakimin esasa etkili işlemleri davaya daha sonra bakacak hakim tarafından iptal olunur.

I.e.2.2.2. Hakimin Kendini Reddetmesi

-Hakim kendi isteğiyle davaya bakmaktan çekilirse, ret takebini inceleyen merci yerinde olup olmadığına karar verir.

-çekilme hakimin davaya bakmaktan yasaklılık hallerindeki teknik anlamda çekinme olmayıp hakimin kendini bizzat reddetmesidir.

-Reddini gerektiren sebebi duruşma dışında öğrenen hakim kendini reddetmek isterse bunun mahkeme kalemine yazılı olarak bildirir.

-Taraflar duruşmaya çağrılmış ise, hakim kendini reddettiğini duruşmada taraflara bildirir ve durumu tutanağa yazdırır.

-Yetkili merci hakimin kendini reddinin yerinde olmadığına karar verire kendini reddetmiş olan hakim davaya bakmaya devam eder. Bu kararı m.43-44’e göre kanun yoluna götürebilirler.

-Yetkili merci reddin yerinde olduğuna karar verirse, taraflar bu kabul kararını m.43-44’e göre kanun yoluna götürebilirler. Kabul kararı 1 hafta içinde kanun yoluna götürülmez veya götürülür de üst mahkemece onanırsa, kendini reddetmiş olan hakim artık o davaya bakamaz.

I.e.2.3. Yargıtay Başkan ve Üyelerinin Reddi

-Talep, reddedilen başkan veya üye katılmaksızın ilgili Yargıtay dairesi veya HGK tarafından incelenerek kesin karar bağlanır. Temyiz edilemez.

-Bir Yargıtay dairesinin ve HGK’nın toplantılarını engelleyen toplu ret istemleri dinlenmez.

-Yargıtay tetkik hakimleri de HMK 34-44 hükümlerine göre reddedilebilirler. Görev yaptıkları Yargıtay Hukuk Dairesi veya HGK tarafından incelenir.

-Ret sebebini bilen taraf temyiz ya da cevap dilekçesinde ret talebinde bulunmalıdır. Aksi halde ret talebinde bulunma hakkı düşer.

-Taraflardan biri ret sebebini daha sonradan öğrenmiş ise, usule ilişkin yeni bir işlem yapmadan önce derhal ret talebinde bulunmalıdır.

 

 

II.ADLİYE MEMURLARI

-Her mahkemede bir kalem örgütü vardır. Başında yazı işleri müdürü, onun emrinde zabıt katibi ve memur bulunur.

-Bağlı bulundukları mahkeme hakiminin emri altındadırlar.

-Ağır ceza mahkemelerinin bulunduğu yerlerde kurulmuş olan adli yargı adalet komisyonlarınca atanırlar ve nakledilirler.

II.a. Yazı İşleri Müdürleri

-Mahkeme kaleminin başıdır.

-Yönetmelik’te düzenlenmiştir. (m. 6-8) Bunun dışında HMK ve diğer kanunlarda da düzenlendiği yerler vardır.

-İcra iflas müdürü bulunmayan yerlerde, bu görevi de yaparlar.

-İhtiyadi tedbir kararının icrası için de görevlendirilebilirler.

II.b. Zabıt Katipleri

-Mahkeme kaleminde yazı işleri müdürü tarafından kendilerine verilen işleri yaparlar.

-Özellikle yargılamanın yapılış biçimini tutanağa geçirmek, verilen kararları yazmak suretiyle hakimin yargılama faaliyetine yardımcı olurlar.

-İşlemlerin resmi tanığı durumundadırlar.

-Hakimin gözetimi ve emri altındadırlar.

-Mahkemenin zorunlu bir unsuru olup, reddolunabilirler. Görevden çekinebilirler.

II.c. Mübaşirler

-Devlet memurudur.

-Mahkeme disiplini için önemlidir.

 

*MAHKEMELERİN ÇALIŞMASINA İLİŞKİN DIŞ ŞARTLAR*

I. MAHKEME İŞLERİNİN GÖRÜLDÜĞÜ YER

-Mahkeme ancak kendi yargı çevresi içinde iş görebilir. Adli Mahkemeler Kanunu m.7’ye göre hukuk mahkemelerinin yargı çevresi, bulundukları il merkezi ve ilçeler ile, bunlara adli yönden bağlanan ilçelerin idari sınırlarıdır. Büyükşehir belediyesi bulunan illerde, büyükşehir belediyesi içindeki il ve ilçelerin adı ile anılan sulh ve asliye hukuk mahkemelerinin çevresi, il ve ilçe sınırlarına bakılmaksızın HSYK tarafından belirlenir.

-Mahkeme kural olarak mahkeme binasında iş görür, ancak bazı istisna durumlarda dışarda iş görmesi de mümkündür;

1) Hasta veya özürlü olması nedeniyle mahkemeye gelemeyen tanığı veya yemin edecek kimseyi evinde dinler veya yemin ettirir

2) Uyuşmazlık konusu şeyin keşfi yerinde yapılır, bu keşif sırasında bilirkişi ve tanık yerinde dinlenir.

-Başka mahkemelerin yargı çevresi içinde yapılacak işlerde, mahkeme oraya gidip iş görmez. Böyle durumlarda “istinabe” edilir.

II.MAHKEME İŞLERİNİN GÖRÜLDÜĞÜ ZAMAN

-Kural olarak resmi çalışma gün ve saatleri içinde iş görürler ancak, yazılı işler tatil saatinin gelmesine rağmen bitmemiş ise, sonrasında da devam edilebilir.

-Zorunlu veya acele olan işler, çalışma saatleri dışında da yapılabilir.

-Zorunlu veya acele işler, resmi tatil günlerinde hiçbir adli işlem yapılmamasına rağmen yapılabilir.

-Mahkemeler, her yıl 20 Temmuz – 31 Ağustos tarihleri arasında adli tatil olur.

III. MAHKEMELERDE KULLANILAN DİL

-Resmî dil olan Türkçe’dir.

-Türkçe bilmeyen bir kimse, duruşmada tercüman aracılığıyla dinlenebilir.

IV. DURUŞMANIN ALENİLİĞİ

-AİHS m.6 kaynaklı adil yargılanma hakkının bize getirdiği bir ilke olarak duruşmalar genel ahlakın veya kamu güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı haller haricinde, aleni yani kamuya açık olarak yapılmalıdırç

V.DURUŞMANIN DÜZENİ

-Duruşmanın yönetim ve disiplin işleri hakime aittir.

-Duruşma esnasında asla fotoğraf çekilemez, hiçbir şekilde ses ve görüntü kaydı alınamaz.

-Hakimin disiplin tedbiri olarak verdiği kararlara karşı kanun yoluna gidilemez.

*MAHKEMELERİN GÖREV VE YETKİSİ*

– Görev ve yetki kuralları: belli bir davaya aynı yargı kolundaki ilk derece mahkemelerinden hangisinin bakacağını düzenleyen kurallara denir.

– Yetki: hangi yerdeki hukuk mahkemesine başvuracağız?

-Görev: davayı o yerdeki hukuk mahkemelerinden hangisine açacağız?

*GÖREV*

-Görev, belirli bir davaya o yerdeki hüküm mahkemelerinden hangisi tarafından bakılacağını belirtir.

-Görevli mahkemeyi tespit ederken, ilk önce o davanın genel mahkemelerin mi yoksa özel mahkemelerin mi görev alanına girdiği araştırılır. Özel mahkemelerin görevi, genel mahkemelerin görevinden önce gelir.

-HMK m.1’e göre genel mahkemelerin görevi kanunla belirlenir. Asliye hukuk mahkemelerinin görevi, HMK m.2, Sulh hukuk mahkemelerinin görevi de HMK m.4’de belirlenir.

-Genel mahkemelerin görevi, dava konusuna göre belirlenir. Burada, dava konusunun malvarlığı veya şahıs varlığı hukukuna ilişkin bir hak olup olmamasına göre ayrım yapmak yararlı olur.

I. MALVARLIĞI HUKUKUNDAN DOĞAN DAVA VE İŞLERDE GÖREV

I.a. Ana Kural

-Konusu para ile ölçülebilen bir şey olan davalar, malvarlığı davalarıdır. Örn. Alacak davaları, taşınır/taşınmaz davaları.

-HMK’nın m.2.1 hükmüne göre, malvarlığı haklarına ilişkin davalarda görevli mahkeme, aksine bir düzenleme bulunmadıkça asliye hukuk mahkemesidir.

I.b. Ana Kuralın İstisnaları

I.b.1. Sulh Hukuk Mahkemesinin Görevli Olduğu Dava ve İşler

a. Kira İlişkisinden Doğan Tüm Uyuşmazlıkları Konu Alan Davalar

-Kira ilişkisinden doğan, alacak davaları da dahil olmak üzere, tüm uyuşmazlıkları konu alan davalar sulh hukuk mahkemesinde açılır. (HMK 4.1.a)

-Bu hüküm, HUMK m.8 hükmüne göre sulh hukuk mahkemelerinin alanını genişletmiştir. HUMK m.8, sulh hukuk mahkemelerinin kira sözleşmesine dayalı olarak görebileceği davaları sınırlı sayıya bağlamıştı. Oysa, HMK 4.1.a. hükmünde, kira ilişkisinden doğan BÜTÜN davalardan söz ediliyor. Bu konuda genel görevli mahkeme sulh hukuk mahkemesidir.

I.b.2. Paylaştırma ve Ortaklığın Giderilmesi Davası

-Taşınır/taşınmaz mal veya hakkın paylaştırılmasına ve ortaklığın giderilmesine dair davalar sulh hukuk mahkemesinde görülür.

I.b.3. Yalnız Zilyetliğin Korunması İle İlgili Davalar

-Taşınır/taşınmaz mallarda, yalnız zilyetliğin korunması ile ilgili davalar sulh hukuk mahkemesinde görülür.

-Bu davalar, TMK m.982-984’de düzenlenen davalardır. Çünkü bu davalar, yalnız zilyetliğin korunmasına ilişkin olup, hak beyanına lüzum olmadan sadece zilyetlik sıfatını ileri sürerek tecavüzü ispat etmesi yeterli olan davalardır.

-Ancak TMK m.985 vd. maddelerde düzenlenmiş olan ve zilyetliğe haklılık davası, istihkak davası veya zilyetliğin iade davası yalnız zilyetliğe değil, hakka dayanan davalar olduğu için, bu davalarda görevli mahkeme, asliye hukuk mahkemesidir.

I.b.4. Çekişmesiz Yargı İşleri

-Çekişmesiz yargı işlerinde sulh hukuk mahkemesi genel görevli mahkeme haline getirilmiştir. Bu sebeple, bundan böyle yalnız “mahkeme” veya “hakim” terimlerinin kullanıldığı bütün çekişmesiz yargı işlerinde de artık sulh hukuk mahkemesi anlayabiliriz.

I.b.5. HMK’nun ve Diğer Kanunların Sulh Hukuk Mahkemelerini Görevlendirdiği İşler

I.c. Özel Mahkemelerin Görevli Olduğu Yerler

II.ŞAHISVARLIĞI HAKLARINA VE AİLE HUKUKUNA İLİŞKİN DAVA VE İŞLERDE GÖREVLİ MAHKEME

-Bir davanın konusunun malvarlığı veya şahıs varlığı hakkı olduğu, o hakkın niteliğine göre belirlenir.

-Mahkemenin dava konusu hakkın niteliğini kendiliğinden araştırması gerekir.

-Dava konusunun, yani dava ile korunması istenen hakkın para ile ölçülebilecek bir değeri yoktur. Şahısvarlığı hakları, malvarlığı hakları teriminin karşıtıdır.

-Şahıs varlığı hakları;

1) Mali bir değere sahip değildirler

2) Elden ele geçmeye elverişli değildirler

3) Başkasına devredilemezler

4) Paraya çevrilemezler

-Daha çok şahıs hukuku ve aile hukukuna ilişkin davalardır.

-Bu davaların bir kısmı, aile mahkemesinin görevine girmektedir. Aile hukukundan doğan dava ve işler aile mahkemesinin görevlerindendir.

-Burada, asliye hukuk mahkemesinin görevi asıl, aile mahkemesinin veya sulh mahkemesinin görevi istisna olduğundan, özel bir kanun hükmü ile açıkça aile veya sulh mahkemesi görevlendirilmeyen ve konusu para ile ölçülemeyen bir şey olan dava ve işler, aile veya sulh hukuk mahkemesinde görülmez.

-Malvarlığı davalarında da görevli mahkeme asliye hukuk mahkemesi olduğundan, şahsiyet haklarına yapılan tecavüz nedeniyle açılan maddi veya manevi tazminat davası da malvarlığı hukukundan doğan davalardır. Bu nedenle maddi ve manevi tazminat davalarında miktarı ne olursa olsun, asliye hukuk mahkemesine açılır.

-Derneklerin feshi, asliye hukuk mahkemesinde görülür.

-Nüfus kayıt düzeltme davaları, asliye hukuk mahkemesinde görülür.

-Konusu şahısvarlığı olan bazı çekişmesiz yargı işlerinin asliye hukuk mahkemesinde görüleceği açık bir şekilde belirtilmiştir.

III. MALVARLIĞI VE ŞAHISVARLIĞI DIŞINDA KALANLAR BAKIMINDAN

-Hukuk muhakemeleri kanunu m.2.2, kanunlarda aksine bir hüküm bulunmadıkça diğer dava ve işler bakımından da asliye hukuk mahkemesinin görevli olduğunu belirtmektedir.

IV. TESPİT DAVALARINDA GÖREV

Tespit davası eda davasının öncüsü durumunda olduğundan, mahkemelerin görevine ilişkin olarak yukarıda görmüş olduğumuz kurallar, tespit davaları için de uygulanır.

-Yalnız kira ilişkisinden doğan tüm tespit davaları, sulh mahkemesinde görülür.

V.GÖREV KURALLARININ NİTELİĞİ

-Görev kuralları, kamu düzenindendir, mahkemenin görevli olması dava şartlarındandır.

-Mahkeme, görevli olup olmadığını kendiliğinden inceler ve görevsiz olduğu kanısına varırsa kendiliğinden görevsizlik kararı verir.

-Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, yetki kurallarındakinin aksine, taraflar sözleşme ile görevli mahkemeyi değiştiremez. Yani görev sözleşmesi yapılamaz.

VI. MAHKEMENİN GÖREVLİ OLUP OLMADIĞININ İNCELENMESİ

-Bir dava şartı da olması itibariyle, görev kamu düzenine ilişkin olduğundan, mahkeme görevli olup olmadığını kendiliğinden (re’sen) inceler ve görevsiz olduğu kanısına varırsa, kendiliğinden görevsizlik kararı verir.

-Taraflar davanın her safhasında görev itirazında bulunabilirler.

-İtiraz kural olarak davalı tarafından yapılır ancak, davacının da bu itirazı yapmasına hukuki bir engel bulunmamaktadır. Çünkü davacı, davasını açtığı mahkemenin görevli olmadığını sonradan farketmiş olabilir.

-Görev itirazı yapılmış ise, mahkeme ilk önce görevli olup olmadığını inceleyip karara bağlamalıdır. Ön inceleme ile ilgili 137.maddeye göre; dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra yapılacak ön incelemede dava şartları ve görev konusunda karar verilir.

-Mahkeme, görev konusunda dosya üzerinden karar verebileceği gibi, gerekli görmesi halinde bu konuda yapacağı ön inceleme duruşmasında tarafları dinledikten sonra da karar verebilir.

-Mahkeme, başlangıçta kendisini görevli görmüş ve yargılamaya devam etmiş olmasına rağmen, yargılamanın ilerleyen aşamalarında, bu kez görevli olmadığı kanaatine varacak olursa, yargılama sırasında da kendiliğinden görevsizlik kararı vermesi mümkündür.

-Üst mahkemeler de hükmü veren mahkemenin görevli olup olmadığını kendiliğinden gözetip incelemekle yükümlüdür.

-Görev kurallarına aykırılık hüküm kesinleşinceye kadar gerek davayı gören ilk derece mahkemesi, gerek de üst mahkeme tarafından kendiliğinden gözetilir ve taraflarca da ileri sürülebilir. Ancak hüküm kesinleştikten sonra ileri sürülemez. Görevsiz mahkemenin verdiği hüküm bu nedenle vatıl sayılamaz ve yargılanmanın iadesi istenemez.

-Mahkeme yapılan görev itirazını reddederse, davanın esası hakkında incelemeye girişir. Görev itirazının reddine ilişkin karar, nihai karar olmadığı için, yalnız başına kanun yoluna götürülemez, ancak esas hükümle birlikte kanun yoluna götürülebilir.

-Gerek tarafların ileri süreceği görev itirazı üzerine gerek kendiliğinden yapacağı inceleme sonucunda görevli olmadığı kanısına varırsa, görevsizlik kararı verir.

VII. GÖREVSİZLİK KARARI

-Mahkeme, görevsizlik kararında görevli mahkemeyi bildirmeli ve dava dosyasının görevli mahkemeye gönderilmesine karar vermelidir.

-Kararından sonra davaya başka bir mahkemede devam edilirse, yargılama giderlerine o mahkeme, davaya o mahkemede devam edilmezse talep üzerine davanın açıldığı mahkeme karar verir.

-Görevsizlik kararı nihai bir karardır.

-Miktarı veya değeri belli bir miktarı geçmeyen malvarlığı davalarına ilişkin görevsizlik kararları kesindir.

-Özel kanun hükümleri ile haklarında verilecek kararların kesin olduğu kabul edilen dava ve işlere ilişkin görevsizlik kararları da kesindir.

VIII. GÖREVSİZLİK KARARI ÜZERİNE YAPILACAK İŞLEMLER

-Görevsizlik kararı veren mahkeme, dava dosyasının görevli mahkemeye gönderilmesine karar vermekle yetinir, kendiliğinden görevli mahkemeye göndermez.

-Davaya görevli mahkemede devam edilebilmesi için taraflardan birinin, iki hafta içinde görevsizlik kararı veren mahkemeye başvurması gerekir, aksi halde dava açılmamış sayılır.

-İki haftalık başvuru süresi, görevsizlik kararı verildiği anda kesinse görevsizlik kararının bildirildiği tarihten, görevsizlik kararına karşı kanun yolu açıksa ve fakat süresi içinde kanun yoluna gidilmediği için görevsizlik kararı kesinleşmişse, kesinleşme tarihinden, görevsizlik kararına karşı kanun yoluna gidilmiş ancak kanun yolu uygun görülmeyerek başvuru reddedilmişse red kararının tebliği tarihinden başlar.

-Bir mahkemenin verdiği görevsizlik kararı kanun yoluna gidilmeden kesinleşmiş ise, bu görevsizlik kararı dosya kendisine gönderilen mahkemeyi bağlamaz. O mahkeme görevsizlik kararı verebilir.

-Bu görevsizlik kararı da usulüne göre kesinleşirse, o zaman iki mahkeme arasında olumsuz görev uyuşmazlığı çıkmış olur. Bu uyuşmazlık, yargı yeri belirlenmesi yolu ile giderilir ve görevli mahkeme, üst mahkemece belirtilir.

-Bu uyuşmazlık giderilmedikçe, dava dosyası ilk görevsizlik veren mahkemeye gönderilemez ve davaya ilk veya ikinci görevsizlik kararı veren mahkeme tarafından bakılamaz.

-Görevsizlik kararı kanun yoluna gidilmesi sonucu kesinleşmiş ise, bu karar dosya kendisine gönderilen mahkemeyi bağlar. O mahkeme görevsiz olduğu kanısına varsa bile, görevsizlik kararı veremez, davaya bakmak zorundadır.

-Dava dosyası kendisine gönderilen mahkeme, görevli olduğunu kabul ederse veya görevsizlik kararı kanun yolu incelemesi sonucu kesinleştiği için gönderilen mahkeme görevsizlik kararı ile bağlı ise, davayı görmeye başlar. Bu şekilde başvurulması üzerine görevli mahkemede görülmeye başlanan dava, yeni bir dava olmayıp, görevsiz mahkemede açılan davanın devamıdır.

-Görevli mahkemede yeniden harç alınmaz.

-Zamanaşımı veya hak düşürücü süre, görevsiz mahkemede davanın açıldığı zamana göre hesaplanır. Görevsiz mahkemece konulan ihtiyati tedbir vb. devam eder.

-Tarafların görevsiz mahkemede yapmış oldukları usul işlemleri, görevli mahkemede geçerlidir.

-Görevsiz mahkemede yapılan ve belgelendirilen ikrar, görevli mahkemede de geçerlidir.

-Görevsiz mahkemede edilen yemin, görevli mahkemede de geçerlidir.

-Görevsiz mahkemede yapılmış usul işlemleri kural olarak geçersizdir, yani görevli mahkemeyi bağlamaz.

-Fakat görevli mahkeme, görevsiz mahkemenin yapmış olduğu işlemleri tekrar yapmayı gereksiz bulursa, kararına esas alabilir.

-İki hafta içinde görevsizlik kararını vermiş olan mahkemeye başvurulmazsa, görevsiz mahkemede açılmış olan davanın açılmamış sayılmasına karar verilir. Açılmamış davadaki talep de hiç yapılmamış sayılır. Davacı hakkından feragat etmiş olmaz, sadece davasını takipten vazgeçmiş ve terk etmiş sayılır. Davacı, davasını yeniden harç ödemek suretiyle yeniden açabilir. Davanın açılmamış sayılması üzerine, davanın açılması ile meydana gelen sonuçlar ortadan kalkar.

-Görevsiz mahkemeye dava açılması ile meydana gelen zamanaşımı kesilmesi sonucu davanın açılmamış sayılması ile hükümsüz hale gelir.

-Bu arada zamanaşımı süresi bitmiş ise, davacı altmış günlük ek süre içinde davasını yeniden açabilir.

*YETKİ*

I. GENEL BİLGİ

-Yetki (salahiyet) bir davaya hangi yerdeki görevli hukuk mahkemesi tarafından bakılacağını belirler.

-Yetki kavramı uluslararası yetki ve iç yetki olarak ikiye ayrılır.

Uluslararası yetki, bir davaya hangi devletin mahkemelerinde bakılacağını, iç yetki ise bir davaya belirli bir devletin ülkesi içinde hangi yerdeki mahkemede bakılacağını belirler.

-Yetki, görevden farklıdır. Dava konusu niteliği değil, yer bakımından bir davanın hangi mahkeme tarafından görüleceği söz konusudur.

-Her mahkemenin yargı yetkisi, belli bir coğrafi bölge ile sınırlıdır. Buna o mahkemenin yargı çevresi denir.

-5235 sayılı Adli Mahkemeler Kanunu’ndan önce her ilçede hukuk mahkemesi kurulurdu ve bir mahkemenin yargı çevresi, o ilçenin idari sınırları ile belirlenirdi. 5235 sk. bu ilkeyi değiştirmiştir. Artık her ilçede değil, her il merkezi ile bölgelerin coğrafi durumları ve iş yoğunluğuna göre uygun görülecek ilçelerde mahkeme kurulması esasını getirmiştir.

-Bir hukuk mahkemesinin yargı çevresi, bulunduğu il merkezi veya ilçe ile buna adli yönden bağlanan ilçelerin idari sınırıdır. Büyükşehir belediyesi bulunan illerde, belediye sınırları içindeki il ve ilçelerin adı ile anılan sulh veya asliye hukuk mahkemelerinin yargı çevresi, il ve ilçe sınırlarına bakılmaksızın Adalet Bakanlığı’nın önerisi üzerine HSYK tarafından belirlenir.

-Yetki kanun ile düzenlenir.

II.GENEL VE ÖZEL YETKİ KURALLARI

-Yetki kuralları bütün davalar ve bazı davalar olmak üzere ikiye ayrılır. Kural olarak bütün davalar için uygulanan yetki kuralına genel yetki kuralı, bu mahkemeye de genel yetkili mahkeme denir. Genel yetkili mahkeme, davalının yerleşim yerindeki mahkemedir. Her dava, dava açıldığı tarihte davalının yerleşim yeri sayılan yer mahkemesinde görülür.

Bazı davalar için davalının yerleşim yeri mahkemesinin yanında, başka mahkemeler de yetkili kılınmıştır. İstisnai nitelikteki yetki kurallarına özel yetki kuralları denir. Bazı davaların mutlaka belli bir yer mahkemesinde açılması öngörülmüştür ve bu halde kesin yetki söz konusudur.

II.a. Genel Yetki

-Davalının yerleşim yeri mahkemesidir.

-Genel yetki, davalının dava açıldığı tarihteki yerleşim yerine göre belirlenir. Yerleşim yeri değişikliği yetkiyi etkilemez.

-Bunu gerçek ve tüzel kişiler olarak ayırmalıyız.

1) Gerçek kişilerin yerleşim yeri

A) Türkiye’de yerleşim yeri olanlara karşı dava açılması
aa) Davalının Yerleşim Yeri Mahkemesi

-Türkiye’de yerleşim yeri olan gerçek kişiye karşı dava, onun davanın açıldığı tarihte yerleşim yeri sayılan yer mahkemesinde açılır.

-Yerleşim yeri tespit edilemezse, nüfus müdürlüklerindeki kayıtların yetkili mahkemenin belirlenmesinde esas alınması gerekir.

-Karinenin aksi ispat edilebilir.

bb) Boşanma Davalarında Yetkili Mahkeme

1-Eşlerden birinin yerleşim yeri mahkemesi

2-Eşlerin 6 aydan beri birlikte oturdukları yer mahkemesi

Davacı bu iki yerleşim yerinden birini seçebilir.

B) Türkiye’de yerleşim yeri olmayanlara karşı dava açılması
aa) Genel Bilgi

-Türkiye’de yerleşim yeri olmayanlara karşı, HMK m.8 vd’ndaki özel yetkili mahkemelere dava açılabileceği tabiidir.

-Özel yetki halleri dışında Türkiye’de yerleşim yeri olmayanlara karşı açılacak davalarda yetkili mahkeme, davalının Türkiye’de mutad meskeninin bulunduğu yer mahkemesidir.

bb) Türkiye’de yerleşim yeri olmayanlara karşı açılacak malvarlığı haklarına ilişkin davalarda genel yetki

1- Davalı Türkiye’de oturmakta ise

-Türkiye’de mutad meskeninin bulunduğu yer mahkemesinde bakılır.

-Diğer özel yetki halleri saklı kalmak üzere, malvarlığı haklarına ilişkin dava, uyuşmazlık konusu malın bulunduğu yerde de açılabilir.

-Taşınmazın aynına ilişkin davalar için taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi yetkilidir.

-Alacak davalarında dava konusu alacak Türkiye’de doğmamış olsa bile, bu alacak için davalının Türkiye’de oturduğu yer mahkemesinde dava açılabilir.

2-Davalı Türkiye’de oturmuyorsa

-Dava konusu mal da Türkiye’de değilse, o kişiye karşı HMK m.9’a göre Türkiye’de dava açılamaz.

cc) Türkiye’de yerleşim yeri olmayanlara karşı açılacak şahıs varlığı haklarına ilişkin davalarda genel yetki

– Türkiye’de yerleşim yeri olmayan Türk vatandaşlarının, kişi hallerine ilişkin davaları yabancı ülke mahkemesinde açılmadığı takdirde, Türkiye’de yer itibariyle yetkili mahkemede, böyle bir mahkeme bulunmaması halinde ilgilinin Türkiye’de sakin olduğu yer mahkemesinde, Türkiye’de sakin değiş ise, Türkiye’deki son yerleşim yeri mahkemesinde, o da bulunmadığı takdirde Ankara, İstanbul veya İzmir mahkemelerinden birinde görülür.

– Türkiye’de yerleşim yeri olmayan yabancı hakkında vesayet, kayyımlık, kısıtlılık, gaiplik, ölmüş sayılma kararları ilgilinin Türkiye’de sakin olduğu yer, sakin değilse mallarının bulunduğu yer mahkemesinde verilir.

-Mirasa ilişkin davalar ölenin Türkiye’deki son yerleşim yeri mahkemesinde, bu yer olmaması halinde terekeye dahil malların bulunduğu yer mahkemesinde görülür.

2) Tüzel Kişilerin Yerleşim Yeri

-Kuruluş belgesinde aksine hüküm bulunmadıkça işlerinin yönetildiği yerdir.

-Dernek, şirket, kooperatif veya vakıfların yerleşim yerini, kuruluş belgesine bakarak kolayca tespit etmek mümkündür.

-Bunlara karşı açılacak davada yetkili mahkeme, merkezin bulunduğu yer mahkemesidir.

-Genel yetkili mahkeme, tüzel kişilerin yerleşim yerinin olduğu mahkemedir.

3) Davalının Birden Çok Kişi Olması Durumunda Genel Yetkili Mahkeme

A) Davalılardan Birinin Yerleşim Yeri Mahkemesinin Yetkili Olması
B) İstisnalar
aa) Ortak yetkili mahkeme bulunması

-Kanunda dava sebebine göre, davalıların tamamı hakkında ortak yetkiyi taşıyan bir mahkeme belli edilmiş ise, davaya o mahkemede bakılır.

-Örneğin bir haksız fiil birden fazla kişi tarafından işlenmişse, ortak yetkili mahkeme haksız fiilin işlendiği ya da zarar görenin yerleşim yeri mahkemesidir.

bb) Davanın sırf davalılardan birini kendi mahkemesinden başka bir mahkemeye getirmek amaçlı açılması

-Bu amaçlar açıldığı delillerle anlaşılırsa, mahkeme onun hakkındaki davayı ayırarak yetkisizlik kararı verir.

-Mahkeme, ancak davalının yetki itirazı üzerine inceler.

-Davalı yetki itirazında bulunmazsa, mahkemenin yetkisini kabul etmiş sayılır.

4) Genel Yetki Kurallarının Niteliği

-Kesin yetki halleri, genel yetkiye istisnadır. Bir dava için kesin yetki kuralı varsa, o dava genel yetkili mahkemede açılamaz.

-Davacının genel yetkili ile özel yetkili mahkeme arasında seçim hakkı vardır.

-Taraflar, yetki sözleşmesi ile yetkili olmayan bir mahkemeyi yetkili kılarlarsa, taraflarca aksi kararlaştırılmadıkça, dava sadece sözleşmeyle belirlenen mahkemede açılacağından, genel yetkili mahkemenin yetkisi ortadan kalkar.

II.b. Özel Yetki

-Kanun genel yetkili mahkemeden başka, bazı davalar için özel yetki kuralları koymuştur.

-Kamu düzenine ilişkin değildir. Yalnızca bazı özel yetki kuralları istisnai olarak kamu düzenine ilişkindir. Bu yetki kuralları kesin yetkiyle ilgilidir, dava yalnız o yerde açılabilir, başka yerde açılamaz.

-Kamu düzenine ilişkin, yani kesin olmayan özel yetki kuralları ile genel yetkili mahkemenin yetkisi kaldırılamaz.

1) Sözleşmeden Doğan Davalarda Yetki

A) Genel bilgi

-HMK m.10, sözleşmeden doğan davalar için özel bir yetki kuralı koymuştur. Burada sözleşmeden kasıt, borçlar hukukuna ilişkin sözleşmelerdir. Örneğin, satış, ödünç, hizmet, kira, istisna ve vekalet sözleşmelerinden doğan davalar gibi.

-Konusu şahıs varlığına ilişkin ve mirasa ilişkin olan davalar HMK m.10 hükmü dahilinde değildir.

-Sözleşmeden doğan uyuşmazlıklarda sözleşmenin ifa edileceği yer mahkemesinde dava açılabilir.

-İlk önce tarafların açık veya üstü kapalı isteğine göre belirlenir, bu yer belli ise, dava o yerde açılabilir. Tarafların açık veya üstü kapalı isteği anlaşılmadığı hallerde sözleşmenin yerine getirileceği yer TBK m.89’a göre belirlenir.

-Davanın konusu sözleşmeden doğan bir para borcu olup da sözleşmede aksi kararlaştırılmamış ise, bu para borcu alacaklının ödeme zamanındaki yerleşim yerinde ödenir. Yani bu para borcunun ifa edileceği yer alacaklının yerleşim yeridir. Bu hüküm, götürülecek borçlar içindir, aranacak borçlar için değildir.

B) Sözleşmeden doğan davalarda yetkinin niteliği

-HMK m.10’daki yetki kuralları kamu düzenine ilişkin, yani kesin yetki kuralları değildir.

-Sözleşmeden doğan davalar için yetki anlaşması yapılabilir. Bu halde taraflarca aksi kararlaştırılmadıkça dava sadece sözleşme ile belirlenen bu mahkemelerce açılır.

2) Karşı Davalarda Yetki

-Açılmış bulunan bir davada, davalının da kendi alacağı için aynı mahkemede davacıya dava açmasına karşı dava denir. Asıl davanın açılmış olduğu mahkeme, asıl davaya karşı açılan karşı davaya bakmakla da yetkilidir.

3) Şubenin Bulunduğu Yer Mahkemesinin Yetkisi

A) Kural

-Şubenin kendi başına yaptığı işlemlerden dolayı, merkezin de şubenin de bulunduğu yer mahkemesine dava açılabilir.

B) İstisnalar

-Aşağıdaki davalar şubenin bulunduğu yerde açılamaz;

1) İflas davası

2) Özel hukuk tüzel kişilerinin kendi işlerine ilişkin olmak üzere üyelerine karşı ve üyelerinin birbirlerine karşı açacakları davalar

4) Sigorta Sözleşmelerinden Doğan Davalarda Yetki

A) Zarar (mal) Sigortalarında
aa) Konusu taşınmaz ise

-Taşınmazın bulunduğu yerde dava açılır

bb) Konusu taşınır ise

1- Taşınır mal belli bir yerde kalması zorunlu mal ise

-Dava malın bulunduğu yer mahkemesinde de açılabilir.

2-Taşınır mal bir yerde devamlı kalmayan bir mal ise

-Dava tehlikenin doğduğu yer mahkemesinde de açılabilir.

B) Can Sigortalarında

-Sigorta ettiren, sigortalının veya lehtarın leh ve aleyhinde açılan davalarda onların yerleşim yerindeki mahkeme kesin yetkilidir.

-Sigorta ettiren, sigortalı ve lehtar kendi yerleşim yerinde sigorta şirketine karşı dava açabilir.

-HMK 15.2’deki özel yetki hükmü, sigortalıları büyük bir ekonomik güce sahip olan sigorta şirketlerinden korumak amaçlıdır. Bu yetki hükmüne aykırı bir yetki şartı konulamaz.

C) Mali mesuliyet sigortasında

-Yetkili mahkeme, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentanın bulunduğu kazanın meydana geldiği yer mahkemesidir.

5) Geçici Olarak Oturulan Yer Mahkemesinin Yetkisi

-Bir yerde geçici olarak oturan kişilere açılacak bazı davalar için, geçici olarak oturduğu yer mahkemesi yetkilidir. Bunun için gerekli şartlar şunlardır;

1) Dava açılacak kişilerin o yerde oturmaları, orada bulunma sebepleri uzunca bir zaman devam edebilecek olmalıdır.

2) Bu kişilere karşı ancak taşınır ve alacak davaları açılabilir.

6) Haksız Fiilden Doğan Dava Yetkisi

-Aşağıdaki mahkemeler yetkilidir;

1)Haksız fiilin işlendiği

2)Zararın meydana geldiği/gelme ihtimalinin bulunduğu

3)Zarar görenin yerleşim yeri

4)Gazetede yayımlanmış ise, yayımlandığı ve satıldığı yer mahkemesi

5)Bir haksız fiil birden fazla kişi tarafından işlenmişse, bu kişilere karşı açılacak tazminat davası ortak yetkili mahkeme olan haksız fiilin işlendiği veya zararın meydana geldiği yahut ihtimalinin bulunduğu ya da zarar görenin yerleşim yeri mahkemesinde görülür. Hepsine karşı davalılardan birinin yerleşim yerindeki mahkemede dava açılamaz.

7) Çekişmesiz Yargı İşlerinde Yetki

-Talepte bulunan kişinin veya ilgililerden birinin oturduğu yer mahkemesi yetkilidir.

8) Mirasla İlgili Davalarda Yetki

HMK MADDE 11– (1) Aşağıdaki davalarda, ölen kimsenin son yerleşim yeri mahkemesi kesin yetkilidir:

a) Terekenin paylaşılmasına, yapılan paylaşma sözleşmesinin geçersizliğine, ölüme bağlı tasarrufların iptali ve tenkisine, miras sebebiyle istihkaka ilişkin davalar ile mirasçılar arasında terekenin yönetiminden kaynaklanan davalar.

b) Terekenin kesin paylaşımına kadar mirasçılara karşı açılacak tüm davalar.

(2) Terekede bulunan bir mal hakkında açılmak istenen istihkak davası, terekenin yazımı ve tespiti zamanında mal nerede bulunuyorsa, orada da açılabilir.

(3) Mirasçılık belgesinin iptali ve yeni mirasçılık belgesi verilmesine ilişkin davalarda, mirasçıların her birinin oturduğu yer mahkemesi de yetkilidir.

-Miras bırakanın son yerleşim yeri mahkemesinde görülür. HMK m.11 ve TMK m.576’da sayılmıştır. Kural olarak yetkisi kesindir.

A) Son Yerleşim Yeri Mahkemesinin Kesin Yetkisi (m.11.1.)

-3’e ayrılır;

aa. Aşağıdaki davalar her halde, yani terekenin taksiminden sonra da murisin son yerleşim yerinde açılırlar;

a. Terekenin taksimi

b. Taksimin butlanı ve feshi

c. Mirasçılar arasında terekenin idaresi sebebiyle çıkan uyuşmazlıklara ilişkin

d. Ölüme bağlı tasarrufların iptali

e. Tenkis davaları : taşınmaza ilişkin olsa bile

f. Miras sebebiyle istihkak davaları

bb. Terekenin kesin taksimine kadar terekeye karşı açılacak davalara da miras bırakanın son yerleşim yerinde bakılır

-m.11.1.b’deki yetki terekeye miras şirketine karşı açılacak davalar içindir. Dava terekeye karşı değil de, mirasçıya karşı açılırsa, davalı mirasçının yerleşim yeri mahkemesi yetkilidir.

-Terekeye karşı murisin son yerleşim yeri mahkemesinin yetkisi terekenin taksimine kadar devam eder. Bundan sonra terekeye karşı değil, mirasçılara karşı dava açılır.

-Yukarıda bahsedilen haller, murisin son yerleşim yeri mahkemesi kamu düzenine ilişkin (kesin) yetkilidir. Yetkili olup olmadığını resen araştırmalıdır.

cc. Miras hukukundaki çekişmesiz yargı işleri murisin son yerleşim yeri mahkemesinde görülür. Kamu düzenine ilişkin ve kesindir.

B. Son Yerleşim Yeri Mahkemesinin Kesin Olmayan Yetkisi (m.11.2,3)

-Bu dava ve işleri 2’ye ayırmak gerekir;

aa. Bir mal hakkında terekeye karşı açılacak istihkak davası için terekenin tahrir ve tespiti zamanında mal nerede bulunursa o yer mahkemesi yetkilidir.

Buradaki istihkak davası haksız elatmanın önlenmesi davası olup miras sebebiyle istihkak davasından tamamen başkadır. Buradaki istihkak davası ile, mirasçı olmayan bir kimse murisin ve dolayısıyla terekenin zilyetliğinde bulunan bir malın kendisine ait olduğunu iddia ederek malın kendisine verilmesini istemektedir.

bb. Verasetin ispatına ve miras hisselerinin belirlenmesine ilişkin davalar mirasçıların her birinin oturduğu yer mahkemesinde de açılabilir. Mirasçılık belgesinin değiştirilmesi veya iptali davaları da davacının oturduğu yer mahkemesinde açılabilir.

9) Taşınmazın Aynından Doğan Davalarda Yetki

A) Taşınmazın Bulunduğu Yer Mahkemesi

-Taşınmaz üzerindeki ayni hakka veya ayni hak sahipliğinde değişikliğe yol açabilecek davalar ile taşınmazın zilyetliğinde veya alıkoyma hakkına ilişkin davalar taşınmazın bulunduğu yer mahkemesinde açılır.

B) Taşınmazın Aynına İlişkin Davalar
aa. Genel Bilgi

-Taşınmazın aynına ilişkin davalar (m.12.1)

HMK MADDE 12- (1) Taşınmaz üzerindeki ayni hakka ilişkin veya ayni hak sahipliğinde değişikliğe yol açabilecek davalar ile taşınmazın zilyetliğine yahut alıkoyma hakkına ilişkin davalarda, taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi kesin yetkilidir.

bb. Taşınmazın aynına ilişkin davalara örnekler

-İstihkak, Tescil, Yolsuz tescilin silinmesi, İrtifak haklarına ilişkin davalar, Taşınmaza ilişkin taksim ve paydaşlığın giderilmesi davaları, şuf’a (önalım davası)

C) Taşınmazın Aynına İlişkin Olmayan Davalar

-Taşınmaz üzerindeki şahsi haklara ilişkin davalar m.12 hükmüne tabi değildir.

-Örnekler;

* kira alacağının ödenmesi için açılan davalar

* kira bedelinin tespiti davaları

* kiralanan taşınmazların tahliyesi için açılan davalar

-Kira sözleşmesine dayanarak açılan davalarda yetki konusu ise,

Yukarıda sayılan davalar taşınmaz üzerindeki bir ayni hakka dayanmadıkları için m.12 hükmüne tabi değildir.

-Sözü geçen davaların, taşınmazın bulunduğu yerde açılamayacağı anlamına gelmez.

-Taraflar yapacakları ayrı bir yetki sözleşmesi veya bir yetki şartı ile başka bir yer mahkemesinin yetkili olduğunu kararlaştırabilirler.

D) Zilyetliğe ve Alıkoyma Hakkına İlişkin Davalar

-Taşınmazın zilyetliğe veya alıkoyma hakkına ilişkin davalar da taşınmazın bulunduğu yer mahkemesinde görülür.

E) Davanın Birden Çok Taşınmaza İlişkin Olması

-Taşınmazların birinin bulunduğu yer mahkemesine açılır.

F) HMK m.12 Hükmü, Kamu Düzenine İlişkindir

-Taşınmazın aynına ilişkin davaların taşınmazın bulunduğu yer mahkemesinde açılacak olmasına ilişkin yetki kuralı kamu düzenine ilişkin yetkidir.

-Bu konuda yetki sözleşmesi yapılamaz.

-Mahkeme yetkisizliğini her zaman kendiliğinden gözetir.

-Taraflar da davanın sonuna kadar yetki itirazında bulunabilirler.

-Yetki itirazı ilk itirazlardan değil, dava şartıdır.

