Yargılamaya Hakim Olan İlkeler ile Tarafların Hak ve Yükümlülükleri

HMK, yargılamaya hakim olan ilkeler başlığı altında, 24-33. maddelerinde, medeni yargı alanında geçerli ilke veya kuralları düzenlemiştir.

  1. Adil Yargılanma Hakkı
    Adil yargılanma hakkı, medeni yargı bakımından son derece önemli olup, ilk derece yargılamasında bu hakkın ihlali, hem kanun yolu incelemesinin hem de Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru ve devamında AİHM’ye yapılacak başvuruların da konusunu oluşturabilecektir.
    AİHS m. 6 doğrultusunda adil yargılanma hakkının unsurları şu şekilde belirtilebilir; Yargılama, kanunla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız mahkemece: makul sürede; açık (aleni) ve hakkaniyete uygun bir şekilde gerçekleştirilmelidir.
    Kanuni, Tarafsız, Bağımsız Mahkeme Önünde Yargılanma Hakkı
    a) Kanuni (Tabii) Hakim Önünde Yargılanma (Doğal Yargıç İlkesi)
    Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz. Bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz.
    Tabii hakim ilkesinin yasakladığı husus, kişiye veya olaya özgü ya da olağanüstü yetkili mahkemelerin kurulmasıdır.
    b) Tarafsızlık ve Bağımsızlık
    Yargılamanın adil olabilmesi için ikinci koşul, yargılama makamının tarafsızlığıdır. Burada mahkemenin değil, hakimin tarafsızlığı söz konusudur. Hakim, her iki tarafa da eşit uzaklıkta olmalı, objektif bir yargılama yapmalıdır. Bu güvenceyi sağlamak için HMK, hakimin yasaklılığı ve reddi düzenlemelerini öngörmüştür (HMK m. 34-44).
    Makul (Uygun) Sürede Yargılanma Hakkı
    Kanunlarda öngörülen sürelerin ölçüsüz bir şekilde aşılması, hukuki himaye arayışında olan tarafların beklentilerini olumsuz etkilemekte, hukuki himaye arayışında olan tarafların beklentilerini olumsuz etkilemekte, geciken adalet, tatmin edici olmaktan uzaklaşmakta ve “geciken adalet, adalet değildir” özdeyişi haklılık kazanmaktadır. Bu bakımdan yargılamanın makul sürede gerçekleştirilmesi önem kazanmaktadır.
    Bir davada makul sürenin ne kadar olduğu önceden belirlenemez. Yargılamada makul sürenin aşılıp aşılmadığı her somut olay çerçevesinde değerlendirilmelidir.
    Makul süre, yalnızca ilk derece mahkemesindeki yargılamayı değil, kararın kesinleşmesine kadar geçen bütün süreyi kapsar.
    Açık (Aleni) Yargılanma
    Adil yargılanma hakkının diğer bir unsuru, yargılamanın açık (aleni) bir şekilde yapılmasıdır. Bu hak hem Anayasa’da hem de HMK’da aleniyet ilkesi olarak yer almıştır (Anayasa m. 141, HMK m. 28).
    Burada kastedilen yargının işleyişinin isteyen herkes tarafından izlenebilmesidir. Buna karşılık basın mensuplarının duruşmalara fotoğraf makinası, kamera vb. araçlarla girmesi ve kayıt yapması yasaktır (m. 153).
    Yargılamanın açıklığı, her şeyden önce duruşmanın herkese açık olması anlamına gelir.
    Bu konuda TMK m. 184/6’da bir istisnaya yer verilmiştir; hakimin, boşanma davasında taraflardan birinin istemi üzerine duruşmanın gizli yapılmasına karar verebileceği öngörülmüştür.
    HMK m. 28, duruşmaların bir kısmının veya tamamının gizli olarak yapılmasının, “ancak genel ahlakın veya kamu güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı” hallerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut resen mahkemece karar verileceğini kabul etmektedir.
    Hakkaniyete Uygun Yargılanma (Silahların Eşitliği İlkesi ve Hukuki Dinlenilme Hakkı)
    Adil yargılanma hakkının unsurlarından birisi de hakkaniyete uygun yargılanmadır. Amaç taraflar arasında dengeli, adil bir yargılama gerçekleştirilmesidir. Bir yargılamanın hakkaniyete uygun olarak gerçekleşmiş sayılması için, usul kurallarının, davanın taraflarının iddia ve savunma haklarını yeterince ve tam olarak kullanmalarına imkan tanıyacak biçimde düzenlenmiş olması gerekir.
    Hakkaniyete uygun olarak yargılanma hakkı temel olarak, silahların eşitliği ilkesi ile hukuki dinlenilme hakkını içerir.
    Silahların eşitliği ilkesi, genel olarak, tarafların her birinin, kendisi davanın diğer tarafı karşısında açıkça bir üstünlük sağlamayacak şekilde iddia ve delillerini ileri sürebilmek için makul ve kabul edilebilir olanağa sahip olması zorunluluğu olarak tanımlanmaktadır.
    Hukuki dinlenilme hakkı, HMK m. 27’de düzenlenmiştir. Buna göre hukuki dinlenilme hakkı, kural olarak davanın taraflarına tanınan bir hak olmakla birlikte, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler (m. 27/1).
    Hukuki dinlenilme hakkı üç unsur içermektedir;
    a) Bilgi sahibi olma hakkı: İlgililer kendi hukuki durumunu ilgilendiren bir konuda kendilerine karşı açılmış bir davadan veya kendilerine yöneltilmiş bir talepten haberdar edilmelidirler. Bu, aynı zamanda, adil yargılanma hakkından bağımsız olarak düzenlenen iddia ve savunma hakkının da bir parçasıdır.
    b) Açıklama ve ispat hakkı: Taraflar, yargılamada iddia ve savunma sebeplerini oluşturan olgu ve olayları açıklama hakkına sahiptirler. Taraflar, bu yolla, istemlerine temel oluşturan olayları ve olguları ortaya koyabilme olanağı elde ederler. Kanun m. 119/1’de davacı; m. 129/1’de ise davalı bakımından bu hakkı ifade etmiştir. Taraflar, dayandıkları vakıaları davanın her aşamasında değil, davanın başında verdikleri dilekçelerinde ileri sürebilirler (m. 141); bu hakkı yazılı yargılama usulünde iki kere (m. 136), basit yargılama usulünde ancak bir kere kullanabilirler (m. 317/3). Kanunda belirtilen süreden sonra yeni bir vakıa ileri sürmek isteyen taraf, ancak bir kereye özgü olmak kaydıyla ıslah yoluyla veya karşı tarafın açık muvafakati varsa bu sınıra bağlı olmaksızın da bunu ileri sürebilir (m. 141/2).
    Açıklama hakkı aynı zamanda taraflar için bir ödev de teşkil eder. Çünkü kanun, tarafların iddialarını ispata elverişli bir şekilde somutlaştırmaları gereğini de düzenlemiştir (m. 194/1).
    İspat hakkı, kanunda açıkça yer almıştır. Buna göre “taraflar, kanunda belirtilen süre ve usule uygun olarak ispat hakkına sahiptir” (m. 189/1).
    İspat hakkı, tarafların iddiaları konusunda hakimde kanaat uyandırmak ve onu ikna etmek bakımından ispat araçlarını, yani delillerinin de vakıalarla birlikte dilekçeyle gösterilmesini ve eklenmesini istemiş (m. 119, 129, 194), süresinde sonra delil gösterme hakkını sınırlı haller dışında yasaklamıştır (m. 145).
    c) Dikkate alınma hakkı ve kararların gerekçeli olması
    Hakim, taraflar iddia ve savunmaları ile delillerini ileri sürdükten sonra tahkikat aşamasında inceleme ve yargılama yaparak karar verir. İşte taraflar, getirdikleri bu malzemenin hakim tarafından dikkate alınmasını isteme hakkına sahiptirler.
    Tarafların dikkate alınıp alınmadığı ise, hakimin gerekçeli kararında ortaya çıkar. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması gerektiği, hem Anayasada (m. 141/3), hem de HMK’da ayrıca ve açıkça (m. 27/2/c) vurgulanmıştır.
  2. Tasarruf İlkesi
    HMK m. 24’te tasarruf ilkesine yer verilmiştir.
    Tasarruf ilkesi, davacı yoksa hakim de yoktur demektedir.
    Tasarruf ilkesi, bir yandan dava açılmadıkça hakimin davaya bakamayacağını ifade ederken, öte yandan, hiç kimsenin lehine olan bir davayı açmaya zorlanmamasını da içermektedir.
    Tasarruf ilkesinin üçüncü boyutu, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri dava konusu hakkında, dava açıldıktan sonra da tasarruf yetkisi devam eder demektedir (m. 24/3)
  3. Kendiliğinden (Re’sen) Harekete Geçme İlkesi
    Kanun, kendiliğinden harekete geçme ilkesi adı altında bir ilke düzenlememiştir. Ancak bu ilke, doktrinde, tasarruf ilkesinin karşıtı olarak ele alınmaktadır. Kanunda da çekişmesiz yargı işlerinin ölçütlerinden birisi olarak hakimin resen harekete geçtiği hallerden (m. 382/1/c) söz edilmektedir.
    Kendiliğinden harekete geçme ilkesi, esas olarak çekişmesiz yargı işlerinde uygulanır.
    Çekişmeli yargıda hakimin kendiliğinden harekete geçmesi, hakimin tarafsızlığı ilkesine de uygun düşmez, çünkü hakim, menfaat çatışması içerisinde bulunan taraflara eşit uzaklıkta olmalıdır. O nedenle kendiliğinden harekete geçme ilkesi çekişmesiz yargıda uygulanabilen bir ilkedir.
  4. Taraflarca Getirilme İlkesi
    Tasarruf ilkesinin ve irade özerkliğinin bir sonucu olarak, bir kimse dava açıp açmamaya serbestçe karar verdiği gibi, neyi ne ölçüde dava konusu yapacağına da karar verir ve bunların delilini de kendisi sağlar. Bu anlamda, dava malzemesinin taraflarca getirilmesi veya hazırlanması söz konusudur. Bu ilke, tasarruf ilkesinin doğal bir sonucu ve tamamlayıcısıdır.
    Kanunda öngörülen istisnalar dışında, hakim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz. Kanunla belirtilen durumlar dışında, hakim, kendiliğinden delil toplayamaz (m. 25).
    Hakim kendisine usulüne uygun biçimde bildirilmemiş (dava dosyasından anlaşılamayan) itiraz sebeplerini kendiliğinden gözetemez.
    Maddi hukuk anlamındaki def’iler, dava dosyası usulüne uygun biçimde girmiş olan dava malzemesinden anlaşılsa bile, def’iden yararlanacak kimse tarafından ileri sürülmemiş ise, hakim bu def’ileri kendiliğinden gözetemez; örneğin, hakimin zamanaşımı def’ini kendiliğinden gözetememesi gibi (TBK m. 161).
    Hakim, kanunda belirtilen durumlar dışında kendiliğinden delil toplayamaz. Taraflar dayandıkları delilleri dilekçelerinde belirtmek zorundadırlar.
    Çekişmesiz yargıda taraflarca getirilme ilkesi uygulanmaz (m. 385/2).
    Hakimin aydınlatma ödevi kapsamına giren konular ile taraflarca getirilme ilkesi kapsamındaki konular birbirine karıştırılmamalıdır.
  5. Kendiliğinden (Re’sen) Araştırma İlkesi
    Kendiliğinden araştırma ilkesi HMK’da açıkça yer almış veya düzenlenmiş bir ilke değildir. Ancak çelişmesiz yargı işleri bakımından kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça resen araştırma ilkesi geçerlidir (m. 385/2) hükmü bulunmaktadır.
    Kendiliğinden araştırma ilkesi, taraflarca getirilme ilkesinin karşıtıdır.
    Çekişmeli yargıda kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması bir istisnadır. Dava şartlarının incelenmesi kendiliğinden araştırma ilkesine tabidir.
  6. Taleple Bağlılık İlkesi
    Taleple bağlılık ilkesine göre; hakim, tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir (m. 26/1). Hakim hüküm sonucunda da tarafların taleplerini dikkate alıp bunlar hakkında karar vermek zorundadır (m. 297/2). Hakim tarafların talepleri dışına çıkamaz.
    Ancak kanunların hakime açıkça yetki verdiği hallerde hakim, talepten başka bir şeye de hüküm verebilir.
  7. Açıklık (Aleniyet) İlkesi
    Adil yargılanma hakkı içerisinde, onun bir unsuru olarak değinilen bu ilke HMK’da ayrıca ve açıkça düzenlenmiştir (m. 28).
  8. Hukuki Dinlenilme Hakkı
    Adil yargılanma hakkı içerisinde, onun bir unsuru olarak değinilen bu ilke HMK’da ayrıca ve açıkça düzenlenmiştir (m. 27).
  9. Usul Ekonomisi
    Usul ekonomisi adı verilen bu ilke, hakime, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesi ve gereksiz gider yapılmamasını sağlama görevini yüklemektedir (m. 30, Anayasa m. 141/4).
    Hakim, davanın düzgün, amaca uygun ve gereksiz zaman, emek ve gider kaybına yol açmadan sonuçlanması için gereken tedbirleri alacaktır.
  10. Teksif İlkesi
    Teksif ilkesi (dava malzemesinin başlangıçta yığılması ilkesi) adı altında bir ilke HMK’da yer almamakta; doktrinde bu ilkenin varlığı kabul edilmektedir. Buna göre taraflar, iddia ve savunmalarını, yargılamanın belirli bir aşamasına kadar getirmek durumundadırlar; bundan sonra kural olarak, yeni bir vakıa ileri sürülemez. Çünkü her yeni vakıa, inceleme gerektireceği için bunların sınırsızca ve her zaman ileri sürülmesi, tahkikatın genişlemesine yol açar.
    Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez (m. 141/1).
  11. Doğrudanlık İlkesi
    Bir davayı yürüten hakimin, dava ile ilgili ileri sürülen delilleri bizzat incelemesi ve hüküm vermesi esastır. Buna göre, bir davada deliller mümkün olduğunca birlikte ve aynı duruşmada incelenmelidir (m. 197/1).
    Delillerin davanın hakimi tarafından incelenmesi, delille hakim arasına bir aracının girmemesi, usul hukukunda doğrudanlık veya doğrudan doğruyalık olarak ifade edilmektedir.
    Ancak bu durum, mahkemeye getirilebilen deliller bakımındandır, mahkemeye getirilemeyen deliller için istinabe yoluna gidilir (m. 197/2).
    Toplu mahkemelerde naip üye (m. 185) uygulamasının da, doğrudanlık ilkesine bir istisna oluşturmakta olduğu söylenebilir.
  12. Yargılamanın Hakim Tarafından Yürütülmesi
    Yargılamayı, hakim sevk ve idare eder; yargılama düzeninin bozulmaması için gerekli her türlü tedbiri alır (m. 32/1).
  13. Davayı Aydınlatma Ödevi
    Taraflarca getirilme ilkesinin geçerli olduğu davalarda hakimin, tarafların ileri sürdüğü vakıaların dışına çıkamayacağı, hatta tarafların ileri sürmediği vakıaları onlara hatırlatamayacağı hususu (m. 25) yukarıda belirtilmişti. Ancak zaman zaman tarafların getirdiği vakıalar, çelişik veya belirsiz olabilir. Hakimin, hukuku doğru uygulayabilmesi, önüne gelen malzemeye bağlıdır. Taleple ve tarafların getirdiği vakıalarla bağlılık kuralı korunmakla birlikte, getirilen vakıaların aydınlatılması çerçevesinde hakime aydınlatma (açıklama yaptırtma) görevi verilmektedir (m. 31).
    Hakimin aydınlatma ödevi iki yönlüdür. İlk olarak vakıalar bakımından yeterli açıklık bulunmayan hallerde hakim, tarafları dinleyebilir, soru sorabilir.
    Aydınlatma ödevinin ikinci yönü, delillere ilişkindir. Hakim, belirsiz veya çelişkili gördüğü hususlarda taraflardan delil gösterilmesini de isteyebilir.
    Hakimin aydınlatma ödevinin sınırlarını çizmek çok kolay değildir. Zira hakimin, tarafsızlığını kaybetmemesi gerekir. Buna rağmen, hakimin HMK m. 31 hükmünün lafızını ve ruhunu dikkate alarak, bu ilkenin kabul edilme gerekçesini de gözeterek, ilkeyi uygulaması gerekir.
  14. Sözlülük – Yazılılık İlkesi
    Yazılılık ve sözlülükten anlaşılması gereken, tahkikat ve yargılama işlemlerinin nasıl yürütüleceğidir. Yazılı yargılama usulüne tabi davalarda kural olarak, hakim duruşma yapmalıdır (m. 140; 147; 186). Ancak bu usulde hakim, dava şartları ve ilk itirazlar hakkında, ön inceleme duruşması yapmadan da dosya üzerinden karar verebilir (m. 138).  Bunun dışında, kural hakimin duruşma yapması ve kararı tefhim etmesidir. Hakimin duruşma yaptığı hallerde, tahkikat işlemlerinin sözlü olmasından söz edilir. Ancak, duruşma yapılması halinde, duruşma icrasının, talep ve beyanların mutlaka tutanağa bağlanması gerekir (m. 154). O halde, yazılı yargılama usulünde yazılılık ve sözlülük birlikte uygulanmaktadır.
    Basit yargılama usulünde ise, hakimin mutlaka duruşma yapması zorunluluğu bulunmayıp, hakim, “mümkün olan hallerde tarafları duruşmaya davet etmeden dosya üzerinden karar verir” (m. 320/1) hükmü uyarınca tüm yargılama işlemleri ve karar dosya üzerinden, yani yazılı olarak gerçekleştirilebilir. Ancak bu, istisnai bir durum olup, Yargıtay, hukuki dinilenilme hakkının sağlanması bakımından basit yargılama usulünde de, hakimin duruşma yapması gerektiğine karar vermektedir.
    Sonuç olarak, medeni yargıda yazılılık ve sözlülük ilkelerinin birlikte uygulandığını söylemek mümkündür.
  15. Hakimin Hukuku Uygulması
    Kanun, hakimin kararının gerekçesinde hukuki sebeplere yer vermesini emretmektedir (m. 297/1). İşte bu düzenlemelerin nedeni ise, hakimin hukuku bilmesi (iura novit curia) ilkesidir.
    Hakim Türk hukukunu kendiliğinden uygulamakla yükümlüdür (m. 33).
    Hakimler, Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler (Anayasa m. 138/1).
    Yabancı hukukun uygulanması: Bir davada hakimin Türk hukuku dışında yabancı hukuku da uygulaması gerekebilir. Yabancı hukukun uygulanması MÖHUK m. 2 tarafından düzenlenmiştir. Ybanacı hukukun olaya ilişkin hükümlerinin tüm araştırmalara rağmen tespit edilememesi halinde, Türk hukuku uygulanır.
  16. Dürüst Davranma ve Doğruyu Söyleme Yükümlülüğü
    Özel hukuk bakımından genel düzenleme olan TMK, herkesin hakları kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kuralına uyması gerektiğini ifade etmektedir (TMK m. 2).
    Usul hukukunda da taraflar, başta dava açılması olmak üzere, çeşitli usul işlemleri yapmaktadırlar. İşte bu işlemleri yaparken taraflar, dürüstlük kuralına uygun davranmak zorundadırlar (m. 29/1).
    Dürüstlük kuralına dayanan tarafın kendisinin de dürüst davranması gerekir. Kanuna karşı hile amacıyla yapılan bir sözleşmenin taraflarından birinin, bu sözleşmenin geçersizliğine dayanması, dürüstlük kuralına aykırıdır.
    Dürüstlük kuralı, hem davalı hem davacı için söz konusudur.

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir