Borçlar Hukuku Ders Notları / 3 Kasım 2016
Ders notları, ders işlenirken alınmıştır, ders hakkında genel bir fikir vermesi amacıyla yayınlanmıştır, bilgilerin doğruluğu kontrol edilmelidir, gramer hataları konuşma dilinin yazıya çevrilmesinden kaynaklanmaktadır. İletişim için: yirmisekiz28net@gmail.com
Borçlar Hukuku Ders Notları 3 Kasım 2016
BK 29. maddesinde; kanunda öngörülen istisnalar dışında ön sözleşmenin geçerliliği ileride kurulacak sözleşmeye bağlıdır.
Ön sözleşme yapıldı, asıl sözleşme yapılacak. Ön sözleşme yapıldı, borçlu borcunu yerine getirmedi, alacaklı dava edecektir. Mahkeme, borçluyu asıl sözleşmeyi yapması doğrultusunda zorlayacak. Peki borçlu asıl sözleşmeyi yapmazsa ne olacak? Ne yazık ki bizim kanunumuzda bu konu eksik düzenlenmiştir. Almanlar diyor ki; hakim borçlunun yerine karar vererek borçlunun iradesi yerine geçer. Türk hukukunda; alacağın temliki hakkındaki maddede bu konuyla ilgili bir düzenleme bulunuyor. Bir de taşınmazlara ilişkin mülkiyetin ifa edilmemesi ile ilgili 716. Madde doğrultusunda yargıcın vereceği karar ile malın mülkiyeti alacaklıya geçiyor. Yargıcın kararı burada kurucu niteliktedir.
İştira tek taraflı bir irade beyanıyla, kurucu yenilik doğuran bir beyanla karşı tarafla bir satım ilişkisi meydana gelir (Sözleşme yoktur). Bu, belli ölçüde ön sözleşmeye yakındır, çünkü gayrimenkul satım vaadinde de vaadi yerine getirmek demek satıcıyla aranızdaki bir satım sözleşmesinin doğmasına yol açar.
Sözleşme tasarısı bir ön sözleşme değildir, çünkü sözleşme tasarısında taraflar kendi aralarında kurmak istedikleri tasarının bir taslağını hazırlarlar. Ama henüz bir bağlanma iradesi gerçekleşmemiştir, henüz müzakere aşamasındadırlar. Bu müzakereler ilerledikçe bir taslak ortaya çıkar ama hala bağlayıcı değildir. O sebepten dolayı bir ön sözleşme değildir çünkü ön sözleşme bağlayıcıdır.
Niyet mektubu, genelde bir kimseye hitaben yazılan ve bir sözleşmenin yapılmasının düşünüldüğünü ifade eden bir yazıdır. Henüz bir tasavvur aşamasıdır ve bağlanma iradesi ortaya çıkmamıştır.
Centilmen antlaşması, kural olarak bir sözleşmenin meydana geldiğini ifade etmez. Burada, ahlaki bir değer yargısı veya ahlaki bir değerlendirme söz konusudur. Karşılıklı olarak taraflar sözleşme görüşmelerinde nelere dikkat edeceklerini görüşürler.
Çerçeve sözleşme, ileride kurulacak münferit sözleşmelerin tabii olacakları ortak hükümlerin şimdiden belirlenmesi amacına yönelik bir sözleşmedir. Ve çerçeve sözleşme, münferit sözleşmeleri yapma borcu meydana getirmez. (örneğin bayilik sözleşmesi bir çerçeve sözleşmedir; bayi ile üretici arasında yapılan bir sözleşmedir, bu sözleşmeyle hem bayi hem üretici ileride yapacakları teslimatlarda geçerli olacak kuralları bugünden ortaya koyarlar.) Çerçeve sözleşmedeki kurallar, münferit sözleşmede de ortaya konulur. (Bayi, sattığı arabaları kendi nam ve hesabına satar. Her seferinde bir alım-satım sözleşmesi yapılmaya kalksa başa çıkılmaz, o yüzden çerçeve sözleşme büyük bir rahatlık getiriyor; bir sene içerisindeki her münferit sözleşmede geçerli olacak sözleşme çerçeve sözleşmedir diyor. Bütün bu kurallar genel bir sözleşme içerisinde belirleniyor, ama bu sözleşme bayiye satın alma borcu yükletmiyor. Mesela bankalar müşterileriyle genel kredi sözleşmesi yaparlar, bu genel kredi sözleşmesiyle henüz kredi verme borcu yokken sadece bir kredi tahsis edilirse hangi kuralların uygulanacağına ilişkin genel bir düzenleme getiriyor. Bu düzenlemeye dayanarak banka müşterisine birden çok kredi kullandırabiliyor, hep aynı sözleşme üzerinden. Tabii burada bir ön sözleşme söz konusu değil, çünkü çerçeve sözleşme malların teslimine ilişkin bir borç getirmiyor. Olursa sözleşme, o sözleşme kararlaştırılmış genel hükümlere göre gelişiyor. O nedenle çerçeve sözleşme diyoruz. Bankacılık uygulamasında da çok yaygın bir şekilde karşımıza çıkıyor, aynı zamanda bayilikte de bu şekilde.)
İRADE BEYANI
Niye irade beyanı? Hukuki işlemin özü irade beyanında yatar. O nedenle çok önemli. Hukuki işlemi incelediğimize göre irade beyanından vazgeçmemiz mümkün değildir.
Esasında kavram olarak baktığımızda, irade ve beyan. İki tane unsur karşımıza çıkıyor. Gerçekte irade beyanını değerlendirmeye tabii tuttuğumuz zaman üç türlü iradenin mevcut olduğunu görürüz.
Hukuki işlem iradesi (satın almaya ilişkin bir irade)
Eylem iradesi
Beyan iradesi
Dışa yansıyan beyan iradesidir.
Beyana bir sizin yüklediğiniz anlam var, bir de karşı tarafın yüklediği anlam var. Farklı, çok farklı anlam verilebilir. Beyanda bulunan ile beyanda bulununan beyanı farklı değerlendirebilirler. Hangisinin anlayışı önce gelecek? Kim korunacak? Mutlaka ve mutlaka irade sahibinin korunması lazım. Çünkü onun iradesi yaratıcıysa (ki öyle kabul ederiz) irade sahibinin korunması gerekir. Sözleşme özgürlüğünü düzenleyen, ön gören bir düzende korunması gereken iradedir. Ancak akit serbestisi ne derece önemli bir prensip ise de güven de o kadar önemli bir prensiptir. Hukuki ilişkilerde dürüstlükten kaynaklanan güven unsuru fevkalade önemlidir. Güven unsurunu göz önüne aldığımız zaman korunması gereken beyana muhatap olandır. Görüyoruz ki burada iki çıkar çatışıyor; beyan sahibinin ve beyana muhatap olmuş kişinin çıkarı. Peki bu durumda ne yapacağız? Karşımıza çıkan bu sorunu nasıl aşacağız? Fevkalade önemli bir sorun. Bakmamız gereken Borçlar Kanunudur. BK 1. madde; Sözleşme tarafların iradelerini karşılıklı ve birbirine uygun olarak açıklamalarıyla kurulur. Birinci maddenin koruduğu beyandır. Beyan sahibini korumaktadır. BK 19. madde; burada esas alınan iradi esastır. Kanunda hem iradeyi koruyan hüküm var (19), hem de beyanı koruyan bir hüküm var (1). BK 1 ile 19 maddeleri arasında bir çatışma olduğundan bahsedebiliriz.
Burada üçüncü bir ihtimal; ne beyan sahibini ne de irade sahibini esas almadan, bir üçüncü kişi bu koşullar içinde buna ne anlam veriyorsa onu esas almamızdır. Üçüncü kişi seçeneği tabiatı dolayısıyla pek mantıklı bir seçenek değildir.
Güven nazariyesi; bir beyana muhatap olan kişinin bu beyana somut olayın özellikleri çerçevesinde dürüstçe ne anlam vermesi gerekiyorsa o anlamın verilmesidir. Güven nazariyesine göre, güven görüşüne göre bir irade beyanına muhatap olan kişi bu beyana somut olayın özellikleri çerçevesinde ne anlam vermesi gerekiyorsa, dürüstçe, o anlamı vermesidir. Dikkat etmeliyiz ki burada üçüncü kişinin ne anlam vereceği üzerinde durmuyoruz. Üçüncü kişinin bu koşullar, bu özellikler içinde ne anlam yüklemesi gerekiyorsa o anlamı vermek zorunda olmasıdır. Bir irade beyanına muhatap olan kişi, o beyana dürüst bir üçüncü kişinin beyanın yapıldığı koşullar çerçevesinde ne anlam yüklemesi gerekiyorsa, beyana muhatap olan da o anlamı yüklemek zorundadır. O halde herhangi bir üçüncü kişi dışında olayın özelliklerini bilen, tanıyan, dürüst bir insan o beyana ne anlam yüklemesi gerekiyorsa o anlamın verilmesini esas alıyoruz. Ve bugün hakim olan görüşe göre irade temeldir. Yani bir sözleşmenin gerek kuruluşunda, gerek anlamlandırılmasında irade esastır. Çünkü akit serbestisi ilkesi buna mecbur bırakır. Nitekim 19. Madde bu görüştedir. İradeyi esas almalıyız. İradeyi esas almamız lazım ama irade prensibinin de bir takım sakıncaları var; o nedenle iradenin anlaşılamadığı hallerde ortaya çıkan eksikliği giderecek olan güven görüşüdür. Yargıtay’ımız da, doktrin de güven görüşünü benimsemiştir. O halde bir irade beyanının anlamlandırılmasında biz iradeyi anlıyorsak irade esastır, çünkü irade gerçek anlamda kurucudur. Ancak iradenin anlamlandırılamadığı hallerde başvuracağımız yol güven nazariyesidir, yani dürüst bir üçüncü kişinin bu koşullar içinde bu iradeye ne anlam vermesi gerekiyorsa o anlamı vermek zorunda olduğu görüşüdür. Burada asıl olan irade görüşü.
Güven görüşünde de üçüncü bir kişiyi esas alıyoruz ama herhangi bir üçüncü kişi olarak değil, ne anlam vermesi gerekiyorsa o anlamı veren bir üçüncü kişiyi esas alıyoruz. İradenin açıklandığı gün çerçevesinde o beyana bir anlam yüklememiz lazım.
BK 19; irade anlaşıldığı taktirde başka yere gidilmez. İradeyi anlayamadığımız, çözemediğimiz zaman başvuracağımız yer güven nazariyesidir.
Burada gündemimize yine dürüstlük kuralı geliyor. Güven prensibi de dürüstlük kuralından hareket ediyor.
Biz iradeye yöneldik, ama çıkartamıyoruz. İrade açıklıkla ortaya çıkmıyor, iradenin eksik bırakmış olduğu bu alanı biz güven ilkesiyle tamamlıyoruz. Güven ilkesine dayalı olarak bu koşullar içinde bu iradeye ne anlam yüklenebilir ise ancak o anlamın verilmesini istiyoruz (Not: Hiçbir zaman hukukta aynı şey tekrarlanmaz, her olayın özellikleri farklıdır). Burada bulduğumuz kişilerin gerçek iradeleri değildir, bizim burada bulduğumuz farazi iradedir. Kişinin iradesine o koşullar içinde ne anlam yükletilmesi gerekiyorsa o anlamı yüklüyoruz, bunun gerçek irade olup olmadığını bilmiyoruz, bu farazi iradedir (varsayımsal irade). Vardığımız bu noktada esas itibariyle, özet olarak şunu söyleyebiliriz; İrade prensibi esastır, irade beyanlarının yorumlanmasında bizim asıl araştırdığımız gerçek iradedir. Fakat gerçek iradenin açıklıkla ortaya konulamadığı hallerde bulabileceğimiz irade farazi iradedir. (Örneğin; Kiralamak isteyen kişiye iki tane daire gösteriliyor; 8 numaralı daire ve 18 numaralı daire. Esasında beğendiği daire 8 numaralı daire iken 18 numaralı daire olduğunu belirtiyor. 18 numaralı daireyi tutuyorum diyor, aslında tutmak istediği daire 8 numaralı olan. Biz burada durumun özelliklerine göre bakmamız gerek. Örneğin bu kişi özürlü bir kişi ise ve 8 nolu daire giriş katında, 18 numaralı daire beşinci kattaysa ve özürlü bir kişi olarak oraya çıkması fevkalade zor ise, dürüstlük kuralı doğrultusunda baktığımızda kişinin bir hataya düştüğünü görürüz. Bu sebepten 8 düşünürken 18 dediğini anlayabiliriz üçüncü bir kişi gözüyle baktığımızda.)
Güven nazariyesinin çoğu zaman devreye girmiş olması hata ile bağlantılıdır, irade bozukluğuyla ortaya çıkar. İrade ile beyan arasındaki bir uygunsuzluğun mevcut olduğu duruma hata denir.
İrade beyanı iki türlü yapılabilir;
Açık irade beyanı; İradeyi açıklamak için kullanılan beyan araçlarından doğrudan doğruya irade beyanı anlaşılabiliyorsa açıktır. (Evet, kabul ediyorum vs.) tarzında ifadelerden irade beyanı açıkça anlaşılıyorsa açık irade beyanı vardır. Buna karşılık doğrudan doğruya anlaşılamıyorsa BK 1. maddesinin 2. fıkrasına göre örtülü bir beyan söz konusudur. Bunun arasındaki sınırı kesin olarak belirlemek zordur, sınırları kesin olarak belli değildir. (Hukukta kesin çizgiler yok, sınırlar birbirleri içine geçmiş vaziyette) Önemli olan beyanın anlaşılabilir olmasıdır. Burada şu ölçütü getiriyoruz örtülüye ilişkin olarak; kişinin davranışı alışveriş hayatındaki adetlere dayanarak o olayda mevcut bütün hal ve şartlar değerlendirildiği zaman bir iradenin mevcudiyetini gösteriyorsa bu örtülü bir beyandır. Burada bir irade faaliyetine de değinmek lazım; bir kimsenin davranışında onda belirli bir iradenin mevcudiyetinin kabul edilebildiği hallerde bir irade faaliyeti vardır. Örneğin; ısmarlanmamış bir kitabı eve gönderiyorlar, kişi kitabı açıp kitabı okumaya başlıyor. Burada artık bir örtülü beyanın varlığını kabul etmek kaçınılmaz oluyor. Fakat örtülülerde esas üzerinde durulması gereken susma halidir. Susan kişi kabul etmiş midir? Kural olarak susma kabul etmek anlamına gelmez. Bazen olur, neye göre? Şayet dürüstlük kuralı cevap verilmesini gerektiriyorsa, o taktirde susma kabul anlamına gelir.
İrade beyanları gerçekte ikiye ayrılır;
- Varması gerekli olan
- Varması gerekli olmayan
Varması gerekli olan beyanlarda iki hususu ayırmalıyız; Birincisi beyanın yapılması, ikincisi ise beyanın varması. Beyan ne zaman yapılmıştır, nasıl yapılmıştır? Beyanın yapılması karşı tarafın öğrenmesi için gerekli işlemlerin tamamlanmasıdır. Ve bu anda beyan yapılmış sayılır. Kişinin ehliyetsizliği bu aşamada ele alınır. Beyan esas itibariyle iki türlü söz konusu olabilir; ya sözlü bir beyan söz konusudur, ya da yazılı bir beyan söz konusudur. Sözlü bir beyan söz konusu olduğu zaman bu sözlü beyanın karşı tarafa yapılması sorununda iki husus meydana gelebilir; karşı taraf hazır olan bir kişidir (karşısındadır), ya da hazır olmayan bir kişidir (karşısında olmayan). Hazır olmayan bir kişiye sözlü bir beyanın yapılabilmesinden kastımız, bu beyanın karşı tarafa ulaştırılması için gerekli fiillerin yapıldığı anda beyan yapılmış olur. Gene hazır olmayan kişilerde muhatabın bir habercisine yapılabilir. Veya beyan sahibinin bir habercisi vardır. O, beyanı karşı tarafa bildirir. Yazılı bir beyanın yapılması ise, yazılı metnin karşı tarafa verilmesidir. Yazılı metnin de karşı tarafa verilmesinin iki olasılığı vardır; hazır olan kişiye sözleşme metninin verilmesi, ya da hazır olmayan bir kişiye beyanın karşı tarafa ulaşabilmesi için gerekli olan işlerin yapıldığı halde beyan yapılmış sayılır (postaya verildiği an gibi).
Beyanın varması: Kavram olarak beyanın hüküm ifade etmesidir. Beyan ne zaman hüküm ifade edecektir? Beyanın hüküm ifade edebilmesinde dört aşama söz konusudur;
- Beyanın varması açısından ilk hatıra gelebilecek zaman dilimi; açığa vurma, açıklamadır.
- Gönderme (posta vs.)
- Ulaşma, varma (beyanın varması)
- Muhatabın öğrenmesi
Borçlar Kanunu açığa vurma mı gönderme mi ulaşma mı öğrenme mi, hangisini kabul etmiştir? Esasında baktığımız zaman, açığa vurma ve gönderme beyan sahibinin menfaatini korur. BK’nın neyi kabul ettiği İcap ve Kabul’de ortaya konmuştur. BK’nın kabul ettiği ulaşma ve varmadır; Beyanın, muhatabın iktidar alanına girmiş olmasıdır. Örneğin posta kutusuna atılmış olmasıdır. Posta kutusuna atılmıştır, ama öğrenmemiştir, bu durumda bu riske onun katlanması gerekir. Kanun burada bir denge kurmuştur; ne muhatabı ne de beyan sahibini korumuştur, ikisi arasında riski paylaştırmayı tercih etmiştir. Gerçekten de burda taraflar arasındaki riskin paylaştırılması söz konusudur. Söylendiği, metnin verildiği an varma anıdır. Hazır olmayanlar arasında ise muhatabın iktidar alanına girdiği andır.