10) Diğer Kanunlardaki Özel Yetki Kuralları

A) Özel Mahkemelerin Kuruluşuna İlişkin Kanunlardaki Yetki Kuralları
B) TMK’daki Özel Yetki Kuralları

-Davacı kişilik haklarının himayesi için kendi yerleşim yeri veya davalının yerleşim yeri mahkemesinde dava açabilir.

-Davacı aynı zamanda maddî ve manevî tazminat ve vekaletsiz işgörme hükümleri uyarınca tecavüzden elde edilen kazancın kendisine verilmesini birlikte talep etmiş ise kendi yerleşim yeri mahkemesi yetkilidir.

-Yardım nafakası davası

-Çekişmesiz yargı işleri

C) TTK’daki Özel Yetki Kuralları
D) İİK’daki Özel Yetki Kuralları
E) Karayolları Trafik Kanunu
F) Kamu alacaklılarının tahsili bakımından açılacak istihkak davalarına bakmaya haczi yapan tahsil dairesinin bulunduğu yer mahkemesi
G) TİRK
H) Devletleştirme Bedeline İtiraz
I) Orman sınırları dışına çıkma işlemleri hakkında iptal davası

11) Türkiye’nin Her Yerinde Mahkemelerin Yetkili Olduğu Haller

-Normalde, kanunda bir davanın hangi mahkemede açılacağı bellidir. Kayıt düzeltme davaları ve ilamların icrası konusunda Türkiye’nin her yerindeki mahkemeler veya duruma göre en elverişli olan yer mahkemeleri yetkili kılınmıştır.

II.c. Yetki Kurallarının Niteliği

1) Kamu Düzenine İlişkin Kesin Yetki Kuralları

-“Tarafların üzerlerinde serbestçe tasarruf edemeyecekleri konular”

-Bir yetki kuralının kamu düzenine ilişkin olup olmadığını onunla ilgili kanun hükmündeki ifadenin mutlak olup olmamasına ve o yetki kuralının konuluş amacına göre belirlenir.

-Özel hukuk tüzel kişilerinin ortaklık veya üyelik ilişkileriyle sınırlı olmak kaydıyla bir ortağına veya üyesine karşı veya bir ortağın yahut üyenin bu sıfatla diğerlerine karşı açacakları dava için ilgili tüzel kişinin merkezinin bulunduğu yer mahkemesi kesin yetkili.

-Miras ile ilgili bazı davalar için murisin son yerleşim yeri kesin yetkili.

-Taşınmazın aynına ilişkin davalar için taşınmazın bulunduğu yer mahkemesinin yetkisi kesindir.

-Can sigortalarında sigorta ettirenin sigortalının veya lehtarın leh veya aleyhinde açılacak davada onların yerleşim yerinde mahkemesi kesin yetkilidir.

-TİRK m.22 kesin yetkidir.

2 )Kamu Düzenine İlişkin Olmayan Yetki Kuralları

-Kesin yetki halleri dışında kalan bütün yetki kuralları kamu düzenine ilişkin değildir.

-Bu hallerde taraflar yetki sözleşmesi ile başka bir mahkemeyi yetkili kılabilir.

-Burada yetki itirazı ancak ilk itiraz olarak ileri sürülebilir. Yetki dava şartı değil, dava engelidir.

-Kamu düzenine ilişkin olmayan yetki kuralları genel yetki kuralı, kamu düzenine ilişkin olmayan yetki kuralları özel yetki kurallarıdır.

III.TARAFLARIN YETKİSİZ MAHKEMEYİ YETKİLİ KILMASI

-Kamu düzenine ilişkin olmayan, yani kesin olmayan yetki hallerinde, taraflar açık veya zımni bir anlaşma ile yetkisiz bir mahkemeyi yetkili kılabilirler.

Bu 2 şekilde olabilir; a) yetki sözleşmesi b) davalının aslında yetkisiz olan mahkemeye itiraz etmemesi

III.a. Yetki Sözleşmesi

1.Genel Bilgi

-Tacir veya kamu tüzel kişisi olmak koşuluyla tarafların, belli bir dava için kanunen yetkili olmayan mahkemeyi yetkili kılmak için yaptıkları sözleşmedir.

-Usul hukukuna ilişkin bir sözleşmedir.

-İlk önce HMK sonra da TBK hükümlerine tabidir.

-2 şeklde yapılabilir; 1- ayrı bir sözleşme olarak 2-yetki şartı olarak

a- ayrı bir sözleşme olarak
b- yetki şartı olarak

-Tacir veya KTK olmak koşulu ile taraflar bu konuda bir hüküm koyabilirler.

-Burada yetki, sözleşmenin sadece konusu değil, bilakis hükmüdür.

-Uygulamada daha çok rastlanır.

-Anayasa m.37’deki tabii yargıç ilkesine ters düşmemek adına yetki sözleşmesi yapma özgürlüğüne bir takım sınırlandırmalar getirilmiştir.

2. Yetki Sözleşmesinin Caiz Olduğu Haller

a. Yalnızca tacir ve KTK’leri yapabilir

-Tacir-tacir, KTK-KTK ve KTK-Tacir şeklinde yapılabilir. Ancak bu kişiler haricinde mümkün değildir.

b.Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyecekleri konularla kesin yetki hallerinde sözleşme yapılamaz

-Hukukumuzda kural olarak yetki sözleşmesi bütün davalar için mümkündür. Bunun istisnası ise, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyecekleri konularda ve kesin yetki hallerinde yetki sözleşmesi yapılamaz.

3. Yetki Sözleşmesinin Şekli

-Yazılı olarak yapılmaktadır.

-Adî yazılı şekilde yapılması yeterlidir.

-Asıl sözleşme yazılı şekle tabi olmasa bile, î yazılı şekilde yapılması yeterlidir.

-Asıl sözleşme yazılı şekle tabi olmasa bile, yetki sözleşmesinin yazılı şekilde yapılmış olması gerekir.

-Yazılı şekil, yetki sözleşmesi için geçerlilik şartıdır. Yazılı olarak yapılmamış olan bir yetki sözleşmesinin varlığı, başka bir delil ile ispat edilemez.

4.Uyuşmazlığın Muayyen veya Belirlenebilir Olması

-Yetki sözleşmesi, belirli veya belirlenebilir uyuşmazlıklar için yapılabilir.

-Yetkili kılınan mahkemenin hangi uyuşmazlığa bakacağı yetki sözleşmesi veya şartından açıkça anlaşılmalıdır.

-Satış, kira, eser gibi sözleşmedeki “işbu sözleşmeden doğacak uyuşmazlıklar için Ankara mahkemeleri yetkilidir” şeklindeki yetki şartı geçerlidir.

-Buna karşılık “bundan böyle bütün satış sözleşmelerinden doğacak uyuşmazlıklar için Ankara mahkemeleri yetkilidir denemez.

5.Mahkeme veya Mahkemelerin Belli Olması

-Yetki sözleşmesi ile, bir veya birden çok mahkeme görevli kılınabilir.

-Sözleşme ile yetkili kılınan mahkemelerin de belli olması gerekir.

6. Yetki Sözleşmesinin Kanunen Yetkili Olan Genel ve Özel Yetkili Mahkemelerin Yetkisini Kaldırıp Kaldırmayacağı

-Yetki sözleşmesi ile yetkili kıldıkları mahkemenin yetkisinin münhasıran yetkili olup olmadığını kararlaştırabilirler. HMK m.17.1 c.2’ye göre, taraflarca aksi kararlaştırılmadıkça dava yalnızca yetki sözleşmesinde belirlenen yetkili mahkemede açılır.

-Bu durumda yetki sözleşmesi, genel veya özel mahkemelerin yetkisini ortadan kaldırmaktadır.

7. Yetki Sözleşmesinin Etkisi

-Tarafların cüz’i ve külli haleflerini de bağlar.

-Yetkili kılınan mahkeme kendisine açılan davaya bakmak zorundadır.

-Yetki sözleşmesi o davayı kapsamasa veya geçersiz olsa bile davalı yetki itirazında bulunmazsa mahkeme yetki sözleşmesinin o davayı kapsayıp kapsamadığını veya geçersiz olup olmadığını incelemez.

8.HMK’un Yürürlüğe Girmesinden Önceli Yetki Sözleşmelerinin Durumu

-Bundan önceki yetki sözleşmeleri geçerliliklerini sürdürür.

III.b. Tarafların Yetki İtirazında Bulunmaması

-Yetkinin kamu düzenine ilişkin olmadığı hallerde taraflar açık veya zımni bir anlaşma ile yetkisiz bir mahkemeyi yetkili kılabilirler. Bu durum zımni olan durumdur.

-Yetki itirazı ancak ilk itiraz olarak ileri sürülebilir. Davalı, yetki itirazının başında esassa cevap dilekçesi içinde ileri sürmek zorundadır.

-Davalı davanın başında ilk itirazında bulunmamışsa, artık mahkemenin yetkisine itiraz edemez ve davanın açıldığı mahkemenin yetkisini kabul etmiş sayılır.

-Aralarında yazılı bir yetki sözleşmesi bulunmadığı halde davacı davasını kanunen yetkili olmayan bir mahkemede açarsa davalı süresinde yetki itirazında bulunmayarak zımni olarak yetkisiz mahkemenin yetkili olduğunu kabul edebilir.

IV. YETKİ İTİRAZI

-Bir davanın genel ve özel yetkiye sahip olmayan ve yetki sözleşmesi ile de yetkili kılınmamış olan bir mahkemede açılması halinde davalının yetkisiz mahkemenin yetkisine itiraz etmesi.

-Yetkinin kesin olmadığı ve kesin hallerde, yetki itirazı yalnız ilk itiraz olarak ileri sürülebilir.

IV.a. Bulunma Süresi

-Yetki itirazı davanın başında yapılır. Buna göre;

1) Yazılı yargılama usulünde, yetki itirazı ancak cevap süresi içinde ileri sürülebilir. Kural olarak 2 haftadır. Hakim şartların gerçekleşmesi halinde davalıya 1 defaya mahsus olmak üzere ve 1 ayı geçmeyecek şekilde cevap süresi verebilir. 2 haftalık cevap süresi ve hakim tarafından uzatılmış olan cevap süresi ilk itirazlar bakımından hak düşürücü niteliktedir. Hakim yetki itirazının süresinde yapılıp yapılmadığını kendiliğinden inceler. İki haftalık cevap süresi içinde verilen cevap dilekçesinden sonra artık ilk itirazda bulunulamaz.

2) Basit yargılama usulünde, yetki itirazı esasa cevap süresi içinde yapılabilir. 1 defaya mahsus olmak ve 2 haftayı geçmemek üzere hakim davalıya ek cevap süresi tanır.

IV.b. Yapılması

-Yazılı olarak yapılır.

-Davalı itirazında yetkili olan mahkemeyi, birden çok varsa seçtiği mahkemeyi göstermek zorundadır.

IV.c. İncelenmesi

-Davalının yetki itirazı davacıya tebliğ edilir.

-Mahkeme yapacağı ön incelemede ilk itirazları inceler.

-İlk itirazlar kural olarak dosya üzerinden incelenir, gerek duyulursa duruşma yapılabilir.

-Davacını davalının yetki itirazını kabul ederse, taraflar arasında bir çeşit yetki sözleşmesi yapılmış olur. Bu halde mahkemenin yetkisizliğine ve dosyanı davalının yetki itirazında bildirdiği yetkili mahkemeye gönderilmesine karar verilir.

IV.d. Yetkisizlik Kararı

-Davalının ilk itirazının inceleyen mahkeme, yetkisiz olduğu kanısına varırsa, yetkisizlik kararı verir.

-Yetkili mahkemeyi de gösterir.

-Nihai bir karardır.

-Miktar veya değeri istinaf sınırını aşmayan davalara ilişkin yetkisizlik kararı kesindir. Bunun haricinde kanun yoluna gidilebilir.

IV.e. Yetkisizlik Kararı Üstüne Yapılacak İşlemler

-Dava dosyasının yetkili mahkemeye gönderilebilmesi ve davaya yetkili mahkemede devam edilebilmesi için taraflardan birinin 2 hafta içinde yetkisizlik kararı veren mahkemeye başvurarak dava dosyasının yetkili mahkemeye gönderilmesini talep etmesi gerekir.

-2 haftalık süre,

karar kesin olarak verilmişse bu tarihten,

Süresi içinde kanun yoluna başvurulmayarak kesinleşmişse kararın kesinleştiği tarihten

Kanun yoluna başvurulmuşsa ve reddedilmişse, red talebinin tebliğinden itibaren başlar.

-Taraflardan biri, yetkisizlik kararı veren mahkemeye başvurarak dava dosyasının yetkili mahkemeye gönderilmesini talep etmezse, mahkeme davanın açılmamış sayılmasına karar verir.

-Kanun yolu ile sonucu kesinleşen yetkisizlik kararı davaya ondan sonra bakacak olan mahkemeyi bağlar. Fakat kanun yoluna gidilmeden kesinleşmiş ise, dosya kendisine gönderilen mahkemeyi bağlamaz. Bu hüküm, yetkinin kamu düzenine ilişkin olduğu haller içindir.

-Aksi hallerde, bir mahkemenin yetkisizlik kararı kanun yoluna gidilmeksizin kesinleşmiş olsa bile yetkili olarak gösterilmiş mahkeme bu karar ile bağlıdır.

-2 hafta içinde başvurulması halinde, yetkili mahkemede görülmeye başlanan dava açılmış olan davanın devamıdır. Yetkisiz mahkemede kazanılmış olan haklar saklı tutulur. Verilmiş olan ihtiyati tedbir vb.kararları devam eder.

V.YETKİNİN KESİN OLDUĞU HALLERDE YETKİ İTİRAZI

-Yetkinin kamu düzenine ilişkin olduğu hallerde yetki itirazı ilk itiraz değildir. Dava şartıdır.

-Taraflar her zaman yetki itirazında bulunabilirler mahkeme de her zaman kendiliğinden yetkili olup olmadığını inceler. Yetkisiz olduğu kanısına varırsa, resen yetkisizlik kararı vermek zorundadır.

-Yetki itirazı, teknik anlamda bir yetki itirazı olarak nitelendirilemez. Bu mahkemeye yetkisiz olduğunu hatırlatma niteliğindedir, belli bir süreye bağlı değildir.

-Yetki itirazında bulunan tarafın itirazında yetkili mahkemeyi gösterme yükümlülüğü yoktur.

-Mahkeme, yetkisiz olduğuna karar verirse, yetkisizliğine ve dava dosyasının gerçek yetkili mahkemeye gönderilmesine karar verir.

*YARGI YERİ BELİRLENMESİ*

-Bir davaya hangi mahkemenin bakacağının belli olmadığı durumlarda, bir üst derece mahkemesinin bunu belirlemesine merci tayini denir.

-İlk derece mahkemeleri için istinaf mahkemeleri, istinaf mahkemeleri için Yargıtay’dır.

I. Yargı Yeri Belirlenmesini Gerektiren Haller

-HMK m.21’de sayılmaktadır.

HMK MADDE 21- (1) Aşağıdaki hâllerde, davaya bakacak mahkemenin tayini için yargı yeri belirlenmesi yoluna başvurulur:

a) Davaya bakmakla görevli ve yetkili mahkemenin davaya bakmasına herhangi bir engel çıkarsa.

b) İki mahkeme arasında yargı çevrelerinin sınırlarının belirlenmesi konusunda bir tereddüt ortaya çıkarsa.

c) İki mahkeme de görevsizlik kararı verir ve bu kararlar kanun yoluna başvurulmaksızın kesinleşirse.

ç) Kesin yetki hâllerinde, iki mahkeme de yetkisizlik kararı verir ve bu kararlar kanun yoluna başvurulmaksızın kesinleşirse.

I.a. Engel Çıkması

-Engel 2 şekilde çıkabilir. Başta hukuki ve fiili engeller olmak üzere geniş bir alana yayılmaktadır.

a. Olağanüstü haller ve afet nedeniyle o yer mahkemesinin davaya bakamaması;

Adalet Bakanlığı o yer mahkemesinde görülen davaların geçici olarak başka bir yerde görülmesine karar verebilir.

b. Hakimin hastalanması veya ölmesi ve o yerde bakacak başka hakim bulunmaması da fiili bir engeldir.

Ancak bu durumda merci tayinine gerek yoktur. HSYK oraya geçici yetkili bir hakim gönderir.

Hakimin reddedilmesi veya davaya bakmasının yasaklı olması en iyi hukuki engel örneğidir. Bu durumda da merci tayini yoluna başvurulmaz. Birden fazla sulh ve asliye hukuk mahkemesinin bulunduğu yerlerde olduğu gibi, o yerde aynı hak ve yetkiye sahip başka hakim varsa, merci tayinine gerek yoktur. Eğer yoksa, üst derece mahkemesini en yakın yer mahkemesini yargı yeri olarak belirler.

I.b. Yargı çevresi sınırlarının belirlenmesinde tereddüt

HMK MADDE 22- (1) Yetkili mahkemenin bir davaya bakmasına herhangi bir engel bulunduğu yahut iki mahkeme arasında yargı çevrelerinin sınırlarının belirlenmesinde tereddüt ortaya çıktığı takdirde, yetkili mahkemenin tayininde, ilk derece mahkemeleri için bölge adliye mahkemelerine, bölge adliye mahkemeleri için Yargıtaya başvurulur.

(2) İki mahkemenin aynı dava hakkında göreve veya yetkiye ilişkin olarak verdikleri kararlar kanun yoluna başvurulmaksızın kesinleştiği takdirde, görevli veya yetkili mahkeme, ilgisine göre bölge adliye mahkemesince veya Yargıtayca belirlenir.

-Hukuk mahkemelerinin yargı çevresi bulundukları il merkezleri ve ilçeler ile bunlara adli yönden bağlı ilçelerin idari sınırları olarak tespit edilmiş bulunmasına rağmen bazı durumlarda tereddütler ortaya çıkabilmektedir.

-HMK m.22’ye göre izlenecek yok şudur;

1) Önce dava bir il veya ilçe mahkemesinde açılır

2) Bu mahkeme yetkisizlik kararı verirse kararın kesinleşmesinden sonra diğer ilçe mahkemesine başvurulur.

3) O il veya ilçe mahkemesi de yetkisizlik kararı verirse ancak bu kararın kesinleşmesinden sonra üst mahkemeden merci tayini istenebilir. Bu ise artık 2 mahkeme arasındaki yetki uyuşmazlığı sebebiyle olur.

I.c.Görev uyuşmazlığı

-İki mahkemenin aynı dava hakkında ayrı ayrı verdikleri görevsizlik kararı ve bunların kanun yoluna başvurulmaksızın kesinleşmesi halinde görevli mahkemenin tespiti amacıyla yargı yeri belirlenmesi yoluna başvurulur.

-Buradaki görev uyuşmazlığı adli mahkemeler arasındaki görev uyuşmazlığıdır. Diğer yargı kolları arasındaki uyuşmazlık, yargı yolu uyuşmazlığıdır.

-Yargı yeri belirlenmesi yolu ile giderilmedikçe ve üst mahkemece davaya hangi mahkemede bakılacağı belirlenmedikçe görevsizlik kararı veren mahkemelerden hiç biri davaya el koyup bakamaz.

-Bir mahkemenin verdiği görevsizlik kararı temyiz edilmeksizin kesinleşir ise, bu görevsizlik kararı kendisine gönderilen mahkemeyi bağlamaz, o da görevsizlik kararı verebilir. Bu ikinci görevsizlik kararı da kanun yoluna gidilmeksizin kesinleşirse görevli mahkeme merci tayini ile üst mahkeme tarafından belirlenir.

-Buna karşılık ikinci görevsizlik kararına karşı kanun yoluna başvurulmuş ve üst mahkeme ikinci görevsizlik kararını onamış ise, ikinci görevsizlik kararında görevli olarak gösterilen mahkeme bu kararla bağlıdır. Yani davaya bakmaya mecburdur. Merci tayini yoluna gidilmesine gerek yoktur.

-İkinci görevsizlik kararına uyulacak olan üst mahkemece bozulması halinde ikinci mahkeme davayı görmeye devam eder, artık görevsizlik kararı veremez.

-Bir mahkemenin verdiği görevsizlik kararına karşı kanun yoluna gidilmiş ve üst mahkemece onanmış ise, dava dosyası görevli olduğu bildirilen mahkemeye gönderilir. Bu mahkeme görevsizlik kararı ile bağlıdır.

-Bir mahkeme, görevli olduğu kanısı ile esas hakkında karar vermiş bu karar üst mahkemece görevsizlik nedeniyle bozulmuş ve mahkeme bozmaya uygun biçimde görevsizlik kararı vermiş ise, bu görevsizlik kararı kanun yoluna gidilmeksizin kesinleşmiş ise, artık o davaya ondan sonra bakacak mahkemeyi bağlar.

I.d. Yetki uyuşmazlığı

-Kesin yetki hallerinde iki ayrı yer mahkemesinin aynı dava hakkında ayrı ayrı yetkisizlik kararı vermiş olması ve bu yetkisizlik kararlarının kanun yoluna gidilmeksizin kesinleşmesi halinde, yetkili mahkemenin belirlenmesi için, merci tayini yoluna gidilir.

-Yetkinin kesin olduğu hallerde verilen yetkisizlik kararı kanun yoluna gidilmeksizin kesinleşmiş ise gönderilen mahkemeyi bağlamaz. Yeniden yetkisizlik kararı verebilir. Eğer bu yetkisizlik kararı da kanun yoluna gidilmeksizin kesinleşirse, üst mahkeme merci tayini yoluyla görevli mahkemeye karar verir. İkinci yetkisizlik kararına karşı kanun yoluna gidilmiş ve üst mahkeme bunu onamışsa, ikinci yetkisizlik kararında yetkili gösterilen mahkeme bu kararla bağlıdır.

-Yetkinin kesin olmadığı hallerde yetkisizlik kararı kanun yoluna gidilmeksizin kesinleşmişse, bu yetkisizlik kararında yetkili gösterilen mahkeme bu kararla bağlıdır. Bir mahkemenin verdiği yetkisizlik kararına karşı kanun yoluna gidilmiş ve üst mahkeme bu kararı onamış ise, görevli mahkeme bu yetkisizlik kararı il bağlıdır.

-Bir mahkeme, görevli olduğu kanısı ile esas hakkında karar vermiş bu karar üst mahkemece görevsizlik nedeniyle bozulmuş ve mahkeme bozmaya uygun biçimde görevsizlik kararı vermiş ise, bu görevsizlik kararı kanun yoluna gidilmeksizin kesinleşmiş ise, artık o davaya ondan sonra bakacak mahkemeyi bağlar.

II.Yargı Yeri Belirlenmesi Usulü

-Üst mahkemeye başvurulur.

-Dilekçe, direk üst mahkemeye verilebileceği gibi, dava dosyasının bulunduğu mahkemeye de verilebilir. Karşı tarafa tebliğ ve karşı tarafın buna cevabı için süre tanınması uygun olur.

-Dosya üzerinden inceleme yapılabilir, gerek duyulursa duruşma da yapılabilir.

-Acele işlerdendir.

-Üst mahkemenin merci tayini kararına karşı kanun yoluna başvurulmaz.

-Karar veren üst mahkeme, dava dosyasını yargı yeri olarak belirlediği mahkemeye gönderir ve bu mahkeme, davaya kaldığı yerden devam eder.

III.İcra Mahkemeleri Hakkında Yargı Yeri Belirlenmesi

-HMK m.21-23’e göre çözümlenir.

-Karar üst mahkemeye aittir.

*GENEL MAHKEMELER ARASINDA İŞ DAĞILIMI*

-Birden fazla aynı çeşit mahkeme bulunması halinde, mahkemeler arasındaki ilişkiye iş dağılımı ilişkisi denir.

-Hukuk ve ticaret davaları için ayrı ayrı incelemek gerekir.

I. Hukuk Davalarında İş Dağılımı

-Hukuk davaları, ticaret davaları dışında kalan davalardır.

-Sulh ve asliye hukuk mahkemelerinde görülür.

I.a. birden fazla sulh hukuk mahkemesi arasında iş dağılımı

-Taraflar bu iş dağılımına itiraz edemezler. Sulh hukuk mahkemesi kendisine verilen bir davayı o yerdeki bir başka sulh hukuk mahkemesine gönderemez.

I.b. birden fazla asliye hukuk mahkemesi arasındaki iş dağılımı

-Taraflar bu iş dağılımına itiraz edemezler. Asliye hukuk mahkemesi kendisine verilen bir davayı o yerdeki bir başka sulh hukuk mahkemesine gönderemez.

II. Ticari Davalarda İş Dağılımı

II.a. Ticari Davalar

-TTK m.4’de sayılmıştır.

-Özel kanunlarda bazı davalara ve işlere asliye ticaret mahkemesinde bakılacağı düzenlenmiştir.

1) Mutlak ticari davalar

a) TTK’ya göre mutlak ticari davalar

-Tarafların tacir olup olmadığına bakılmaksızın mutlak ticari dava sayılır

-TTK’da düzenlenmiş olan bütün hususlardan doğan hukuk davaları

-TMK’nın rehin karşılığında ödünç verme işlerinden doğan hukuk davaları

-TBK’nın işletmenin satılması ve birleştirilmesi, rekabet yasağı, yayın sözleşmesi, kredi mektubu ve emri, komisyon, ticari mümessiller ve diğer ticari vekiller hakkındaki hukuk davaları

-Fikri Mülkiyet Kanunu davaları

-TTK’nın 4.maddesinde yazılı ticarete mahsus yerler hakkındaki hükümlerde düzenlenen hususlardan doğan hukuk davaları

b) Kooperatifler Kanunu’na göre mutlak ticari davalar
c) Diğer özel kanunlara göre mutlak ticari davalar

-TİRK

-İflas davaları

-Konkordatın tasdiki ve feshi

-Finansal kiralama

2) Nisbi Ticari Davalar

-Kural olarak hukuk davasıdır. Bu davalar bir ticari işletmeyi ilgilendiriyor veya iki taraf için de ticari hususlardan doğuyor ise, ticari dava sayılırlar.

a) Ticari İşletme ile ilgili bazı davalar

-Tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın davalar taraflardan birinin ticari işletmesi ile ilgili iseler, ticari dava sayılır.

b) her iki taraf için ticari sayılan hususlardan doğan dava

-TTK m.19/1 hükümleri gereğince her iki taraf için de ticari sayılan hususlardan dolayı olan hukuk davaları ticari dava sayılır. 2 şart gerekir;

1) Tarafların tacir olması

2) Dava konusu uyuşmazlığın her iki tarafın da ticari işletmesiyle ilgili olması

II.b. Ticari davalara bakan mahkemeler

-Ticari davalarda kural olarak asliye hukuk mahkemesi görevlidir.

1) ayrı asliye ticaret mahkemesi bulunmayan yerler

-Ayrı asliye ticaret mahkemesi bulunmayan yerlerde asliye ticaret mahkemesinin görevine giren davalara da asliye hukuk mahkemesinde bakılır.

-Bir ticari davanın asliye hukuk mahkemesine asliye ticaret mahkemesi sıfatıyla açılmasına gerek yoktur.

2) ayrı asliye ticaret mahkemesi bulunan yerler

MADDE 45 – 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun 5 inci maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve mülga üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde yeniden düzenlenmiştir.

“Sulh hukuk ve asliye hukuk mahkemeleri tek hâkimlidir.”

“Asliye ticaret mahkemesi kurulan yerlerde bu mahkemelerde bir başkan ile yeteri kadar üye bulunur. Konusu parayla ölçülebilen uyuşmazlıklarda dava değeri üç yüz bin Türk lirasının üzerinde olan dava ve işler ile dava değerine bakılmaksızın;

1. İflas, iflasın ertelenmesi, iflasın kaldırılması, iflasın kapatılması, konkordato ve yeniden yapılandırmadan kaynaklanan davalara,

2. 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununda hâkimin kesin olarak karara bağlayacağı işler ile davalara,

3. Şirketler ve kooperatifler hukukundan kaynaklanan genel kurul kararlarının iptali ve butlanına ilişkin davalara, yönetim organları ve denetim organları aleyhine açılacak sorumluluk davalarına, organların azline ve geçici organ atanmasına ilişkin davalara, fesih, infisah ve tasfiyeye yönelik davalara,

4. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununa ve 21/6/2001 tarihli ve 4686 sayılı Milletlerarası Tahkim Kanununa göre yapılan tahkim yargılamasında; tahkim şartına ilişkin itirazlara, iptal davalarına, hakemlerin seçimi ve reddine yönelik davalar ile yabancı hakem kararlarının tanıma ve tenfizine yönelik davalara,

ilişkin tüm yargılama safhaları, bir başkan ve iki üye ile toplanacak heyetçe yürütülür ve sonuçlandırılır. Heyet hâlinde bakılacak davalarla ilgili olmak üzere, dava açılmadan önce veya açıldıktan sonra talep edilen ihtiyati haciz ve ihtiyati tedbirler de heyet tarafından incelenir ve karara bağlanır. Bu fıkrada belirtilen dava ve işler dışında kalan uyuşmazlıklar mahkeme hâkimlerinden biri tarafından görülür ve karara bağlanır. Başkan ve üye hâkimler arasında dağılıma ilişkin esaslar, işlerde denge sağlanacak biçimde mahkeme başkanı tarafından önceden tespit edilir.”

a) asliye ticaret mahkemesi ve asliye hukuk mahkemesi arasında görev ilişkisi vardır
b) asliye ticaret mahkemeleri arasında iş dağılımı vardır

*GENEL – ÖZEL MAHKEME İLİŞKİSİ

I. Ayrı özel mahkeme bulunan yerler

-Genel mahkeme ile özel mahkeme arasında görev ilişkisi vardır.

II. Ayrı özel mahkeme bulunmayan yerler

-Davanın genel mahkemede özel mahkeme sıfatıyla açılmasına gerek yoktur. Dava genel mahkeme sıfatıyla açılmış olsa da özel mahkeme sıfatıyla baktığını belirtmesi yeterlidir.

*HUKUK VE İDARE MAHKEMELERİ ARASINDAKİ İLİŞKİ*

I.Yargı yolu kavramı

-Yargı çeşitleri arasındaki ilişkiye “yargı yolu” denir.

-Görev gibi yargı yolu da kamu düzenine ilişkindir. Mahkeme kendisine açılan bir davada yargı yolunun görevli olup olmadığını yargılamanın her döneminde kendiliğinden gözetir.

-Yargı yolu kamu düzenine ilişkin olduğundan kesindir, yani sözleşme ile değiştirilemez, yargı yolu sözleşmesi geçersizdir.

II. Yargı yolu itirazı

-Bir idari dava hukuk mahkemesinde açılmış ise, davalı buna itiraz edebilir. Bu görev itirazı, yani yargı yolu itirazıdır.

-Davanın açıldığı mahkemenin yargı yolunun görevli olmadığına karar verebilmesi için tarafların yargı yolu itirazında bulunması gerekli değildir, mahkeme kendiliğinden görevsizlik kararı vermekle yükümlüdür. Çünkü yargı yolu dava şartıdır.

II.a. Hukuk mahkemesinde yargı yolu itirazı

1) İncelenmesi ve görevsizlik kararı

-Davalı idare, davanın her safhasında yargı yolu itirazında bulunabilir.

-İdare en geç birinci oturumda yargı yolu itirazında bulunmuş ise hukuk mahkemesi bu görev itirazı hakkında olumlu ya da olumsuz bir karar vermelidir.

-Hukuk mahkemesi idarenin görev itirazının reddine yani görevli olduğuna karar verirse, ortaya olumlu görev uyuşmazlığı çıkmış olur. Davalı idare Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurursa, hukuk mahkemesi bu konuda uyuşmazlık Mahkemesince karar verilinceye kadar davanın görülmesini geri bırakır.

– Hukuk mahkemesi davalı idarenin birinci oturumdan sonraki dönemde yaptığı görev itirazının reddine karar verirse, davaya devam eder. Davalı idarenin bu halde olumlu görev uyuşmazlığı çıkararak Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma hakkı yoktur.

-Hukuk mahkemesi, davalı idarenin en geç birinci oturumda yapmış olduğu görev itirazını kabul ederse görevsizlik kararı verir.

-Hukuk mahkemesi, davanın her safhasında kendiliğinden de görevsizlik kararı verebilir. İlk önce görev sorununu inceleyip, karara bağlaması gerekir çünkü yargı yolunun caiz olması dava şartlarındandır.

-Gerek davalı idarenin itirazı üzerine, gerek kendiliğinden gerek üst mahkemenin görevden bozma kararı üzerine görevsiz olduğu kanısına varan alt derece mahkemesinin vereceği görevsizlik kararında davanın idari yargının görev alanına girdiğini bildirerek görevsiz olduğuna karar vermekle yetinmesi gerekir.

-Hukuk mahkemesinin ayrıca idari mahkemelerden hangisinin görevli olduğuna ve dava dosyasının bu idari mahkemeye gönderilmesine karar vermesi gerekli değildir.

2) Hukuk mahkemesinin görevsizlik kararı üzerine yapılacak işlemler

-İYUK m.9’da bu konu ayrıca düzenlendiğinden HMK m.20 hükmü burada uygulanmaz.

-Bu halde davacının 30 gün içerisinde görevli idari mahkemede dava açması gerekir.

-Hukuk mahkemesinin görevsizlik kararının kesinleştiği anda idari dava açma süresi bitmiş ise, davacı idari mahkemede dava açabilmek için İYUK m.9daki 30 günlük ek süreden yararlanır.

-Davanın 2.defa açılmış olduğu idari mahkeme de kendini görevli bulmaz ve davanın hukuk mahkemesinin görevine girdiğine karar verirse, o zaman olumsuz görev uyuşmazlığı doğar. Uyuşmazlık mahkemesine başvurulur.

II.b. İdare mahkemesinde yargı yolu itirazı

1) İncelenmesi ve görevsizlik kararı

-Bir hukuk davası idare mahkemesinde açılırsa davalı davanın her safhasında yargı yolu itirazında bulunabilir. Yargı yolu kamu düzenine ilişkin olduğundan davalı itiraz etmese bile idare mahkemesi davanın her safhasında resen görevsizlik kararı verebilir.

-Kural olarak idare mahkemesi ilk incelemede görevli olup olmadığını inceleyip görevli olmadığına karar verirse görevsizlik kararı verir.

2) İdare mahkemesinin görevsizlik kararı üzerine yapılacak işlemler

-Bu halde, hukuk mahkemelerinin kendi aralarında verdikleri görevsizlik kararına ilişkin hükümlerin, yani HMK m.20 hükümlerinin kıyasen uygulanması gerektiği söylenebilir.

HMK MADDE 20- (1) Görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi hâlinde, taraflardan birinin, bu karar verildiği anda kesin ise bu tarihten, süresi içinde kanun yoluna başvurulmayarak kesinleşmiş ise kararın kesinleştiği tarihten; kanun yoluna başvurulmuşsa bu başvurunun reddi kararının tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde kararı veren mahkemeye başvurarak, dava dosyasının görevli ya da yetkili mahkemeye gönderilmesini talep etmesi gerekir. Aksi takdirde, bu mahkemece davanın açılmamış sayılmasına karar verilir. (2) Dosya kendisine gönderilen mahkeme, kendiliğinden taraflara davetiye gönderir.

-Davacının, idare mahkemesinin görevsizlik kararının kesinleştiği tarihten itibaren 2 hafta içinde görevsizlik kararını veren mahkemeye dilekçe ile başvurması gerekir. Davacı dilekçede dava dosyasının gerekli mahkemeye gönderilmesini ister. Bu halde, görevli hukuk mahkemesinde bakılan bu dava, idare mahkemesinde açılmış olan davanın devamı sayılır. Eğer başvurmaz ise, dava açılmamış sayılır.

-İki haftalık sürenin geçmesinden ve buna bağlı olarak davanın açılmamış sayılması kararı verilmesinden sonra hukuk mahkemesinde yeni bir dava açılabilir fakat diğer davanın devamı niteliğinde değildir.

-İdare mahkemesinde dava açılması ile meydana gelen zamanaşımı kesilmesi, idare mahkemesinde açılan davanın HMK m.20.1.c.2 hükmü gereğimce açılmamış sayılması ile hükümsüz hale gelir. Ancak bu arada zamanaşımı süresi dolmuş ise davacı TBK m.158’deki 60 günlük ek süre içinde hukuk mahkemesinde davasını yeniden açabilir.

-Hukuk mahkemesi de bu dava için kendini görevli saymaz ve davanın idare mahkemesinin görevine girdiği düşüncesiyle görevsizlik kararı verirse, o zaman olumsuz görev uyuşmazlığı doğar. Bunun için Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulur.

*YARGI YOLU UYUŞMAZLIĞI*

-Bir davanın hangi yargı kolundaki mahkemede görüleceği hakkında yargı koluna dahil iki mahkeme arasında çıkan uyuşmazlığa yargı yolu uyuşmazlığı denir.

-Uyuşmazlık Mahkemesi Kanunu’nda düzenlenir;

UMK Madde 1 – Uyuşmazlık Mahkemesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile görevlendirilmiş, adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili ve bu kanunla kurulup görev yapan bağımsız bir yüksek mahkemedir. Özel kanun uyarınca hakeme başvurulmasının zorunlu olduğu hallerde, eğer hakemlik görevi hakim tarafından yerine getirilmiş ise bu merci, davanın konusuna göre, yukarıdaki fıkrada yazılı adli veya idari yargı mercilerinden sayılır.

UMK Madde 2 – Uyuşmazlık Mahkemesi bir Başkan ile oniki asıl, oniki yedek üyeden kurulur. Uyuşmazlık Mahkemesi, hukuk ve ceza bölümlerine ayrılır. Hukuk Uyuşmazlıkları Hukuk Bölümünde, Ceza Uyuşmazlıkları Ceza Bölümünde karara bağlanır. Her bölüm, bir Başkan ile altı asıl üyeden kurulur. Birlikte toplanan Hukuk ve Ceza Bölümleri, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunu teşkil ederler. Uyuşmazlık mahkemesi Genel Kurulu, bu Kanunla belli edilen görevleri yerine getirir ve ayrıca bölümler arasında çıkan olumsuz görev uyuşmazlıklarında görevli bölümü belli eder. Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanı, Anayasa Mahkemesince kendi asıl ve yedek üyeleri arasından seçilir. Bölümler ve Genel Kurul, Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanının Başkanlığı altında toplanır.

I. Hukuk mahkemeleri ile idare mahkemesi arasında görev uyuşmazlığı

1) Olumlu uyuşmazlık- bir davanın hem hukuk hem de idare mahkemesinin görevine girdiği iddia edilir.

2) Olumsuz uyuşmazlık- hem hukuk hem de idare mahkemesi belli bir davanın kendi görevine girmediğini söyler.

I.a. Hukuk ile idare mahkemesi arasında olumlu görev uyuşmazlığı

-UMK m.10-13 ve m.17 arasında düzenlenir;

UMK MADDE 10 – Görev uyuşmazlığı çıkarma; adli, idari ve askeri bir yargı merciinde açılmış olan davada ileri sürülen görev itirazının reddi üzerine ilgili Başsavcı veya Başkanunsözcüsü tarafından görev konusunun incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesinden istenmesidir. Yetkili Başsavcı veya Başkanunsözcüsünün Uyuşmazlık Mahkemesinden istekte bulunabilmesi için, görev itirazının, hukuk mahkemelerinde en geç birinci oturumda, ceza mahkemelerinde delillerin ikamesine başlamadan önce; idari yargı yerlerinde de dilekçe ve savunma evresi tamamlanmadan yapılmış olması ve yargı yerlerinin de kendilerinin görevli olduklarına karar vermiş bulunmaları şarttır. Görev itirazının yargı merciince yerinde görülerek görevsizlik kararı verilmesi halinde, görev konusunun Uyuşmazlık Mahkemesince incelenebilmesi, temyizen bu kararın bozulmuş ve yargı merciince de bozmaya uyularak görevli olduğuna karar verilmiş bulunmasına bağlıdır. Uyuşmazlık çıkarma isteminde bulunmaya yetkili makam; reddedilen görevsizlik itirazı adli yargı yararına ileri sürülmüş ise Cumhuriyet Başsavcısı, idari yargı yararına ileri sürülmüş ise Danıştay Başkanunsözcüsü, askeri ceza yargısı yararına ileri sürülmüş ise Askeri Yargıtay Başsavcısı, Askeri İdari Yargı yararına ileri sürülmüş ise bu mahkemenin Başkanunsözcüsüdür. Görev itirazının reddine ilişkin karara karşı itiraz yolunun açık bulunduğu ceza davalarında ret kararı kesinleşmeden uyuşmazlık çıkarma istenemez.

UMK MADDE 11 – Aşağıdaki hallerde uyuşmazlık çıkarılamaz. a) Anayasa Mahkemesinin Yüce Divan sıfatıyla baktığı davalarda. b) Anayasa Mahkemesine açılan siyasi partilerin kapatılması davalarında. 5162 Yargı merciince yapılacak işlemler:

UMK MADDE 12 – Görev itirazında bulunan kişi veya makam, itirazın reddine ilişkin kararın verildiği tarihten, şayet bu kararın tebliği gerekiyorsa tebliğ tarihinden, itiraz yolu açık bulunan ceza davalarında ise ret kararının kesinleştiği tarihten başlayarak onbeş gün içinde, uyuşmazlık çıkarılmasını istemeye yetkili makama sunulmak üzere iki nüsha dilekçeyi itirazı reddeden yargı merciine verir. Bu yargı mercii, dilekçenin bir nüshasını ve varsa eklerini yedi gün içinde cevabını bildirmesi için diğer tarafa tebliğ eder. Tebligat yapılan taraf, süresi içinde bu yargı merciine cevabını bildirmezse, cevap vermekten vazgeçmiş sayılır. (Değişik üçüncü fıkra: 23/7/2008 – 5791/4 md.) Yargı mercii, itiraz dilekçesi üzerine verdiği itirazı ret kararını kaldırarak görevsizlik kararı vermediği takdirde; yetkili makama sunulmak üzere kendisine verilen dilekçeyi, alınan cevabı ve görevsizlik itirazının reddine ilişkin kararını, dava dosyası muhtevasının onaylı örnekleriyle birlikte uyuşmazlık çıkarma isteminde bulunmaya yetkili makama gönderir. Bir davada uyuşmazlık çıkarılması için yalnız bir kez başvurulabilir.

UMK MADDE 13– (Değişik birinci cümle: 23/7/2008 – 5791/5 md.) Uyuşmazlık çıkarma konusundaki dilekçe ile ekleri kendisine ulaşan yetkili makam, gerekirse dilekçedeki veya eklerindeki eksiklikleri tamamlattıktan sonra, uyuşmazlık çıkarmaya yer olmadığı sonucuna varırsa veya yapılan başvuruda 12 nci maddenin birinci fıkrasında öngörülen sürenin geçirilmiş olduğunu tespit ederse, istemin reddine karar verir. Bu karar, ilgili kişilere veya makama ve ilgili yargı merciine, hemen tebliğ olunur. Bu karara karşı hiç bir yargı merciine başvurulamaz. Uyuşmazlık çıkarılmasını gerekli gördüğü durumlarda yetkili makam, dilekçe ve eklerinin kendisine ulaştığı tarihten, şayet eksiklikleri tamamlatmak yoluna gitmiş ve bu erekle gönderdiği yazıları on gün geçmeden postaya vermiş ise eksikliklerin tamamlandığı tarihten başlayarak en geç on gün içinde düzenleyeceği gerekçeli düşünce yazısını, kendisine gönderilen dilekçe ve ekleri ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesine yollar ve ayrıca Uyuşmazlık Mahkemesine başvurduğunu ilgili yargı merciine hemen bildirir. (Ek cümle: 23/7/2008 – 5791/5 md.) Bu takdirde ilgili yargı mercii, 18 inci maddede öngörüldüğü şekilde davanın görülmesini geri bırakır. Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanı, düşünce yazısıyla eklerini, görevsizlik itirazını reddeden yargı merciine göre ilgili bulunan Başsavcı veya Başkanunsözcüsüne tebliğ edebilir. Tebliği alan makam karşılık vermek isterse, yedi gün içinde yazılı karşılığını vermekle görevlidir.

1) Danıştay başsavcısını olumlu görev uyuşmazlığı çıkarması

-Hukuk mahkemesine açılan bir davada mahkeme kendini görevli sayar ancak davalı idare ve Danıştay Başsavcısı davaya idare mahkemesinin bakması gerektiğini ileri sürerse, hukuk mahkemesi ile idare mahkemesi arasında bir olumlu görev uyuşmazlığı çıkar.

-Olumlu görev uyuşmazlığının şartları ve aşamaları

1) Hukuk mahkemesinde idareye karşı dava açılmış olmalıdır.

2) Davalı idarenin en geç hukuk mahkemesinin 1.oturumunda görev itirazında bulunması şarttır.

3) Hukuk mahkemesinin davalı idarenin en geç birinci oturumda yapmış olduğu görev itirazını reddetmiş, yani görevli olduğuna karar vermiş olması lazım.

4) Davalı idarenin, görev itirazının reddine ilişkin kararın verildiği tarihten itibaren 15 gün içinde Danıştay Başsavcısı’na sunulmak üzere görev itirazının reddine karşı çıkan 2 nüsha dilekçeyi hukuk mahkemesine vermesi gerekir. Yargı mercii itiraz dilekçesi üzerine verdiği ret kararını kaldırarak görevsizlik kararı vermezse yetkili makama sunulmak üzere, dilekçeyi redde ilişkin kararı ile dayanağı Danıştay Başsavcısı’na gönderir.

5) Uyuşmazlık çıkarma konusundaki dilekçe ile ekleri kendisine ulaşan yetkili makam, gerekirse dilekçedeki veya eklerindeki eksiklikleri tamamlattıktan sonra, uyuşmazlık çıkarmaya yer olmadığı sonucuna varırsa veya yapılan başvuruda 12. maddenin birinci fıkrasında öngörülen sürenin geçirilmiş olduğunu tespit ederse, istemin reddine karar verir. Uyuşmazlık çıkarılmasını gerekli gördüğü durumlarda yetkili makam düzenleyeceği gerekçeli düşünce yazısını, kendisine gönderilen dilekçe ve ekleri ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesine yollar ve ayrıca Uyuşmazlık Mahkemesine başvurduğunu ilgili yargı merciine hemen bildirir.

6) Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulduğu resmi yazı ile kendisine bildirilen yargı mercii, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesince bir karar verilinceye kadar davanın görülmesini geri bırakır. Bu takdirde zamanaşımı süreleriyle öbür kanuni veya hakim tarafından verilen süreler, işin yeniden incelenmesine başlanacağı güne kadar durur. Şu kadar ki, Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulduğunu bildiren yazının alındığı günden başlamak üzere altı ay içinde bu Mahkemenin kararı gelmezse yargı mercii davayı görmeye devam eder. Ancak, esas hakkında son kararı vermeden Uyuşmazlık Mahkemesinin kararı gelirse yargı mercii bu karara uymak zorundadır.

7) Danıştay Başsavcısı’nın başvurusu üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi olumlu görev uyuşmazlığını incelemeye başlar ve bu inceleme dosya üzerinde yapılır. Uyuşmazlık Mahkemesi 2 şekilde karar verebilir;

a) Dava hukuk mahkemesinin görevine girmekte ise, Uyuşmazlık Mahkemesi Danıştay Başsavcısı’nın isteğinin reddine karar verir ve bu kararını hukuk mahkemesine bildirir. Bunun üzerine hukuk mahkemesi davaya kaldığı yerden devam eder.

b) Uyuşmazlığı çıkaran Danıştay Başsavcısı’nın isteğini hukuka uygun bulursa, hukuk mahkemesinin görevsiz olduğuna karar verir ve hukuk mahkemesine bldirir. Hukuk mahkemesi, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin bu kararına uymak ve onu gecikmeksizin uygulamakla yükümlüdür. Yani hukuk mahkemesi görevsizlik kararı vermek zorundadır. Bu karar üzerine davacının idare mahkemesinde yeni bir dava açması gerekir. Kendisine tebliğinden itibaren 30 gün içinde açması gerekir.

2) Hukuk ve idare mahkemesinin aynı dava için kendini görevli saymaları

-Aynı dava hem hukuk mahkemesinde hem de idare mahkemesinde açılmış ve her iki mahkemenin de bu dava için kendilerini görevli sayan kararlar vermiş olmaları halinde hukuk mahkemesi ve idare mahkemesi arasında OLUMLU GÖREV UYUŞMAZLIĞI meydana gelir.

-Bir dava idare mahkemesinde açıldıktan sonra hukuk mahkemesinde de açılırsa, davalı idare derdestlik dava şartını ileri sürerek veya mahkeme derdestlik hususunu kendiliğinden dikkate alarak hukuk mahkemesindeki davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesini sağlayabilir. Bunun tam tersi de gerçekleşebilir. Her iki halde de hukuk mahkemesi ile idare mahkemesi arasında aynı dava hakkında olumlu görev uyuşmazlığının doğmasına imkan yoktur.

-Buna karşılık davalı süresinde derdestlik dava şartını ileri sürmezse veya hukuk mahkemesi derdestlik talebinin reddine karar verirse, aynı dava hem hukuk mahkemesinde hem de idare mahkemesinde görülür. İşte bu halde, hem hukuk hem de idare mahkemesi aynı dava için kendilerini görevli sayarsa, hukuk mahkemesi ile idare mahkemesi arasında olumlu görev uyuşmazlığı doğmuş olur.

-Bu olumlu görev uyuşmazlığının çözülmesinde UMK’nın olumsuz görev uyuşmazlıklarının çözülmesine ilişkin hükümleri uygulanır. UMK 14-16’da düzenlenir.

UMK MADDE 14 – Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir. Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir.

UMK MADDE 15 – (Değişik: 23/7/2008 – 5791/6 md.) Olumsuz görev uyuşmazlıklarında dava dosyaları, son görevsizlik kararını veren yargı merciince, bu kararın kesinleşmesinden sonra, ceza davalarında doğrudan doğruya diğer davalarda ise taraflardan birinin istemi üzerine, ilk görevsizlik kararını veren yargı merciine ait dava dosyası da temin edilerek Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilir ve görevli yargı merciinin belirlenmesi istenir. 5163 Uyuşmazlık Mahkemesince yapılacak işlemler: UMK MADDE 16 – (Değişik: 21/1/1982 – 2592/5 md.) Uyuşmazlık Mahkemesi, olumsuz görev uyuşmazlığı ile ilgili dosyaların ilk incelemesi sırasında ve gerekli gördüğü hallerde ilgili Başsavcıların görüşünü de alarak, görevli yargı merciini belirten kararını verir.

-Olumlu görev uyuşmazlığının giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ileri sürülebilirler.

-Taraflar bunun için hem hukuk hem de idare mahkemesine başvurabilirler. Olumlu görev uyuşmazlığının giderilebilmesi için, kendisine başvurulan hukuk mahkemesi dava dosyasını Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderir ve görevli mahkemenin belirlenmesini ister.

-Uyuşmazlık Mahkemesi, olumlu göre uyuşmazlığı ile ilgili dosyaların incelenmesi sırasında ve gerekli gördüğü hallerde ilgili başsavcıların da görüşünü alarak görevli yargı merciini belirten kararını verir ve hukuk mahkemesinin veya idare mahkemesinin görevli olduğuna karar verir. Bu hemen taraflara tebliğ edilir.

-Hukuk ve idare mahkemesi bu karar uymakla yükümlüdürler.

I.b. Hukuk mahkemesi ile idare mahkemesi arasında olumsuz görev uyuşmazlığı

– Hukuk mahkemesi ve idare mahkemesi aynı dava hakkında ayrı ayrı görevsizlik kararı verirlerse hukuk mahkemesi ile idare mahkemesi arasında olumsuz görev uyuşmazlığı doğar ve bu uyuşmazlık da Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından çözülür.

-Bir dava hukuk mahkemesinde açılmış, hukuk mahkemesi görevsizlik kararı vermiş ve bu kesinleşmiştir. Bunun üzerine davacı aynı davayı idare mahkemesinde açmış fakat idare mahkemesi de görevsizlik kararı vermiş ve idare mahkemesinin de görevsizlik kararı kesinleşmiştir. Böylece aynı dava hakkında hukuk mahkemesi ile idare mahkemesi arasında olumsuz görev uyuşmazlığı doğmuştur.

-Bunun giderilmesi istemi ancak davanın taraflarınca ileri sürülebilir.

-Taraflardan biri olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi için idare mahkemesine başvurabilir. Bunun üzerine idare mahkemesi dava dosyasını ilk görevsizlik kararı veren hukuk mahkemesine ait dava dosyasını da temin ederek Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderir ve görevli mahkemenin belirlenmesini ister.

-UM, olumsuz görev uyuşmazlığı ile ilgili dosyaların ilk incelenmesi sırasında ve gerekli gördüğü hallerde ilgili başsavcıların görüşünü de alarak görevli yargı merciini belirten kararını verir.

-Bu davacıya hemen tebliğ edilir. Davacı Uyuşmazlık Mahkemesi kararının kendisine tebliğinden itibaren iki hafta içinde hukuk mahkemesine başvurarak devam edilmesini isterse, hukuk mahkemesinde bakılacak dava eski davanın devamı sayılır.

-Davacı, iki hafta geçtikten sonra eski davaya devam edilmesini isteyemez, ancak yeni bir dava açabilir. Hukuk mahkemesi davaya bakmak zorundadır, yani görevsizlik kararı veremez.

I.c. Hukuk mahkemesinin uyuşmazlık mahkemesine başvurması

-İdare mahkemesinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendisine gelen bir davayı incelemeye başlayan hukuk mahkemesi kendisinin de görevsiz olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile idare mahkemesine ait önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyasını da temin ederek görevli mercin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurabilir ve elindeki davanın incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesi’nin karar vermesine değin erteler.

-Bu halde, hukuk mahkemesinin gerekçeli kararı dava dosyası ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilir. Dava dosyasını alan uyuşmazlık mahkemesi, görevli mahkemeyi belirten kararı verir ve bu kararı hemen hukuk mahkemesine tebliğ eder.

-Uyuşmazlık Mahkemesi, hukuk mahkemesinin görevli olduğuna karar verirse, hukuk mahkemesi bu davaya bakmak zorundadır.

-Bu görevsizlik kararı üzerine, davacının idare mahkemesinde yeni bir dava açmak zorunluluğu vardır.

I.d. Yargıtay’ın uyuşmazlık mahkemesine başvurması

-Bir hukuk mahkemesi kararını kanun yolu talebi üzerine inceleyen Yargıtay hukuk dairesi, davanın idare mahkemesinin görev alanına girdiği gerekçesiyle hukuk mahkemesinin kararını yalnız bu nedenle bozabilir.

-Fakat Yargıtay, davanın davaya bakmış olan hukuk mahkemesinin görevi dışında olduğu kanısına varırsa, incelediği kararı bozacak yerde incelemeyi erteleyerek UM başvurmaya da karar verebilir.

-Yargıtay’ın gerekçeli kararı dava dosyayı ile birlikte UM’ne gönderilir. Dava dosyasını alan UM, görevli mahkemeyi belirten kararını verir ve bu kararı hemen Yargıtay hukuk dairesine tebliğ eder.

-UM, hukuk mahkemesinin görevli olduğuna karar verirse, Yargıtay bu karara uymak ve esas hakkında kanun yolu incelemesi yapmakla ödevlidir.

-İdare mahkemesinin görevli olduğuna karar verirse, bu kararı alan Yargıtay, hukuk mahkemesinin kararını görev nedeniyle bozar. Bunun üzerine hukuk mahkemesi görevsizlik kararı vermekle ödevlidir. Bundan sonra davacı davasını idare mahkemesinde yeniden açabilir.

I.e. Hüküm uyuşmazlığı

-UM, iki ayrı yargı koluna dahil mahkemenin aynı konuya ait esasa ilişkin kararları arasındaki hüküm uyuşmazlıklarını da inceler.

-Taraflardan biri UM’ne başvurur. Karar kesindir.

15. İSTİNABE

A) GENEL BİLGİ

Her mahkemenin yargı yetkisi onun yargı çevresi ile sınırlıdır. Mahkeme yargı yetkisini yalnızca kendi yargı çevresi içinde kullanabilir, yargı çevresi dışında kullanamaz. Bir davada mahkemenin yargı çevresi dışında bir işlem yapılması gerekirse, davaya bakan mahkeme, o işlemin yapılması için başka bir mahkemeden yardım ister buna istinabe denilir.

Diğer mahkeme asıl yetkili mahkeme yerine tanık dinler veya keşif yapar.

Hukuki yardım isteğinde bulunan mahkemeye istinabe eden, kendisinden hukuki yardım istenilen mahkemeye de istinabe olunan mahkeme denilir.

Davaya bakan mahkemenin yargı çevresi dışında bulunan kişinin ve ya şeyin mahkemeye kadar getirilmesi imkansız, çok güç ve ya önemli zaman kaybına sebep oluyorsa o zaman istinabe yoluna başvurulur.

İstinaf mahkemesi incelemesi sırasında gerekli hallerde başka bir istinaf mahkemesini ve ya ilk derece mahkemesini istinabe edebilir.

Davaya bakan mahkeme bir Türk mahkemesinden yardım isteyebileceği gibi yabancı bir devlet mahkemesini de istinabe edebilir.

B) TÜRK MAHKEMELERİ ARASINDA HUKUKİ YARDIM (İSTİNABE)

Hangi hallerde istinabeye gidileceği özel hükümlerde belirtilmiştir. Misal; davaya bakan mahkemenin yargı çevresi dışında oturan tanıklar istinabe yolu ile dinlenilir.

İstinabenin konusunun belirli bir işlem olması gerekir; bir kimsenin dinlenilmesi, yemin etmesi gibi.

İstinabe eden mahkeme, istinabe olunan mahkemeye bir istinabe talebi gönderir. İstinabe eden mah. , istinabe talebi ile birlikte istinabe yoluyla yapılmasını istediği işlemler için gerekli giderleri istinabe olunan mahkemeye göndermelidir.

İstinabe talebinde yapılması istenilen işlem açıkça gösterilmelidir.

İstinabe olunan mahkeme, kendisinden istenilen işlemi yapmak zorundadır. Hakimin bu zorunluluğa uymaması hainde başvurulacak bir kanun yolu yoktur ancak hakim hakkında disiplin kavuşturması yapılması için HSYK’ya başvurulabilir.

C) TÜRK MAHKEMELERİ İLE YABANCI MAHKEMELER ARASINDA HUKUKİ YARDIM

Türk mahkemeleri ile yabancı mahkemelerin birbirlerine hukuki yardımda bulunma ihtiyacı sonucunda, yargı hakları dışında kalan hususlarda karşılıklı olarak birbirlerine yardım ederler.

D) NAİP TAYİNİ

Naip tayini toplu mahkemelerde söz konusu olur. Toplu mahkeme kendi yargı çevresi içinde ve fakat mahkeme binası dışında yapılacak bir işlem için toplu olarak oraya gitmeyip, üyelerden bir hakimi o işlemi yapmak için görevlendirir, bu üyeye naip yargıç(üye) denilir.

Naip tayini istinabeden farklıdır. Naip tayin edilen hakim üyesi bulunduğu toplu mahkemenin yargı çevresi içinde kendi mahkemesinin işini görür. Oysa istinabede; istinabe olunan mahkeme istinabe eden mahkemenin yargı çevresi dışındadır. İst. eden mah., ist. olunan mah.nin yargı çevresinde işlem yapamadığı için o mahkemeye istinabe etmektedir. Naip yargıç yalnız toplu mahkemelerde söz konusu olurken istinabe hem toplu hem tek hakimli mahkemelerde görülebilir.

( bölüm 16 mahkemelere yardımcı organlar yok. Hoca sormam dedi.)

birinci bölüm mahkemeler bitti

İKİNCİ BÖLÜM

DAVA

17. GENEL BİLGİ

Çekişmeli yargının konusu davalardır.

Dava: bir başkası tarafından sübjektif hakkı ihlal edilen ve ya tehlikeye sokulan veya kendisinden haksız bir talepte bululan kişinin mahkemeden hukuki koruma istemesidir.

Davacı (müddei): mahkemeden hukuki koruma isteyen kişidir.

Davalı(müddeialeyh): davacının sübjektif hakkını ihlal eden yada tehlikeye sokan veya davacıdan haksız bir şeyler talep eden kimse, davanın açıldığı kimse.

Dava hakkı: bir sübjektif hakkın mahkemeler vasıtasıyla ileri sürülmesi yetkisidir. Asıl haktan ayrı bir hak olamaz, yalnız başına bir başkasına devredilemez, haciz edilemez ancak asıl hak ile beraber haczedilebilir veya devredilebilir. Bu hak anayasa ile teminat altına alınmıştır. Dava hakkı hukuki yarar ile sınırlıdır. Mahkemelerin bir davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi için davacının dava açmakta hukuki yaranın bulunması gerekir. Dava hakkının açıkça kötüye kullanılması halini hukuk düzeni korumaz. Bir kimsenin kendi lehine olan bir davayı açmaması, hakkın kötüye kullanılması olarak nitelendirilmez, hiç kimse kendi lehine olan bir davayı açmaya zorlanamaz. Mahkeme, iki taraf arasındaki uyuşmazlığa ancak davacı dava açtığı zaman el koyar , davacının davası olmadan mahkemenin re’sen davaya bakması yasaktır. Çekişmesiz yargıda bazı hallerde mahkeme re’sen harekete geçerek bir çekişmesiz yargı işine bakabilir.

18. TARAFLAR

Bir davada davalı- davacı taraf olmak üzere daima iki taraf bulunur. Tarafların başka başka kişiler olması gerekir. Hiç kimse kendine karşı dava açamaz. Bir tüzel kişinin şubesi bağlı olduğu tüzel kişiye ya da aynı tüzel kişinin başka bir şubesine dava açamaz.

Dava sırasında taraflar aynı kişi haline gelirse dava sona erer.

Bir davada verilen hüküm yalnızca o davanın tarafları bakımından kesin hüküm ifade eder. Yargılama giderleri de ancak taraflara yükletilebilir. Taraflar kendi davalarında tanık ya da bilirkişi olamazlar.

Bir davada birbiri ile uyuşmazlık içinde olan iki kişi yoksa o zaman dava değil çekişmesiz yargı işi olur. Çekişmesi yargıda davacı davalı terimlerinin yeri yokturbu nedenle taraflar yerine “ilgili” terimi kullanılmalıdır.

Bir davada tarafların kimler olduğu davacı tarafından dava dilekçesinde gösterilir.Bu kişilerin gerçekten o davada taraf sıfatını haiz olup olmadıkları belli değildir.Bu husus davanın görülmesi sırasında belli olacaktır. Öncelikle davacının dava dilekçesinde gösterdiği taraflar ile davaya devam edilir, dava sırasında her ikisinin de taraf ve dava ehliyeti ile taraf sıfatının mevcut olduğu anlaşılırsa o zaman taraflar arasındaki uyuşmazlık esastan incelenip karara bağlanır.

A) TARAF EHLİYETİ

I-GENEL BİLGİ

Taraf ehliyeti davada taraf olabilme yeteneğidir. Hak ehliyeti bulunan her gerçek ve tüzel kişi, davada taraf olabilme ehliyetini haizdir. Yalnız gerçek ve tüzel kişilerin taraf ehliyeti vardır.

II-GERÇEK KİŞİLERİN TARAF EHLİYETİ

1) Her Gerçek Kişinin Taraf Ehliyeti Vardır:

Her gerçek kişi yaşadığı sürece taraf ehliyetine sahiptir. Taraf ehliyeti tam ve sam doğum ile başlar fakat cenin sağ doğmak şartıyla ana rahmine düştüğü andan itibaren taraf ehliyetine sahiptir. Cenine tayin edilen kayyım, ceninin kanuni temsilcisi sıfatıyla cenin adına dava açabilir. örn: babalık davası. Çocuk ölü doğarsa dava konusuz kalır, çocuk doğmadan dava sonuçlanır ve sonra çocuk ölü doğarsa mahkemenin kararı geçersiz hale gelir.

2) Ölüm İle Taraf Ehliyeti Son Bulur:

Gerçek kişilerin kişiliği ve bununla birlikte hak ehliyeti ölümle sona erer. Ölmüş olan kişinin taraf ehliyeti yoktur.

a)Ölmüş Kişiye Karşı Dava Açılamaz: Dava tarihinden önce ölmüş kişiye dava açılamaz. Yargıtay’a göre dava tarihinden önce ölmüş bir kişiye karşı dava açılması halinde, mahkemenin davalının taraf ehliyetinin bulunmadığını öğrenmesi halinde davayı dava şartı bulunmadığından re’sen reddetmesi gerekir. Mirasçılarına tebligat yapılması suretiyle mirasçıları ile devam edilemez. Fakat HMK124 uyarınca dava dilekçesinde tarafın yanlış ya da eksik gösterilmesinin kabul edilebilir bir yanılgıya dayanması halinde hakimin karşı tarafın onayını almaksızın hakimin taraf değişikliği talebinin kabul edilebileceği hükme bağlanmıştır. Kanunların açıkça gösterdiği hallerde, ölmüş kişiye karşı açılmış olan davanın o kişinin mirasçılarına tebligat yapılmak suretiyle mirasçılarına karşı devam edebilir.

b) Ölmüş Kişi Adına Dava Açılamaz: Ölmüş kişinin taraf ehliyeti olmadığından ötürü, dava tarihinden önce ölmüş olan kişi adına dava açılamaz. Müvekkilin ölümü ile davaya vekalet son bulduğundan, müvekkilin sağlığında düzenlediği vekaletname ile yetkili kıldığı vekili , müvekkilin ölümünden sonra onun adına dava açamaz.

Vekil, müvekkilin öldüğünü bilmeden dava açsa bile, davanın taraf ehliyeti yokluğu nedeniyle reddi gerekir , mirasçılar bu davaya devam edemez. Ölen kişi adına dava açılması kabul edilebilir bir yanılgıya dayanıyorsa hakim karşı tarafın onayını aramaksızın taraf değişikliği talebini kabul edebilir. Vekilin müvekkilin öldüğünü bilmeden açtığı davayı mirasçı adına açılmış bir dava olarak kabul etmek usul hukukunca da uygundur, mirasçılar bu davaya icazet verirlerse davaya devam edilmesi gerekir.

3) Dava Açıldıktan Sonra Taraflardan Birinin Ölmesi:

Dava devam ederken taraflardan birinin ölmesi halinde ölen kişinin taraf ehliyeti son bulur. Davaya ölen kişiye karşı ve ya onun tarafından devam edilmesine imkan yoktur. Ölen tarafın mirasçılarının davaya devam edip edemeyeceklerinin tespiti için bir ayrım yapılmalıdır:

*yalnız öleni ilgilendiren/mirasçılara geçmeyecek haklara ilişkin davalar; tarafın ölümü ile konusuz kalır, bu davalara ölen tarafın mirasçılarına karşı devam etme imkanı yoktur.

*yalnız ölen tarafı ilgilendirmeyen/ mirasçıların malvarlığı haklarını etkileyen davalar; tarafın ölümü ile konusuz almaz.Bu davalara ölen tarafın mirasçılarına karşı devam edilir. Bunlar malvarlığı haklarına ilişkin davalardır. Bu halde ölen tarafın mirasçıları davaya mecburi dava arkadaşı olarak hep birlikte devam ederler. Ölen taraf davalı ise davacı davayı davalının mirasçılarının hepsine karşı birlikte devam ettirebilir, mirasçıların bazılarına karşı tebligat yaptırıp onlara karşı yürütemez.

III- TÜZEL KİŞİLERİN TARAF EHLİYETİ

Tüzel kişiler hak ehliyetine dolayısıyla taraf ehliyetine de sahiptirler.

1) Özel Hukuk Tüzel Kişileri: dernek, vakıf, tic. şirketleri…

Dava tüzel kişi adına veya tüzel kişiye karşı açılır. Tüzel kişi adına tüzel kişinin organı tarafından dava açılır. Tüzel kişinin organı olmayan üyeleri veya ortakları tüzel kişi adına dava açamazlar. Dava tüzel kişiye karşı açılır, tüzel kişi üyelerine , organı olan kişilere dava açılması tüzel kişiye dava açıldığı anlamına gelmez.

Tüzel kişiliğin son bulması ile taraf ehliyeti de son bulur. Bundan sonra eski tüzel kişiye veya onun adına dava açılamaz.

2) Kamu Tüzel Kişilerinin Taraf Ehliyeti: Görevleri bakımından kamu otoritesini temsil ederler.

Kamu tüzel kişilerinin başında Devlet bulunur. Bakanlıkların Devlet tüzel kişiliğinden ayrı ve bağımsız bir tüzel kişiliği yoktur.

Bakanlıklara bağlı bazı genel müdürlüklerin ayrı tüzel kişiliği vardır. Örn: Orman Genel Müdürlüğü. Ayrı tüzel kişiliği olan bu genel müdürlükler, bağlı bulundukları bakanlıktan ayrı tüzel kişiler olarak ayrı taraf ehliyetine sahiptirler. Bu genel müdürlüklere ilişkin davalar, bu genel müdürlükler tarafından ve ya onlara karşı açılır.

İl özel idareleri, köyler ve belediyeler ayrı tüzel kişiliklere ve taraf ehliyetine sahiptirler. Mahallenin tüzel kişiliği ve taraf ehliyeti yoktur. Kamu iktisadi teşebbüslerinin de tüzel kişiliği ve taraf ehliyeti bulunur.

IV- TÜZEL KİŞİLİĞİ BULUNMAYAN TOPLULUKLARIN TARAF EHLİYETİ DE YOKTUR

1) Adi Ortaklığın Taraf Ehliyeti Yoktur: Tüzel kişiliği olmadığı için taraf ehliyeti de yoktur. Adi ortaklığa ilişkin davalarda, adi ortaklığı oluşturan kişilerin taraf olarak hep birlikte hareket etmeleri gerekir. Adi ortaklık tarafından açılacak davaların el birliğiyle mülkiyet kuralları gereğince bütün ortaklar tarafından birlikte açılması gerekir. (mecburi dava arkadaşlığı) Dava adi ortaklık adına değil bütün ortaklar adına açılır, hüküm de ortaklar adına verilir.

Adi ortaklığa karşı açılacak davalarda bir ayrım yapılmalıdır:

*Davanın konusu paradan başka bir şey (taşınır-taşınmaz mal) ise; davanın bütün ortaklara karşı birlikte açılması gerekir.–> el birliği ile mülkiyet kuralı gereği. Bu durumun sonucu olarak da adi ortaklığın ortakları mecburi dava arkadaşı olurlar.

*Davanın konusu para alacağı ise; Ortaklar bu borçtan müteselsilen sorumlu olduklarından alacaklı bir ortağa, ortakların tümüne ya da bir kaçına alacak davası açabilir.

2)Miras Ortaklığının Taraf Ehliyeti Yoktur: Mirasçı birden çok ise terekenin taksimine kadar geçen süredeki duruma miras ortaklığı denilir. Tüzel kişiliği ve taraf ehliyeti yoktur. Bütün mirasçıların birlikte dava açması ve bütün mirasçılara birlikte dava açılması gerekir.

Elbirliği ile mülkiyet kuralı gereğince miras ortaklığının tümüne ilişkin davaların tüm mirasçılar tarafından birlikte açılması gerekir. Fakat bir mirasçı özellikle acele hallerde miras ortaklığının menfaatlerini korumak için bütün mirasçılar adına yalnız başına dava açabilir.

Ancak mirasçı kendi başına açtığı böyle bir davayı yalnız başına yürütemez. Davayı bütün mirasçıların beraber yürütmeleri gerekir. Bu halden ötürü mahkeme bir mirasçının açtığı davayı hemen reddedemez.

Mirasçılara karşı dava açılması konusunu ikiye ayırarak incelemek gerekir:

* Tereke ile ilgili olup konusu paradan başka bir şey olan davaların bütün mirasçılara karşı açılması gerekir.

* Tereke ile ilgili olup konusu para alacağı olan davaların bütün mirasçılara karşı açılması zorunlu değildir, bir mirasçıya karşı da alacak davası açılabilir çünkü mirasçılar murisin borçlarından müteselsilen sorumludur.

Terekeye bir temsilci atanmış ise terekeye ilişkin davaları takip yetkisi tereke temsilcisine aittir. Miras şirketi, mirasın taksimine kadar devam eder. Mirasın taksiminden sonra her mirasçı taksimde kendine düşen alacak veya mal için kendi başına dava açabilir.

V- BİR DAVADA TARAFLARIN TARAF EHLİYETİNE SAHİP OLMALARI DAVA ŞARTLARINDANDIR

Taraflardan birinin taraf ehliyeti olup olmadığı mahkemece re’sen göztetilir ve dava esasa girilmeden reddedilir. Fakat adi ortaklıkta ve miras şirketinde bütün ortak veya mirasçıların davaya katılmaması hainde ek süre verilir ve böylece taraf ehliyeti noksanlığı giderilmiş olur.

B) DAVA EHLİYETİ

Dava Ehliyeti: Kişinin kendisinin ve ya yetkilici kalacağı bir temsilcinin aracılığıyla bir davayı takip etmeğe usul işlemlerini yapabilme ehliyetidir.

I-GERÇEK KİŞİLERİN DAVA EHLİYETİ

1)Tam Dava Ehliyetine Sahip Olanlar

Ayırt etme gücüne sahip, ergin ve kısıtlı bulunmayan her gerçek kişi tam dava ehliyetine sahiptir. Eşler arasındaki davalara bakıldığında; karı v koca evlilik süresi içinde birbirlerin karşı dava açabilir ve cebri icraya başvurabilirler. Tam dava ehliyetine sahip kişiler bizzat kendileri dava açabilir ve takip edebilirler.

2) Sınırlı Dava Ehliyetine Sahip Olanlar

Ayırt etme gücüne sahip küçük ve kısıtlılar kural olarak dava ehliyetine sahip değildir, davada kanuni temsilcileri tarafından temsil edilirler.

Ayırt etme gücüne sahip küçük ve kısıtlılar bazı hallerde dava ehliyetine sahiptirler, bu nedenle bu kişilere sınırlı dava ehliyetine sahip kişiler denilir. *Kişiye sıkı sıkıya bağlı haklarını kullanmada kanuni temsilcilerinin rızasına muhtaç değildirler.Örn: babalık, boşanma davaları gibi. * Kendisine sulh mahkemesi tarafından bir meslek ya da sanatla uğraşma izni verilen vesayet altındaki kimse bu meslek veya sanat dalı sebebiyle yaptığı işlemlere ilişkin alacak ve borçları için açılacak davalarda dava ehliyetine sahiptir. * Ayırt etme gücüne sahip küçük ve kısıtlılar, tasarruf hakkı kendilerine bırakılmış olan serbest mal ve alacaklar için açılacak davalarda dava ehliyetine sahiptir. Bu üç hal dışında bu kimselerin dava ehliyeti bulunmaz, kanuni temsilcileri tarafından temsil olunurlar. Fakat bu kişilerin açmış olduğu davalara kanuni temsilci icazet verebilir.

3)Dava Ehliyetine Sahip Olmayanlar (tam ehliyetsizler)

Ayırt etme gücünden yoksun kişilerin fiil ve bu nedenden de dava ehliyeti bulunmamaktadır, davalarda kanuni temsilcileri tarafından temsil olunurlar.

4)Kanuni Temsilcisinin Dava Ehliyeti Olmayan Tarafı Davada Temsil Etmesi

Dava ehliyeti bulunmayan kişi adına kanuni temsilcisi tarafından dava açılır. Kanuni temsilci davada taraf değildir; taraf kanuni temsilci tarafından temsil edilen küçük veya mahcurdur. Yapılan usul işlemleri taraf hakkında hüküm ifade eder.

–>Veli: Küçük çocuklar üzerinde velayet hakkına sahip kişilere veli denilir. Velayet hakkı ya ana ve babada ya da evlat edinen kimsededir. Velayet hakkına sahip ana ve baba çocuğa ilişkin davalarda çocuğu temsil eder. Kural olarak velayet ana ve babadadır evlilik üresince velayet hakkını birlikte kullanırlar. Baba veya ana yalnız başına çocuğu temsil edemez. Ana ya da babanın yalnız başına çocuk adına dava açması halinde diğerinin icazetine ihtiyaç vardır.Ölüm, boşanma, velayetin kaldırılması gibi bir nedenden ötürü velayet yalnız anada ya da babada ise veli olan ana yada baba çocuğu yalnız başına temsil eder.

Evlat edinen evlatlığın velisidir. Velinin çocuğu davada temsil etmesi yukarıdaki hallere göre gerçekleşir.

–>Vasi: Vesayeti altındaki kişinin (küçük veya mahcur) taraf bulunduğu davalarda onu temsil eder. Yalnız vasi yalnız vasi tayini kararı ile vesayeti altındaki kişiyi davada temsil edemez. Bunun için vasiye sulh mahkemesi tarafından izin erilmiş olması gerekir.

–>Kayyım: Kendisine kayyım tayin edilen kişi velayet ve ya vesayet altında değilse fiil ve dava ehliyetine sahip değildir. Ancak, kendisine kayyım tayin edilen kişi kayyım tayinini gerektirmiş olan işte, kayyım tarafından temsil edilir.

5)Dava Ehliyeti Dava Şartıdır

Dava ehliyeti dava şartlarındandır. Mahkeme tarafların dava ehliyeti olup olmadığını re’sen gözetmek zorundadır.

a) Dava Ehliyeti Olmayan Kişinin Dava Açması: Dava ehliyeti olmayan kişi davayı kendisi açmış ise hakim davacının dava ehliyetinin bulunmadığını re’sen gözetmek zorundadır. Davalının itirazı gerekli değildir. Böyle bir itiraz yalnızca mahkemenin inceleme yapmasına sevk eder. Dava ehliyeti olmayan kişinin kendisinin ava açmış olması halinde mahkeme davayı hemen reddedemez. Kanuni temsilcinin davaya icazet verebilmesi için uygun bir süre tanınır. Onay gelirse dava artık reddedilemez, davaya artık kanuni temsilci ile devam edilir. Verilen sürede onay gelmezse, dava, dava şartı olan dava ehliyeti yokluğundan esasa girilmeden reddedilir.

b) dava ehliyeti olmayan kişiye karşı dava açılması: Bu durumda dava dilekçesi davalı kişinin kanuni temsilcisine tebliğ edilir. Davalının kanuni temsilcisi yok ise atanması yoluna başvurulur. Dava ehliyeti olmayan davalıya karşı yapılan usul işlemleri gçersizdir.Fakat davalının kanuni temsilcisi veya dava ehliyetini sonradan kazanan davalının kendisi yapılan usul işlemlerine ilişkin icazet verebilir.

II- TÜZEL KİŞİLERİN DAVA EHLİYETİ VE DAVADA TEMSİLİ

1) Genel Bilgi

Tüzel kişilerin fiil ehliyeti vardır bu nedenle dava ehliyetine de sahiptirler. Davayı yetkili organları aracılığı ile takip ederler. Tüzel kişilerin organları davada kanuni temsilci durumdadır.Bu organlar tüm işlemleri kendileri yapabilir, bunun için gerçek kişi olan organın avukat olması gerekmemektedir. Fakat tüzel kişinin organı Avk 35 teki işleri takip etmek adına bir vekil tayin etmek isterse, bu vekilin baroda yazılı bir avukat olması gerekmektedir.

2) Özel Hukuk Tüzel Kişilerinin Dava Ehliyeti ve Temsili

a) Tüzel Kişilerin Dava Ehliyeti Vardır: Özel hukuk tüzel kişileri dava ehliyetine sahiptir.Dava ehliyeti ilgili kanun ve tüzükler uyarınca bunun için gerekli organlara sahip olmaları ile başlar.

b) Tüzel Kişiler Organları Aracılığıyla Dava Takip Ederler: Özel hukuk tüzel kişileri taraf oldukları davaları organları aracılığıyla takip ederler. Yetkili organları dış organlardır, yani tüzel kişiyi 3. kişilere karşı temsil eden organlar mesela yönetim kurulu.

3) Kamu Tüzel Kişilerinin Dava Ehliyeti ve Temsili

Kamu tüzel kişilerinin de dava ehliyeti vardır. Bunlar da taraf oldukları davaları yetkili organları aracılığıyla takip ederler.

a) Devletin Taraf Bulunduğu Davalar: Taraf ehliyeti bulunan bakanlıkların dava ehliyeti de bulunur fakat bunun pratik bir önemi yoktur çünkü bakanlıkların taraf olduğu davalar devletin avukatları tarafından takip edilir. (hazine avukatları). Devlet davalarından maksat burada ayrı bir tüzel kişiliği bulunmayan tüm Devlet dairelerine, bakanlıklara ve genel bütçe içindeki diğer dairelere ilişkin davalardır.

b) Ayrı Kamu Tüzel Kişiliği Olan Genel Müdürlüklerin ve Kamu Kurumlarının Taraf Bulunduğu Davalar: Bakanlıklara bağlı bazı genel müdürlüklerin ayrı tüzel kişiliği bulunur ve bu genel müdürlüklerde ayrı bir hukuk müşavirliği örgütü ve buna bağlı avukatları bulunur. Hazine avukatlarının temsil yetkisi yoktur.

c) İl Özel İdarelerinin Dava Ehliyeti: İl özel idaresini vali temsil eder. İl öz. İd nin taraf bulunduğu davalarda yine İl özel idaresini vali temsil eder. İl özel idaresine karşı açılacak davalarda dileçe valiye tebliğ edilir.

d) Belediyelerin Dava Ehliyeti: Belediyenin taraf bulunduğu davalarda belediye başkanı temsil eder. Belediye başkanı başkasını tevkil edebilir/vekil atayabilir. Atanacak vekilin baroda yazılı avukat olması gerekir.

e) Köyün Dava Ehliyeti: Köyün taraf olduğu davalarda köyü muhtar temsil eder. Köy halkından bazı kişiler köy adına dava açamaz, davanın muhtar tarafından açılması gerekir fakat muhtarın icazet yetkisi saklıdır. Muhtar vekil de tayin edebilir fakat bunun için vekilin avukat olmasına gerek yoktur.

4) Dava Ehliyeti Dava Şartıdır

Mahkemenin tüzel kişinin taraf olduğu davalarda tüzel kişinin yetkili organlarca temsil edilip edilmediğini re’sen gözetmesi gerekir. Yetkisiz bir kişi tarafından dava açılmışsa eğer mahkeme davayı hemen reddedemez, dava açılan tüzel kişinin yetkili organ ya da temsilcisi olan kişiye icazet için uygun bir süre verilir.

C) DAVA TAKİP YETKİSİ

Dava takip yetkisi, talep sonucu hakkında hüküm alabilme yetkisidir. Bu yetki kanundaki istisnai haller dışında kanundaki tasarruf yetkisine göre tayin edilir. Kural olarak taraf ehliyeti ve dava ehliyeti bulunan kişilerde dava takip yetkisi de vardır. Ancak bazı istisnai hallerde kişinin dava takip yetkisi olmayabilir. örn: hakkında iflas kararı verilen kişinin iflas masasına giren mallar üzerindeki tasarruf yetkisi sınırlanır ve müflisin her türlü tasarrufu alacaklılara karşı hükümsüzdür.

Davayı takip yetkisi dava şartlarındandır.

D) TARAF SIFATI

Uygulamada sıfat için “husumet” de kullanılmaktadır.

Sıfat dava konusu sübjektif hak ile taraflar arasındaki ilişkidir. Taraf ehliyeti, dava ehliyeti ve dava takip yetkisi davanın taraflarının kişilikleriyle ilgili olduğu halde taraf sıfatı dava konusu sübj. hakka ilişkindir.

Bir davada taraf olarak gösterilen kişiler; taraf ehliyeti, dava ehliyeti ve dava takip yetkisine sahip olsalar dahi bu kişilerden birinin o davada gerçekten davacı ve ya davalı olma sıfatı yoksa dava konusu hakkın esasına ilişkin bir karar verilemez. Sübjektif hakkı dava etme yetkisi o hakkın sahibine aittir dolayısıyla o hakka ilişkin davada davacı olma sıfatı da hakkın sahibine aittir.

Bir sübjektif hak kendisinden davalı olarak istenebilecek kişi, o hakka uymakla yükümlü olan kişidir.

Sıfatın usul hukuku bakımından önemi: Bir davanın tarafları o davada gerçekten taraf sıfatını haiz değillerse dava konusu hakkın esasına ilişkin inceleme yapılıp karar verilemez. Mahkeme davanın sıfat yokluğundan reddine karar verir. Bu karar davanın mesmu olmadığına ( dinlenemeyeceğine) ilişkin bir karar değil yine esasına ilişkin bir karardır. Böyle bir karar yalnız o davada taraf olarak gösterilmiş kişiler arasında kesin hüküm teşkil eder.

!!!!!!!!!Hocaya göre sıfat dava şartı değildir!!!!!!!!! Çünkü dava usulden değil esastan reddedilir ve bu karar taraflar arasında maddi anlamda kesin hüküm teşkil eder. Yargıtay’a göre mahkeme sıfat yokluğunu yine de kendiliğinden gözetir buradan dava şartı olması gerektiği sonucu çıkartılamaz çünkü sıfat yokluğu def’i değil, davada taraf olarak gözüken kişiler arasında dava konusu hakkın doğumuna engel olan bir itirazdır. Sıfat yokluğunun dava şartı olması ile itiraz sebebi sayılması arasında şu esaslı fark vardır: Sıfat yokluğu dava şartıdır denilirse, hakimin dava dilekçesinde taraf olarak gösterilmiş olan kişilerin gerçekten taraf sıfatına sahip olup olmadıklarını re’sen gözetmesi, taraflarca ileri sürülmeyen vakıaları da araştırıp incelemesi gerekir. Ancak sıfat yokluğu itiraz sayılırsa hakim sıfat yokluğunu ancak tarafların bildirmiş oldukları vakıalara göre kendiliğinden gözetir.

Sıfat yokluğu bir davada dava şartından sonra incelenir. Sıfat yokluğunun diğer def’i ve itirazlardan önce incelenmesi gerekir çünkü taraflardan birinin taraf sıfatı yoksa diğer itiraz ve def’ilerin incelenmesine gerek kalmaz.

( Hukuk ders notları http://yirmisekiz.net )

19. DAVAYA VEKALET

A) GİRİŞ

Davada tarafların temsili iki şekilde olur: * kanuni temsil, * iradi temsil

*Kanuni temsil: Dava ehliyeti olmayanların davada kanuni temsilcileri tarafından temsil edilmesi.

*İradi temsil: Tarafların iradelerine dayanan temsildir. Dava ehliyeti olan kişi, davasını kendisi açıp takip edebileceği gibi atadığı bir temsilci aracılığı ile de açılabilir ve takip edilebilir. İradi temsil kanuni temsil hallerinde de mümkündür. Kanuni temsili davayı kendi takip edebileceği gibi davanın takibi için bir vekil de atayabilir. İradi temsil, davaya vekalet demektir. Davaya vekalet ile BK ‘da düzenlenen vekalet sözleşmesi aynı şeyleri ifade etmez. Vekil ile Müvekkil arasındaki ilişki vekalet söz. olabileceği gibi başka bir iş akdi de olabilir. Vekaletname ile vekalet söz. aynı şey değildir.

B) VEKİL TUTMAK ZORUNLU DEĞİLDİR

Türk Hukuku’nda dava ehliyeti olan herkes kendisi dava açabilir ve takip edebilir, ekil tutma zorunluluğu yoktur. Bir tarafın vekil tutmak istemesi sebebiyle yargılama başka bir güne bırakılamaz. Ancak vekil tutulmaması kabul edilebilir bir özre dayanıyorsa hakim bir defalık kısa bir süre verebilir. Bu verilen süre sonunda vekil oturuma gelmese dahi davaya devam olunur. Eğer ki kendisine süre verilen taraf da duruşmaya iştirak etmezse tahkikat ve ya yargılamaya duruşmaya gelmeyen tarafın yokluğunda yapılır. Bazı hallerde hakim bir tarafı vekil tutmaya zorlayabilir. –>HMK 79/2

C) DAVAYA VEKİL OLABİLECEK KİŞİLER (DAVAYA VEKALET EHLİYETİ)

I- EN AZ ÜÇ AVUKAT BULUNAN YERLER

En az 3 avukat bulunan yerlerde ancak baroda yazılı avukatlar vekil olarak dava takip edebilir. Bu avukatlar dava takip etme açısından bir tekele sahiptir. Baroda yazılı olmayan kişiler vekil sıfatı ile mahkemeye kabul olunmazlar. Fakat avukat olmayan bir kişiye dava açmak için yetki verilebilir. Bu kişi, böyle bir yetkiyle vekil sıfatıyla dava açıp takip edemez ama müvekkili adına bir avukata temsil yetkisi verebilir.

II- ÜÇ AVUKAT BULUNMAYAN YERLER

En az 3 avukat bulunmayan yerlerde avukatlardan başka ancak o yerin bağlı bulunduğu baroda tutulan özel listeye yazılmış dava takipçileri vekil olarak dava takip edebilir.

III- HİÇ AVUKAT VE DAVA TAKİPÇİSİ BULUNMAYAN YERLER

Bir yerde hiç avukat ve dava takipçisi bulunmasa bile dava takibi için herhangi bir kişiye vekalet verilmez. Bu gibi kimseler mahkemeye kabul edilmez.

IV- KADASTRO İŞLERİNDE VEKİL OLABİLECEK KİŞİLER

Kadastro işlerinde avukat ve dava takipçilerinden başka, davada menfaatleri zıt olmamak şartıyla karı ve koca birbirlerine vekil tayin edebilirler.

D) DAVAYA VEKALET EHLİYETİ OLMAYAN KİŞİLERİN DAVA TAKİP ETMESİ

Kural olarak avukatlardan başka kişiler BK’ya göre vekil tayin edilebilir fakat vekil sıfatıyla dava açamazlar. Davada vekil olmayacak bu kişilerin davaya vekalet ehliyeti yoktur. Davaya vekalet ehliyeti dava şartıdır.

I- DAVAYA VEKALET EHLİYETİ OLMAYAN KİŞİNİN DAVA AÇMASI

Davaya vekalet ehliyeti olmayan kişi vekil sıfatı ile dava açarsa, o kişinin geçerli bir dava vekaletnamesi bulunsa bile davaya vekalet ehliyeti bulunmadığından mahkeme, davayı esasa girmeden dava şartı yokluğundan reddetmekle yükümlüdür. Ancak mahkeme davayı reddetmeden önce davaya vekalet ehliyeti olmayan kişi tarafından adına dava açılmış olan davacıya bu davaya icazet verip vermeyeceğine ilişkin uygun bir süre vermesi gerekir.

İki ihtimal söz konusudur:

* Davacı davaya onay verirse davaya devam edilir. İki şekilde onay verilebilir: a) davacı mahkemeye gelerek davayı kendisi takip eder, b) davacı davaya vekalet ehliyeti olan bir kişiyi vekil tayin ederek davasını vekil ile takip ettirir.

* Davacı davaya onay vermezse, mahkeme davayı esasa girmeden dava şartı yokluğundan reddeder. Yargılama giderleri vekil ehliyeti olmadan dava açan kimseye yükletilir.

II- DAVAYA VEKALET EHLİYETİ OLMAYAN BİR KİŞİNİN AÇILMIŞ BİR DAVAYI TAKİP ETMESİ

Davanın asıl ve ya avukat olan vekili tarafından açılmasından sonra, yargılama sırasında taraflardan birinin avukat olmayan bir vekil tarafından temsil edilmesinin müeyyidesi davanın reddi değildir. Bu halde ehliyetsiz vekil mahkemeye kabul olunmaz. Mahkeme bu vekilin müvekkiline bildirerek bir defalık re’sen davetiye gönderir.

E) VEKALETİN VERİLMESİ

I- GENEL BİLGİ

Temsilcinin, temsil edilen adına dava takip edebilmesi için temsil edilenin temsilciye davada vekalet vermesi gerekir.

II- VEKALETNAME

Davaya vekalet verilmesi tek taraflı bir hukuki işlemdir ve vekalet verenin tek taraflı bir irade beyanı ile olur. Davaya vekalet verilmesi tek başına bir sözleşme değildir. Vekaletname vekil ile müvekkil arasındaki sözleşme de değildir. Bu sözleşme vekil-müvekkil iç ilişkisini düzenler. Avukatın muvafakati olmadan adına vekaletname çıkarılabilir. Daha önceden yapılmış bir sözleşme yoksa böyle bir vekaletnamenin vekile verilmesi icap niteliğindedir, vekil icabı kabul ederse vekalet sözleşmesi tamam olur.

Umumi bir vekaletname, vekile dava açma veya müvekkiline karşı açılmış bir davayı takip etme yetkisini vermez. Vekilin dava açabilmesi veya savunmada bulunabilmesi için ya genel vekaletnameye özel bir dava takip etme yetkisi konulmalı veya vekile ayrı bir dava vekaletnamesi verilmelidir.

*Özel dava vekaletnamesi: Yalnız belli bir davanın verilebilmesi için verilen vekaletnamedir.vekil bu vekaletname ile müvekkilini başka davalarda temsil edemez.

*Özel dava vekaletnamesi: Müvekkilin açmış olduğu ve açacağı ve müvekkile karşı açılmış ve açılacak tüm davaları takip etmek için verilen vekaletnamedir. Vekil bu vekaletname ile müvekkilini başka davalarda da temsil eder. Fakat müvekkil-vekil arası iç ilişkiden ötürü vekil müvekkilden özel bir talimat almış olmalıdır.

III- VEKALETNAMENİN ŞEKLİ

Kanun vekaletname için şekil şartı aramaktadır. Bu şekil şartı vekaletname için geçerlilik şartıdır.

*Noterin onayladığı/düzenlediği vekaletnameler: Bütün mahkemelerdeki davaar için geçerlidir.Noter tarafından onaylanmış olmak yeterlidir.

*Kadastro işlerinde: Sulh hakimi ya da kadastro hakimi tarafından onaylanmış vekaletnameler geçerlidir. –> syf 233e bak (bence gerisi baya gereksiz)

F) VEKALETNAMENİN MAHKEMEYE VERİLMESİ

I- VEKALETNAMENİN MAHKEMEYE VERİLMESİ YÜKÜMLÜLÜĞÜ

Vekil vekaletnamenin aslını veya avukat tarafından onaylanmış örneğini dava dosyasına konulmak üzere mahkemeye vermekle yükümlüdür. Vekaletnamenin aslının ve ya örneğinin her dosya için ayrı ayrı verilmesi zorunludur.

Dava vekil aracılığı ile açılırsa vekaletname dava dilekçesiyle birlikte, eğer vekil açılmış bir davaya sonradan katılırsa vekil sıfatıyla katıldığı ilk celsede vekaletnameyi mahkemeye ibraz etmekle yükümlüdür. Vekil aracılığıyla takip edilen davalarda vekaletname bulunması ve bunun mahkemeye verilmiş olması dava şartıdır.

II- VEKALETNAMENİN MAHKEMEYE VERİLMEMESİ HALİNDE YAPILACAK İŞLEMLER

Vekil sıfatıyla hareket eden kişi, vekaletnamesini ya da örneğini mahkemeye vermemiş ise ne yapılacaktır?

1) Açılmış Bir Davayı Vekil Sıfatıyla Takip Etmek İsteyen Kişinin Vekaletnamesini Vermemesi: Bu kişi vekaletnamesinin var olduğunu bildirse dahi vekaletnamenin aslını ya da onanmış örneğini mahkemeye ibraz etmeden yargılamaya ilişkin hiç bir görev yapamaz. Bu kişi vekil sıfatı ile oturuma da kabul edilmez. İstisna olarak mahkeme gecikmesinde zarar doğacak hallerde vereceği kesin bir süre içerinde vekaletnamesini getirmesi şartı ile vekilin usul işlemleri yapmasına izin verebilir. Bu sürede vekaletname getirilirse usul işlemleri geçerli olur ve yargılamaya devam edilir, vekaletname getirilmezse fakat asıl (müvekkil) yapılan usul işlemlerini kabul ettiğini beyan ederse, vekaletnamesiz vekil tarafından yapılan usul işlemleri yine geçerli olur. Vekil verilen sürede vekaletnameyi getirmez, asıl da yapılan usul işlemlerini kabul ettiğini dilekçe ile göstermez ise yapılan işlemler geçersiz hale gelir.

2) Vekaletnamesiz Dava Açılması: Vekaletnamenin asıl veya örneğini vermeyen vekil dava açamaz.Mahkeme vekaletnamesiz vekilin imzasını taşıyan dava dilekçesini reddetmek zorundadır. İstisnai olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde mahkeme vereceği kesin bir süre içerisinde vekaletnamenin getirilmesi şartı ile dava açılmasına izin verebilir. Vekil bu süre içerisinde vekaletnameyi getirirse dava geçerli olarak açılmış sayılır. Bu süre içersinde vekil vekaletnameyi vermez ama asıl- müvekkil kendisi adına dava açılmış olmasını kabul ettiğini dilekçe ile bildirirse dava yine geçerli olarak açılmış sayılır davacı vekile icazet vermiş olur. Vekaletname kesin süre içerisinde sunulmaz, asıl da icazet vermez ise dava açılmamış sayılır.

Davacı vekilinin vekaletnamesinin dava dilekçesine ekli olmadığı fark edilmeden dava dilekçesi mahkemece kabul edilmiş ise, bunun fark edilmesi üzerine başkaca bir işlem yapılmadan mahkemenin vekaletnamesi olmayan vekile vekaletnamesini vermesi için kesin bir süre vermesi gerekir. Bu süre içerisinde vekaletname verilmez veya asıl kendisi adına dava açılmasını kabul ettiğini dilekçe ile mahkemeye bildirmezse dava açılmamış sayılır.

G) DAVAYA VEKALETİN KAPSAMI

Davaya vekaletin kapsamı vekilin hangi işlemleri yapmaya yetkili olduğunu gösterir. Bir kanuni kapsam vardır, vekil normal bir dava vekaletnamesi ile kanunda belirtilmiş işlemleri yapar. Vekilin kanundan dolayı yetkili olduğu bu haller dışında başka bir işlem yapabilmesi için vekaletnamede özel bir yetkinin bulunması gerekir.

I-DAVAYA VEKALETİN KANUNİ KAPSAMI (vekile özel bir yetki verilmesini gerektirmeyen işler)

Davaya vekâlet, kanunda özel yetki verilmesini gerektiren hususlar saklı kalmak üzere, hüküm kesinleşinceye kadar, vekilin davanın takibi için gereken bütün işlemleri yapmasına, hükmün yerine getirilmesine, yargılama giderlerinin tahsili ile buna ilişkin makbuz vermesine ve bu işlemlerin tamamının kendisine karşı da yapılabilmesine ilişkin yetkiyi kapsar. Vekil böyle bir işlemle HMK 73’teki işlemleri yapabilir.

II-VEKİLE ÖZEL YETKİ VERİLMESİNİ GEREKTİREN HALLER (HMK 74)

Açıkça yetki verilmemiş ise vekil; sulh olamaz, hâkimi reddedemez, davanın tamamını ıslah edemez, yemin teklif edemez, yemini kabul, iade veya reddedemez, başkasını tevkil edemez, haczi kaldıramaz, müvekkilinin iflasını isteyemez, tahkim ve hakem sözleşmesi yapamaz, konkordato veya sermaye şirketleri ve kooperatiflerin uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırılması teklifinde bulunamaz ve bunlara muvafakat veremez, alternatif uyuşmazlık çözüm yollarına başvuramaz, davadan veya kanun yollarından feragat edemez, karşı tarafı ibra ve davasını kabul edemez, yargılamanın iadesi yoluna gidemez, hâkimlerin fiilleri sebebiyle Devlet aleyhine tazminat davası açamaz, hangileri hakkında yetki verildiği açıklanmadıkça kişiye sıkı sıkıya bağlı haklarla ilgili davaları açamaz ve takip edemez.

H)DAVANIN BİRDEN FAZLA VEKİL İLE TAKİBİ

Müvekkil bir davanın takibi için birden fazla kişiye vekalet verebilir. Müvekkil davanın başında birden fazla vekile vekalet vermişse sorun oluşmaz, bu vekillerden her biri davayı tek başına takip edebilir. Buna karşılık davayı başlangıçta bir avukata vermiş olan müvekkilin o davada başka bir avukata da vekalet verebilmesi için vekili olan avukatın yazılı muvafakati gerekmektedir. Muvafakat verilmezse ilk avukatın vekaleti kendiliğinden sona erer. Birinci avukata ücretinin tamamı ödenir. Gerek başlangıçta gerek sonradan birden fazla avukata vekalet verilmişse bu avukatlar davayı yalnız başına takip edebilir. Tebligat ise bunlardan yalnız birine yapılır.

J)DAVAYA VEKALETİN SONA ERMESİ

Davaya vekalet,davanın sonuçlanması ve hükmün icra edilmesi ile son bulur.Bu,davaya vekaletin normal sona erişidir.

I-VEKİLİN İSTİFASI

Vekilin,vekaletten istifa etmesi ile davadaki vekalet görevi son bulur. Vekilin istifası sebebiyle yargılama başka güne bırakılmaz. Vekilin istifasının, mahkeme ve karşı taraf bakımından hüküm ifade edebilmesi için, bu konudaki beyanın dilekçeyle bildirilmesi veya tutanağa geçirilmesi ve gerektiğinde ilgilisine yapılacak tebligat giderinin de peşin olarak ödenmesi zorunludur.

II-VEKİLİN AZLİ

Avukatın azledilmesi sebebiyle yargılama başka bir güne bırakılamaz. Vekilini azletmiş olan taraf ondan sonraki duruşma gününü öğrenip o gün duruşmaya gelmek zorundadır. Vekil ile takip edilen davada, vekilin azli hâlinde vekâlet veren, davayı takip etmez ve iki hafta içinde bir başka vekil de görevlendirmez ise tarafın yokluğu hâlinde uygulanacak hükümlere göre işlem yapılır. Bir tarafın vekilini azlettiği mahkemeye ve karşı tarafa bildirilmedikçe,azil mahkeme ve karşı taraf hakkında hüküm ifade etmez;yani sonuç doğurmaz. Azledilen vekil mahkemeye bildirimden sonra bir daha mahkemeye vekil sıfatıyla kabul edilmez.

III- VEKİLİN ÖLÜMÜ

Vekilin ölümünün yanı sıra, meslekten veya işten çıkarılması, işten yasaklanması, geçici olarak iş yapamaz duruma gelmesi gibi sebeplerle de vekalet görevi son bulur.

IV- MÜVEKKİLİN ÖLÜMÜ

Müvekkilin sağlığında verdiği vekaletname ile yetkili kıldığı vekil müvekkilin ölümünden sonra dava açamaz. Dava açıldıktan sonra ölüm halinde de ölüm ile vekalet son bulur. Bu halde, ölen müvekkilin mirasçılarını mirasçılık belgesi ile tespit ettirerek mirasçıları duruşmaya davet etmesi gerekir.

V- VEKİLİN VEYA MÜVEKKİLİN İFLASI –> vekalet son bulur.

VI- VEKİLİN VEYA MÜVEKKİLİN MEDENİ HAKLARINI KULLANMA EHLİYETİNİ KAYBETMESİ–> vekalet son bulur.

20. DAVA ŞARTLARI

Dava şartları,bir davanın esası hakkında incelemeye geçebilmesi için gerekli olan şartlardır.

A)DAVA ŞARTLARI KAVRAMI

Mahkemenin,davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi için varlığı veya yokluğu gerekli olan hallere,dava şartları denir. Varlığı gerekli olan hallere olumlu dava şartı, yokluğu gerekli olan hallere de olumsuz dava şartı denilir. Mahkeme dava şartlarından birinin bulunmadığını tespit edince,davanın esası hakkında inceleme yapamaz;davayı dava şartı yokluğundan reddetmekle yükümlüdür. Dava şartlarının bulunup bulunmadığı davada hakim tarafından kendiliğinden gözetilir;taraflar bir dava şartının noksan olduğu davanın görülmesine muvafakat etseler bile,hakim davayı usulden reddetmekle yükümlüdür.

B)DAVA ŞARTLARININ ÇEŞİTLERİ

Mahkemeye,Taraflara ve Dava Konusuna ilişkin olmak üzere dava şartları üçe ayırarak incelenebilir.

I-MAHKEMEYE İLİŞKİN DAVA ŞARTLARI

1)Türk Mahkemelerinin Yargı Hakkının Bulunması

a)Yargı hakkının ülke yönünden sınırları: Türk mahkemelerinin yargı hakkı,Türkiye Cumhuriyeti’nin coğrafi sınırları ile sınırlıdır. Yabancı devletlerde Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde faaliyet gösteremezler.

b)Yargı hakkının kişi yönünden sınırları: Bütün gerçek ve tüzel kişiler Türk yarısına tabidir kural olarak.Ancak bu kuralın istisnası mevcuttur:

-Yabancı devletlerin yargı muaflığı: Bir devlet başka bir devletin mahkemeleri önünde yargılanamaz. Fakat bu muafiyet yabancı devletin egemenlik işlemlerine ilişkin davalar hakkındadır. Yabancı devletin özel hukuk işlemlerinden dolayı o devlete karşı Türk mahkemelerinde dava açılabilir.

-Diplomatik temsilcilerin yargı muaflığı: Viyana Söz.–> yabancı diplomatik temsilciler Türkiye’de ceza yargısından tam olarak muaftır. Fakat şu üç hususta diplomatik temsilciler Türk medeni yargısına tabidir. *Diplomatik temsilcilerin Türkiye’de bulunan taşınmazları ile ilgili davalar. *Dip. temsilcinin vasiyeti tenfiz memuru, mirasın idarecisi, mirasçı veya vasiyet olunan kişi sıfatıyla ilgili bulunduğu miras davaları, * Dip. temsilcinin Türkiye’de resmi görevi haricinde herhangi bir mesleki/ticari faaliyeti dolayısıyla görülecek davalar.

2)Yargı Yolunun Caiz olması: Adli yargı yolunun caiz olması,dava şartıdır.Yani, davanın adli yargı koluna ait bir dava olması gerekir.

3)Mahkemenin Görevli olması: Görev dava şartıdır.

4)Kesin Yetki hallerinde mahkemenin yetkili olması: Kesin yetki kuralları mahkemece kendiliğinden gözetileceği ve bu nedenle dava şartı olduğunda tereddüt yoktur. Kamu düzenine ilişkin fakat kesin olmayan yetki kuralları da mahkemece kendiliğinden gözetilmelidir ve dava şartıdır.

II-TARAFLARA İLİŞKİN DAVA ŞARTLARI

1)Davada iki tarafın bulunması: Bir davada birbiriyle çelişen iki taraf yoksa,o zaman dava değil,çekişmesiz yargı işi söz konusu olur ve çekişmesiz yargıya buna ilişkin kurallar uygulanır.

2)Taraf Ehliyeti

3)Dava Ehliyeti

4)Dava Takip Yetkisi

5)Kanuni Temsilcinin Gerekli Niteliğe Sahip Olması

6)Davaya vekalet ehliyeti ve geçerli vekaletnameler: Vekilin davaya vekalet ehliyetinin olması ve geçerli bir vekaletnamesinin bulunması gerekir. Taraf sıfatı dava şartı değildir. Dava hakkı da dava şartı değildir.

7)Davacının Yatırması Gerekli Gider Avansının Yatırılmış Olması

8)Teminat Gösterilmesine ilişkin kararın yerine getirilmesi

III-DAVA KONUSUNA İLİŞKİN DAVA ŞARTLARI

1)Davacının,dava açmakta hukuki yararının bulunması: Davacının,bir davayı açmakta hukuki yararı bulunmalıdır.Yani davacının mahkemeden hukuki korunma istemesinde,korunmaya değer bir yararı olmalıdır. Dava açmakta hukuki yararı olmayan kişi,devletin mahkemelerini gereksiz yere uğraştırılmamalı. Hukuki yarar dava açıldığı anda var olmalıdır;ilerdeki bir yarar yeterli değildir.

–> Eda davalarında hukuki yarar: Eda davalarında hukuki yararın varlığı asıldır. Davacı dava açarken hukuki yararın varlığını bildirmek ve ispat etmekle yükümlü değildir.Şüphe halinde yararın varlığı inceleme konusu yapılır. Kural dava konusu alacak veya hakkın muaccel olmasıdır, müeccel alacakların eda davası konusu yapılmasında hukuki yararın olduğu benimsenmez. Maddi hukuka göre gelecekte tekrarlanacak edimler için bazı hallerde eda davası açılabilir. Davacı mahkemeye başvurup bir ilam almadan başka bir yol ile de hakkına ilişkin aynı güvenceye sahip olabilecekse dava açmakta hukuki yarar yoktur. Davacının elinde ilam niteliğinde bir belge varsa artık davacının böyle bir belgeye bağlı alacağı için dava açmakta hukuki yararı yoktur.

–> Tespit davalarında hukuki yarar: Eda davasının aksine tespit davasında hukuki yarar olduğu özellikle bildirilmeli ve ispat edilmelidir. İspat edilmezse tespit davası dava şartı olan hukuki yarar yokluğundan reddedilir. Mahkemenin her tespit davasında hukuki yarar bulunup bulunmadığını re’sen incelemesi gerekir. Oysa eda davasında ancak şüphe halinde inceleme söz konusu olur.

–> Belirsiz alacak davasında: Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarının ya da değerinin tam ve kesin olarak belirlenmesinin davacıdan beklenemeyeceği veya bunun olanaksı ulunduğu hallerde, alacaklının hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktarı belirterek belirsiz alacak davası ve tespit davası da açılabileceği kabul edilmiş ve bu durumda hukuki yararın olduğu var sayılmıştır.

–> İnşai davalarda hukuki yarar: Kural olarak, kanunun açıkça öngördüğü hallerde açılabilir. Bu nedenle kanunun inşai davanın açılabileceğini öngördüğü hallerde inşai dava açılmasında hukuki yarar varsayılır. Davacının hukuki yararı bildirmesi ve ispat etmesine gerek yoktur. Çok istisnai hallerde kişinin hukuki yararı bulunmayabilir. Örn: boşanmaya karar verildikten sonra evlenmenin butlanı davası açmak gibi.

–> Her talep için hukuki yarar şarttır: Dava açılmasında olduğu gibi mahkemeye yapılan her talep için talepte bulunanın hukuki yararı şarttır. Mahkeme kendisine yapılan her talebin esası hakkında incelemeye geçmeden önce hukuki yararın var olup olmadığını incelemeli eğer yoksa reddetmelidir. Misaller; *kanun yoluna başvurma, * Fer’i müdahale( bir hukuk davasına müdahale etmek isteyen 3. kişinin, lehine müdahale etmek istediği tarafın davayı kazanmasında hukuki yararı bulunmalıdır.) ,* Delil tespitinde, * İcra iflas hukukunda ihalenin feshini şikayet yoluyla icra mahkemesinden isteyen ilgilinin yapılan yolsuzluk sonucunda kendi menfaatinin ihlal edildiğini ispat etmesi gerekir.

2)Aynı davanın,daha önceden açılmış ve halen görülmekte olmaması: Aynı konuda,aynı taraflar arasında,aynı dava sebebine dayanarak daha önce bir dava açılmış ve bu dava görülmekte ise,aynı konunun yeni bir dava konusu yapılması mümkün değildir. ( olumsuz dava şartı)

3)Kesin Hüküm bulunmaması: Dava konusu uyuşmazlığın,daha önce bir kesin hüküm ile çözümlenmemiş olması dava şartıdır.

IV-ÖZEL KANUNLARDAKİ ÖZEL DAVA ŞARTLARI

Özel kanunlarda belirtilmiş,spesifik,durumlardır.

C)DAVA ŞARTLARININ İNCELENMESİ

Dava şartları,dava açılmasından hükmün verilmesine kadar var olmalıdır.Davanın açıldığı anda var olan bir dava şartı sonradan ortadan kalkarsa,o zaman dava,dava şartı yokluğundan reddedilir. Fakat bu,dava şartı noksanlığı, mahkemece, davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş, taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse, başlangıçtaki dava şartı noksanlığından ötürü, dava usulden reddedilemez. Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder. Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler. Dava şartı noksanlığından reddedilen dava,noksanlık giderildikten sonra yeniden açılabilir ve davalı bu yeni davaya karşı kesin hüküm itirazında bulunamaz.

D) DAVA ENGELLERİ(İLK İTİRAZLAR)

İlk itiraz halleri: a) Kesin yetki kuralının bulunmadığı hâllerde yetki itirazı. b) Uyuşmazlığın tahkim yoluyla çözümlenmesi gerektiği itirazı. c) İş bölümü itirazı. Yukarıda saydığım ilk itiraz halleri dava şartı değildir;çünkü hakim tarafından kendiliğinden gözetilemez.Davalı bu konuda bir itirazda bulunursa,hakim bu ilk itirazı inceler,yerinde görürse ilk itirazın çeşidine göre gerekli kararı verir.ilk itirazların hepsi cevap dilekçesinde ileri sürülmek zorundadır; aksi hâlde dinlenemez.İlk itirazlar, dava şartlarından sonra incelenir.İlk itirazlar, ön sorunlar gibi incelenir ve karara bağlanır. Dava şartları ve dava engelleri arasındaki farklar: 1) hakimin kendiliğinden gözetmesi dava engelleri kendiliğinden gözetilmez; 2)biri davanın her safhasında re’sen gözetilir diğeri ancak davanın başında cevap dilekçesinde yapılabilir.

21.DAVA ÇEŞİTLERİ

A)MAHKEMEDEN İSTENEN HUKUKİ KORUNMAYA GÖRE DAVA ÇEŞİTLERİ

I-EDA DAVALARI-m.105

1- Eda davasında davacı;davalının bir işi yapmaya,bir şeyi vermeye veya bir işi yapmamaya yahut yapamamaya mahkum edilmesini ister. Mesela davalının taşınmazı tahliye etmesi. Davacının,eda davasını açmakta hukuki yararı bulunması gerekir.Eda davası açılmasın ki hukuki yararın bulunması için davalının davacının hakkını inkar etmiş olması şart değildir.Davalı,davacının hakkını tanır ve fakat yerine getirmezse,davacı, icraya konulabilecek bir hüküm elde etmek için de,davalıya karşı dava açabilir. Eda davasının konusu,hem kişisel haklar hem ayni haklar olabilir.Burada,davalının olumlu veya olumsuz bir edaya mahkum edilmesi istenir. Davalının, davacının istediği edaya mahkum edilebilmesi için ilk önce dava konusu hakkın ve ya hukuki ilişkinin tespiti gerekir. Davacının iddia ettiği hukuki ilişkinin mevcut olduğu kanısına varılırsa, mahkeme, davalıyı belli bir edada bulunmaya hükmeder. Eda davasının kabulü halinde verilen hüküm,iki hususu içeriri:

1)Davanın dayandığı hakkın veya hukuki ilişkinin var olduğunun tespiti;

2)Davacının istediği edanın yerine getirilmesi hususunda davalıya yöneltilmiş bir emir. Yalnız tespit hükmü ile yetinilmez,eda hükmüne de yer verilir. Eda Davasının reddi,bir tespit hükmüdür.Bu tespit hükmü de kesin hüküm ve kesin delil teşkil eder.

*** Her eda hükmü, eda emrinden başka zorunlu olarak dava konusu hakkın veya hukuki ilişkinin tespitini de kapsar.

*** Eda davasının kabulü halinde verilen hükmün tespit bölümü, bundan sonra aynı taraflar arasında aynı hukuki ilişkiye dayanarak açılan ikinci davada kesin delil teşkil eder.

*** Eda davasının reddine ilişkin hüküm bir eda hükmü değil bir tespit hükmüdür. Hak ve ya hukuki ilişkinin mevcut olmadığı tespit edilir, kesin delil teşkil eder.

II-TESPİT DAVALARI-m.106

1)Genel bilgi: Tespit davaları,bir hakkın veya hukuki ilişkinin var olup olmadığının tespitine ilişkin davalardır.Tespit davası yolu ile,mahkemeden bir hakkın veya hukuki ilişkinin varlığı veya yokluğu yahut bir belgenin sahte olup olmadığının belirlenmesi talep edilir.

2)Tespit Eda Davasının Öncüsüdür: Bu tespit işlevi,eda davalarında da vardır.Bu sebepten eda davasının öncüsüdür

3)Tespit Davasının Şartları: Tespit davasının dinlenebilmesi için,diğer genel dava şartlarından başka,şu iki şartın da bulunması gerekir: 1) Tespit davasının konusu yalnız hak veya hukuki ilişkiler olabilir; 2) Davacının bir hakkın veya hukuki ilişkinin var olup olmadığının hemen tespit edilmesinde hukuki yararı bulunmalıdır.

a)Hak veya Hukuki İlişki Şartı; Hukuki ilişkiden maksat,bir kişi ile diğer bir kişi veya eşya arasında somut bir olaydan doğan hukuki ilişkidir.Soyut hukuki ilişkilerin tespiti için tespit davası açılamaz. Maddi vakıalar yalnız başına tespit davası konusu yapılamaz, ancak belli bir hak veya hukuki ilişki ile tespit davasına konu yapılabilir.

b)Hukuki Yarar Şartı; Hukuki ilişkinin hemen tespit edilmesinde,davacının korunmaya değer meşru bir hukuki yararının bulunması gerekir.Bunun için üç şartın birlikte varlığı olmalıdır -Davacının bir hakkı veya hukuki durumu güncel bir tehlike ile tehdit edilmiş olmalı, -Bu tehlike nedeniyle,davacının hukuki durumu tereddüt içinde olmalı, -Yalnız kesin hüküm etkisine sahip olan bir hüküm bu tehlikeyi ortadan kaldırmaya elverişli olmalıdır. Davacının tespit davası ile istediği hukuki korunma, diğer dava çeşitlerinden biri ile sağlanabiliyorsa o zamana davacının tespit davası açmakta hukuki yararı yoktur. Örn: eda davası açması mümkün olan davacının tespit davası açmakta hukuki yararı yoktur. Bir kanun hükmü ile açıkça düzenlenen tespit davalarında incelenen hukuki yarar ve ilişki şartını aramaya kural olarak gerek yoktur. Kısmi eda davasının açılabildiği durumlarda tespit davası da açılabilir, hukuki yararın varlığı kabul edilir.

c)Hak,Hukuki İlişki ve Hukuki Yarar Dava Şartıdır. –>iki şart bir arada olmalı.

4)Tespit Davası Çeşitleri :

a)Müspet Tespit Davası: Bir hakkın veya hukuki ilişkinin mevcut olduğunun tespiti için açılan davaya,müspet tespit davası denir. Hak ve ya hukuki ilişkinin davalı tarafından inkar edilmesi halinde açılır.

b)Menfi Tespit Davası: Davalı tarafından varlığı iddia edilen bir hak veya hukuki ilişkinin mevcut olmadığının tespiti için açılan davaya,menfi tespit davası denir. Açılabilmesi için davalının daha önce o hukuki ilişkinin varlığını iddia etmiş olması gerekir.

5)Tespit Hükmü: Tespit davasında yalnız tespit hükmü verilir,ayrıca eda hükmü de verilmez. Tespit hükmü kesin hüküm ve kesin delil teşkil eder. İçinde eda emri bulunmadığı için, tespit hükmü ilamlı icra yolu il icraya konamaz. Fakat müspet tespit hükmüne dayanarak ilamsız icra takibi yapılabilir, borçlu ödeme emrine itiraz ederse itirazın kaldırılması istenebilir.

III-BELİRSİZ ALACAK VE TESPİT DAVALARI -m.107

Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını veya değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkansız olduğu durumlarda,alacaklı,hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktarı ya da değeri belirterek belirsiz alacak davası açabilir. Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa,böyle bir dava açılamaz.her davada olduğu gibi bunda da hukuki yarar aranmaktadır.Hukuki yarar,tespit etmenin objektif olarak imkansız olması gerektiğidir.

IV-İNŞAİ DAVALAR(YENİLİK DOĞURAN DAVALAR)

1)Genel Bilgi

İnşai dava ile davacı,var olan bir hukuki durumun değiştirilmesini veya kaldırılmasını veya yeni bir hukuki durumun yaratılmasını ister.Bu nedenle inşai davalara yenilik doğuran davalar da denir. Kural olarak inşai davalar kanunun açıkça öngördüğü hallerde açılabilir.

2)İnşai Dava Bir İnşai Hakka Dayanır

Davacı,inşai dava ile bir yenilik doğran hakkını kullanır ve bu inşai hakkına dayanarak mahkemeden,bir hukuki durumun değiştirilmesine veya kaldırılmasına veya yeni bir hukuki durumun yaratılmasına karar verilmesini ister. Fakat her inşai hakka dayanılarak açılan dava inşai değildir. Şöyle ki hakkın tek taraflı kullanılmasıyla kural olarak hukuki sonuç meydana gelir. Sonucun doğması için tek taraflı irade beyanının yeterli olduğu hallerde, taraflar hukuki sonucun doğup doğmadığı üzerine uyuşmazlığa düşerlerse ve bu uyuşmazlık bir dava ile mahkeme nüne getirilirse bu dava inşai dava değildir, bir eda yada tespit davasıdır. Buna karşılık, bazı inşai haklar açısından hak sahibinin bu hakkını tek taraflı olarak kullanması sonuç doğurmaz, sonuç kendiliğinden doğmaz: * Hukuki sonuç ancak mahkeme kararı ile doğabilir mesela boşanma. * Hukuki sonucun doğması adın mutlaka bir mahkeme kararı gerekli değildir fakat tarafların anlaşamaması halinde hukuki sonucun doğması için bu hakkın mahkeme aracılığıyla kullanılması gerekir.

3)İnşai Davalarda Verilen Hüküm

a)İnşai Davanın Reddi: Mahkeme inşai davanın reddine karar verirse,bu ret kararı inşai bir hüküm değildir;bilakis bir tespit hükmüdür.

b)İnşai Davanın Kabulü: Mahkeme inşai davanın kabulüne karar verirse,bu kabul kararı inşai niteliktedir.Çünkü bu kabul kararı ile,yeni bir hukuki durum yaratılır veya mevcut hukuki durum değiştirilir veya ortadan kaldırılır. Hükmün bu inşai niteliğine inşai tesir denilir. İnşai hükümlerin icra edilmesine gerek yoktur. Tesir, hükmün verilmesi ve kesinleşmesi ile kendiliğinden doğar.

4)İnşai Dava Çeşitleri

a)Geleceği etkili inşai davalar: Kural olarak,inşai tesir geleceğe etkilidir,geçmişe etkili değildir. (evlenmenin butlanı davası,derneklerin feshi davası,boşanma davası)

b)Geçmişe etkili inşai davalar: İstisnai olarak inşai karar,geriye yürütülür.(nesebin reddi davası,tenkis davası)

B)DAVA KONUSU HAKKIN NİTELİĞİNE GÖRE DAVA ÇEŞİTLERİ

1)Ayni Davalar:-istihkak davaları- 2)Şahsi Davalar-alacak davaları,tahliye davaları- 3)Karma Davalar

C)DAVA KONUSU MALA GÖRE DAVA ÇEŞİTLERİ

1)Taşınır Davaları: Taşınır davaları terimi,taşınmaz davalarının karşıtı olarak kullanılmıştır. TMK. 989’da düzenlenmiştir buradaki taşınır mal terimi 989u da kapsar biçimde konusu taşınır mal olan tüm davaları kapsar.

2)Taşınmaz Davaları: Konusu olan mal,taşınmazdır.

D)DAVA KONUSUNUN AYNİ HAK VEYA ZİLYETLİK OLMASINA GÖRE DAVA ÇEŞİTLERİ

1)Hakka Dayanan davalar 2)zilyetliğe dayanan davalar

E)TALEP SONUCUNUN NİCELİĞİNE GÖRE DAVALAR

I-TERDİTLİ(KADEMELİ) DAVALAR -m.111-

1)Genel Bilgi

Terditli davada,davacı, aynı davalıya karşı birden fazla talebini, aralarında aslilik-ferîlik ilişkisi kurmak suretiyle ,aynı dava dilekçesinde ileri sürebilir. Bunun için, talepler arasında hukuki veya ekonomik bir bağlantının bulunması şarttır.Davacı,ilk önce asıl talep hakkında karar verilmesini ister;yardımcı talebini ise,asıl talebinin reddedilmesi ihtimali için yapar. Mahkeme de asıl talebin esastan reddine karar vermedikçe fer’i talebi inceleyemez.

2)Terditli Davaların Çeşitleri

a)Taleplerin Dayandığı Vakıaların Aynı olması: Bu halde,asıl talep ile fer’i talebin dayandığı vakıalar aynıdır;yalnız hukuki sebebi değişiktir.

b)Taleplerin Dayandığı Vakıaların Değişik Olması: Bu halde,asıl talep ile fer’i talebin hem dayanakları vakıalar,hem de bunların hukuki sebepleri değişiktir.

3)Terditli Davaların İncelenmesi

Terditli davada mahkeme,ilk önce asıl talebi inceler.Bunu yerinde bulursa yardımcı talebin incelenmesine gerek yoktur.

II-SEÇİMLİK DAVALAR-m.112

Seçimlik dava,ancak seçim hakkının borçluya ait olması halinde mümkündür.Seçim hakkı borçluda ise,alacaklının borç konusu şeylerden yalnız biri için dava açmasına imkan yoktur.Bu halde,alacaklı borçluya karşı açacağı davada seçimlik olarak talepte bulunmak zorundadır. Seçimlik borçlarda, seçim hakkı kendisine ait olan borçlu veya üçüncü kişinin bu hakkı kullanmaktan kaçınması hâlinde, alacaklı seçimlik dava açabilir. Seçim hakkının alacaklıda olması durumunda alacaklının seçimlik dava açmasına imkan yoktur. Seçimlik mahkûmiyet hükmünü cebrî icraya koyan alacaklı, takibinin konusunu, mahkûmiyet hükmünde yer alan edimlerden birine hasretmek zorundadır. Ancak, bu durum, borçlunun, diğer edimi ifa etmek suretiyle borcundan kurtulma hakkını ortadan kaldırmaz.

III-DAVALARIN YIĞILMASI-m.110

Davacı,davalıya karşı olan birbirinden bağımsız birden fazla asli talebini aynı davada birleştirebilir;yani birden fazla davasını aynı dava dilekçesi ile açabilir;buna davaların yığılması denir. Terditli dava ile davaların yığılmasını ayıran özellik,davaların yığılmasında ileri sürülen talepler rasında,aslilik ve fer’ilik ilişkisi yoktur;taleplerin tamamı,birbirinden bağımsız taleplerdir. Davanın,aynı davacı tarafından aynı davalıya karşı açılması gerekir. Dava yığılması olarak dava edilen taleplerin tamamının aynı yargı çeşidi içinde yer alması,yani aynı yargı dalına ve aynı yargılama usulüne tabi olması ve taleplerin tümü için ortak yetkili mahkemenin bulunması gerekir. Davaların yığılması için birlikte açılan davaların arasında herhangi bir bağlantı bulunması gerekmez.

IV-MÜTELAHİK DAVALAR(hakların yarışması) —->(* sınavda çıkar gibi geliyor)

Bu davada tek bir talep vardır ve bu yönüyle diğer davalardan ayrılır. Mütelahik davayı normal bir davadan ayıran özellik: Normal davada talep neticesini haklı gösteren bir hukuki sebep bulunduğu halde,mütelahik davada birden fazla hukuki sebep vardır.Aynı talep neticesinin birden fazla hukuki sebebe dayanması,hakların yarışması halinde söz konusu olur. Hakim,davacı için daha elverişli olan hükmi kendiliğinden gözetip uygulaması gerekir.

V-KISMİ DAVA

Davacının,alacağının şimdilik belli bir kesimi için açtığı davaya kısmi dava denir. İşin niteliği gereği,kısmi dava açılabilmesi için,talep konusunun bölünebilir olması gerekir;aksi taktirde kısmi dava açılamaz Bir davanın kısmi dava olarak nitelendirilebilmesi için,alacağının tümünün aynı hukuki ilişkiden doğmuş olması ve bu alacağın şimdilik bir kesiminin dava edilmesi gerekir. Davacı,dava sebebi olarak gösterdiği vakıalardan doğan alacağının yalnız bir kesimini istediğini(dava ettiğini) açıkça bildirmelidir.”fazlaya ilişkin haklarımı saklı tutuyorum” gibi ifade kullanılması yeterlidir. Davacının davasını açıkça kısmı dava olarak nitelemesine gerek yoktur. Kısmi davanın açılması mümkün olan hallerde davacının,yargılama giderlerinden tasarruf etmek için,kısmi dava açmasında korunmaya değer bir hukuki yarar vardır. Dava açılırken talep konusunun kalan kısmından açıkça feragat edilmiş olmadıkça geri kalan kısımdan feragat edildiği anlamına gelmez. Bu sebeple dava dilekçesinden açıkça bir feragat olmadıkça ek dava açılmasına bir engel yoktur. Bununla birlikte faiz istenmeden yalnız asıl alacak için açılan dava bir kısmı dava değildir.Faiz asıl alacağın bir bölümü olmayıp fer’i nitelikte bir alacaktır. Hakkı saklı tutulmasa dahi sonradan ayrı bir dava açılabilir.

F)TALEP SONUCUNDAN YARARLANACAK İLGİLİLERE GÖRE DAVA ÇEŞİDİ OLARAK: TOPLULUK DAVASI

Dernekler ve diğer tüzel kişiler, statüleri çerçevesinde, üyelerinin veya mensuplarının yahut temsil ettikleri kesimin menfaatlerini korumak için, kendi adlarına, ilgililerin haklarının tespiti veya hukuka aykırı durumun giderilmesi yahut ilgililerin gelecekteki haklarının ihlal edilmesinin önüne geçilmesi için dava açabilir.

22.DAVA AÇILMASI

A)GENEL BİLGİ

Bu başlık altında,asliye hukuk mahkemelerinde uygulanan yazılı yargılama usulü incelenecektir.

B)DAVANIN AÇILMASI

Dava bir dilekçe ile açılır.

I-DAVA DİLEKÇESİNİN İÇERİĞİ-m.119

a)Mahkemenin adı. : Davanın açıldığı mahkeme aslında görevli veya yetkili olmasa bile ,dava dilekçesi görevlidir

b) Davacı ile davalının adı, soyadı ve adresleri: Davacının ve davalının adı,soyadı veya adresi yazılmamışsa hakim,davacıya bir haftalık kesin süre verir;bu eksikliğin bu süre içerisinde tamamlanmaması halinde,dava açılmamış sayılır. Davalının adresi bilinmiyor ise,davacı,dava dilekçesinde davalının adresini yazamaz bu halde,dava dilekçesi davalıya ilanen tebligat yolu ile yapılır.

c) Davacının Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası: Dava dilekçesine yazılmamışsa,hakim davacıya eksiği tamamlaması için bir haftalık kesin süre verir,eksiklik bu süre içinde tamamlanmaz ise dava açılmamış sayılır.Davalının T.C Kimlik numarasını bildirmeye gerek yoktur.

ç) Varsa tarafların kanuni temsilcilerinin ve davacı vekilinin adı, soyadı ve adresleri: Dava dilekçesine yazılmamışsa,hakim davacıya eksiği tamamlaması için bir haftalık kesin süre verir,eksiklik bu süre içinde tamamlanmaz ise dava açılmamış sayılır.

d) Davanın konusu ve malvarlığı haklarına ilişkin davalarda, dava konusunun değeri: Dava dilekçesinin bu bölümüne,anlaşılır biçimde kısaca davanın konusunun yazılması gerekir.Dava konusu para değil de,para ile ölçülebilmesi mümkün olan bir husus ise,davacı dava dilekçesinde dava konusunun değerini,para olarak göstermek zorundadır.Dava dilekçesinde değer gösterilmemişse,bu değer mahkemece davacıya tespit ettirilir.Davacının değeri tespit etmekten kaçınması halinde,dava dilekçesi işleme konmaz.

e) Davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri: Vakıaların oluş tarihlerine göre bir sıra içinde dava dilekçesine yazılması gerekir.Bu husus davalının cevap vermesini ve mahkemenin davayı inceleyip karar bağlamasını kolaylaştırır. İddia edilen vakıaların açık ve somut olarak ortaya konulması gerekir (somutlaştırma yükü). Davacının,dilekçeler aşamasından sonra yeni vakıalar iler sürmesi,davayı değiştirme olup,ancak davalının rızası veya ıslah yolu ile mümkündür Hakim,davacının dava dilekçesinde bildirdiği vakıalara bağlı olup;bildirilmeyen vakıaları kendiliğinden inceleyemez ve onları hatırlatabilecek hallerde dahi olamaz. .Kanunumuz,vakıalara dayandırma ilkesini benimsemiştir.Bu ilkeye göre,dava dilekçesinde talep sonucunun dayanağı olan ve bu talep sonucunu haklı göstermeye elverişli bulunan bütün vakıaların gösterilmesi gerekli ve yeterlidir,hukuki sebeplerin bildirilmesi zorunlu değildir.

f) İddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği: Dava dilekçesinde “delillerim şunlardan ibarettir” diyen ve bu şekilde delillerini hasretmiş olan davacı,sonradan başka delil gösteremez. Davacı yazılı delilleri dava dilekçesine eklemek zorundadır.

g) Dayanılan hukuki sebepler: Davacı,dava dilekçesinde hukuki sebeplerinin özetini bildirmelidir.Fakat bu,dava dilekçesinin zorunlu bir unsuru değildir.Yani,gösterilmemiş olmasının bir müeyyidesi yoktur. Davanın gerçek sebebi vakıalardır.

ğ) Açık bir şekilde talep sonucu: Dava dilekçesinin talep sonucu bölümünde davacı,neye karar verilmesini istiyorsa onu açık bir şekilde yazar. Esasen,talep sonucu dava dilekçesinin en önemli bir unsurudur ve talep sonucunu içermeyen bir dilekçe,dava dilekçesi olarak nitelendirilemez. Mahkeme,davacının talep ettiğinden fazlasına hüküm veremez.Bu nedenle davacı,nelerin hüküm altına alınmasını istediğini,açık ve noksansız bir şekilde dava dilekçesi bölümünde bildirmelidir. Talep sonucu çok açık bir biçimde yazılmalıdır. Eda davalarında davacı favalının bir şey vermeye , yapmaya mahkum edilmesini ister örneğin . Bunlar davanın esasına ilişkin taleplerdir. Bununla beraber davacı fer’i nitelikte taleplerde de bulunabilir. Davacı faiz isteyebilir, giderleri isteyebilir,tazminat isteyebilir, tedbir-yoksulluk-iştirak nafakası isteyebilir. Fakat yargılama giderlerinin dilekçede açıkça istenmesine gerek yoktur çünkü mahkeme yargılama giderleri hakkında re’sen karar verir.

h) Davacının, varsa kanuni temsilcisinin veya vekilinin imzası: İmzanın el yazısı ile olması gerekir.

II-DAVA DİLEKÇESİNDE KANUNİ EKSİKLİK BULUNMASI

Dava dilekçesinde aşağıda saydığım hususların bulunmaması halinde,hakim,eksikliği tamamlaması için davacıya bir haftalık kesin süre verir.Davacı süresi içinde eksikliği tamamlarsa,davaya devam edilir;aksi takdirde dava açılmamış sayılır. Davacı ile davalının adı, soyadı ve adresleri, Davacının Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası. Varsa tarafların kanuni temsilcilerinin ve davacı vekilinin adı, soyadı ve adresleri. Açık bir şekilde talep sonucu. Davacının, varsa kanuni temsilcisinin veya vekilinin imzası. Eksik tamamlanırsa dava açılmış sayılır aksi halde dava açılmamış sayılır.

III-DAVA DİLEKÇESİNİN MAHKEMEYE VERİLMESİ

Davanın tek bir davalısı olması halinde,dava dilekçesi iki nüsha olarak,tevzi bürosu,ön büro veya tevzi işiyle görevlendirilen yazı işleri personeline teslim edilir.Bir nüsha dosyaya,bir nüsha davalıya gönderilir. Harca tabi davalarda harçlar kanunu hükümlerince harçlar peşin olarak yatırılır. Dava her zaman açılabilir.Adli tatilde de,her türlü dava açılabilir.Dava,fiziksel ortamda mesai saati,elektronik ortamda ise saat 00:00’a kadar açılabilir. Tevzi işlemi tamamlandığında,dosya hangi mahkemeye gönderilmiş ise,o mahkemenin esas kaydından numara alır ve sistem tarafından aynı anda tevzi formu doldurulur. Mahkeme kalemi,dava dilekçesinin bir nüshasını tebligat masrafını peşin olarak davacıdan aldıktan sonra davalıya tebliğe gönderir.Bu tebliğin işlevi,dava dilekçesine cevap verilebilmesini sağlamaktır.

IV-DAVANIN AÇILMA ZAMANI

Kanun,davanın,dava dilekçesinin kaydedildiği tarihte açılmış sayılacağını ve dava dilekçesinin kaydının esas ve usullerinin yönetmelikle belirleneceğini düzenlemiştir. Dava,dava dilekçesinin tevzi edilerek UYAP’a kaydedildiği tarihte açılmış sayılır.

V-TENSİP TUTANAĞI

Mahkeme davanın açılmasından sonra,dilekçeler aşamasının başında açılan dosya için bir tensip tutanağı düzenler.Tensip tutanağında yer alacak hususlar hakimin takdirindedir.

C)DAVA AÇILMASININ SONUÇLARI

Maddi hukuk bakımından ve usul hukuku bakımından sonuçlar yaratır.

I-DAVANIN AÇILMASININ MADDİ HUKUK BAKIMINDAN SONUÇLARI

1)Zamanaşımının Kesilmesi: Dava konusu alacak(hak) için zamanaşımı kesilir. Dava açılması ile kesilen süre dava süresince iki tarafın yargılamayla ilgili her işleminden ve hakimin her emir ve kararından sonra zamanaşımı yeniden işlemeye başlar. Alacaklının müteselsil borçlulardan birine karşı açtığı dava diğer müteselsil borçlular hakkında da zamanaşımını keser.

2)Hak düşürücü sürenin korunması

3)Bazı şahıs varlığı haklarının malvarlığı hakkına dönüşmesi: Dava açılması ile dönüşme gerçekleşir.

4)İyi niyetin kötü niyete dönüşmesi: Bazı hallerde davanın açılması ve dava dilekçesinin davalıya tebliği ile davalının iyi niyeti kötü niyete dönüşür.

5)Davalının mütemerrit olması

II-DAVANIN AÇILMASININ USUL HUKUKU BAKIMINDAN SONUÇLARI

1)Mahkemenin davayı inceleme zorunluluğu doğar:Dava,dava şartlarını içermese bile hakim,davayı incelemesiz bırakamaz,davayı usulden reddetmek veya esastan inceleyip karara bağlamak zorundadır.

2)Dava Şartları Davanın Açıldığı Tarihe Göre Belirlenir: hakim kendiliğinden dava şartlarını gözetmekle yükümlüdür.

3)Dava.açıldığı Tarihteki Duruma Göre Karara Bağlanır: Dava tarihinden sonra doğacak haklar hüküm verilemez.

4)Derdestlik: Davanın derdest olması demek,görülmekte olması demektir. Derdestlik,bir dava şartıdır.Derdestlik nedeniyle açılmamış sayılmasına karar verilmesi için üç şartın birlikte bulunması gerekir: *aynı davanın iki kere açılmış olması; *birinci davanın görülmek olması; *birinci dava ile ikinci davanın aynı dava olması

5)Davayı Geri Alma Yasağı: Davacı,davalının rızası olmaksızın davasını geri alamaz. Davayı geri almak,davadan feragat etmekten farklıdır.Davayı geri alan,hakkının özünden feragat etmemektedir,sadece davasını geri almakta ve onu ileride tekrar açabilme hakkını saklı tutmaktadır. Davanın geri alınması ile,dava hiç açılmamış sayılır ve dava açılması ile doğan sonuçlar geçmişe etkili olarak hiç doğmamış sayılır;mesela zamanaşımı kesilmemiş sayılır.

6)İddiayı Genişletme ve Değiştirme Yasağı

a)Genel Bilgi: Dava açılmasının sonuçlarından biri de,davacının,dava sırasında dilekçelerin alınıp verilmesinden sonra,iddiasını genişletmesinin ve değiştirmesinin yasak olmasıdır.İstisna olarak davalının rızası olmadan davacı,iddiasını genişletemez ve değiştiremez. Davacı,verdiği cevap dilekçesinde,dava dilekçesinde ileri sürdüğü iddialarını serbestçe genişletebilir veya değiştirebilir.Cevaba cevap dilekçesinde yapılan genişletme veya değiştirme,yasak kapsamına girmez. Ön inceleme aşamasında ise ancak karşı tarafın açık muvafakati ile iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Ön inceleme duruşmasına taraflardan biri mazeretsiz olarak gelmezse, gelen taraf onun muvafakati aranmaksızın iddia veya savunmasını genişletebilir yahut değiştirebilir. Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez.

b)İddiayı Genişletme veya Değiştirme Sayılan Haller: Bu haller “talep sonucunu genişletmek veya değiştirmek” veya “dava sebebini genişletmek veya değiştirmek” üzere olur.

c)İddiayı Genişletme veya Değiştirme Yasağının istisnaları: Davalının açık muvafakati olduğu hallerde davacı davayı değiştirebilir veya genişletebilir. Davalı,davanın değiştirilmesine muvafakat etmezse davacı,davasını ıslah ederek(m.176 vd) davayı değiştirebilir.

d)İddiayı Genişletme veya Değiştirmenin Yasak olmadığı Haller: Bu hallerde,davanın değiştirilmesi için,davalının rızasına veya ıslah yoluna başvurmaya gerek yoktur. Bu haller: -Talep edilenden başka bir şeye de hüküm verilen haller -Kendiliğinden araştırama ilkesinin uygulandığı davalar -dava açılmasından sonra doğan olaylar -belirsiz alacak davasında alacağın miktar veya değerinin tam olarak belirlenmesinin mümkün olması -tarafta iradi değişiklik

e)İddiayı Genişletme veya Değiştirme Sayılmayan Haller

aa)Hukuki sebeplerin değiştirilmesi,iddiayı değiştirme değildir. bb)Talep sonucunun daraltılması,iddiayı değiştirme sayılmaz cc)Davacının sonradan ileri sürdüğü husus,dava dilekçesinde bildirdiği vakıanın delili niteliğinde ise davanın genişletilmesi sayılmazlar ve açık muvafakat veya ıslah yoluna gidilmesine bağlı değildir.

D)DAVA DİLEKÇESİNDE FAİZ İSTENMESİ

Davacının,dilekçenin talep sonucu bölümünde faiz talebini açıkça belirtmesi gerekir.

23.DAVAYA CEVAP (m.125-135)

A)Genel Bilgi

B)DAVALININ CEVAPLARI(savunma biçimi)

I-DAVALININ DAVAYI KABUL ETMESİ

Davalı,davayı haklı buluyorsa,onu kabul edebilir.Bunu cevap dilekçesi ile yapabileceği gibi,daha sonra dayanabilir. Davanın tamamen kabul edilmesi ile,dava son bulur. Davalı,davayı kısmen kabul ederse,davalının kabul etmediği bölüm için davaya devam ediliri.

II-DAVALININ DAVA DİLEKÇESİNDEKİ VAKIALARA KARŞI KOYMASI

1)Davalının Dava Dilekçesindeki Vakıaları İnkar Etmesi Davalı,davacının dava dilekçesinde bildirmiş olduğu vakıaları inkar edebilir.Bu inkar kısmen de olur tamamen de olabilir. Vakıaların tamamının inkarı halinde,başkaca savunmaya gerek kalmadan,davanın reddi istenir Davalı,dava dilekçesindeki vakıaları kısmen inkar ederse,inkar edemediği vakıaların davacıya talep sonucunda haklı gösterecek nitelikte olmadığını bildirir.

2)Dava Dilekçesindeki Vakıaların Davayı Haklı Gösterecek Nitelikte Olmadığının Bildirilmesi Davalı,dava dilekçesindeki vakıaları inkar etmemekle beraber,bu vakıaların davacının talep sonucunu(davasını) haklı gösterecek nitelikte olmadığı iddia edebilir.Bu halde davalı,dava dilekçesindeki vakıaların her biri hakkında(aynı sıra numarası altında) açıklamada bulunur ve bunların hangi nedenlerle davacının talep sonucunu haklı gösterecek nitelikte olmadığını bildirir.

III-DAVALININ KENDİ LEHİNE KARŞI VAKIALARI İLERİ SÜRMESİ(savunma vasıtaları)

Davalı,dava dilekçesinde bildirilmemiş olan,kendi lehine karşı vakıalara dayanarak,davanın reddini isteyebilir.Bu halde davalı,dava dilekçesinde davacı tarafından ileri sürüşmüş olan vakıaları tartışma konusu yapmaz;bilakis,karşı vakıalara dayanarak davacının iddia ettiği hakkın mevcut olmadığını veya dava konusu yapılamayacağını ileri sürer. Davalının ileri sürdüğü karşı vakıalara davalının savunma vasıtaları denir.Bu savunma vasıtaları da maddi hukuka ve usul hukukuna dayanan savunma vasıtaları olmak üzere ikiye ayrılır:

1)Maddi Hukuka Dayanan Savunma Vasıtaları a)Def’iler: Def’i,davalının borçlu olduğu bir edimi özel bir nedenle yerine getirmekten kaçınmasına imkan veren bir haktır. Def’iler ile itirazlar arasında şu nitelik farkı vardır: İtirazda hak hiç doğmamıştır veya son bulmuştur;fakat,def’i de hak vardır ancak davalı özel bir nedenle o hakkı yerine getirmekten kaçınabilir Örneğin: zamanaşımı defi. b)İtirazlar: İtirazlar,bir hakkın doğumuna engel olan veya o hakkı sona erdiren vakılardır.

2)Usul Hukukuna Dayanan Savunma Vasıtaları Bu savunma vasıtaları: İlk itirazlar ve Diğer Usuli itirazlardır. a)İlk İtirazlar: Bunlar dava engeli olup,davanın başında bildirilmezse,bir daha ileri sürülemez. b)Diğer Usuli İtirazlar: Bunlar,dava şartlarının bulunmadığına ilişkin itirazlar olup,davalı tarafından yargılamanın her aşamasında ileri sürülebilir.

C)CEVAP DİLEKÇESİ

Davalının davaya verdiği cevapları içeren yazıya cevap dilekçesi denir.

I-CEVAP DİLEKÇESİNİN İÇERİĞİ

a) Mahkemenin adı. b) Davacı ile davalının adı, soyadı ve adresleri; davalı yurt dışında ise açılan dava ile ilgili işlemlere esas olmak üzere yurt içinde göstereceği bir adres. c) Davalının Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası. ç) Varsa, tarafların kanuni temsilcilerinin ve davacı vekilinin adı, soyadı ve adresleri. d) Davalının savunmasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri. e) Savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği. f) Dayanılan hukuki sebepler. g) Açık bir şekilde talep sonucu. ğ) Davalının veya varsa kanuni temsilcisinin yahut vekilinin imzası.

II-CEVAP DİLEKÇESİNDE KANUNİ EKSİKLERİN BULUNMASI

Mahkemenin adı. Davacı ile davalının adı, soyadı ve adresleri; davalı yurt dışında ise açılan dava ile ilgili işlemlere esas olmak üzere yurt içinde göstereceği bir adres. Davalının Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası. Varsa, tarafların kanuni temsilcilerinin ve davacı vekilinin adı, soyadı ve adresleri. Eğer cevap dilekçesinde bu hususların eksik olması halinde bunun giderilmesi için hâkim tarafından bir haftalık süre verilir; eksikliğin bu süre zarfında da giderilmemesi hâlinde cevap dilekçesi verilmemiş sayılır.

III-CEVAP DİLEKÇESİNİN MAHKEMEYE VERİLMESİ

Davalı, cevap dilekçesini, davanın açılmış olduğu mahkemeye verir.Harca tabi değildir. Cevap dilekçesine davacı sayısı kadar örnek eklenir. Cevap dilekçesi, hakime verilir,hakim de mahkeme kalemine havale eder.Cevap dilekçesi,havale edildiği tarihte verilmiş sayılır. Cevap dilekçesinin örneği mahkeme tarafından davacıya tebliğ edilir.Davacıya tebliği için gerekli posta giderlerini ödemekle yükümlüdür. Davalı,karşı dava açmak istiyorsa,karşı davasını cevap dilekçesinde açmak zorunda değildir. Davalı,cevap dilekçesinde ilk itirazlar dahil bütün iddia ve savunmasını bildirmek zorundadır.

D)CEVAP SÜRESİ

Davaya cevap bir süreye tabidir.Davalı bu süre içinde cevap dilekçesini vermelidir.

I-KANUNİ CEVAP SÜRESİ İKİ HAFTADIR

Yazılı yargılama usulünde,cevap süresi kural olarak iki haftadır.Bu süre,dava dilekçesinin davalıya tebliği ile başlar.

II-CEVAP SÜRESİNİN UZATILMASI

Cevap dilekçesinin iki haftalık sürede hazırlanması çok zor ve olanaksızsa,mahkeme,iki haftalık süre içinde başvurulmuş olması kaydıyla,ileri sürülen gerçekleri uygun görürse,davalıya,bir defaya mahsus olmak üzere,bir ayı geçmemek üzere ek bir süre verebilir.

E)CEVAP DİLEKÇESİ VERİLMESİNİN SONUÇLARI

I-Davalı Davanın Esasına Girilmiş Olur

II-Savunmayı Genişletme ve Değiştirme Yasağı

1)Genel Bilgi: Cevap dilekçesi verilmesinin en önemli sonucu,davalının,dava sırasında belli bir aşamadan sonra, savunmasını genişletmesinin ve değiştirmesinin yasak olmasıdır.Davalı,davacının açıl muvafakati olmaksızın savunmasını genişletemez veya mahiyetini değiştiremez. Savunmayı genişletme ve değiştirme yasağı,davanın başlangıcındaki dilekçeler aşamasında ve istisnai olarak,davacının ön inceleme duruşmasına gelmemesi halinde ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra başlar.

2)Savunmayı Genişletme Sayılan Haller: a)Def’iler: Davalı,cevap dilekçesinde bildirmediği def’ileri sonra ileri sürerse,bununla savunmasını genişletmiş olur b)Vakıların genişletilmesi ve değiştirilmesi savunmayı genişletmedir c)İtirazların ileri sürülmesi savunmayı genişletme değildir.

3)Savunmayı Genişletme Yasağının İstisnaları: Savunmayı genişletmenin yasak olduğu haller ancak davacının muvafakati ve ıslah yoluyla olur.

4)Savunmayı Genişletmenin Yasak Olmadığı Haller: a)Mahkemenin kendiliğinden incelenmesi gereken hususlar b)Sonradan doğan savunma sebeplerinin ileri sürülmesi

5)Savunmayı Genişletme ve Değiştirme Sayılmayan Haller: a)Hukuki Sebepler b)Savunmaya Zımnen Dahil Olan Vakıalar c)Cevap veya İkinci Cevap Dilekçesindeki Vakıaların Delili Niteliğindeki Vakıaların İleri Sürülmesi

F)SÜRESİNDE CEVAP DİLEKÇESİ VERİLMEMESİNİN SONUÇLARI

Davalı,cevap dilekçesini süresinde vermemişse vakıaların tamamını inkar etmiş sayılır. Davayı inkar etmiş sayılan davalı davacının dava dilekçesinde bildirdiği vakıaların doğru olmadığını ispat etmeye ve bunun için karşı delil göstermeye yetkilidir. Savunmayı genişletme yasağı davalı için de geçerlidir. Cevap dilekçesi vermemiş olan davalının sonradan def’i ve ya itiraz öne sürmesi de yine savunmayı genişletme yasağına tabidir.

24. CEVABA CEVAP DİLEKÇESİ ve İKİNCİ CEVAP DİLEKÇESİ

(HMK m.136)

A) Genel Bilgi

– Davacı dava dilekçesi ile iddiasını ileri sürer ve mahkemeden kendi lehine talepte bulunur; davalı da cevap dilekçesi ile savunma yapar ve davacının iddiasının reddini ister. HMK madde 136, taraflara birer dilekçe verme hakkı daha tanır. Bu dilekçeler; tarafların ikinci dilekçeleri” şeklinde belirtilir.

B) Cevaba Cevap Dilekçesi

(HMK m.136/1)

– Davacı, davalının dava dilekçesine karşı verdiği cevap dilekçesinin kendisine tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde cevaba cevap (replik) dilekçesi verebilir.

– Dava ve cevap dilekçesine ilişkin hükümler (m.118 vd, 126 vd) cevaba cevap dilekçesi hakkında da kıyasen uygulanır.

Ek süre ise, durum ve koşullara göre, iki haftalık süre içerisinde dilekçenin hazırlanması zor ise, tek defaya mahsus olmak üzere ve 1 ayı geçmemek üzere verilebilir. Bu ek süre için, davacının aynı 2 haftalık süre içinde mahkemeye başvurmuş olması şarttır.

– Davacı;

  • Davalının cevap dilekçesinde bildirdiği savunma sebeplerine cevaba cevap dilekçesinde cevap verir.
  • Davalının cevap dilekçesindeki savunmasına karşı def’i veya itiraz da ileri sürebilir.
  • Daha önce vermiş bulunduğu dava dilekçesindeki iddiaları ile bağlı değildir. Cevaba cevap dilekçesinde; talep sonucu arttırılabilir, değiştirilebilir, yeni vakıalar ileri sürülebilir.
  • Dilekçeyi verdikten sonra veya öngörülen süre geçtikten sonra, cevaba cevap dilekçesinde bildirilmesi gereken ama bildirilmemiş hususları ileri süremez, iddia ve savunmasını genişletemez, değiştiremez.

– Cevaba cevap dilekçesi dava ve cevap dilekçesine benzer düzenlenir, davacı, cevaba cevap dilekçesinde sözü edilen ve elinde bulunan belgelerinin cevaba cevap dilekçesine ekli olarak mahkemeye vermek zorundadır.

– Derhal davalıya tebliğ edilir.

C) İkinci Cevap Dilekçesi

– Cevaba cevap dilekçesinin kendisine tebliğinden itibaren davalı 2 hafta içerisinde cevap verebilir.

– 2 haftalık 2. Cevap dilekçesi süresi geçtikten sonra verilen dilekçe, savunmayı genişletme ve değiştirme olup, ancak davacının açık muvafakati veya ıslah üzerine mahkemece kabul edilir.

– Davalı;

  • Davacının cevaba cevap dilekçesinde bildirdiği iddia sebeplerine cevap verir.
  • Daha önce vermiş bulunduğu dava dilekçesindeki iddiaları ile bağlı değildir. İkinci cevap dilekçesinde; savunma sebeplerini değiştirebilir, yeni vakıalar ileri sürebilir vb. Ancak daha önce ileri sürmediği ilk itirazlarda bulunamaz.
  • Öngörülen süre geçtikten sonra, cevaba cevap dilekçesinde bildirilmesi gereken ama bildirilmemiş hususları ileri süremez, iddia ve savunmasını genişletemez, değiştiremez.

– Dava ve cevap dilekçesine benzer düzenlenir, davacı, cevaba cevap dilekçesinde sözü edilen ve elinde bulunan belgelerinin cevaba cevap dilekçesine ekli olarak mahkemeye vermek zorundadır.

– Bu dilekçenin verilmesi ile davanın dilekçeler aşaması sona erer, bundan sonra ön inceleme yapılır.

Yargılama

25. ÖN İNCELEME

HMK m.137 – 142

A) Ön İncelemenin Kapsamı

– Davalı ve davacının verdikleri ikişer dilekçenin ardından, mahkeme bu dilekçeler üzerinde ön inceleme yapar. Ön inceleme tamamlanmadan ve gerekli kararlar alınmadan tahkikat aşamasına geçilemez ve tahkikat için duruşma günü verilemez.

– HMK m.137/2 hükmü, ön inceleme aşamasının işlevini yerine getirmesi ve beklenen sonucun gerçekleştirilebilmesi için açık bir emir içermektedir. Bu hükme aykırı davranış, hâkimin sorumluluğunu getirir.

– Mahkeme, önce dava şartlarını inceler. Bu resen yapılması gereken bir husustur. Dava şartlarının hangi sırayla inceleneceğine dair açık bir kural bulunmamakla birlikte, mahkemenin 114.maddedeki sırayı izlemesi uygun olur.

– Mahkeme dava şartı eksikliği tespit ederse giderilmesinin mümkün olup olmadığına bakılır.

  • Mümkün değilse, davanın usulden reddine karar verilir.
  • Mümkünse, ilgili tarafa kesin ve uygun bir süre verilir. Eksiklik süresi içinde giderilmezse davanın usulden reddine karar verilir.

– Eksiklik bulunmadığı tespit edildikten sonra, ilk itirazlar incelenir. Resen göz önüne alınamaz, davalı ileri sürmedikçe dikkate alınmazlar.

– Dava şartları ve ilk itirazlar dosya üzerinden karara bağlanabilirler.

– Mahkeme tarafların dilekçelerinde anlaştıkları ve anlaşmadıkları konuları tespit eder.

Tahkikat aşamasına hazırlık niteliğinde olduğundan mahkeme, hazırlık işlemleri, tarafların delilleri sunmaları ve delillerin toplanması için gerekli işlemleri yaparlar.

– Ön inceleme aşamasında tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri konularda, tarafları ön inceleme duruşmasında sulhe teşvik eder.

– Tutanağa yazılır.

C) Ön İnceleme Duruşması

I- Davet

– Mahkeme, dilekçelerin verilmesinden sonra ön inceleme için bir duruşma günü tespit ederek taraflara tebliğ eder.

– Davetiyede;

  • Duruşma davetiyesine ve sonuçlara ilişkin hususlar
  • Taraflara sulh için gerekliği hazırlığı yapmaları
  • Duruşmaya taraflardan sadece birinin gelmesi ve yargılamaya devam etmek istemesi halinde gelmeyen tarafın yokluğunda yapılan işlemlere itiraz edemeyeceği ve gelen tarafın gelmeyen tarafın muvafakati olmadan iddia veya savunmasını genişletip değiştirebileceği ayrıca ihtar edilir.

II-Duruşmanın Yapılması

HMK m.140’da düzenlenir. Yol gösterici bir hükümdür. Ancak mahkeme bu aşamada tanık dinleme, bilirkişi görüşü alma, belge inceleme keşif yapma ve yemin teklif etme gibi tahkikat işlemlerini kesinlikle yapamaz.

-Daha önce dosya üzerinden karar verilmediyse, ön inceleme duruşmasında öncelikle dava şartları ve ilk itirazlar hakkında karar verebilmek için tarafların görüşlerini alır.

-Mahkeme, tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde anlaştıkları ve anlaşmadıkları hususları tek tek tespit eder. Bunun için mahkemenin ön inceleme duruşmasından önce yapacağı değerlendirmede dilekçeler üzerinden gerekli tespiti yapması ve duruşmada bunların üzerinden geçerek tarafları dinlemesi uygun olur.

-Uyuşmazlık konularının tespitinden sonra tarafları sulhe teşvik eder. Sonuç alınacağı kanaatine varırsa bir defaya mahsus olmak üzere yeni bir duruşma günü tayin eder. Hakim için zorunlu bir görevdir. Sulh olurlarsa, bu husus tutanağa geçirilir. Sulh olmazlarsa, ön inceleme duruşmasının sonunda tarafların anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların nelerden ibaret olduğu açık bir şekilde tutanağa yazılır.

-Yönetmeliğe göre ön inceleme aşamasının sonunda ön inceleme tutanağı düzenlenir. Bu tutanakta,

  • duruşmanın yapılıp yapılmadığı,
  • taraflardan hangisinin katıldığı
  • dava şartları
  • ilk itiraz
  • iddialar ve savunmalar
  • uyuşmazlık noktaları
  • sunulmayan belgeler
  • başka yerden getirilecek deliller
  • delil avansı
  • iddia savunma genişleten taraf olup olmadığı
  • açık muvafakat var mı yok mu
  • sulhe teşvik
  • duruşma günü

-Ön inceleme kontrol formu, ön inceleme tutanağına eklenir. Tahkikat, ön inceleme tutanağı esas alınarak yürütülür.

– Ön inceleme kural olarak tek duruşmada tamamlanır.

– Ön inceleme duruşmasında, taraflara dilekçelerinde gösterdikleri ancak henüz sunmadıkları belgeler, mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirilecek belgelerin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları için 2 haftalık kesin süre verilir. Getirilmemesi halinde, o delile dayanmaktan vazgeçilmiş sayılır.

– Ön inceleme duruşması tamamlandıktan sonra hâkim tahkikata başlamadan önce hak düşürücü süreler ve zamanaşımı hakkındaki itiraz ve defileri inceleyerek karara bağlar.

26. YARGILAMANIN YAPILIŞ ŞEKLİ VE HÂKİMİN YETKİLERİ

A) Genel Bilgi

– Tahkikat aşamasında tarafların ileri sürdükleri vakıaların doğru olup olmadığı araştırılır ve tespit edilir. Davanın en uzun süren aşamasıdır.

– Tahkikatın tamamlanmasından sonra sözlü yargılamaya geçilir. Taraflar sözlü yargılamada tahkikat aşamasının sonucuna göre iddia ve savunmalarını gözden geçirirler ve bu husustaki son sözlerini söylerler. Sonra da mahkeme hükmünü verir.

– Yargılama bu iş için belli olan oturumlarda yapılır.

B) Yargılamanın Yapılış Biçimi

– Belirli olan duruşmalarda (oturumlarda) yapılır. Yapılış biçimini gösteren bir tutanak düzenlenir. Mahkemede her dava için ayrı bir dosya tutulur. Yargılamayla ilgili her türlü belgeler bu dosyanın içindedir.

I- Duruşma

1) Genel Bilgi

– Duruşma mahkeme önünde yapılacak ön inceleme, tahkikat ve yargılama işlemleri için önceden belirlenmiş olan zaman bölümüdür.

Hakim ile zabıt katibi hazır bulunur. Hakim, zabıt katibi olmadan duruşma yapamaz. Duruşmada taraflar da hazır bulunur.

– Duruşmalar aleni olarak yapılır. Yönetim ve disiplinin sağlanması sorumluluğu hakime aittir.

– Mahkeme tarafların rızasının alınması şartıyla mahkemeye gelmeyerek kendilerinin veya vekillerinin aynı anda ses ve görüntü nakledilmesi yoluyla bulundukları yerden duruşmaya katılmalarına ve usul işlemlerini yapabilmelerine izin verebilir.

– Benzer şekilde, tarafların rızası olmak kaydıyla mahkeme; tanığın, bilirkişinin, uzmanın veya bir tarafın dinlenmesi esnasında başka bir yerde bulunmasına izin verebilir.

– SEGBİS veya benzeri sistemlerle elde edilen ses ve görüntü verileri de m.199’a göre elektronik belge hükmündedir.

-Duruşma sırasında fotoğraf çekilemez ve hiçbir şekilde ses ve görüntü kaydı yapılamaz. Bu yasak yargılamanın zorunlu kıldığı durumlarda mahkemece yaptırılabilecek kayıtlar ve çekimler halinde uygulanmaz.

– Her davada duruşma yapılması ve tarafların bu duruşmaya usulüne uygun biçimde çağrılmaları zorunludur. Uygulamada buna tarafların teşkili denilmektedir.

2) Duruşma Yapılması Zorunludur

– Kural olarak, her davada duruşma yapılması zorunludur. Hakim duruşma yapmadan hükmünü veremez. Kanunda açıkça gösterilmedikçe evrak üzerinden karar veremez.

– Duruşma yapılmasının zorunlu olmadığı haller kanunla belirlenir.

  • Dava şartları ve ilk itirazlar
  • İhtiyati tedbirler
  • Delillerin tespiti
  • İhtiyati haciz
  • Hakimin reddi

-Dava şartlarından birinin yokluğu halinde mahkeme, duruşma yapmadan davayı usulden reddedebilir.

3) Tarafların Duruşmaya Çağrılması

– Tarafların iddia ve savunma haklarını kullanabilmeleri için zorunludur.

– İki taraf da duruşmaya gelirse, taraflar teşkil edilmiş olur ve tarafların önünde tahkikata başlanır.

– Bir tarafın kendisinin veya vekilinin dosyayı incelememiş bulunması sebebiyle, yargılama başka bir güne bırakılamaz. Ancak dosyanın incelenememesi kabul olunabilir bir özre dayanıyorsa, hâkim bir defalık kısa bir süre verebilir.

– İki taraf da duruşmaya gelmezse, mahkeme dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verir.

Taraflardan biri duruşmaya gelir, diğeri gelmezse bakılır: Duruşmaya gelmiş olan taraf davayı takip etmeyeceğini bildirirse, mahkeme dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verir. Duruşmaya gelmiş olan taraf davayı takip edeceğini bildirirse, davaya gelmeyen tarafın yokluğunda devam edilir. Bunun için, bu hususun duruşmaya gelmeyen tarafa gönderilen davetiyede bildirilmiş olması gerekir. Bu davetiyeye bir çeşit meşruhatlı davetiye diyebiliriz.

– Duruşmaya gelmeyen ve bu nedenle tahkikata yokluğunda devam edilmiş olan taraf ondan sonraki veya daha sonraki duruşmaya gelirse, duruşmaya taraf sıfatıyla kabul edilir. Ancak geçerli bir özrü olmadan duruşmaya gelmemiş olan taraf, yokluğunda cereyan etmiş olan işlemlere itiraz edemez. Duruşmaya gelmemiş olan taraf, geçerli bir özür nedeniyle duruşmaya gelmediğini ispat ederse, yapılmış olan işlemlere itiraz edebilir.

4) Duruşma Gün ve Saatinin Belirlenmesi

– Hakim tarafından belirlenir ve tarafların ve vekillerinin bu husustaki istekleri de imkan ölçüsünde gözetilir.

– Bir günde bakılacak davalar için ayrı ayrı duruşma saatleri belirlenir ve bir duruşma listesi düzenlenir.

II- Tutanaklar

-Oturumda yapılan tahkikat ve yargılama işlemleri hakkında zabıt katibi tarafından hâkimin gözetimi altında bir tutanak düzenlenir.

-Tutanağa;

  • Mahkemenin ve hâkimin isimleri
  • Tahkikat ve yargılamanın yapıldığı yer
  • Duruşmanın açıldığı gün ve saat
  • İki tarafın ve vekillerinin isimleri
  • Yapılan yargılama, işlemleri ve iki tarafın ne gibi belgeleri verdikleri
  • Yargılamanın aleni yapıldığı ve aleniliğin kısmen kaldırılmasını gerektiren sebepler
  • İkrar, sulh, tamamen veya kısmen feragat, iddia ve savunmaların özeti , tanık ve bilirkişilerin beyanları
  • İhtilaf konusunun keşfi ve muayenesi halinde rapor özeti ve verilen kararlar ile bunun nasıl tefhim edildiği yazılır.

-Hakim, tarafların tanık ve bilirkişi gibi kimselerin ifadelerini özet halinde söyleyerek tutanağa yazdırır. Taraflar veya diğer ilgililer sözlü açıklamalarını hakimin izniyle doğrudan da tutanağa yazdırabilirler.

-Yargılama sırasında yapılan işlemler teknik araçlarla kayda alınırsa bu durum bir tutanakla tespit olunur.

-Tutanağın tanık ve bilirkişi ifadelerine ve iki tarafın ikrar, sulh ve feragatine ilişkin kısımları ve diğer ilgililerin beyanları bunların önünde okunarak kendilerine imza ettirilir. Oturumun sonunda tutanak, hâkim ve zabıt kâtibi tarafından derhal imzalanır.

– Yargılama işlemleri, ancak tutanak ile ispat edilebilir. Duruşma tutanağında mevcut olmayan bir sebebe dayandırılarak hüküm verilmiş olması; duruşma tutanaklarının tahrif edilmiş ve buna göre hüküm verilmiş olması halinde, hâkimlerin bu şekilde yargılama faaliyetlerinden dolayı Devlet aleyhine tazminat davası açılır.

-Talep edilmesi halinde, tutanakların tamamı veya bir kısmının örnekleri taraflara veya fer’i müdahile verilir. Tutanağın eki niteliğindeki gizlilik kararı kapsamında kalan belgelerin örneği ancak hakimin izni ile verilebilir.

-Taraflar duruşmada belge ibraz edince, bu husus tutanağa geçirilir. Tutanağa geçirilen ve tutanakta sözü edilen belgeler, tutanağın eki sayılır.

III- Dava Dosyası

-Her dava için mahkeme kaleminde ayrı dosya tutulur. Bu dosyaya o dava ile ilgili bütün belgeler bir sıra ile konulur ve bir dizi listesi düzenlenir.

-Mahkemeye verilen kıymetli evrak ve diğer belgeler ile mühürlerin teslim alındığına ilişkin yazı ve berat yazı işleri müdürlerinin sorumluluğunda mahkemenin kasasında saklanır.

-Dava dosyası duruşma gümümden önce hakime verilir. Duruşmadan sonra da dosya incelenmek üzere hakime verilir. Zabıt katibi, dosyayı hakime vermek ve işi bitince noksansız almak ve saklamakla mükelleftir.

-Davanın hiçbir evrakı taraflardan, vekillerinden veya davaya müdahil olandan gizlenemez; taraflar, müdahil veya vekilleri dava evrakını istedikleri zaman kuralları çerçevesinde inceler. Kanuna göre, taraflar, vekilleri veya müdahil, zabıt katibinin yanında dava dosyasını inceleyebilir.

-Gizli olarak saklanmasına karar verilen belge ve tutanakların incelenebilmesi hakimin açık iznine bağlıdır.

C) Yargılamaya Egemen Olan İlkeler (Hakimin Yetkileri)

HMK m.24 vd

I- Tasarruf İlkesi

-Hakimin kendiliğinden bir davaya bakamayacağı, ancak talep üzerine davaya bakabileceğini, tarafların dava konusu üzerinde tasarruf yetkileri bulunduğunu ve hakimin tarafların talepleri ile bağlı olduğunu ifade eder.

-Tasarruf ilkesine göre;

  • Davacının davası olmadan mahkemenin bir davaya kendiliğinden bakması yasaktır.
  • Açık bir kanun hükmü olmadıkça, hiç kimse kendi lehine olan bir davayı açmaya veya hakkını talep etmeye zorlanamaz.
  • Tarafların konusu üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri davalarda tasarruf yetkisi, davanın açılmasından sonra da devam eder. Bu çerçevede davacı, açtığı davadan feragat etmek, sulh olmak suretiyle dava üzerinde tasarruf edebilir. Davalı da davayı kabul etmek ve sulh olmak suretiyle dava üzerinde tasarrufta bulunabilir.
  • Taraflar, dava sonunda verilen hükme razı olup onu kanun yoluna götürmeyebilir. Bu halde, hakim dosyayı kanun yolu incelemesi için kendiliğinden üst mahkemeye gönderemeyeceği gibi, üst mahkeme de kendiliğinden işe el koyamaz.

II- Talebe Bağlılık İlkesi

-Hakim, tarafların iddia ve savunmaları ile bağlı olup, talepten fazlaya hüküm veremez.

-Talep sonucundan daha azına karar verebilir.

-Hakimin tarafların talebiyle bağlı olmadığına ilişkin kanun hükümleri saklıdır.

III- Taraflarca Getirilme İlkesi

-Taraflarca getirilme (hazırlama) ilkesi, davanın ve savunmanın dayanağı olan vakıaların ve bunların delillerinin taraflarca mahkemeye bildirilmesi demektir. Tasarruf ilkesinin doğal bir tamamlayıcısıdır.

-Hakim incelemesini taraflarca kendisine bildirilmiş olan dava malzemesi üzerinde yapar. Hakim, tarafların bildirmediği hususları veya vakıaları kendiliğinden inceleyemez ve onları hatırlatabilecek hallerde dahi bulunamaz.

-Hakim, kendisine usulüne uygun biçimde bildirilmemiş itiraz sebeplerini kendiliğinden gözetemez.

-Maddi hukuk anlamındaki defiler, dava dosyasına usulüne uygun biçimde girmiş olan dava malzemesinden anlaşılsa bile, defiden yararlanacak kimse tarafından ileri sürülmemiş ise, hakim bu defileri kendiliğinden gözetemez.

-Hakim, taraflarca bildirilmeyen vakıaları kendiliğinden inceleyemez, fakat hakim, müphem veya çelişik gördüğü iddia ve sebepler hakkında taraflardan açıklama isteyebilir. Bu hakim için aynı zamanda açıklatma ödevi şeklinde anlaşılmalıdır.

-Hakim sadece taraflar arasında çekişmeli olan vakıaları araştırma konusu yapabilir.

-Hakim tarafların kendisine bildirdiği bütün vakıaları incelemek zorunda değildir. Bunlardan ancak dava konusu olay ile ilgili olanlar incelenir.

-Taraflarca hazırlama ilkesi, delilleri de kapsar. Kural olarak deliller taraflarca gösterilir, hakim delillere kendiliğinden başvuramaz. Hakimi bilirkişi ve keşif delillerine kendiliğinden de başvurabilir. Hakim, isticvaba da kendiliğinden karar verebilir.

-Hakim davanın her safhasında iki tarafın iddiaları sınırı dahilinde olmak üzere tarafları dinleyebilir ve gerekli olan delillerin gösterilmesini ve verilmesini isteyebilir.

-Çekişmesiz yargıda uygulanmaz.

IV- Kendiliğinden Harekete Geçme İlkesi

-Tasarruf ilkesinin istisnasıdır. Bu istisnanın nedeni kamu yararıdır. Bu sebeple bazı hallerde, tarafların bir talebi olmadan da kendiliğinden harekete geçebilir hakim. Yani işe el koyabilir ve onu karara bağlayabilir.

-Çekişmesiz yargı işlerinde uygulanır.

-Kamu yararının ağır bastığı bazı hallerde, Cumhuriyet savcılarına hukuk davası açma yetkisi tanınmıştır. Fakat bu çekişmeli yargıda dava açma bakımından kendiliğinden harekete geçme ilkesinin istisna olarak kabul edildiği anlamına gelmez. Çünkü mahkeme bu davalara da kendiliğinden bakamamakta, davaya ancak Cumhuriyet savcısının dava açması üzerine bakılmaktadır ve C. savcısı davanın tarafıdır.

-Bazı hallerde kamu yararı düşüncesi ile tasarruf ilkesi tam olarak uygulanamaz. Bu hallerde tasarruf ilkesinin kendiliğinden harekete geçme ilkesi tarafından sınırlandığı söylenilebilir. Bu hallerde, taraflar dava konusu üzerinde serbestçe tasarruf edemezler.

-Kendiliğinden harekete geçme ilkesi, kendiliğinden araştırma ilkesine yaklaşır.

V- Kendiliğinden Araştırma İlkesi

-Dava malzemesinin hazırlanmasında, tarafların yanında hakimin de görevli olmasına kendiliğinden araştırma ilkesi denir.

-Taraflarca hazırlama ilkesinin istisnasıdır. Bu istisnanın nedeni de kamu yararıdır.

-Çekişmeli yargıda taraflarca hazırlama ilkesi mutlak olarak uygulanmaz. Kamu yararının gerektirdiği durumlarda, kendiliğinden araştırma ilkesi kullanılır.

-Hakimin kararlarını tarafların bildirmiş oldukları vakıalara dayandırabilmesi için onların varlığına kanaat getirmiş olması gerekir. Taraflar arasında çekişmeli olmayan vakıaları da hakim kendiliğinden inceleme konusu yapar. Hakim, tarafların ileri sürmedikleri vakıaları da kendiliğinden araştırıp kararını bu vakıalara dayandırabilir.

-Burada hakim, davanın ispatı için gerekli bütün delillere kendiliğinden başvurabilir.

-Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda ikinci tanık listesi verilebilir.

-Bu davalarda isticvap hükümleri uygulanmaz. İkrar hakimi bağlamaz ve yemin teklif edilmez.

-Daha çok tarafların dava konusu üzerinde serbestçe tasarruf edemeyecekleri davalardır;

  • Boşanma ve ayrılık davaları
  • Babalık davası
  • Evlenmenin butlanı
  • Nüfus kayıt düzeltme
  • C. Savcısının açtığı hukuk davaları
  • Kadastro mahkemelerinde görülen davalar
  • Dava şartlarının incelenmesi.

-Davayı değiştirme ve savunmayı genişletme yasağı uygulanamaz.

VI- Hâkimin Hukuk Kurallarını Kendiliğinden Uygulaması

-Hakim tarafların kendisine bildirdikleri vakıalar ile bağlıdır ancak bu vakıaları incelemek suretiyle taraflar arasındaki uyuşmazlığı tespit eder.

-Fakat tarafların bildirdikleri bu vakıalara uygulanacak hukuk kurallarını bulup uygulamak, tamamen hakimin işidir. Tarafların ileri sürdükleri vakıaların mahiyeti hakkında yapmış oldukları hukuki nitelendirmeler hakime yardımcı olursa da hakim tarafların bildirdikleri hukuk kuralları ile asla bağlı değildir. Çünkü hakim Türk hukukunu kendiliğinden uygulamakla yükümlüdür.

-Tarafların bildirdikleri hususlara ve vakıalara uygulanacak hukuk kuralını bulup uygulamak, başka bir deyimle bu vakıaların hukuki niteliğini belirlemek, Türk hukukunu kendiliğinden bulup uygulamak demektir. O halde bu husus Türk hukukunu kendiliğinden bulup uygulamakla yükümlü olan hakimin işidir. Hakim, tarafların bildirdikleri hukuki sebeple bağlı olmadığı gibi, tarafların hukuki sebep göstermemiş olması halinde de davada uygulanacak hukuk kurallarını kendiliğinden bulup uygulamakla yükümlüdür.

-Hakimin hukuk kurallarını uygulaması her halde kendiliğinden araştırma ilkesine tabidir.

-Hakimler, anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. Hakim, hukuk kurallarını bu sıraya göre uygular. Bunu yaparken kendisinden daha üstün olan hukuk kuralına aykırı olan hukuk kuralını uygulamamakla yükümlüdür.

– Hakimin yabancı hukuk kurallarını uygulaması;

  • MÖHUK m.2 tarafından düzenlenmiştir.
  • Hakim, Türk kanunlar ihtilafı kurallarını ve bu kurallara göre yetkili olan yabancı hukuku kendiliğinden uygular.
  • Hakim, yetkili yabancı hukukun tespit edilmesinde tarafların yardımını isteyebilir.
  • Yabancı hukukun olaya ilişkin hükümlerinin tüm araştırmalara rağmen tespit edilememesi halinde, Türk hukuku uygulanır.
  • Kanunlar ihtilafı kurallarının başka bir hukuku yetkili kılması, yalnızca kişinin ve aile hukukuna ilişkin ihtilaflarda göz önüne alınır ve bu hukukun maddi hukuk hükümleri uygulanır.
  • Uygulanacak yabancı hukuku seçme imkânı varsa, aksi kararlaştırılmadıkça seçilen hukukun maddi hukuk hükümleri uygulanır.
  • Hukuku uygulayacak olan yabancı devlet, ili veya daha çok bölgesel birime ve bu birimler de değişik hukuk düzenlerine sahip iseler, hangi bölgenin hukukunun uygulanacağı o devletin hukukuna göre belirlenir. O devlet hukukunda belirleyici bir hüküm bulunmaması halinde, uyuşmazlıkla en sıkı ilişkili bölge hukuku uygulanır.

VII- Usul Ekonomisi İlkesi

-Çekişme, bir dava ile mahkeme önüne getirildikten sonra, artık kamu yararı alanına girmiş demektir. Davanın çabuk, basit ve ucuz bir biçimde görülmesinde tarafların olduğu kadar toplumun da yararı vardır.

-Bu nedenle hakim davayı makul süre içinde, ucuz, basit düzenli biçimde sonuçlandırmakla yükümlüdür.

-Bu husus aynı zamanda bir Anayasa ilkesidir. (Anayasa m.141)

-Aynı zamanda adil yargılanma hakkı ile de paralellik göstermektedir.

VIII- Adil Yargılanma Hakkı

-AİHS’in 6.maddesinin kenar başlığı “adil yargılanma hakkı”dır.

-Bu hükme göre herkes gerek medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklarda, gerek ceza alanında kanuni, müstakil ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içerisinde hakkaniyete uygun ve aleni surette dinlenilmesini istemek hakkına sahiptir. (Anayasa m.36)

-Bu ilke, pek çok yargılama hukuku ilkesini içinde barındıran ilkeler bütünü olarak karşımıza çıkmaktadır.

IX- Hukukî Dinlenilme Hakkı

-Davanın tarafları, müdahilleri ve yargılananın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptir.

-Bu hakkın unsurları şunlardır;

  • Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunması hakkı. İçerisine dava dosyasını inceleme hakkı da dahildir.
  • Açıklama ve ispat hakkı
  • Mahkemenin tarafların iddia ve savunmalarını dikkate alma ve gerekçeli karara bağlama zorunluluğu

X- Aleniyet İlkesi

-Mahkemede duruşmalar aleni olarak yapılır ve kararlar aleni bildirilir.

-İstinaf mahkemeleri ve Yargıtay’daki duruşmalar kural olarak alenidir.

-Alenilik, yalnız duruşmalar ve kararların bildirimi bakımındandır. Hükmün müzakeresi aleni olmayıp, gizlidir.

-Yargılamanın aleni yapıldığı duruşma tutanağında gösterilmelidir.

-Bazı hallerde duruşmanın bir kısmının veya tamamının gizli yapılması mümkündür. Genel ahlakın veya kamu güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı durumlarda mahkeme talep üzerine veya kendiliğinden duruşmanın kapalı yapılmasına karar verebilir.

-Tarafların duruşmanın gizli yapılması talebi, ön sorunlar hakkındaki hükümler çerçevesinde kapalı duruşmada incelenir ve karara bağlanır. Bu kararın gerekçeleri esas hakkındaki karar ile birlikte açıklanır.

-Taraflar için duruşma daima açıktır.

XI- Dürüst Davranma ve Doğruyu Söyleme Yükümlülüğü

-TMK m.2’ye göre, herkes haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kuralına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.

-HMK m.29’a göre taraflar dürüstlük kuralına uygun davranmak zorundadırlar.

-Bu düzenleme TMK m.2’nin medeni usul hukukundaki görünümüdür.

-Kanunun çeşitli hükümlerinde dürüstlük kuralına uyulmamasının somut yaptırımları gösterilmiştir.

( Hukuk ders notları http://yirmisekiz.net )

27. TAHKİKAT

HMK m.143 ve devamı

A) Genel Olarak

– Dilekçelerin verilmesinden veya bunlara ilişkin sürelerin geçmesinden sonra yapılan ön inceleme aşamasında çeşitli ihtimallerle karşılaşılabilir;

  • İlk itirazlar veya dava şartları üzerinde yapılan incelemede mahkeme, yapılan ilk itirazın haklı veya dava şartlarının eksik olduğunu tespit edebilir ve bu konuda duruşma yapmaya gerek görmeden davanın reddine karar verebilir. Bu durumda tahkikat aşamasına gerek kalmadan nihai karar verilmiş olur.
  • Davacı ve davalı dilekçelerine ve beyanlarına ekli olarak gerekli büyün delilleri vermiş ve başlıca delilleri olmadığını bildirmiş olabilirler. Bu hususu ön inceleme aşamasında tespit eden mahkeme, ileri sürülen maddi vakıaların incelenmesine gerek kalmadığından onları sözlü yargılama için duruşmaya davet eder.

B) Tahkikatın Yapılması

– Hakim, tahkikatı ön inceleme aşamasında belirlediği ve tutanağa geçirdiği hususlar üzerinden yapar. Bu tutanak esas alınarak tahkikat yürütülür. Bu belge, yargılamanın yolunu gösteren bir yol haritasıdır; tutanakta yer almayan hususlar, tahkikatın konusu olmayacaktır.

-Tahkikat sırasında tarafların davada ileri sürdükleri bütün iddia ve savunmalar, kural olarak birlikte incelenir.

-Hakim yargılamayı basitleştirmek ve kısaltmak için resen veya taraflardan birinin talebi üzerine tahkikatın her aşamasında iddia ve savunmalardan birinin veya bir kısmının diğerinden önce incelenmesine karar verebilir.

-Dilekçelerin incelenmesi ile dava yargılama ve hüküm için gereği gibi aydınlanmaz. Hakim davada ileri sürülen vakıalar hakkında dinlemek üzere tarafları duruşmaya çağırır. Mahkemeye gelmeleri için taraflara verilecek süre 2 haftadan az olamaz. Gerekli hallerde bu süre talep üzerine veya resen uzatılıp kısaltılabilir.

-Tahkikatlar aşamasında esas itibariyle deliller değerlendirilir.

-Tahkikat sırasında davaya ilişkin olarak ortaya çıkan ön sorunlar ve bekletici sorunlar hakkında gerekli kararlar alınır. Gerekirse isticvaba başvurulur.

-Tarafların iddia ve savunmaları ile toplanan delilleri inceleyip değerlendirdikten sonra hakim duruşmada hazır bulunan taraflara tahkikatın tümü hakkında açıklama yapabilmeleri için söz verir.

-Eksik kalan tahkikatın tamamlanmasını teminen gerekli işlemleri yapar veya tahkikatı gerektiren bir husus kalmadığını görürse, tahkikatın bittiğini taraflara tefhim eder.

-Mahkeme bütün delillerin incelenmesinden sonra davanın sözlü yargılama ve hüküm için yeterli derecede aydınlandığını anlarsa, tahkikatın bittiğini taraflara bildirir ve sözlü yargılama ve hüküm için tayin edilecek gün ve saatte mahkeme bulunmalarını sağlamak amacıyla iki tarafa davetiye gönderir.

28. İSTİCVAP

HMK m.169-175

A) Genel Bilgi

-Bir tarafın kendi aleyhine olan belli bir vakıa hakkında sorguya çekilmesi demektir. İsticvap, teknik bir terim olup ancak 169-175’teki usule göre sorguya çekilmesine verilen bir isimdir.

-Tarafların her hakim tarafından dinlenilmesinin isticvap olmadığı belirtilir. HMK m.169-175 arası hükümler haricinde dinlenme sadece tarafların dinlenmesidir.

-Hakim, davanın her halinde tarafları çağırarak dava konusu vakıalar hakkında tarafları dinleyebilir. Böylece davacının davasının veya davalının savunmasının açıklamasına çalışılır.

-Hakimi açıklama ödevi gereğince, müphem ve çelişik gördüğü iddia ve sebepler hakkında taraflardan açıklama isteyebilir, yani tarafları dinleyebilir.

-Tarafların sadece dinlenilmesi işe isticvabı arasında önemli nitelik farkları vardır. Fajat taraf çağrıldığı oturuma gelerek sorulanlara cevap verirse, sonuç bakımından hangi usule göre çağrılmış olduğunun bir önemi yoktur. Taraf çağrıldığı halde oturuma gelmezse, o zaman m.171’deki ikrar etmiş sayılma yaptırımının uygulanabilmesi için tarafın m.169-175’e göre isticvap için çağrılmış olması gerekir.

-İsticvap taraflarca getirilme ilkesine tabi olan davalarda uygulanır. Kendiliğinden araştırma ilkesine tabi olan davalarda isticvap hükümleri uygulanmaz, çünkü tarafların ikrarı hakimi bağlamaz. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda m.169-175 hükümlerine değil m.144’deki sadece dinleme hükmüne göre dinlenir.

-Hakim, dinlenilmek üzere huzuruna gelen tarafın kimliğini titizlikle tespit etmelidir. Dinlenilmesine karar verilen taraftan başka birinin hakim huzuruna gelmesi ve dinlenilmesi halinde, bunu yapanlar hakimi yanıltarak ona sahte tutanak düzenlettirmiş olur ve TCK m.204-205’e göre cezalandırılırlar. Bu husus aynı zamanda yargılamanın iadesi sebebi teşkil eder.

-İsticvap başlı başına bir ispat vasıtası olarak kabul edilmemiştir. İsticvap ile delil elde edilebilir ve bazı hallerde isticvap davanın aydınlanmasına hizmet edebilir.

B) İsticvabın Konusu

-Dava ile ilgili belli vakıalar ve onlarla ilişkisi bulunan hususlardır. İsticvap, isticvap edilecek tarafı bir ikrarda bulunmaya götürebileceğinden ve tarafın gelmemesi halinde taraf isticvap konusu vakıayı ikrar etmiş sayılacağından, bir taraf ancak kendi aleyhine olan vakıalar hakkında isticvap edebilir, kendi lehine olanlar için edemez.

C) İsticvap Kararı

Hakim, bir tarafın isticvabına kendiliğinden karar verebilir. Taraflardan biri de, diüer tarafın isticvap edilmesini isteyebilir.

D) Tarafın Kendisi İsticvap Edilir

-İsticvap edilecek kişi, isticvap konusu vakıa aleyhine olan ve bu nedenle isticvabına karar verilmiş olan tarafın kendisidir. Vekil isticvap edilemez.

-Ergin olmayan küçük veya kısıtlı adına yapılan işlemle ilgili olarak ise kanuni temsilcisi isticvap olunur. Ergin olmayan veya kısıtlı kişilere bizzat dava hakkı tanınan hallerde, kanuni temsilcisi değil, kişinin kendisi isticvap olunur.

-Eğer bir tüzel kişi ise, tüzel kişinin organı isticvap olunur.

E) İsticvap Davetiyesi

-İsticvabına karar verilen taraf, bunun için bizzat kendisine gönderilen davetiye ile mahkemeye çağırılır Buna isticvap davetiyesi denir.

-İsticvabına karar verilen tarafa geçerli özrü olmaksızın gelmediği veya gelip de sorulan sorulara cevap vermediği takdirde sorulan soruları ikrar etmiş sayılacağı bildirilir.

D) İsticvap Usulü

-Aynı mahkemede isticvap olunur.

-Taraf davaya bakan mahkemenin bulunduğu il dışında oturmakta ve bulunduğu yerde aynı anda ses ve görüntü nakledilmesi yolu ile isticvabı mümkünse bu yolla mümkün değilse istinabe yoluyla isticvap olunur.

-İsticvap olunacak kişi, mahkemenin bulunduğu il dahilindeyse gerçeğin ortaya çıkması bakımından hüküm verecek hakimle yüzyüze gelmesinde fayda bulunduğundan, isticvap için davet edilen mahkemeye gelme zorunluluğu vardır.

-Hastalık, engellilik veya benzeri sebeplerle mahkemeye bizzat gelemeyecek durumda olanlar, bulundukları yerde isticvap olunur.

-İsticvap sırasında tanıklar hazır bulunmaz, gerekirse hakim isticvaptan sonra tanıklarla yüzleştirebilir.

-İsticvap olunan tarafın vekili ile diğer taraf ve vekili isticvap sırasında hazır bulunabilir. Zabıt kâtibinin ise isticvap sırasında bulunması zorunludur.

– İsticvap bitince bir tutanak düzenlenir. Açıklamalar, sorular ve cevaplar tutanağa yazılır.

-Tanıklıkla ilgili;

  • Sır saklama nedeniyle çekinme (m.249)
  • Menfaat ihlali tehlikesi nedeniyle çekinme (m.250)
  • Mahkemede dinlenilme (m.259)
  • Bilgilendirilme (m.260)
  • Dinlenilme şekli (m.261)
  • Tarafların yapmalarının yasak olduğu davranışlar (m.262)
  • Tercüman kullanılması (m.175)

İle ilgili hükümler, niteliğine aykırı düşmedikçe, isticvapta da uygulanır.

-Taraf isticvabı sırasında ikrarda bulunursa, hakim bu ikrar ile bağlıdır. (m.236) Bundan başka tarafın beyanı isticvap konusu vakıa hakkında delil başlangıcı da teşkil edebilir. Hakim, isticvap olunan tarafın beyanlarını serbestçe takdir eder.

4. BÖLÜM: İSPAT VE DELİLLER

29. GENEL HÜKÜMLER

HMK m.236-244

A) İspatın Konusu ve Delil

-Dava konusu yapılan hakkın ve buna karşı yapılan savunmanın dayandığı vakıaların vr olup olmadığı hakkında mahkemeye kanaat verilmesi işlemine ispat denir.

-İspatın konusunu çekişmeli vakıalar oluşturur.

-Bir taraf ancak kendisinin dayandığı vakıaların doğru olduğunu veya karşı tarafın dayandığı vakıaların doğru olmadığını ispat ederek davayı kazanır veya davanın reddini sağlayabilir.

-Davacı, davasında ne kadar haklı olursa olsun, davasını dayandırdığı vakıaları ispat edemez veya eder ve davalı bunların aksini ispat ederse davayı kaybeder. Çekişmeli vakıanın ispatı için başvurulan vasıtalara kanıt(delil) denir.

B) Delilin Konusu

-Maddi vakıalardır.

-Maddi hukuk, bir hakkın doğumunu veya sın bulmasını belli vakıaların bulunmasına bağlı tutmuştur. İşte delilin konusu bu maddi vakıalardır ve bu vakıalar hakkında delil gösterilir.

-Bununla, hukuk kurallarının delilin konusunu teşkil edemeyeceğine de işaret edilir. Hukuk kurallarının ispatına gerek yoktur. Çünkü hukuk kuralları hakim tarafından kendiliğinden araştırılır ve uygulanır. Hakim, ön incelemede tarafların bildirdikleri ve fakat davanın çözümü için gerekli vakıaları ayırır ve bunları tahkikat konusu yapamaz. Bu vakıalar için delil gösterilemez, gösterilmiş ise incelenemez. Çünkü bu vakıaların ispat edilmesi ile edilmemesi arasında o davanın çözümü açısından hiçbir fark yoktur.

-Taraflar arasında çekişmeli olmayan vakıalar için de delil gösterilmesine gerek yoktur.

-Herkesçe bilinen vakıalar çekişmeli sayılmaz. Herkesçe bilinen bir vakıaya dayanan taraf bunu ispat etmek için delil göstermekle yükümlü değildir.

C) İspat Hakkı

HMK m.189

-Hak arama özgürlüğü, dava açmayı ve savunmayı kapsayan genel bir kavramdır. Davada tarafların iddia ve savunma haklarını fiilen kullanabilmeleri kendilerine ispat hakkının verilmesiyle sağlanabilir. Taraflar, kanunda belirtilen süre ve usule uygun olarak ispat hakkına sahiptir.

– İspat hakkı her iki tarafa da ait olduğu için ispat, kanunda taraflar bakımından sadece bir yük olmanın ötesinde aynı zamanda kanuni bir hak olarak düzenlenmiştir.

-Tarafların kanunun öngördüğü süre içinde usulüne uygun olarak ortaya koyduğu delillerle sağlanır. Ancak ispat hakkı pahasına, hukuka aykırı olarak elde edilen delillerin kullanımına izin verilmez.

– Yargılama sırasında taraflarca sunulan delillerin elde ediliş biçiminin mahkeme tarafından kendiliğinden göz önüne alınması ve delilin her ne surette olursa olsun hukuka aykırı olarak elde edildiğinin tespit edilmesi halinde, diğer tarafça bir itiraz ileri sürülmese dahi mahkemece caiz olmadığına karar verilerek dosya kapsamında değerlendirilmemesi ilkesi benimsenmiştir.

-İspat hakkı çerçevesinde ibraz ettikleri bütün delilleri kararında tartışır, değerlendirir ve bundan çıkan sonucu kararına yazar. Bu husus Anayasa’nın 141.maddesinde de düzenlenir; “Bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması” gerekliliğinin sonucudur.

-Mahkeme kararında delillerin hiç değerlendirilmemesi istinaf mahkemesinin duruşma yapmadan kararın kaldırılması ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın gönderilmesi kararı vereceği hallerden biridir. Taraflardan birinin ispat için dayandığı delillerin kanuni bir sebep olmadan kabul edilmemesi temyizde bozma sebeplerinden sayılmıştır.

-Delil sistemleri;

  • Hakimin bütün delilleri serbestçe değerlendirdiği “takdiri delil sistemi”
  • Delillerin hakimi bağladığı “kanuni delil sistemi”

olarak ikiye ayrılır. HUMK gibi bugün HMK da kesin delil sistemini kabul etmiştir.

D) İspat Yükü

I- Genel Bilgi

-Hakim davada hangi çekişmeli vakıaların ispat edilmesi gerektiğini tespit ettikten sonra, bu vakıaların kimin tarafından ispat edilmesi gerektiği sorusu ile karşılaşır. Bu da ispat yüküdür.

-Kendisine ispat yükü düşen taraf için, bu bir yükümlülük değil sadece bir yüktür. Taraf kendisi tarafından ispat edilmesi gereken bir vakıayı ispat edemezse, karşı taraf onu mutlaka ispat etmesini isteyemez. Kendisine ispat yükü düşen taraf, o vakıayı ispat edememiş sayılır.

II- İspat Yükünün Zamanı ve Önemi

-Her iki taraf da ispat yükünün kime düştüğünü gözetmeden delil göstermişler ise, bu halde hakimin ispat yükünün hangi tarafa düştüğünü araştırmasına gerek yoktur. Çünkü hakim, ilk önce tarafların gösterdikleri delilleri incelemekle yükümlüdür.

-İki tarafın gösterdiği deliller ile davaya ilişkin bütün çekişmeli vakıalar aydınlanmış ise, gene ispat yükünün hangi tarafa ait olduğunu araştırmakta bir yarar yoktur.

-Gösterilen delillerin hakime dava hakkında tam bir kanaat vermemesi halinde, ispat yükünün hangi tarafa düştüğünün tespit edilmesi gerekli olacaktır. Çünkü; hakim gösterilen delillerin davayı bir karara bağlamak için yeterli olmadığı hallerde de esas hakkında bir karar vermekle yükümlüdür. Ceza Usul Hukuku’ndaki gibi delil yetersizliğinden beraat” gibi bir durum bulunmamaktadır.

-Hakimin kendisine ispat yükü düştüğünü bildirdiği taraf, uyuşmazlık konusu vakıayı ispat edemezse davayı kaybeder. O taraf davacı ise davası reddedilir, davalı ise mahkum edilir.

-Bu halde, kendisine ispat yükü düşen fakat bunu yerine getirmeyen tarafın karşı tarafa yemin teklif etme hakkı vardır.

III- Genel Kural

-TMK m.6’ya göre, kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür. HMK m.190/1 de bu kuralı,” ispat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir şeklinde vurgular.

-İspat yükü ilk önce kural olarak davacıya düşer. İspat yükünün tarafların rolü ile bir ilgisi yoktur. Davacıya düşebileceği gibi davalıya da düşebilir. Bu konudaki genel kurala göre hakkını bir vakıaya dayandıran taraf o vakıayı ispat etmelidir.

IV- Genel Kuralın İstisnaları

Aşağıdaki hallerde istisna olarak ispat yükü hakkını bir vakıaya dayandıran tarafa değil karşı tarafa aittir.

1) Normal Durumun Aksinin İspatı

-Normal bir duruma dayanan tarafın, bu iddiasını ispat etmesi gerekmez. Bilakis, ispat yükü normal durumun aksini iddia eden tarafa düşer.

-Örnek;

  • Bir sözleşmeye dayanarak dava açan davacının bu sözleşme yapılırken gerek kendisinin gerek davalının fiil ehliyetinin bulunduğunu ispat etmesi

2) İspat Yükünün Kanunla Belirlendiği Haller

– Bu hallerde ispat yükünün kime düştüğünü araştırmaya gerek yoktur, ispat yükü özel kanun hükümlerinde yazılı olan kimselere düşer.

-Bu haller;

  • Velayetin kaldırılmasının sebepsiz olduğunu ispat yükü – anneye
  • Evlendikten en az 180 gün sonra doğan çocuğu reddeden kocanın çocuğun kendisinden olma ihtimali bulunmadığını ispat etmesi gerekir
  • Nesebin tashihine itiraz davasında çocuğun o ana ve babadan olmadığını ispat davacılara aittir
  • Haksız fiilde zararı ispat davacıdadır

3) Karineler

a) Fiili Karineler

-Bunlar belli bir olaydan belli olmayan bir olay için hakim tarafından çıkarılan sonuçlardır.

-Fiili karine lehine olan taraf, o hususu ispat etmiş sayılır.

b) Kanuni Karineler

-Bunlar belli bir olaydan belli olmayan bir olay için kanun tarafından çıkarılan sonuçlardır.

-İspat yüküne gerçek bir istisnadır. Çünkü karine lehine olan taraf o olayı ispat etmekle yükümlü değildir.

-İkiye ayrılırlar;

aa) kesin kanuni karine
  • Karşı taraf bunların aksini ispat edemez.
bb) adi kanuni karine
  • Aksi ispat edilebilen karinelerdir. Aksi ispat edilinceye kadar delil teşkil eder.
  • Karine aleyhine olan tarafi karinenin aksini ispat edebilir.
  • Kanuni bir karineye dayanan taraf sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır.
  • Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf kanuni karinenin aksini ispat edebilir.

V- Karşı Delil

HMK m.191

-Kendisine ispat yükü düşmeyen taraf, ispat yükü kendisinde olan tarafın iddiasını ispat etmesini beklemeden onun iddiasının hilafını ispat için delil gösterebilir. İşte bu delile, karşı delil denir. İspat yükü kendisinde olmayan taraf, karşı delil göstermekle ispat yükünü kendi üzerine almış sayılmaz.

– Karşı delil gösteren taraf, bununla sadece kendisi bakımından diğer tarafın iddiasını çürütmeye çalışır, böylece diğer tarafın iddiasını ispat etmesi güçleşir. İspat yükü kendisinde olan taraf iddiasını ispat edemezse, o vakıadan kendi lehine hak çıkarılmasını isteyemez.

-Karşı delile rağmen durum aydınlanmamışsa, o zaman hakim ispat yükü kendine düşen tarafı belirlemeli ve bu tarafa iddiasını ispat etmesi gerektiğini bildirmelidir. İddiasını ispat edemezse davayı kaybeder.

-Karşı delil ispat yükü kendine düşmeyen tarafın gösterdiği delile denir. İspat yükü kendine düşen taraf bir vakıayı ispat ettikten sonra, artık ispat yükü karşı tarafa geçer. Bunun üzerine karşı taraf o vakıanın doğru olmadığını veya başka bir vakıa sebebiyle hükümsüz kaldığını ispat etmesi gerekir. Aksi halde karşı taraf davayı kaybeder. Karşı tarafın gösterdiği delil, karşı delil değildir. Çünkü artık ispat yükü karşı tarafa geçmiştir.

VI- İkrar

-sonra anlatılacak (kesin deliller)-

E) Delillerin Gösterilmesi

I- Genel Bilgi

-Taraflarca hazırlama ilkesinin geçerli olduğu davalarda mahkemenin yargılamayı doğru yürütebilmesi ve makul bir sürede karar verebilmesi için delillerin vakıalarla bağlantısı kurularak mahkeme önüne getirilmiş olması gerekir. Bu tarafların dayandıkları delilleri ve her birinin hangi vakıanın ispatı için kullanılacağını belirtmeleri ile mümkündür.

-Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda hakim davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; yine bu tür davalarda taraflar da yargılama bitinceye kadar delil gösterebilirler.

-Taraflarca hazırlama ilkesinin uygulandığı davalarda, genel olarak deliller taraflarca gösterilir. Hakim kendiliğinden başvuramaz.

-Fakat bilirkişi ve keşif delillerine hakim kendiliğinden de başvurabilir. İsticvaba da kendiliğinden karar verebilir, davanın her safhasında iki tarafın iddiaları sınırı içinde olmak üzere tarafları dinleyebilir ve gerekli olan delillerin gösterilmesini emredebilir.

-Delil gösteren taraf karşı tarafın açık izni olmadıkça o delile dayanmaktan vazgeçemez.

II- Delillerin Hasredilmesi

-Bir tarafın ispatla yükümlü olduğu bir vakıayı ispat için bütün delilleri göstermesine ve bundan başka delil olmadığını bildirmesine denir.

-Hakim taraflara delillerini göstermeleri için 2 haftalık kesin süre tanır ve bu süre içinde gösterilmeyen delile dayanmaktan vazgeçmiş sayılmasına karar verir.

III- Delillerin İncelenmesi

-Deliller hasredildikten ve delillerini göstermeleri için taraflara gerekli süre verildikten sonra belirlenen duruşmada delillerin incelenmesine geçilir.

-Deliller kural olarak mahkeme huzurunda incelenir.

-Başka yerde bulunan ve mahkemeye getirilmeyen deliller, o yerde istinabe yoluyla toplanabilir. Delillerin incelenmesi ve beyanların dinlenmesi sırasında taraflar, istinabe olunan mahkemede hazır bulunabilirler ve delillerle ilgili açıklama haklarını kullanabilirler. Bunun için, taraflara incelemenin yapılacağı yer ve tarih bildirilir.

IV- Delillerin İncelenmesinden Sonra Yeni Delil Gösterilmesi

-İki haftalık kesin süreden sonra, delil ileri sürülmesi kural olarak mümkün değilse de yargılamayı geciktirme amacı taşımıyorsa veya süresinde ileri sürülmesi ileri süren tarafın kusurundan kaynaklanmıyorsa, mahkeme o delilin gösterilmesine izin verebilir. (m.145)

-HMK m.145/1 hükmü, m.140/5 hükmü ile ilgili bir istisnadır. Buna karşılık bir taraf hakimin izni ile daği aynı vakıa için ikinci bir tanık listesi veremez.

F) Delil Çeşitleri

  • Kesin deliller;
  • İkrar (m.188)
  • Kesin hüküm (m.303)
  • Senet (m.199 vd)
  • Yemin (m.225 vd)

Bunlara kesin delil denmesinin sebebi delillerin hakimi bağlayıcı nitelikte olmasıdır. Hakim kesin delillerden biri ile ispat edilen bir vakıayı ispat edilmiş olarak kabul etmek zorundadır.

Kendiliğinden araştırma ilkesi uygulanan davalarda hakim kesin deliller ile dahi bağlı değildir. Taraflarca getirilme ilkesi uygulanıyorsa bağlıdır.

  • Takdiri deliller;
  • Tanık (m.240 vd)
  • Bilirkişi (m.266 vd)
  • Keşif (m.288 vd)
  • Uzman görüşü
  • Kanunda düzenlenmemiş diğer delillerdir (m.192)

Bunlara takdiri delil denmesinin sebebi hakim bu delilleri serbestçe takdir yetkisine sahiptir. Hakim, bu delilleri serbestçe takdir eder.

( Hukuk ders notları http://yirmisekiz.net )

30. İKRAR

A) Niteliği ve Konusu

-Bir tarafın diğer tarafın ileri sürdüğü bir vakıanın doğru olduğunu bildirmesidir. Davalı davacının ileri sürdüğü vakıaları ikrar edebilir.

-İkrardan söz edilebilmesi için, bir tarafın bir vakıa ileri sürmüş olması, diğer tarafın da bu vakıanın doğru olduğunu bildirmesi gerekir.

-Susma ikrar sayılmaz ancak bunun bazı istisnaları vardır.

-İkrarın konusu, ancak karşı tarafın ileri sürdüğü vakıalar olabilir. Hukuki sebepler ikrara konu teşkil edemez.

-Sadece tarafların iddia ve savunmalarını dayandırdıkları maddi vakıalar ikrara konu teşkil edebilir. Herkesin kullandığı ve anlamı herkesçe bilinen hukuki terimler bunların dayanağı olan vakıaları da kapsamak üzere ikrar olunabilir.

-İkrar tek tek vakıalar hakkında olup talep sonucuna ilişkin değildir. Bir tarafın talep sonucunun diğer tarafça kabul edilmesi, davayı sona erdiren bir taraf işlemi olup, davayı kabul ismini alır. Kabulde, karşı tarafın ileri sürdüğü vakıalara değil onlardan çıkardığı talep sonucuna rıza gösterilmektedir. İkrarda ise, talep sonucunun doğruluğu değil, sadece ileri sürülen şu veya bu vakıanın doğru olduğu bildirilmektedir.

B) İkrarın Yapılış Şekli

-Yapıldığı yere göre ikiye ayrılır;

  • Mahkeme içi
  • Mahkeme dışı

I- Mahkeme Dışı İkrar

-Taraf mahkeme dışında da ikrarda bulunabilir.

-Kesin bir delil değildir. Mahkeme dışı ikrarı doğrulayacak delil ve emare varsa, buna dayanarak hüküm verilebilir. Bir takdiri delildir.

-Mahkeme dışı ikrar bir belge ile kanıtlanırsa, kesin delil hükmünde olur.

II- Mahkeme İçi İkrar

-Mahkemeye karşı yapılan ikrara denir. Bunu yapan tarafın tek taraflı açık bir irade beyanı ile olur. Karşı tarafça kabulü gerekli değildir.

-Sözlü olarak yapılabilir veya bir dilekçe veya dava evrakı ile de bir vakıa ikrar edilebilir.

-Görevsiz mahkemede yapılan ikrar da geçerlidir. Bir davada yapılan ikrar başka bir davada da geçerlidir. Sulh müzakeresi sırasındaki geçerli değildir.

III- İkrardan Dönme

-Kural olarak ikrardan dönülemez. Ancak ikrar maddi bir hatadan doğuyorsa, ikrardan dönülebilir. İspatı gereklidir.

-İkrardan dönme için hukuki hata yeterli değildir.

-Maddi hata halinde de 2 husus bir arada olmalıdır;

  • İkrar edilen vakıanın gerçeğe uygun olmaması
  • İkrarın maddi bir hata sonucu yapıldığı

C) İkrarın Etkisi

-İkrar olunan vakıalar, çekişmeli sayılmaz ve ispatı gerekmez. Yani ikrar, bunu yapan taraf aleyhine kesin delil teşkil eder.

-Kesin bir delildir yani lehine ikrar yapılan taraf, ikrar edilen vakıa için artık delil göstermek ve o vakıayı ispat etmek zorunda değildir. Hakim ikrar ile bağlıdır.

-Bu durum taraflarca getirilme ilkesinin uygulandığı davalar içindir. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda hakim ikrar ile kural olarak bağlı değildir.

D) İkrarın Çeşitleri ve Bölünmesi

-İkrar beyanının içeriğine göre üçe ayrılır. Bu ayrım özellikle ikrarın bölünüp bölünmemesi bakımından önemlidir.

I- Basit İkrar

-Karşı tarafın ileri sürdüğü bir vakıanın doğru olduğunu kayıtsız şartsız bildirmeye denir.

-Örneğin; davacı davalıya ödünç para verdiğini bildirir ve davalı da evet ödünç aldım derse.

-Bölünmesi söz konusu olamaz.

II- Vasıflı İkrar

-Karşı tarafın ileri sürdüğü vakıanın doğru olduğunu bildirir fakat bunun hukuki niteliğinin iddia edildiğinden başka olduğunu bildirir.

-Örneğin; bir önceki vakada davalı parayı aldığını ikrar eder ancak ödünç değil de karz ile aldığını söyler.

-Vasıflı ikrarın bölünmeyeceği genel olarak kabul edilmiştir.

III- Bileşik İkrar

-İkrarda bulunan taraf diğer tarafın ileri sürdüğü vakıayı ikrar eder fakat ikrarına bu vakıadan çıkan hukuki sonucu hükümden düşüren ve bu vakıanın doğumu ile ilgili bulunmayan başka bir vakıa ekler.

-Örneğin; davalı davacının bana verdiği parayı ödünç olarak aldım fakat geri ödedim diyebilir. Veya, parayı davacıdan ödünç aldım fakat ben de davacıdan alacaklıyım bu borcu takas ediyorum diyebilir.

-İkiye ayrılır;

1) Bağlantılı Bileşik İkrar

-İkrar edenin ikrarına eklediği vakıa ile ikrar edilen vakıa arasında doğal bir baplantı bulunmaktadır.

-Örneğin; ödünç aldım fakat ödedim.

-Bağlantılı bileşik ikrarın bölünmemesi gerekmektedir. Karşı tarafın o vakıayı ispat etmesinden önce söz konusu olur. Karşı taraf ödünç verme vakıasını usulüne uygun biçimde ispat ettikten sonra davalının ödünç aldım fakat ödedim demesi artık bir ikrar değildir.

2) Bağlantısız Bileşik İkrar

-İkrar edenin ikrarına eklediği vakıa ile ikrar edilen vakıa arasında hiçbir bağlantı yoksa.

-Örneğin; davalının dava konusu parayı davacıdan ödünç aldım fakat ben de alacaklıyım ve takas ediyorum bağlantısız bileşik ikrardır.

-Bölünebilmektedir.

31. SENET VE BELGE

HMK m.199 ve devamı

A) Kavram ve Önemi

-Senet, bir kimsenin vücuda getirdiği ve kendi aleyhinde delil teşkil eden yazılı belgedir.

-HMK bir üst kavram olarak belgeyi düzenlemiştir. HMK anlamında belge, uyuşmazlık konusu vakıaları ispata elverişli yazılı veya basılı metin, senet, çizim, plan, kroki, fotoğraf, film, görüntü veya ses kaydı gibi veriler ile elektronik ortamdaki veriler vb bilgi taşıyıcılarıdır.

-Belge bir bilgi taşıyıcısıdır. Kanun belge kavramını senet yerine kullanmamıştır. Senetle ispat kuralları, belge ile ispat kuralları haline gelmemiştir.

-Belgenin ispat gücü, onun senet olup olmamasına göre değişir. Buna göre belge, kesin delil olabileceği gibi, takdiri bir bilgi gücünde de olabilir.

-Senet, yazılı bir belge ile açıklanan irade beyanıdır. Senedi vücuda getirenin onu kendi aleyhine delil teşkil etmek iradesiyle vücuda getirmiş olması şart değildir. Senedi vücuda getirenin kendi aleyhine delil teşkil etmesini düşünmediği hallerde de yazılı belge senet sayılır.

-Senet bir kesin delil, yani ispat aracıdır, ispat şeklidir. Bir hukuki işlemin geçerlik şartı olan yazılı şekil ile karıştırmamak gerekir.

-Bir hukuki işlemin, özellikle sözleşmelerin geçerli olması için kural olarak yazılı şekilde yapılması şart değildir. Buna karşılık şekle tabi bir hukuki işlem kanunun öngördüğü yazılı şekilde yapılmamışsa geçerli değildir. Böyle bir işlemin varlığı, diğer kesin delillerle ispat edilemez. Buna örneklerden biri de kefalet sözleşmesidir.

-Senet, en önemli kesin delildir. Çünkü hukukumuzda kesin delil ile ispatı gereken hukuki işlemlerin uygulama alanı çok geniştir.

-Kesin delil ile ispat zorunluluğu olan bu hallerde, senet dışındaki diğer kesin delillerle de ispat mümkündür. İkrar ve yemin delili, karşı tarafın iradesine bağlı olduğundan ve kesin hüküm delili ise aslında genellikle başka kesin delillere dayandığından hukukumuzda senet en önemli kesin delildir. Senet delilinin emin ve doğru bir ispat vasıtasıdır.

B) Senet Çeşitleri

Adi senetler ve resmi senetler olmak üzere ikiye ayrılır;

I- Adî Senetler

1) Kavram ve İçeriği

– Resmi bir makam veya memurun katılması olmaksızın düzenlenen senetlere adi (gayri resmi) senetler de denir.

-Genellikle taraflarca düzenlenir. Senette nelerin bulunması ve senedin şeklinin nasıl olması gerektiği HMK’da tam olarak belirtilmiş değildir. Senet metinin belgelendirdiği husus hakkında tam bir bilgiyi içermesi ve senedin altının senet aleyhine delil teşkil edecek kimse tarafından imza edilmesi veya usulüne uygun güvenli elektronik imza ile oluşturulması gerekir.

-Alacaklı kendi lehine olan bir senet üzerine alacağını tamamen veya kısmen aldığını yazıp bu beyanını imza ederse bu beyan alacaklı aleyhine senet teşkil eder.

2) Adî Senetlerin İspat Gücü

a) Adi senet kesin delildir

-Senet kesin delildir. Ancak bir senedin kesin delil teşkil etmesi her şeyden önce onun doğru olmasına bağlıdır.

-Mahkeme huzurunda ikrar olunan veya mahkemece inkar edenden çıktığı kabul edilen adi senetler aksi ispat edilmedikçe kesin delil sayılır.

-Taraflardan biri, kendisi tarafından düzenlendiği iddia edilen belgedeki yazı veya imzayı inkar etmek isterse, sahtelik iddiasında bulunmalıdır; aksi halde belge, aleyhine delil olarak kullanılır. Bir belgenin sahteliği iddia edildiğinde belgenin mahkemeye verildiği tarih yazılıp mühürlenerek saklanması için mahkemece gerekli tedbirler alınır.

-Adî senedin sahteliği aynı mahkemede sahtelik iddiası olarak iiileri sürülebilir veya bu konuda sahtelik davası açılabilir. (m.208)

b) Sahtelik iddiası

-Belge altındaki imzanın kendisine ait olduğu ileri sürülen taraf senetteki yazı veya imzayı yahut güvenli elektronik imza ile oluşturulmuş veriyi görülmekte olan davada inkar ederse, anlaşılıncaya kadar senet herhangi bir işleme esas alınamaz ve delil olarak kullanılamaz. Bu halde mahkemenin araştırma yaparak senetteki imzanın gerçekten davalıya ait olup olmadığını tespit etmesi gerekir.

-Senede dayanılarak verilmiş olan ihtiyadi tedbir, o senet hakkındaki sahtelik iddiasından etkilenmez ve gerektiğinde senet sahibi hakların korunması için yeni tedbirler talep edebilir.

-Bir belgenin sahteliği iddia edilirse, mahkeme aşağıdaki sıra işe inceleme yaparak öncelikle karar verir;

  • Hakim ilk önce yazı veya imzayı inkar eden tarafı isticvap ederek tarafların gösterdikleri delilerle bir kanaat elde etmeye çalışır. Bu şekilde yeterli kanaat sahibi olursa, senedin kabulüne veya reddine karar verir.
  • Hakim isticvapla tarafların dinlenilmesi sonucunda yazı veya imzanın davalıya ait olup olmadığı hakkında yeterli kanaat elde edemezse mahkeme yazı veya imzayı inkar eden kişiye önünde yazı yazdırıp imza attırır ve yazı ve imzaları karşılaştırır. Hakim başka bir incelemeye gerek duymadan karar verebilecek durumda ise, gerekçesini belirtmek suretiyle belgenin sahteliği hakkında bir karar verir. Yazı veya imza kendisine ait olduğu ileri sürülen taraf isticvap hükümlerine göre usulüne uygun olarak çağırıldığı halde gelmezse, kendisine ait olduğu bildirilen senetteki imzayı ikrar etmiş sayılır.
  • Hakim yukarda belirtilen inceleme ve değerlendirmelerden kesin bir kanaate ulaşamazsa, bilirkişi incelemesi yaptırır. İnkar edilen imza ile karşılaştırılacak imza arasında ilk bakışta görülebilecek bir uygunluk ve benzerlik veya benzersizlik yoksa veya inkar edilen imzanın taklit edilmesi kolay ise, hakim imzanın karşılaştırması için uzman bir bilirkişiye başvurur.

-Yukarıdaki şekilde yapılacak incelemeler sonucunda hakim, inkar edilen imzanın inkar eden tarafa ait olduğu kanısına varırsa, adi senedin kabulüne karar verri. Bu halde, adi senet o davada kesin delil olarak işlem görür.

-Senedin sahte olmadığına dair verilen kararın kesinleşmesinden sonra söz konusu senet hakkında ceza mahkemesinde de sahtelik iddiası dinlenmez.

-Sahtelik iddiası sonunda haksız çıkan taraf kötü niyetli ise, bu sebeple ertelenen her bir duruşma için celse harcına ve talep halinde bu sebeple diğer tarafın uğradığı zararların tazminine mahkum olunur.

-Hakim, adi senetteki imzaların senetti ismi yazılı olana ait olmadığı kanısına varırsa, adi senedin reddine karar verir. O adi senet yok sayılır. Kararın kesinleşmesinden sonra senet iptal olunur.

c) Sahtelik davası

-Bir adi senedin kendisi tarafından vücuda getirildiği iddia edilen kişi kendisine karşı adi senede dayanarak dava açılmasını bekleyebilir ve bu davada senet altındaki imzayı inkar etmekle yetinebilir.

-Bir adi senedi düzenlediği iddia edilen kişi bu adi senede dava açılmasını beklemeden senetteki imzanın kendisine ait olmadığının tespiti için ayrı bir sahtelik davası açabilir. Menfi tespit davasıdır.

– Açılmış bir davada adi senedin sahteliği ön sorun şeklinde iddia edilmiş ve bu sahtelik iddiası incelenmekte ise, artık adi senedin sahteliğinin tespiti için ayrı bir sahtelik davası açmakta hukuki yarar yoktur.

-Şu halde, ayrı bir sahtelik davası senedin sahteliğinin daha önce bir davada ileri sürülmemiş olması halinde açılabilir. Bu halde de hukuki bir yarar yoktur.

-Sahte bir adi senede dayanarak kendisine karşı icra takibi yapılan borçlunun bu senedi sahteliğinin tespiti için sahtelik davası açmakta hukuki yararı olabilir. Borçlu ödeme emrine itiraz ederken imzaya itirazını ayrıca ve açıkça bildirmeyi ihmal etmiş veya ödeme emrine hiç itiraz etmemişse, hakkındaki icra takibini ancak sahtelik davası açmakla durdurabilir ve önleyebilir.

-Buradaki sahtelik davası HMK m.211 hükümlerine göre incelenir.

3) Adi Senetlerin 3. Kişiler Hakkında İspat Gücü

-İmzanın senette ismi yazılı olan kişiye ait olduğuna karar verilen adi senetteki tarih, imza eden ile mirasçıları hakkında geçerlidir. 3.kişiler hakkında hüküm ifade etmez.

II- Resmi Senetler

1) Genel Bilgi

-Resmi bir makam veya memurun katılması ile düzenlenen senetlere resmi senetler denir. İspat şekli olan resmi senet anlamında kullanılmaktadır. Buna göre, resmi bir makam veya memurun senedin düzenlenmesinde herhangi bir şekilde katılmış olması halinde, senet ispat hukuku hakkında resmi bir senettir.

-Buna karşılık geçerlik şartı olan resmi senet veya resmi şekil başkadır. Noterlik kanununda yer alan resmi senet, resen düzenlenmiş olan senet demektir. Bunların tümü memur tarafından düzenlenir. Resmi şekle tabi bir hukuki işlem için resen bir belge düzenlenmezse o işlem geçerli olmaz.

-Resmi şekle bağlı hukuki işlemlerin değiştirilmesi de kural olarak aynı remi şekilde yapılmalıdır.

-Oysa usul hukukunda senetle ispatı gereken bir hukuki işlemin ispatı için mutlaka resmi senet düzenlenmesi gerekmez. Bu hukuki işlem için adi senet düzenlenmekle yetinileceği gibi, daha güçlü bir delil elde etmek için de resmi senet düzenlenebilir.

-Geçerlik şartı olarak resmi senet şeklinde yapılması gereken bir işlem resen düzenleme biçiminde yapılmamış ise geçersizdir. Fakat bu geçersiz şekil geçerlik şartına tabi olmayan hususlar hakkında ispat şartı olarak resmi senet teşkil edebilir.

-Buradaki resmi senet kavramı geçerlik şartı olan resmi senet kavramından daha geniştir. Resmi bir memur veya makam tarafından onaylanmış olan senetler de usul hukukunda resmi senet sayılır.

2) Noter Senetleri

a) Düzenleme biçiminde

-Noterlik Kanunu’na göre belgelendirilir ve resmi senet sayılır. Çünkü bu kanuna göre belgelendirilen işlemler resmi sayılır.

-Bizzat noter tarafından bir tutanak şeklinde yapılır. İlgili notere başvurarak ondan bir senet düzenlenmesini ister. Noter ilgilinin bu isteğini bir tutanağa yazar ve tutanağı okuması için ilgiliye verir.

-Kayıtsız ve şartsız bir para borcu ikrarını içerirse İİK m.38’e göre ilam hükmünde sayılır. Bu nedenle kayıtsız şartsız bir para borcu ikrarını içeren düzenleme biçimindeki noter senedine dayanarak bir alacak davası açılmasında hukuki yarar yoktur.

b) Onaylama biçiminde

-Noter önünde değil dışarıda düzenlenir. Yalnız imza onaylaması için notere getirilir. Noter kendisine verilen böyle bir adi senedi huzurunda ilgiliye imzalatır ve imzanın kendi önünde atıldığını imzayı atan kişiye ait olduğunu şerh vererek imzayı onaylar.

3) Yabancı Ülkelerde Düzenlenen Resmi Senetler

-Oradaki Türk konsolosluklarında görüldüğünden onlar tarafından incelenmiş olan noter senetleri burada incelenmiş gibi muamele görür.

4) Resmi Senetlerin İspat Gücü

a) Genel Bilgi

-Resmi senetler kesin delil teşkil eder. Kanun bunu “düzenleme şeklindeki noter senetleri” ve “ilgililerin beyanına dayanılarak noterlerin onayladıkları senetler” ile “diğer yetkili memurların görevleri içinde usulüne uygun düzenledikleri belgeler”in aksi ispatlanıncaya dek kesin delil sayılacağı şeklinde ifade etmiştir.

-Hükmün gerekçesinde de belirtildiği gibi mahkeme önünde yapılan sulhler, resmi vasiyetname düzenlemesi ve tereke tespiti gibi resmi belgeler de resmi senet kuvvetine sahiptir.

-Adi senetlerden daha güçlü bir kesin delildir. Çünkü resmi senede dayanan taraf bunun doğru olduğunu ispat zorunda değildir. Bir resmi senedin doğru olmadığını ileri süren taraf resmi senedi inkar etmekle yetinemez, az sonra görüleceği gibi resmi senedi kabul etmeyen borçlunun senedin sahteliğini ileri sürmesi ya ön sorun şeklinde sahtelik iddiasında bulunması veya ayrı bir sahtelik davası açması gerekir. Buna göre, resmi senetler sahteliği ispat edilinceye kadar delil teşkil ederler.

b) Resmi Senetlerin Sahteliği ve Sahtelik Davası

-Senedi düzenleyen noterin veya resmi kişinin tamamen sahte bir senet düzenlenmiş olması veya resmi senet düzenlenmesi sırasında senede gerçeğe uygun olmayan kayıtlar koymuş olması demektir.

-Resmi senedin sahte olduğu iddiası senedin taraflarına değil, senedi düzenleyen resmi kişiye karşıdır. Noterin bir haksız fiil işlediği iddia edilir. Sahtelik iddiası resmi senedin ancak resmi memur tarafından düzenlenen bölümleri için mümkündür.

-Düzenleme biçimindeki noter senetleri, sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil teşkil eder.

-İmzası noterlikçe onaylanan noter senetlerindeki imza onaylaması, onaylanan imzanın ilgiliye ait olduğunu belgelendirme niteliğinde bulunup, senedin içindekileri kapsamaz. Bu senetlerdeki imza ve tarih, sahteliği ispat edilinceye kadar geçerlidir. Sahtelik iddiasının konusu da yalnız imza veya tarih olabilir.

-İmzası noterlikçe onaylanan senetlerdeki onaylama, senedin içindekileri kapsamadığı için, bu gibi senetlerin içindekiler hakkında buradaki anlamda bir sahtelik iddiası yapılmaz. Bu senetlerin içindekilerin doğru olmadığı normal ispat hükümlerine tabidir.(m.201)

-Yetkili memurların yetkileri içinde usulüne uygun düzenledikleri veya onayladıkları belgeler hilafı ispat oluncaya kadar kesin delil teşkil eder.

-Adi senetler bakımından yazı veya imzanın inkarı ön sorun veya ayrı bir sahtelik davası biçiminde ileri sürülebilir iken, resmi senetlerin sahteliği ön sorun olarak ileri sürülemez, sahtelik konusunda ayrı bir sahtelik davası açılması gerekir.

-Kanuna göre resmi bir senetteki yazı veya imza inkar edilirse, bu iddia ancak evrakla ilgili resmiyet kazandıran kişiyi de taraf göstererek açacağı ayrı bir davada incelenip karara bağlanabilir.

-Sahtelik incelemesi m.211 ve devamı hükümlerine göre olur. Mahkeme resmi senedin sahte olduğu kanısına varırsa resmi senedin iptaline karar verir. Bu iptal kararı kesinleşince hakim senede iptal şerhi verir.

-Mahkeme sahtelik iddiasını reddederse haksız çıkan taraf kötü niyetli ise, bu sebeple ertelenen her bir duruşma için iki katı celse harcına ve talep edilmek kaydıyla diğer tarafın maddi manevi zararlarının mahkemece takdiriyle tazmini istenir.

III- Senetlerdeki Çıkıntılar ve Silintiler

HMK m.207

-Bir senet düzenlendikten sonra senette bazı noksanlar bulunduğunun veya bazı yanlışlar yapıldığının farkına varılınca, çıkıntı veya silinti yapılarak bu noksanlık giderilebilir veya yanlışlar düzeltilebilir.

-Bu çıkıntı veya silintilerin ayrıca imza edilmesi gerekir.

-Bir senetteki bu gibi çıkıntı, kazıntı veya senedin metnindeki ve eklentisindeki kazıntı ve silinti, ayrıca imza edilmemiş ise, inkar halinde bunlar göz önünde bulundurulmaz.

-Bu gibi çıkıntı, kazıntı veya silinti mahkemece senedin geçerliliğine veya anlamına etkili olacak nitelikte görülürse, senet kısmen veya tamamen hükümsüz sayılabilir.

-HMK m.207 hükmü hem adi senetler hem de resmi senetler içindir. Noter senetleri hakkında Noterlik Kanunu m.81/I hükmü uygulanır. Buna göre senetlerindeki ilgilinin imzasını ve noterin onayını taşımayan çıkıntılar için geçerli değildir. Çıkıntılar el yazısı işe yapılamaz.

-İlgililerin elindeki noter senetlerindeki çıkıntılar, mahkemece noter senedinin geçerliliğine veya anlamına etkili olabilecek nitelikte görülürse, noter senedi kısmen veya tamamen hükümsüz sayılabilir; yani bu halde HMK m.207 uygulanır. Buna karşılık resmi senedin noterdeki aslındaki veya örneğindeki ilgililerin imzasını taşımayan çıkıntılar hakkında m.207 hükmü uygulanmaz.

C) Senetlerin Mahkemeye Verilmesi

I- Genel Bilgi

-Davacının ve davalının, ellerinde bulunan yazılı delilleri dava dilekçesi ve cevap dilekçesi ile birlikte mahkemeye vermek durumunda oldukları ve ancak dilekçelerinde sunmadıkları belgeleri de, ön inceleme aşamasında kendilerine verilen iki haftalık kesin süre içinde sunmaları gerektiği yukarıda görüldü.

-Taraflardan her biri, davada dayandığı bütün belgeleri müfredat pusulası ile birlikte mahkeme kalemine verir. İncelemeye değer görülen belgeler dosyaya konur, diğer belgeler senedi verene geri verilir.

-Taraf senedin aslını mahkemeye verirse, sorun yoktur. Buna karşılık taraf senedin aslını elinde saklayarak yalnız suretini mahkemeye verirse bakılır;

  • Karşı taraf senedin süresine itiraz etmezse, yani suretin aslına uygun olmadığını ileri sürmezse, mahkeme senedin sureti ile yetinebilir.
  • Fakat mahkeme, senedin aslının verilmesini kendiliğinden de isteyebilir.

-Senede dayanan taraf, senedin aslını mahkemeye veremezse, noterlikçe onaylı olmayan adi senetler suretleri delil teşkil etmez.

-Senedin aslı resmi bir dairede olduğu için bunu mahkemeye veremeyen taraf, aslının bu daireden getirilmesini isteyebilir. Senedin aslını saklayan tarafı noter veya sair memurlar hakimin kararı üzerine bunları mahkemeye vermeye mecburdurlar.

-Yabancı dilde bir belgeye dayanan taraf, bunu tercümesi ile birlikte mahkemeye vermek zorundadır.

-Mahkemeye verilen senetler veya kıymetli evrak, dava dosyasında bırakılmayarak, bu işe ayrılan sağlam ve emniyetli yerlerde yazı işleri müdürü veya yardımcısı tarafından saklanır. Hakim, bu senetlerin gerektiğinde yeniden verilmek üzere sahiplerine geri verilmesine karar verebilir.

II- Senetlerin Mahkemeye Verilmesi Zorunluluğu

HMK m.219

-Bir taraf, kendi aleyhine de olsa kanunda sayılan belgeleri mahkemeye vermekle yükümlüdür.

1) Mahkemeye Verilmesi Zorunlu Olan Belgeler

-Mahkemece istenmesi halinde taraflar kendilerinin veya karşı tarafın delil olarak dayandıkları ve ellerinde bulunan tüm belgeleri mahkemeye ibraz etmek zorundadırlar.

-Mahkeme ticari davalarda tarafların ticari defterlerinin ibrazına kendiliğinden veya taraflardan birinin talebi üzerine karar verebilir. Ticari defterlerin delil olarak sayılabilmesi için eksiksiz ve usulüne uygun tutulmaları onaylatılmış olmaları ve defter kayıtlarının birbirini doğrulamış olması şarttır.

-Ticari defterler gibi devamlı kullanılan belgelerin gerekli olmadıkça sadece ilgili kısımlarının onaylı örnekleri mahkemeye ibraz edilir.

2) Senedi Vermek Zorunda Olan Kişiler

-Yukarıda sayılan belgeleri mahkemeye vermek zorunda olan kişiler 3 gruba ayrılır;

  • Bir senet ona dayanan tarafın elinde ise, bu senedi o tarafın kendisinin mahkemeye vermesi gerekir. Vermezse senet elinde bulunan taraf iddiasını ispat edememiş sayılır. Karşı taraf, o senedin mahkemeye verilmesini istemedikçe burada senedin mahkemeye verilmesi zorunluluğu söz konusu olamaz.
  • Bir tarafın dayandığı ve mahkemeye verilmesini istediği senet karşı tarafın elinde ise, belirli şartların gerçekleşmesi halinde karşı tarafın bu senedi mahkemeye vermesi zorunludur.

Hakim, ilk önce verilmesi istenen senet ile ispat edilmek istenen hususun davanın ispatı için gerekli olup olmadığını inceler. Hakim bu senedin gerekli olmadığı, davayı ilgilendirmediği kanısına varırsa, o zaman senedin mahkemeye verilmesini istemeye gerek kalmaz.

Hakim, mahkemeye verilmesi istenen senedin gerekli olduğu kanısına varırsa o zaman mahkeme karşı taraftan o senedi mahkemeye vermesini ister.

Karşı taraf belgenin elinde olduğunu ikrar ederse veya ileri sürülen talep üzerine susarsa yahut belgenin elinde var olduğu resmi bir kayıtla anlaşılır veya başka bir belgede ikrar olunursa mahkeme karşı tarafa elinde olduğunu kabul ettiği belgeyi mahkemeye vermesini ister; bunun için ona kesin bir süre verir.

Karşı taraf bu süre içinde belgeyi mahkemeye vermez veya belgenin ve vermeme nedenini gerçek bir özre dayandırmazsa ya da elinde bulunduğunu inkar ederse mahkeme diğer tarafın senet içeriği hakkındaki beyanını gerçek kabul edebilir. Ancak bunun için kendisine teklif edilen yemini kabul edip etmemesi veya yerine getirip getirmemesi önem arz eder.

HMK m.220/III’e göre yapılan bu yemin tekliği üzerine karşı taraf yemin ederse artık senedi mahkemeye verme zorunluluğu yoktur. Karşı taraf yemin etmezse, mahkeme diğer tarafın senet içeriği hakkındaki sözlerini gerçek kabul edebilir.

Taraflardan biri tacir olmasa dahi tacir olan diğer tarafın ticari defterlerindeki kayıtları kabul edeceğini belirtir ve ancak diğer taraf ibrazdan kaçınırsa ibrazı talep eden taraf iddiasını ispat etmiş sayılır.

  • Davada dayanılan ve mahkemeye verilmesi istenen belge taraflar dışında 3. Bir kişinin elinde olabilir. Bu halde, senede dayanan taraf 3.kişinin o senedi mahkemeye vermesini isteyebilir; tarafın 3. Kişideki belgenin içeriğini belirtmesi ve açıklaması gerekir. Bunun üzerine hakim bunun hakkında bir karar verir. Hakim, üçüncü kişide olduğu bildirilen belgenin davanın ispatı için gerekli olduğu kanısına varırsa, üçüncü kişinin o belgeyi mahkemeye vermesine karar verir. (m.221)

Herkes elinde bulunan bir belgeyi mahkemeye vermek veya belgenin nerede olduğunu bilmek için tanık sıfatıyla mahkemeye çağırılabilir. Tanıklıktan çekinme hakkı olmayan 3.kişi, hakimin bu kararına uymak zorundadır. Aksi halde tanıklar gibi cezalandırılıp mahkemeye zorla getirilir.

( Hukuk ders notları http://yirmisekiz.net )

D) Senetle İspat Zorunluluğu

I- Genel Bilgi

-Hukukumuzda senet delilinin önemi büyüktür çünkü hukuki işlemler kural olarak yalnız senet ile ispat edilebilir, tanık ile ispat edilemez. Gerçekten kanunda ispat sınırı olarak gösterilen belli tutarı aşan hukuki işlemler ve senede karşı olan iddialar kural olarak yalnız senet ile ispat edilebilir; tanık ile ispat edilemez. Bu iki ana kuralın bazı istisnaları vardır.

-Senetle ispat zorunluluğuna aslında kesin delille ispat zorunluluğu denilmesi doğrudur. Tanıkla ispat yasağı olarak da adlandırılır.

II- Kanundaki İspat Sınırından Fazla Hukuki İşlemlerin Senetle İspatı Zorunludur

(m.200,1)

1) Birinci Ana Kural

-Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrar ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin yapıldıkları zamanki miktar veya değeri m.200.1’de açıkça belirtildiği gibi, senetle ispat zorunluluğu yalnız hukuki işlemler içindir.

-Buna karşılık hukuki fiillerin senetle ispatına olanak ve gerek yoktur. Yani hukuki fiiller tanıkla ispat edilebilir.

-Hukuki işlem belli bir hukuki sonuç meydana getirmeye yönelmiş bir irade beyanıdır. Bu irade açıklaması tek taraflı, iki taraflı veya çok taraflı olabilir.

-İşte bu hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değeri m.200,1’deki sınırı geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekir. Bu bakımdan, hukuki işlemin borçlandırıcı işlem veya tasarruf işlemi olması arasında fark yoktur. Her türlü hukuki işlemin senetle ispat olunması gerekir.

MADDE 200- (1) Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri ikibinbeşyüz Türk Lirasını geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekir. Bu hukuki işlemlerin miktar veya değeri ödeme veya borçtan kurtarma gibi bir nedenle ikibinbeşyüz Türk Lirasından aşağı düşse bile senetsiz ispat olunamaz.

(2) Bu madde uyarınca senetle ispatı gereken hususlarda birinci fıkradaki düzenleme hatırlatılarak karşı tarafın açık muvafakati hâlinde tanık dinlenebilir.

-Madde 200,1 hükmündeki sınırı geçen hukuki işlemlerin senetle ispat edilmesi gerektiğine örnekler;

  • 200,1 hükmündeki meblağdan fazla bir borcun ödendiği senetle ispat edilebilir.
  • 200,1 hükmündeki meblağdan fazla bir paranın ödünç verildiği senetle ispat edilebilir
  • 200,1 hükmündeki meblağdan fazla bir menkul satış sözleşmesinin senetle ispat edilmesi gerekir
  • 200,1 hükmündeki meblağdan fazla bir ödünç sözleşmesinin senet ile ispatı gerekir
  • 200,1 hükmündeki meblağdan fazla bir vedia sözleşmesi senet ile ispatı gerekir
  • 200,1 hükmündeki meblağdan fazla bir kira sözleşmesi senet ile ispat edilir
  • 200,1 hükmündeki meblağdan fazla bir vekalet sözleşmesinin senetle ispatı gerekir
  • 200,1 hükmündeki meblağdan fazla bir adi şirket sözleşmesinin senet ile ispatı gerekir

-Senet ile ispat zorunluluğunun alt sınırı m.200,1’deki tutardır. Maddede açıkça yazılı olduğu gibi hukuki işlemin miktar veya değerinin m.200,1’deki sınırı geçip geçmediği, hukuki işlemin yapıldığı zamanki duruma göre belirlenir. Buna göre, bir hukuki işlemin yapıldığı zamanki değeri m.200,1’den az ise dava açıldığı andaki değeri fazla olsa bile o hukuki işlem tanıkla ispat olunablir.

-Bir hukuki işlemin senetle ispatının gerekip gerekmediği o hukuki işlemin tümünün değerine göre belirlenir. Örnekler;

  • Madde 200,1 hükmündeki meblağdan fazla bir alacağın, 200,1 hükmündeki meblağdan az bir bölümünün dava edilmesi halinde, dava edilen alacak m.200,1 hükmündeki meblağdan az olduğu halde senet ile ispat edilmelidir. Tanık ile ispat edilemez.

-Aslı m.200,1 hükmündeki tutardan fazla olan bir alacağın ödenmesinde, ödendiği ileri sürülen para 200,1 hükmündeki tutardan az olsa bile bu ödemenin senetle ispatı gerekir.

2) Birinci Ana Kuralın İstisnaları

Senetle ispat zorunluluğunun istisnaları

MADDE 203- (1) Aşağıdaki hâllerde tanık dinlenebilir:

a) Altsoy ve üstsoy, kardeşler, eşler, kayınbaba, kaynana ile gelin ve damat arasındaki işlemler.

b) İşin niteliğine ve tarafların durumlarına göre, senede bağlanmaması teamül olarak yerleşmiş bulunan hukuki işlemler.

c) Yangın, deniz kazası, deprem gibi senet alınmasında imkânsızlık veya olağanüstü güçlük bulunan hâllerde yapılan işlemler.

ç) Hukuki işlemlerde irade bozukluğu ile aşırı yararlanma iddiaları.

d) Hukuki işlemlere ve senetlere karşı üçüncü kişilerin muvazaa iddiaları.

e) Bir senedin sahibi elinde beklenmeyen bir olay veya zorlayıcı bir nedenle yahut usulüne göre teslim edilen bir memur elinde veya noterlikte herhangi bir şekilde kaybolduğu kanısını kuvvetlendirecek delil veya emarelerin bulunması hâli.

a) Genel Bilgi

-Senet alınmasının imkansız olduğu bazı hallerdeki değeri m.200,1’deki sınırdan fazla olan hukuki işlemlerin tanıkla ispat edilebileceği istisna olarak kabul edilmiştir. (m.202, 203) Senedin alınmasındaki bu imkansızlık maddi bir imkansızlık olabilir veya manevi bir imkansızlık olabilir.

-Bu haller sınırlı olarak belirlenmiştir. Bunlar dışındaki hallerde uygulanamaz.

b) Yakın hısımlar arasındaki hukuki işlemler tanıkla ispat edilebilir

HMK m.203/a

-Yakın hısımlar arasındaki hukuki işlemler tanıkla ispat edilebilir. Bu istisna m.203/1,a’da yazılı olan yakın hısımlar arasında senet alınması manevi bakımdan imkansız bulunduğu için kabul edilmiştir.

-HMK m.203,1/a’da sayma sınırlıdır. Yani burada sayılı olmayan hısımlar arasındaki hukuki işlemler tanıkla ispat edilemez. Şartları varsa m.203,1/b’ye göre tanıkla ispat edilebilir.

-Bahsedilen yakın hısımlar;

aa) Alt ve üst soy (oğul-baba)
bb) Kardeşler
cc) Eşler
dd) Kayınpeder/valide, damat/gelin
ee) Yalnızca 200.1’in istisnasıdır. 201.1’in değildir.
c) Senede bağlanmaması teamül olan hukuki işlemler tanıkla ispat edilebilir

HMK m.203,1/b

-İşin niteliğine ve iki tarafın durumlarına göre senede bağlanmaması teamül olarak yerleşmiş hukuki işlemler tanıkla ispat olunabilir. Burada senet alınmasında manevi imkansızlık olduğu için tanıkla ispata izin verilmiştir.

-Fakat taraflar böyle bir manevi imkansızlığa rağmen aralarındaki hukuki işlemi senede bağlamışlarsa, artık o senede karşı olan iddialarını m.203’e göre ispat edemezler.

-Gelenek nedeniyle m.203,1/b hükmüne göre tanık dinlenilebilmesi için dava konusu hukuki işlemlerin devamlı olarak senede bağlanmamasının gelenek haline gelmiş olması bu hususun istikrarlı bulunması ve aynı zamanda kamuoyu tarafından bu geleneğe inanılmış olması gerekir.

-203,1/b hükmüne göre örnekler;

  • Köylüler arasında
  • Birlikte oturan teyze-yeğen arasında
  • Yolcu taşıma sözleşmesi bakımından
  • Evlat edinen ve evlatlık arasında
  • Nişan hediyelerinin geri verilmesi davasında

-HMK m.203,1/b hükmünün uygulama alanı özellikle ticari işlemlerde daha geniştir. Ticari geleneğe ve iki tarafın durumuna göre senede bağlanması veya ticari defterlere geçirilmesi usulden olmayan ticari işlemler tanıkla tespit edilebilir.

d) Senet alınması mümkün olmayan haller
e) Hukuki işlemlerdeki irade bozukluğu veya aşırı yararlanma halleri

-Hata, hile, ikrah iddiaları ile aşırı yararlanma (gabin) hali, hukuki işlemin konusunun miktar veya değerine bakılmaksızın tanıkla ispat edilebilir. Çünkü yanıla, aldatma, korkutma ve aşırı yararlanma iddialarının senede bağlanmasında maddi imkansızlık bulunmaktadır.

-HMK m.203,1/ç hükmünün uygulanması daha çok yazılı sözleşmelerdeki yanılma, aldatma, korkutma ve aşırı yararlanma iddiaları hakkında olduğundan bu hüküm 201’deki (senede karşı senetle ispat hakkı) ikinci ana kuralın istisnaları görülürken de incelenecektir.

-203,1/ç’nin uygulanmasında daha çok aldatma iddialarına rastlanmaktadır; “Hile bir kimsenin gerçek durumu bilmesi halinde muvafakat etmeyeceği bir muameleye muvafakatını istihsal etmek için teşebbüs edilen fiil ve hareketlerle bu yolda sarf edilen sözlerdir.

f) Hukuki işlemlere ve senetlere karşı 3.kişilerin muvazaa iddiaları tanıkla ispat edilebilir
g) Senedin beklenmeyen bir olay veya zorlayıcı nedenle kaybolduğu tanıkla ispat edilebilir

-Senedin kaybolması halinde hükümdeki şartlar varsa senet konusu olan hukuki işlem tanıkla ispat edilebilir. Burada başlangıçta bir senet alınmıştır fakat sonradan kaybolmuştur. Kaybolan her senet hakkında tanık dinlenemez ancak 203/1’dkeki şartların varlığı halinde dinlenebilir. Burada da 2 ihtimal vardır;

aa) ani bir olay veya mücbir sebep ile

-Burada ilk önce senet sahibinin elinde senet bulunduğu sonra da senedin ani bir olaydan sonra mücbir sebepten dolayı kaybolduğu hususunda inandırıcı delil ve belirtilerle ispat edilmelidir.

bb) Senet resmi memur elinde kaybolmuş ise

-Burada senedin ani olay veya mücbir sebep ile kaybolmuş olma şartı aranmaz.

h) Haksız fiilden doğan tazminat alacakları tanıkla ispat edilir

– Haksız fiil bir hukuki işlem olmadığından ve haksız fiilden doğan tazminat alacakları için senet almak imkansız bulunduğundan haksız fiilden doğan tazminat alacaklarının senetle ispat zorunluluğu kuralının dışında kalması doğaldır.

i) Delil başlangıcı varsa tanıkla dinlenebilir

-Senet ile ispat edilen bir hukuki işlem bunun hakkında delil başlangıcı varsa tanık ile dinlenebilir. Delil başlangıcı m.202,2’de tarif edilmiştir.

MADDE 202- (1) Senetle ispat zorunluluğu bulunan hâllerde delil başlangıcı bulunursa tanık dinlenebilir.

(2) Delil başlangıcı, iddia konusu hukuki işlemin tamamen ispatına yeterli olmamakla birlikte, söz konusu hukuki işlemi muhtemel gösteren ve kendisine karşı ileri sürülen kimse veya temsilcisi tarafından verilmiş veya gönderilmiş belgedir.

-Yazılılık şartı yoktur.

-Buna göre bir belgenin delil başlangıcı sayılabilmesi için aşağıdaki 2 şartın birlikte bulunması gerekir;

aa) aleyhine ileri sürülen tarafından verilmesi veya gönderilmesi
bb) tam olarak ispata yeterli olmamakla beraber o işlemin muhtemelen yapıldığını göstermelidir.

-Örnekler;

  • Borçlu tarafından el ile yazılmış fakat imzasız senet
  • Borçlunun alacaklı defterine el ile yazıp imzalamadığı yazılar
  • TTK m.749’a göre zamanaşımına uğramış bonolar ve çekler asıl borç ilişkisine dayanarak TBK m.146’daki on yıl içinde açılan alacak davasında delil başlangıcı sayılır
j) delil sözleşmesi varsa
k) kadastro davaları

3) İstisnalar Dışında Birinci Ana Kural Uygulanır

-Yukarıda incelenen istisnalar haricinde 200.1’de incelenen tutardan fazla hukuki işlemlerin tanıkla ispatı mümkün değildir. Burada senet terimini kesin delil olarak anlamak gerekir.

-Madde 200,1 hükmündeki tutardan fazla bir hukuki işlem hakkında senedi olmayan taraf tanıkla ispat edemese de karşı tarafın ikrarı ile ispat edebilir.

-Yemin teklifi üzerine karşı taraf yeminden kaçınırsa meblağdan fazla hukuki işlemi ikrar etmiş sayılır yani ödünç sözleşmesi yemin delili ile ispat edilmiş olur. Yemin ederse de ispat edilememiş sayılır.

4) Hukuki Fiiller Tanıkla İspat Edilir

-Hukuki fiil terimi hukuki işlem teriminin karşıtıdır.

-Hukuki fiiller ekseriya bir irade beyanı içermez. İstisna olarak hukuki fiil bir irade beyanı içerse bile bu irade beyanı belli bir hukuki sonuç doğurmaya yönelmiş değildir. Yani hukuki fiiller hukuki sonuç doğursa bile o sonucu doğurmak iradesiyle yapılmaz.

-İşte hukuki fiiller belli bir hukuki sonuç doğurma iradesiyle yapılmadıkları ve hele bu irade beyanının karşı tarafa ulaşması şart olmadığı için hakkında senet alınması imkansızdır.

-Örnekler;

  • Kiralayanın kendisine ödenmek istenen kira bedelini reddetmesi
  • Bir işçinin fazla çalışma yaptığı bayram ve Pazar günleri de çalıştığı vakıası
  • Zilyetlik durumu

III- Senede Karşı Senetle İspat Zorunluluğu

HMK m.201

Senede karşı tanıkla ispat yasağı

MADDE 201- (1) Senede bağlı her çeşit iddiaya karşı ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler ikibinbeşyüz Türk Lirasından az bir miktara ait olsa bile tanıkla ispat olunamaz.

1) İkinci Ana Kural

-Senede karşı tanıkla ispat yasağıdır.

-Senede bağlı hukuki işlemler m.200,1’deki meblağdan az bir miktara ilişkin olsa bile tanıkla ispat olunamaz. Bu yalnızca hukuki işlemler için geçerlidir.

-Örnekler;

  • Taraflar arasındaki kira sözleşmesinde kapı, pencere, vitrin vb sağlam olarak teslim edildiği yazılıdır. Davalı taraf tam ve mükemmel şekilde teslim almadığını şahitle ispat edeceğini beyan etmiştir. Ancak bu mümkün değildir. Delile karşı tanık dinlenemez.
  • Resmi sicil ve senetlerin doğru olmadığını ispat TMK’nın 7çmaddesine göre herhangi bir şekle bağlı değildir ancak HMK m.201’e göre resmi olsun olmasın bütün resmi senetlere karşı olan iddialar tanıkla ispat edilemez.

2) Senede Karşı İspat Zorunluluğunun İstisnaları

-Bu haller, senede karşı tanıkla ispatın mümkün olduğu hallerdir.

a) İkinci ana kuralın istisnaları daha azdır

-Birinci ana kuralda olduğu gibi (m.200,1) senede karşı senetle ispat zorunluluğuna ilişkin ikinci ana kuralın (m.201) da bazı istisnaları vardır. Ancak bu istisnalar daha azdır çünkü burada asıl hukuki işlem senede bağlandığı için artık tarafların birbirinden senet almalarında manevi imkansızlık bulunduğundan söz edilemez.

-Bu nedenle, HMK m.203,1/a’daki yakın hısımlar arasındaki hukuki işlem senede bağlanmış ise, artık bu yakın hısımların birbirinden senet almalarında manevi imkansızlık bulunduğundan söz edilemez. Bu nedenle yakın hısımlar arasındaki senede karşı ileri sürülecek savunmalar tanıkla değil ancak kesin delille ispat edilebilir. Senede karşı senetle ispat kuralının istisnası olarak senede karşı tanık dinlenmesi ile ilgili m.203,1/a kullanılmaz.

-İkinci ana kuralın istisnaları;

b) Senet alınması mümkün olmayan haller (m.203,1/c)

-Senede karşı def’i olarak ileri sürülen hukuki işlem yangın, deniz kazası vb hallerde yapılmış ise bu hukuki işlem tanıkla ispat edilebilir.

c) İrade bozukluğu ve aşırı yararlanma halleri (m.203,1/ç)
aa) İrade bozukluğu halinde tanıkla dinlenmede çok titiz davranmak gerekir

– İrade bozukluğunun varlığını makul gösteren objektif sebepler ayrıca ortaya konulmalı, ondan sonra hatanın ispatı için tanık dinlenmesine müsaade edilmelidir.

-Örneğin;

  • Tapu sicili muhafızlığı huzurunda yapılan satışta ferağı verilen parsel numarasını beyanda hata tanıkla ispatlanabilir
  • Borçlu senedi okumadan imza ettiğini bildirerek yanılma nedeniyle senedin iptalini isteyemez
bb) Yazılı sözleşmeye karşı aldatma iddiası

-Bir kimsenin anlaştıkları gibi doldurması için itimat ederek başkasına verdiği imzalı boş kağıdın anlaşmaya aykırı doldurulması halinde anlaşmaya aykırı doldurulması halinde hile söz konusu olmaz ve senedin anlaşmaya aykırı doldurulduğu tanıkla ispat edilemez. Fakat imzalı boş kağıt o kişiden hile ile alınmışsa, tanıkla ispat edilebilir.

cc) Yazılı bir sözleşmeye karşı ileri sürülen ikrah
dd) Yazılı bir sözleşmeye karşı ileri sürülen gabin iddiası
d) Hukuki işlemlere ve senetlere karşı 3.kişilerin muvazaa iddiaları (m.203,1/d)
e) Senedin beklenmeyen olay veya zorlayıcı nedenle kaybolduğu
f) Delil başlangıcı varsa
g) Delil sözleşmesi varsa
h) Senede karşı haksız fiil iddiası varsa

3) İstisnalar dışında senede karşı senetle ispat kuralı uygulanır

-Senede karşı def’i olarak ileri sürdüğü bir hukuki işlem hakkında senedi olmayan taraf, bu karşılık hukuki işlemi tanıkla ispat edemezse de, karşı tarafın ikrarı ile ispat edebilir.

-Senede karşı olan iddiasını senet ve ikrar ile de ispat edemeyen taraf son kesin delil olarak yemine başvurabilir. Karşı taraf yemin ederse, senede karşı iddia ispat edilmemiş sayılır. Eğer yemin etmezse ikrar etmiş sayılır.

-Buna karşılık senede karşı ileri sürülen iddia hukuki fiil ise, tanıkla ispat edilebilir.

32. YEMİN

HMK m.225-239

A) Genel Bilgi

-Taraflardan birinin bir vakıanın doğru olup olmadığı hakkında, “namusu, şerefi ve kutsal saydığı büyün inanç ve değerleri” üzerine beyanda bulunmasıdır. Bir vakıanın doğru olup olmadığına yemin edilirse artık o vakıa hakkında başka delil gösterilmesine gerek yoktur. Kesin delildir.

-HMK tamamlayıcı yemine yer vermemiştir.

B) Yemin Teklifi

– Bir vakıayı ispat yükü kendisine düşen taraf o vakıayı başka delillerle ispat edemezse diğer tarafa yemin teklifinde bulunur. Yemin teklifini ispat yükü kendisine düşen ancak bunu yerine getirememiş olan taraf yapar.

-Bu delile başvurulması halinde yeminin delil gücü tarafın tamamen yeminden korkup korkmamasına ve onun ahlakî ve dinî inançlarına tabi bulunduğundan ispat yükü kendisine düşen taraf diğer bütün delillerle iddiasını ve savunmasını ispata çalışıp bunu başaramadığı takdirde son çare olarak yemin deliline başvurur.

-Davacı buna başvuracağını dava dilekçesinde açıkça belirtir. Bunun gibi davalı da, karşı delil olarak yemin deliline başvurmak istiyorsa, bunu cevap dilekçesinde bildirir.

-Diğer deliller ile birlikte yemin teklifinde de bulunulması halinde ilk önce diğer deliller incelenir. Bunlar ile iddia ispat edilirse yemin teklifine gerek kalmaz.

-Kesin delil ile ispatı zorunlu olan bir vakıa, kesin delillerle ispat edilemezse, ispat yükü kendisine düşen taraf takdiri delil gösteremez, sadece karşı tarafa bir yemin teklif etme hakkına sahiptir.

-Buna karşılık kesin delil ile ispat zorunluluğu olmayan hallerde ispat yükü kendine düşen taraf, o vakıayı her türlü delille ispat etmeye çalıştığı halde edemezse, o zaman karşı tarafa yemin teklif edebilir. Herhalde yemin deliline en son çare olarak başvurulur.

-Kendisine yemin teklif etme hakkı hatırlatılan taraf, bunun üzerine karşı tarafa yemin teklif ederse, bundan sonra incelenecek olan hükümler uygulanır. Yani karşı taraf yemin teklif eder, kaçınır veya yemini reddeder.

-İspat yükü kendisine düşen taraf yemin teklif etme hakkı bulunduğunun mahkemece kendisine hatırlatılması üzerine yemin teklif etmeyeceğini bildirirse artık bundan sonra hakkı kalmaz.

-Kendisine ispat yükü düşmeyen tarafa belli bir vakıa hakkında yemin teklif edebilmek için vakıanın karşı taraftan kaynaklanması gerekir.

-İspat edilecek vakıa karşı tarafın kendisinden kaynaklanmıyorsa karşı tarafa yemin teklif edilmez.

-Bir kimsenin bir şeyi bilmesi, onun kendisinden kaynaklanan vakıa sayılır. Kimseye o vakıayı bilip bilmediği hakkında yemin teklif edilebilir.

-Yeminin konusu davanın veya savunmanın dayanağını oluşturan ve davanın halline etkili olan belirli vakıalardır. Hukuki sebepler yemin konusu olamaz. Yani hukuki sebepler hakkında yemin teklif edilemez. Hakim hukuki sebepleri kendiliğinden araştırıp uygulamakla yükümlüdür.

-Yemin teklif eden taraf kendisine yemin teklif olunan tarafın yemin etmeye hazır olduğunu mahkemeye bildirinceye kadar yemin teklifinden vazgeçebilir ve başka delil gösterebilir.

-Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyecekleri vakıalar hakkındaki kendiliğinden harekete geçme ve araştırma ilkeleri uygulanan davalarda yemin teklif edilmez.

-Bir işlemin geçerliliği için kanunen iki tarafın iade açıklamalarının yeterli görülmediği haller de yemin konusu olmaz.

-Geçerliliği şekle tabi olan bir sözleşme, kanunun aradığı şekilde yapılmamış ise, bu sözleşmenin varlığı başka delillerle ispat edilemeyeceği için, bu konuda karşı tarafa yemin de teklif edilemez.

C) Kendisine Yemin Teklif Edilen Tarafın Yemin için Davet Edilmesi ve Buna Karşı Davranışı

-Kendisine yemin teklif edilen taraf davasını kendi takip etmekte ve yemin teklif edilen duruşmada hazır ise yemin için bir oturum belirlenmesine ve kendisinin yemin için çağrılmasına gerek yoktur.

-Kendisine yemin teklif edilen taraf davasını bir vekil aracılığı ile takip etmekte veya tahkikata yokluğunda devam edilmekte ise yemin için bir oturum belirlenerek taraf bu oturuma davet edilir. (Yemin davetiyesi ile)

-Tarafın geçerli bir özrü olmadan gelmediği takdirde, yemin etmekten kaçınmış ve yemin edeceği vakıaların sabit olmuş sayılacağına karar verilir.

-Tahkikat karşı tarafın yokluğunda yapılmakta olsa bile kendisine yemin teklif edilebilir ve yemin davetiyesi gönderilebilir. Bu halde, yemin için gelen karşı taraf, yemini kabul veya ret ile yetinebileceği gibi, başka bir def’i de ileri sürülebilir.

-Kendisine yemin teklif edilen tarafa davetin tebliğinden sonra 2 ihtimal ile karşılaşılır;

I- Yemin teklif edilen taraf çağrıldığı oturuma gelmezse

-Yeminden kaçınmış ve yemin edeceği vakıaların da sabit olmuş sayılmasına karar verilir

II- Oturuma gelirse

1) Yemin teklifinin ve yeminin kabul edilmesi

-Kendisine yemin teklif edilen karşı taraf, yemin etmeye hazır olduğunu bildirdikten sonra artık teklif eden bundan dönüp başka delil gösteremez.

-Taraf yemin teklifinin kabulünden sonra usulüne uygun biçimde yemin eder, bununla yemin teklif eden taraf, yemin ile mevcut olmadığı kesin olarak ispat edilmiş olan vakıayı ispat etmek için başka delil göstermez.

-Yemin eden kimsenin yemininin bir kül halinde kabul edilmesi ve buna göre hüküm verilmesi gerekir.

-Yemin eden, yalan yere yemin etmiş olabilir, fakat yemin teklif eden taraf yeminin yalan yere olduğunu artık hukuk mahkemesinde ileri süremez ve mahkeme yeminin yalan yere olduğunu kabul ederek yemin teklif eden tarafın başka delil göstermesine müsaade etmez. Yalan yere yemin suçtur. Yalan yemin ettiği iddia edilen tarafa karşı ceza davası açılabilir.

2) Yeminden kaçınma

-Çağrıldığı oturuma gelen taraf yemin etmezse vakıayı ikrar etmiş sayılır.

3) Yeminin iadesi

-Kendisine yemin teklif edilen taraf, bu yemini teklif eden taraf iade edebilir. Yani “ben yemin etmiyorum karşı taraf yemin etsin”

-Kendisine yemin teklif edilen tarafın yemini teklif edene iade edebilmesi için yemin konusu vakıanın aynı zamanda yemin teklif edenin kendisinden kaynaklanması, yani bir vakıanın 2 taraf arasında müşterek olması gerekir.

-Kendisine yemin teklif edilen taraf yemin ederse o vakıanın mevcut olduğu ispat edilmiş sayılır, kaçınırsa yemin konusu vakıanın mevcut olmadığını ikrar etmiş sayılır.

D) Yemin Taraflarca Edilir

-Yemin ancak kendisine yemin teklif edilen tarafın kendisi tarafından edilir. Vekil müvekkili adına yemin edemez.

-Yemin edecek taraf kısıtlı ve ergin olmayan kişi ise, yemin velisine veya kanuni temsilcisine teklif veya iade olunabilir. Kanuni temsilci ancak kendinden kaynaklanan vakıalar hakkında yemin edebilir. Yemin konusu vakıa kısıtlının kısıtlanmasından önceki döneme ait ise, bunu vasi bilemeyeceğinden bu konuda vasiye yemin teklif edilemez veya iade olunamaz.

-Tüzel kişilerin taraf olduğu davalarda, tüzel kişiye teklif edilen yemin tüzel kişinin organı tarafından edilir.

E) Usul Hükümleri

-Yemin mahkeme huzurunda icra olunur. Bu mahkeme davaya bakan mahkemedir.

-Yemin edecek taraf davaya bakan mahkemenin yargı çevresi dışında oturmakta ise yemin için davaya bakan mahkemeye gelmek zorunda değildir. İstinabe yolu ile yemin edilmesi istenebilir.

-Hakim ilk önce yemin şeklini tespit eder.

-Yemin edecek olan taraf, mahkemenin yargı çevresi dışında oturuyorsa, yemin için davaya bakan mahkemeye gelmek zorundadır. Ancak yemin edecek taraf mahkemenin bulunduğu il dışında oturuyorsa, SEGBİS ile icrası mümkün değilse, istinabe yolu ile yemin ettirilir.

TAKDİRİ DELİLLER

-Hakim takdiri delilleri serbestçe takdir eder.

-5 çeşittir;

  • Tanık (m.240-265)
  • Bilirkişi incelemesi (m.266-287)
  • Keşif (m.288-292)
  • Uzman görüşü (m.293)
  • Kanunda düzenlenmiş diğer deliller (m.192)

33. TANIK

HMK m.240-265

A) Genel Bilgi

-Üçüncü kişilerin dava ile ilgili bir vakıa hakkında dava dışında bizzat edinmiş oldukları bilgiyi mahkemeye bildirmeleridir.

-Tanıklık yapan kişiye şahit denir. Tanık, davanın taraflarından farklı bir 3. Kişidir. Taraflar kendi davalarında tanık olamazlar. Tarafların bilgisinden isticvap yolu ile yararlanılır.

-Ergin olmayan veya kısıtlı olmaları nedeniyle isticvap yolu ile dinlenemeyen taraflar tanık olarak dinlenip, belli bir vakıa hakkında onları bilgilerinden de yararlanılabilir.

-Taraflardan birinin vekili 3.kişi olduğundan tanık olarak dinlenilebilir ancak tarafların kanuni temsilcileri tanık olamaz.

B) Tanık ile İspatın Mümkün Olduğu Haller

-Tanık delili zayıf ve çürük bir delildir. Bu nedenle tanık delili ancak küçük tutarlar ve senede bağlanması imkansız olan hukuki işlemler ve fiiller için caizdir.

C) Tanıkların Gösterilmesi

-Davada tanıklar taraflarca gösterilir. Mahkeme tarafların tanık olarak göstermedikleri kişileri kendiliğinden dinleyemez.

-İddia ve savunmasını tanıkla ispat etmek isteyen taraf ilk önce tanıkların hangi husus hakkında dinleyeceklerini mahkemeye bildirir. İkinci bir tanık listesi verilemez.

-Tarafın mahkemeye verdiği tanık listesinde adres gösterilmemiş veya gösterilen kişi adreste bulunamamışsa, mahkeme taraf adres göstermesi için işin niteliğine uygun kesin bir süre verir. Bu süre içinde adres gösterilmez veya gösterilen yeni adreste tebligat yapılamazsa bu tanığın dinlenmesinden vazgeçilmiş sayılır.

-Tarafın tanık dinletme talebi üzerine mahkeme o hususun tanıkla ispat edilmesinin mümkün olup olmadığını inceler ve bu konuda bir karar verir.

-Mahkemenin karşı taraftan tanık dinletilmesine açık muvafakatının olup olmadığını sorması gerekir.

-Kendiliğinden araştırma ilkesinin kullanıldığı davalarda 2.tanık listesi verilebilir.

D) Tanıkların Mahkemeye Çağırılması

-Usulüne göre tebliğ olunacak davetiye ile mahkemeye çağırılır.

-Tarafların isimleri, tanıklık konusu, hangi gün ve saatte hazır olunacağı, gelmemesinin veya gelmesine rağmen tanıklıktan çekilmesinin hukuki ve cezai sonuçları ve kendisine tarife uyarınca ücret ödeneceği yazılır.

-Tanığın dinlenilmesi için, usulüne göre davet edilmesi gerekir ise de tarafın davetiye tebliğ edilmeden de gösterdiği tanıkları mahkemede hazır bulundurması mümkün olup mahkeme bu tanıkları da dinler.

E) Tanıklık Etmek Kural Olarak Zorunludur

-Kural olarak herkes tanıklık etmek zorundadır. Bu zorunluluk, tanık olarak yapılan davet üzerine mahkemeye gelmeyi, tanıklık ve yemin etmeyi kapsar. Usulüne uygun olarak çağırılıp da mazeret bildirmeksizin gelmeyen tanıklar zorla getirilir ve gelmemelerinin sebep olduğu giderler takdir edilerek kamu alacakları gibi ödetilir.

-Zorla getirilen tanık, evvelce gelmemesini haklı gösterecek sebepleri sonradan bildirirse aleyhine takdir edilen giderler ve disiplin para cezası kaldırılır.

-Mahkemeye gelip de tanıklıktan veya yeminden kaçınan tanığın bu yüzden doğacak giderleri ödemesine ve ayrıca disiplin para cezasına çarptırılmasına karar verilir. Tanık kendisine sorulan sorulara cevap vermez ya da yemin etmemekte direnirse mahkemece 2 haftayı geçmemek üzere disiplin hapsine mahkum edilir.

F) Tanıklıktan Çekinme

I- Kişisel Nedenlerle Çekinme

m.248’de tahdidi olarak sayılmıştır;

MADDE 248- (1) Aşağıdaki kimseler tanıklıktan çekinebilirler:

a) İki taraftan birinin nişanlısı.

b) Evlilik bağı ortadan kalkmış olsa dahi iki taraftan birinin eşi.

c) Kendisi veya eşinin altsoy veya üstsoyu.

ç) Taraflardan biri ile arasında evlatlık bağı bulunanlar.

d) Üçüncü derece de dâhil olmak üzere kan veya kendisini oluşturan evlilik bağı ortadan kalkmış olsa dahi kayın hısımları.

e) Koruyucu aile ve onların çocukları ile koruma altına alınan çocuk.

II- Sır Nedeniyle Tanıklıktan Çekinme

-Kanun gereği sır olarak korunması gereken bilgileri bilenler tanıklıktan çekinebilirler ancak o kimse muvafakat ederse tanıklıktan çekinemezler.

III- Menfaat İhlali Tehlikesi Nedeniyle Çekinme

m.250

MADDE 250- (1) Aşağıdaki hâllerde tanıklıktan çekinilebilir:

a) Tanığın beyanı kendisine veya 248 inci maddede yazılı kimselerden birine doğrudan doğruya maddi bir zarar verecekse.

b) Tanığın beyanı kendisinin veya 248 inci maddede yazılı kimselerden birinin şeref veya itibarını ihlal edecek ya da ceza soruşturmasına veya kovuşturmasına sebep olacaksa.

c) Tanığın beyanı, meslek veya sanatına ait olan sırların ortaya çıkmasına sebebiyet verecekse.

IV- Tanıklıktan Çekinmenin Caiz Olmadığı Haller

-248. ve 249. Maddeler ile 250.maddenin a bendi hükümlerine göre tanıklıktan çekinme hakkı olan bir kimsenin tanığı bulunduğu ve onun tanıklığından başka bir delille ispatı imkansız veya çok güç olan aşağıdaki hallerde tanıklıktan çekilinemez;

MADDE 251- (1) 248 ve 249 uncu maddeler ile 250 nci maddenin (a) bendindeki hâllerde;

a) Bir hukuki işlemin yapılması sırasında tanık olarak bulundurulmuş olan kimse o işlemin esası ve içeriği hakkında,

b) Aile bireylerinin doğum, ölüm veya evlenmelerinden kaynaklanan olaylar hakkında,

c) Aile bireyleri arasında, ailevi ilişkilerden kaynaklanan mali uyuşmazlıklara ilişkin vakıalar hakkında,

ç) Taraflardan birinin hukuki selefi veya temsilcisi olarak kendisinin yaptığı işler hakkında,

tanıklıktan çekinilemez.

V- Tanıklıktan Çekinme Usulü

-Hakim kişisel nedenlerle tanıklıktan çekinme hakkı bulunan kişilere bu hakkı önceden hatırlatır.

-Tanıklıktan çekinen kimse sebebini ve delilini dinleneceği günden önce zabıt katibine yazdırmak suretiyle mahkemeye bildirmek zorundadır.

-Tanığı göstermiş olan taraf çekinme beyanını kabul ederse o tanığı dinletmekten vazgeçmiş sayılır.

-Tanığı gösteren taraf çekinme beyanını kabul etmezse, hakim iki tarafı da dinleyip bu konudaki delili inceledikten sonra tanığın çekinme isteği hakkında karar verir.

G) Tanıkların Dinlenmesi

-Tanıklar kural olarak davaya bakan mahkemede dinlenir. Hastalığı veya engeli nedeniyle mahkemeye gelemeyen tanık bulunduğu yerde dinlenir.

-Tanıkların dava ile ilgili bir yeri göstermeleri suretiyle dinlenmelerinin gerçeği daha iyi yansıtacağı umulan hallerde tanıkların yerlerinde dinlenmesine karar verilebilir. Özellikle taşınmaza ilişkin davalarda tanıkların taşınmazın olduğu yerde dinlenilmesi gerekir.

-Davaya bakan mahkemenin yargı çevresi dışında oturan tanıkların istinabe suretiyle dinlenilmesine de karar verilebilir. Bu halde tanık istinabe olunan mahkeme tarafından çağırılır. İstinabe olunan mahkemenin tanığın dinleneceği duruşma günü ve saatini taraflara bildirmesi gerekir. Tanığı tarafların yokluğunda dinlenmiş bir mahkeme bozma sebebidir.

-Tanıklar birbirinden etkilenmemeleri amacıyla ayrı ayrı dinlenir. Tanıklar gerekli görülürse yüzleştirilebilir.

-Hakim tanıkları bizzat sorguya çeker.

-Hakim dinlemeden önce tanığa yemin ettirir. Bazı kimseler yeminsiz dinlenir.

-Tanık bildiğini sözlü olarak anlatır.

-Türkçe bilmeyen tanık tercüman aracılığı ile sorguya çekilir.

-Önemli bir nedene dayanarak hakim tarafından aksine karar verilmiş olmadıkça tanığın mahkemede dinlenmesi sırasında 2 taraf ve vekilleri hazır bulunabilir.

-Yalan tanıklıkta bulunmak suçtur ve tanığın bu suçtan mahkum edilmiş olması yargılamanın iadesi sebebidir.

-Yalan tanıklık yaptığı ileri sürülen bir kişi hakkında delil yokluğundan veya başka bir sebeple kovuşturmaya başlanmamış veya karar verilememiş ise, ilgili taraf doğruca hukuk mahkemesinde yargılamanın iadesi davası açabilir, bunun için ayrı bir tespit davası açamaz.

H) Hakim Tanık İfadelerini Serbestçe Takdir Eder

-Tanıklık takdiri bir delildir. Bu nedenle hakim tanıkların ifadeleri ile bağlı değildir; tanığın doğru söylemediğini başka delil ve belirtilerle anlarsa, tanık ifadelerinin aksi yönde de karar verebilir. Fakat tanık ifadelerini serbestçe takdir ederken sadece hakimin vicdani kanaati yeterli olmayıp, hükümde bir tanığın ifadesinin neden kabul edilmediğinin veya edildiğinin belirtilmesi gerekir.

34. BİLİRKİŞİ İNCELEMESİ

A) BİLİRKİŞİ KAVRAMI VE TANIKTAN FARKI

Bir davada çözümü hakim tarafından bilinmeyen, özel ve teknik bilgiyi gerektiren hallerde oy ve görüşüne başvurulan 3. kişiye bilirkişi denilir. Bilirkişiye başvurulmasına gerek olup olmadığının kararını hakim verir. Bilirkişi seçiminde de son söz hakimindir. Bilirkişinin tarafsızlığını sağlamak için bilirkişiler de reddedilebilir. Bilirkişi bilgisine başvurulan vakıaya tanık olmuş değildir. Bilirkişiye böyle bir vakıanın meydana geldiği bildirilerek, o vakıa hakkında görüş beyan etmesi istenir. Oysa tanık, bilgisine başvurulan vakıanın nasıl olduğunu görmüş ve ya duymuştur. Tanık ancak gördüğünü ve duyduğunu nakleder bilirkişi gibi oy ve mütalaası dinlenilmez. Bilirkişilik özel ve teknik bilgiyi gerektirdiği için herkes bilirkişi olamaz bu nedenle herkes bilirkişiliği kabul etmeye zorlanamaz. Oysa tanıklık mecburidir.

B) BİLİRKİŞİ İNCELEMESİNİ GEREKTİREN HALLER

Kanun bazı hallerde bilirkişiye başvurulmasını zorunlu kılmıştır. Buna göre ikiye ayırmak gerekir:

1)Bazı hallerde kanun, hakimi bilirkişiye başvurmaya zorlar. Akıl hastalığı ve ya akıl zayıflığı nedeniyle verilecek kısıtlılık kararı, hayvanın ayıplı olması, yayım sözleşmesinde, kamulaştırma bedelinin tespiti işlerinde.

2) Yukarıdaki haller gibi açık bir kanun hükmü ile bilirkişiye başvuru zorunlu kılınmamışsa hakim dava ile ilgili bir husus hakkında özel ve teknik bilginin gerekli olduğu hallerde bilirkişiye başvurur. Gerekli olup olmadığına hakim yine kendisi karar verir. Hakim gerek olmadığını düşünüyorsa bilirkişiye başvurmaz, özel ve teknik bilginin gerekli olduğu halde kendisinin o konuda yeterli düzeyde olduğuna inanıyorsa yine bilirkişiye başvurulmaz. Buna karşılık hakim davanın gerektirdiği özel teknik bilgiye sahip olmadığı kanısında ise başvuru yapmak zorundadır. Hakimin mesleği nedeniyle bilmesi doğal olan hukuki sorunlar için bilirkişiye başvurulamaz.

C) BİLİRKİŞİ İNCELEMESİNE KARAR VERİLMESİ

Hakim bilirkişi incelemesi yapılmasına re’sen karar verebileceği gibi taraflardan birinin talebi üzerine de karar verebilir. Hakimin re’sen karar vermesi, bilirkişi giderlerinin taraflarca yatırılmaması hali için oldukça önemlidir. Hakim bir tarafın bilirkişi incelemesi yapılmasına ilişkin talebini kabul ederse, bu kararında bilirkişi incelemesi isteyen tarafa bilirkişi giderlerini karşılamak adına iki hafta verir. Taraf bu sürede ödeme yapmazsa, diğer taraf bu avansı yatırabilir aksi halde bilirkişi incelemesi yapılması talebinden vazgeçilmiş olur. Eğer dosya mevcut delillerle aydınlanamıyor ve bilirkişi talebi yapan taraf davacı ise iddiasını ispat edemediği için davanın reddi gerekir.

D) BİLİRKİŞİ SEÇİMİ VE GÖREVİN YERİNE GETİRİLMESİ

Bilirkişiler bilirkişi listesinden seçilir. Adliye mahkemesi adli yargı komisyonlarının düzenledikleri listeler dikkate alınır, başvurulacak uzmanlık dalında bilirkişi bu listede yoksa(mah.nin kendi yargı çevresi) diğer listelerden bilirkişi tayin edilir, bu listelerde de bulunmuyorsa liste dışından görevlendirme yapılır. Hakim kaç adet bilirkişi seçeceğine öncelikle karar verir. Kural olarak bir adet bilirkişi seçilir fakat hakim tek sayıda olmak koşuluyla birden fazla kişiden oluşan bir kurulu da görevlendirebilir. Mahkeme bilirkişinin görevlendirilmesine ilişkin kararda inceleme konusunun bütün sınırlarını, bilirkişinin cevaplaması gereken soruları ve raporun verilme süresini açıkça belirtmelidir.

E) BİLİRKİŞİNİN YASAKLILIĞI VE REDDİ

Bilirkişinin tarafsız olması gerekir. Listelerden bilirkişi seçilmesi halinde bilirkişiler adli yargı komisyonu önünde yemin etmiş olduklarından dolayı bir daha yemin etmezler. Liste dışından seçilen bilirkişiler yemin ettirilir. Bilirkişinin tarafsızlığını sağlamak için hakimler hakkındaki yasaklılık ve ret sebepleri hakkındaki kurallar bilirkişiler bakımından da uygulanır. Bu yasaklılık sebeplerinden biri bilirkişi bakımından gerçekleşirse ret sebebinin öğrenilmesinden itibaren bir hafta içinde taraflar bilirkişinin reddini isteyebilir. Bilirkişi de kendi kendini reddedebilir. Ret sebebinden ötürü yemin teklif olunamaz. Mahkemenin görevden alınma ve ret talebinin kabulüne ilişkin kararları kesindir bunlar aleyhine kanun yoluna başvurulamaz. Görevden alınma veya ret talebinin uygun görülmemesine ilişkin kararlara karşı ise esas hakkındaki kararla birlikte kanun yoluna başvurulabilir.

F) BİLİRKİŞİLİK YAPMAK KURAL OLARAK ZORUNLU DEĞİLDİR

Bilirkişinin yapmak, kural olarak zorunlu değildir. Buna karşılık resmi bilirkişiler, bilirkişi listesinde yer alanlar, bilgisine başvurulan konuyu bilmeksizin meslek ve zanaatlarını icra etmesine olanak bulunmayanlar ile bilgisine başvurulan konu hakkında meslek veya zanaat icrasına resmen yetili kılınmış olanlar ( mesela doktorlar) bilirkişilik yapmak zorundadırlar. Bilirkişilik yapak zorunda olan bu kişiler tanıklıktan çekinme hakkındaki sebeplere dayanarak bilirkişilik yapmaktan çekinebilirler.

G) BİLİRKİŞİ İNCELEMESİ VE SONUCUN SUNULMASI

Bilirkişi kendisine verilen görevi mahkemenin sevk ve idaresi altında yürütür. Bilirkişilik görevi seçilen kişi tarafından bizzat yerine getirilir. Görev kısmen veya tamamen başka bir kimseye bırakılamaz. İncelemenin gerçekleştirebilmesi için bazı belge ve bilgilerin getirilmesine ihtiyaç duyulursa bilirkişi bunun sağlanmasını görev alma tarihinden itibaren 1 hafta içinde kendisini görevlendiren mahkemeden ister. Ayrıca bilirkişinin incelemesini yaparken ihtiyaç duyması halinde tarafların bilgisine başvurması mümkündür. Ancak bunun için bilirkişinin taraflarla görüşmeden önce mahkemeden izin alması gerekir.Mahkemece taraflardan biri bulunmaksızın diğerinin dinlenemeyeceği hususu bilirkişiye hatırlatılır. Bilirkişinin görev konusu ile ilgili olarak bir şey (örn dava konusu) üzerinde inceleme yapması zorunlu ise mahkemeden konuda karar alması gerekir, bu işlemin icrası sırasında taraflar da hazır bulunabilirler. Kurul halinde görevlendirme söz konusu ise bilirkişilerin bilgilerine başvurulan hususu bir araya gelerek aralarında müzakere etmeleri zorunludur. Bilirkişiler oy çokluğuyla da bir sonuca varabilirler. Bu durumda azınlıkta kalan bilirkişi oy ve görüşünü ayrı bir rapor halinde de mahkemeye sunabilir. Bilirkişi mahkemece tespit edilmiş olan vakıalar hakkında görüş bildirir. Bilirkişinin delilleri takdir yetkisi yoktur. Delillerin takdir yetkisi yalnız hakime aittir, Bilirkişi yalnız maddi vakıalar hakkında görüş bildirir, hukuki sorunlar hakkında görüş bildiremez. Bilirkişi oy ve görüşünün hazırlanması için verilecek süre 3 ayı geçemez. Bilirkişi mahkeme tarafından belirlenen süre içinde raporunu vermezse mahkeme onu görevden alıp yerine başka bir kişiyi bilirkişi olarak atayabilir.

H) BİLİRKİŞİ OY VE GÖRÜŞÜNE İTİRAZ

Mahkeme kendiliğinden bilirkişi raporunda noksan veya müphem gördüğü hususların tamamlanmasını veya açıklanması için bilirkişiye yeni sorular sorarak ek rapor alabileceği gibi tayin edeceği duruşmada sözlü açıklamalarda bulunmasını da isteyebilir. Mahkeme gerçeğin ortaya çıkması için gerekli görürse yeni bilirkişi seçerek tekrar inceleme de yaptırtabilir. Taraflar bilirkişi raporunun kendilerine tebliğ tarihinden itibaren 2 hafta içinde rapora itiraz edebilirler. Taraflar bu 2 haftalık süre içerinde bilirkişi raporuna itiraz etmezse bilirkişi raporunun taraflar bakımından kesinleşmiş sayılması gerektiği kanısında hoca. Fakat bu kesinleşme mahkeme bakımından söz konusu olamaz. Taraflar da mahkemeden bu yetkisini kullanmasını isteyebilirler fakat iki hafta içinde bilirkişi raporuna itiraz etmemiş olan tarafların bu şekildeki taleplerinin kabul edilip edilmemesi tamamen mahkemeye kalmıştır. Hakim bilirkişinin raporu ile bağlı değildir.

İ) HAKİM BİLİRKİŞİ OY VE GÖRÜŞÜNÜ SERBESTÇE DEĞERLENDİRİR

Hakim, bilirkişinin oy ve görüşünü diğer delillerle beraber serbestçe değerlendirir. Bilirkişi oy ve görüşünün hakimi bağlamaması ilkesinin anlamı şudur: hakim bilirkişi oy ve görüşünü serbestçe takdir eder. Bilirkişi oy ve görüşünün yeteri derecede kanaat verici bulmazsa bilirkişiden ek görüş isteyebilir veya yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırabilir. Fakat hakim bilirkişi raporunda yazılı olan özel ve teknik açıklamalardan bilirkişi raporunda varılan sonucun yanış olduğunu takdir edebilecek derecede bilgi sahibi olduğu kanısına varabiliyorsa yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırmadan bilirkişi raporunun aksine de karar verebilmelidir. Bilirkişi oy ve görüşünün hakimi bağlamama ilkesinin başka bir anlamı vardır: hakim bilirkişi raporunu yeterli görmemekle beraber raporda yazılı olan özel ve teknik bilginin kendisinde başlangıçta noksan olan özel ve teknik bilgiyi sağladığı yani dava için gerekli özel ve teknik bilgiye şimdi sahip olduğu kanısına varırsa yeniden bilirkişi incelemesi yaptırmadan bilirkişi raporunun aksine de karar verebilir.

J) BİLİRKİŞİ GİDER VE ÜCRETİ

Bilirkişiye sarf ettiği emek ve gördüğü hizmete karşılık bir ücret ile inceleme, ulaşım, konaklama ve diğer giderleri ödenir.

K) BİLİRKİŞİNİN SORUMLULUĞU

Kanun bilirkişinin hukuki sorumluluğunu da hakimin sorumluluğu ile paralel düzenlemiştir. Bilirkişinin kasten veya ağır ihmal suretiyle düzenlemiş olduğu gerçeğe aykırı raporun mahkemece hükme esas alınması sebebiyle zarar görmüş olanlar bu zararların tazmini için ( doğrudan doğruya bilirkişinin şahsına karşı değil) devlete karşı tazminat davası açabilir. Devlet davanın kaybı halinde sorumluluğu bilirkişiye rücu eder. Tazminat davası bilirkişi raporunun ilk derece mahkemesi kararına esas alınması halinde bu mahkemenin yargı çevresi içinde yer aldığı bölge adliye mahkemesi hukuk dairesinde, bölge adliye mahkemesi kararına esas alınması halinde Yargıtay ilgili hukuk dairesinde açılır. Devletin sorumlu bilirkişiye açacağı rücu davası tazminat davasını karara bağlayan mahkemede açılır. Rücu davasının zamanaşımı kural olarak ödeme tarihinden itibaren 1 yıldır.

L) KASTEN GERÇEĞE AYKIRI RAPORUN YARGILAMANIN İADESİ NEDENİ OLMASI

Bilirkişinin kasten gerçeğe aykırı rapor düzenlemiş olduğunun ceza mahkemesince tespit edilmiş olması yargılamanın iadesi sebebidir. Kasten gerçeğe aykırı rapor düzenlemiş olduğu ileri sürülen bilirkişi hakkında delil yokluğundan başka bir sebeple ceza kovuşturmasına başlanamamış veya karar verilememiş ise ilgili taraf doğruca hukuk mahkemesinde yargılamanın iadesi davası açabilir bunun için ayrı bir tespit davası açamaz.

35. KEŞİF

Hakimin uyuşmazlık konusu bizzat inceleyerek onun hakkında bütün duyu organları ile bilgi edinmesine keşif denilir. HMK hükümleri düzenleniş itibariyle uyuşmazlık konusu şeyin taşınmaz olup olmadığına bakılmaksızın her türkü uyuşmazlık hakkında uygulanır. Keşifle ilgili misaller; sınırları çekişmeli olan bir taşınmaz hakim tarafından yerinde görülür. Hakim keşfe kendiliğinden karar verebileceği gibi iki taraftan birinin talebi üzerine de karar verebilir. Tarafların keşif talebini sözlü yargılama aşamasından önce yapmaları gerekir. Keşif hakim tarafından yapılır. Hakimin keşif yerine gitmeden dosyayı bilirkişiye veya zabıt katibine vermek suretiyle keşif yaptırması mümkün değildir. Zabıt katibinin de keşifte hazır bulunması zorunludur. Keşif konusu davaya bakan mahkemenin yargı çevresi dışında ise dava ise davaya bakan mahkeme keşfi kendisi yapamaz. Taşınmazın yargı çevresi içinde bulunan mahkemeye istinabe edilir. Keşif konusu büyükşehir belediyesi sınırları içinde ise inceleme davaya bakan mahkeme tarafından da yerine getirilebilir. Mahkeme bir olayın nasıl gelişmiş olabileceğini tespit bakımından temsili uygulama da yapabilir. Keşif taraflar hazır iseler huzurlarında aksi takdirde yokluklarında yapılır. Keşifte tanık ve bilirkişi de dinlenebilir. Taraflar ve 3. kişiler keşif kararının gereğine uymak ve engelleyici tutum ve davranışlardan kaçınmak zorundadırlar. Herkes soy bağının tespiti amacıyla vücudundan kan veya doku alınmasına katlanmak zorundadır. Haklı bir sebep olmaksızın bu zorunluluğa uyulmaması halinde hakim incelemenin zor kullanılarak yapılmasına karar verir. Keşif yapılmasına taraflardan birinin karşı koyması halinde o kimse ispat yükü kendisine düşen taraf ise, bu delilden vazgeçmiş; diğer taraf ise iddia edilen vakıayı kabul etmiş sayılır. Keşfe uyma zorunluluğu yalnızca davanın tarafları açısından değil 3. kişiler bakımından da vardır. 3 kişinin tanıklıktan çekinme sebeplerine dayanarak keşfe katlanma yükümlülüğünden kaçınabilme hakkı haizdir. Keşif bitince keşifte yapılan işlemleri içeren bir tutanak düzenlenir. Hakim keşif sonucunda edindiği bilgileri serbestçe takdir eder çünkü keşif bir takdiri delildir.

36. UZMAN GÖRÜŞÜ

Uzman görüşü bilirkişi kurumundan farklıdır. Uzman görüşü alınacağı gerekçesiyle mahkemeden ayrıca süre istenmez. Uzman görüşü ile giderler, yargılama giderlerinden sayılmadığından mahkemeyi ve karşı tarafı ilgilendirmez başvuran tarafça karşılanır. Hakim dosyaya sunulan uzman görüşü ile bağlı değildir. Bu görüşü serbestçe takdir eder. Uzman kişi çağrıldığı duruşmaya geçerli bir özrü olmaksızın gelmezse hazırlamış olduğu rapor mahkemece değerlendirmeye tabi tutulmaz.

37. KANUNDA DÜZENLENMEMİŞ DİĞER DELİLLER

Hukuk davalarında delillerin tümü yukarıda sayılanlardan ibaret değildir. Keşfi düzenleyen yeni HMK m.288 hükümleri her türlü dava konusunu içeriri şekilde düzenlendiğinden taşınmaz dışındaki dava konuları bakımından da uygulanacaktır. Kanunda düzenlenmemiş deliller başlığını taşıyan HMK m.192 kanunun belirli bir delille ispat zorunluluğunu öngörmediği hallerde kanunda düzenlenmemiş diğer delillere de başvurulabilir hükmünü getirmiştir. Delilleri tek tek sayarak sınırlamamaktadır. Böylece senetsiz ispatı caiz olan davalarda akli, mantıki ve hukuka uygun yollardan elde edilmiş olmak koşuluyla davayı aydınlatabilecek ve davanın dayanağı olan vakıaları ispatlayabilecek her türlü unsurun delil olarak değerlendirilebileceği esası tereddüde yer vermeyecek biçimde düzenlenmiştir.

38. DELİL SÖZLEŞMESİ

A) GENEL BİLGİ

Delil sözleşmesi senet ile ispat zorunluluğuna ilişkin her iki ana kuralın da istisnasıdır. Delil sözleşmesi bir hususun belli bir delil mesela tanık ile ispat edileceği hakkında yapılan sözleşmeye verilen isimdir. Hukukumuzda delil sözleşmesinin geçerli olduğu m.193’te açıkça düzenlenmiştir. Tanıkla ispat edilemeyen hukuki işlemlerin tanıkla ispat edilebileceği hakkında delil sözleşmesi yapılabileceği m. 202 de açıkça belirtilmiştir. Delil sözleşmesinin konusu her çeşit delil olabilir. Delil sözleşmesinin asıl konusu ise ispattır. Delil sözleşmesi ile ispat şartı olan yazılı şekil, öngörülebilir veya ispat şartı olan yazılı şekil ile ispat Zorunluluğuna istisna konabilir. Buna karşılık, delil sözleşmesi ile geçerlilik şartı olan yazılı şekil yerine başka bir delil veya yazılı şekil kararlaştırılamaz. Taraflardan birinin ispat hakkını kullanımını olanaksız hale getiren veya olağanüstü bir şekilde güçleştiren delil sözleşmeleri geçersizdir.

B) DELİL SÖZLEŞMESİNİN ÇEŞİTLERİ

I- MÜNHASIR DELİL SÖZLEŞMESİ

Bir davanın tarafları bir hususun yalnız bir delil ile ispat edileceği hakkında bir sözleşme yaparlarsa buna münhasır delil sözleşmesi denir. O husu yalnız delil sözleşmesi ile kabul edilmiş olan delil ile ispat edilebilir, başka bir delil ile ispat edilemez. Örn: taraflar miktar veya değeri m.200,1 deki değerden az olan bir hukuki işlemin yalnız senetle ispat edilebileceği hakkında bir delil sözleşmesi yapabilirler. Delil sözleşmesi ile kararlaştırılan delil çeşidi birden fazla da olabilir. Mesela bir hukuki işlemin senet ya da tanık ile ispat edileceği hakkında yapılan delil sözleşmesi de geçerlidir. M.193,1 de açıkça delil ve ya deliller denildiği için delil sözleşmesi ile birden fazla delil ile ispat kararlaştırılabilir. Ancak delil sözleşmesi ile kararlaştırılan delillerin belirli olması gerekir, her türlü delil ile ispat edilebileceği hakkındaki bir delil sözleşmesinin geçerli olmadığı kanısındayız. Bir hususun belli delil-delillerle ispatı için delil sözleşmesi yapılmış ise taraflar delil sözleşmesi ile aynı zamanda delillerin hasretmiş olurlar yani taraflar delil sözleşmesinde kararlaştırdıkları deliller dışında başka delil gösteremezler. İşte bundan dolayı delil sözleşmesine münhasır delil sözleşmesi denilir. Münhasır delil sözleşmesinin en önemli misali hakem ve bilirkişi sözleşmesidir. Hakem- bilirkişi sözleşmesi ile taraflar aralarındaki belli bir uyuşmazlık konusunun miktarını veya niteliklerinin belirli kişiler veya kurullar tarafından tespit edileceğine ve hakem- bilirkişilerce yapılacak tespiti kabul edeceklerini kararlaştırırlar. Bu sözleşme ile normal bilirkişi raporlarından farklı olarak gerek tarafları gerek mahkemeyi bağlayıcı bir nitelik edinir. Hakem- bilirkişilerin raporu mahkemede açılan davada hakimin hükmüne esas teşkil eder, yani mahkeme hakem-bilirkişi raporu ile bağlıdır.

II- MÜNHASIR OLMAYAN DELİL SÖZLEŞMESİ

Taraflar delil sözleşmesi ile delillerini hasretmez. Bilakis bir hususun başka bir delil ile de ispat edilebileceğini de kararlaştırırlarsa böyle bir delil sözleşmesine münhasır olmayan delil sözleşmesi denilir. En önemli misali; senetle ispatı zorunlu olan bir hukuk işlemin tanıkla da ispat edilebileceğine ilişkin yapılan bir delil sözleşmesidir.

C) DELİL SÖZLEŞMESİNİN ŞEKLİ

Delil şekli iki şekilde yapılabilir:

1) delil sözleşmesi yazılı veya mahkeme önünde tutanağa geçirilen imzalı beyan şeklinde yapılabilir bunun için adi yazılı şekil yeterlidir. Delil sözleşmesi açık bir şekilde yapılabilir, üstü kapalı zımni yapılması mümkün değildir.

2) Taraflar delil sözleşmesini mahkeme önünde (sözlü olarak da) yapabilirler. Daha çok bir tarafın tanık dinletmek istemesine karşı tarafın muvafakat etmesi yolu ile olacağı için burada bu misal üzerinde durulacaktır fakat yapılacak açıklamalar başka deliller hakkında mahkeme önünde delil sözleşmesi yapılması hali için de geçerlidir. Aslında senetle ispatı gereken hususlarda bu husus hatırlatılarak karşı tarafın açık muvafakati halinde tanık dinlenebilir. Bu halde aslında senetle ispatı gereken bir hususun tanıkla ispat edilebileceği hakkında mahkeme önünde bir delil sözleşmesi yapılmış olur.

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir